Efendimiz Dedesi Abdulmuttalib'in Yanında (2)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
SEYF B. ZÎ YEZEN, ABDÛLMUTTÂLİB'E NELER SÖYLEDİ?
Peygamber Efendimizi candan seven Abdûlmuttâlib, hayatında sâdece bir defa kısa bir süre için ondan uzak kaldı.
Yemen Hükümdarı Seyf b. Zî Yezen, babasının ülkesini Habeşlilerden geri almış ve San'a'nın Gumdan şehrinde tahta oturmuştu. Arabistan'ın dört bir tarafından aşiret ve kabîle reisleri onu tebrike geliyorlardı.
Mekke'yi temsilen de Abdûlmuttâlib'in başkanlığına bir heyetin Gumdan'a gitmesi gerekiyordu. Böylece, Mekke'den ayrılmakla, Abdûlmuttâlib, ilk defa nur torunundan uzak kalıyordu.
Uzun bir yolculuktan sonra Gumdan'a varan Kureyş heyetini Seyf b. Zî Yezen kabul etti. Abdûlmuttâlib, hükümdardan izin alarak, kendisinin üstün meziyetlerinden, babasının hayırlı bir hükümdar olduğundan bahsetti. Hangi heyet olduklarını belirtmek için de sözlerini şöyle bağladı:
"Biz, Allah'ın dokunulmaz kıldığı memleketin halkı, Beytullah'ın hizmetkârıyız!"
Bu konuşması, hükümdarın dikkatini çekti. Sordu: "Ey tatlı dilli kişi!.. Sen kimsin?"
Abdûlmuttâlib, "Ben, Haşîm'in oğlu Abdûlmuttâlib'im!.." dedi.
Seyf, biraz daha dikkat kesildi. Sevinç ve heyecan karışımı bir sesle, "Demek, sen, kız kardeşimizin oğlusun!"
Abdûlmuttâlib, "Evet..." diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Seyf, Abdûlmuttâlib'e daha yakın alâka gösterdi. Yanına yaklaşmasını istedi. Sonra da, "Akraba olduğumuzu öğrendim. Ziyaretinizden de çok memnun oldum. Siz gece gündüz sohbet edilmeye, oturulup konuşulmaya lâyık, şerefli insanlarsınız!" diye konuştu.
Seyf, bu iltifatkâr sözlerle de yetinmedi; söylediklerinde samimî olduğunu, Abdûlmuttâlib'i bir ay boyunca sarayında ağırlamakla da ispat etti
Sarayda günleri hep sohbetle geçiyordu. Mukaddes kitaplardan gelecek peygamberin sıfatlarını öğrenmiş bulunan Seyf, bu sohbetlerde bazı ipuçları yakalıyordu. Nitekim, bir gün hiç kimsenin farkına varamayacağı bir sırada Abdûlmutâlib'i gizlice yanına çağırdı ve, "Ey Abdûlmuttâlib!.." dedi, "Sana bir sır emanet edeceğim. Bu sırrın seninle alâkalı olduğu kanaatini taşıyorum! Bu, başkalarından gizlediğimiz, bir kitapta bulduğum çok büyük ve mühim bir haberdir!"
Abdûlmuttâlib meraklandı, "Nedir o?.." diye sordu.
Seyf, sırrını açıkladı: "O, bu sıralarda dünyaya gelmiş olması muhtemel bir çocuğa aittir. O, sizin taraflarda, Tihame bölgesinde doğacaktır. İki küreği arasında bir 'ben' vardır. Babası ve annesi ölünce, onu dedesi ve amcası sırasıyla himayeleri altına alacaktır. O, dostlarını ve yardımcılarını ağırlayacak, düşmanlarını zillete uğratacaktır. En şerefli yerleri fethedecek, Kıyamet Gününe kadar insanlara rehber ve önder olacaktır. Bâtıl dinleri ortadan kaldıracak, putperestliği yok edecek, Rahman olan Allah'a ibâdet edecektir. Onun sözü müşkîlleri halledecek, işi ise basiret ve adalet üzere olacaktır. Dâima iyiliği buyuracak, iyilik yapacak ve insanları kötülükten sakındıracaktır."
Merak ve heyecana kapılan Abdûlmuttâlib, hükümdarın biraz daha açıklama yapmasını ve sırrını biraz daha açmasını istiyordu. Bunun için de, "Ey Hükümdar!.. Ömrün uzun, saltanatın dâim ve sânın yüce olsun! O çocuk hakkında biraz daha açıklama yapar mısın?" dedi.
Hükümdar, diğer alâmet ve işaretleri saydıktan sonra, "Ey Abdûlmuttâlib!.." dedi, "Bütün bu işaretlere bakılırsa, bu çocuğun dedesi sen olmalısın!"
Bu sözleri duyan Abdûlmuttâlib, sevincinden derhâl secdeye kapandı.
Bu sefer merak ve şaşkınlık sırası hükümdara gelmişti. "Ey Abdûlmuttâlib!.. Yoksa, sen, anlattıklarımdan bir şey mi sezdin?" diye sordu.
Gönlüyle birlikte gözlerinin içi de gülen Abdûlmuttâlib, anlattı. "Ey Hükümdar!.." dedi, "Benim, Abdullah adında, üzerinde titrediğim, çok sevdiğim bir oğlum vardı. Onu kavmimizin eşrafından Vehb b. Abdi Menafin kızı Âmine'yle evlendirmiştim. Bir çocuk dünyaya geldi. Onun iki küreği arasında bir 'ben' vardır. Saydığın alâmetlerin hepsini de üzerinde taşıyor. Babası ve annesi de vefat etmişlerdir. Kendisi şimdi benim himâyemdedir."
Seyf, kanaatinde yanılmış olmamanın sevinci içinde, Abdûlmuttâlib'e, "Çocuğunu çok iyi koru! Yahudiler ona düşmanıdırlar. Onların kendisine zarar vermesinden sakın! Fakat, Allah, onun düşmanlarına imkân ve fırsat tanımayacaktır! Benim eski kitaplarda bulup öğrendiğime göre, Yesrip [Medine] de onun hicret yeri olacak ve orada çok yardım görecektir." dedi.
Artık, hem hükümdar, hem de Abdûlmuttâlib, büyük bir müşkîli halletmiş olmanın rahatlığı içindeydiler.
Seyf b. Zî Yezen, âdeta kerametvârî, peygamberliğinden evvel Efendimizin nübüvvetini böylece haber veriyordu.
Bir müddet sonra hükümdar, Kureyş heyetini büyük ikram ve ihsanlarla Mekke'ye uğurladı. Abdûlmuttâlib'e verdikleri, diğerlerinkinden çok daha fazlaydı. Uğurlarken de ona, "O çocuğun hâlinde olan değişiklikleri*her yıl bana bildirmeni rica ederim." dedi.
Ne var ki, Seyf b. Zî Yezen, Peygamberimiz hakkında dedesinden daha başka bir bilgi alamadan, henüz bu konuşmalarının üzerinden bir sene bile geçmeden hayata gözlerini yumdu.82
Heyetteki arkadaşları, yolda Abdûlmuttâlib'e, neden kendisine daha fazla ikram ve ihsan edildiğini sordular. O sâdece,"Onu kıskanmayınız. Bunun elbette bir sebebi vardır." demekle iktifa etti.
Bir aylık ayrılıktan sonra Mekke'ye varan Abdûlmuttâlib, nur torununu hasretle kucaklayarak, firak acısını visalin lezzetiyle gidermeye çalıştı.
PEYGAMBER EFENDİMİZ, "RAHMET" VESİLESİ!
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt