- Katılım
- 28 Mart 2011
- Mesajlar
- 2,123
- Tepkime puanı
- 26
Dünya hayatı ve nefis
Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Mümin beş güçlük arasındadır. Karşısındaki mümin olur, kendisine hased eder. Münafık olur, gizli düşmanlık eder. Kâfir olur, kendisiyle savaşır. Şeytan saptırmaya çalışır. Nefsi ise kendisi ile çekişir durur.”
Şeytanın saptırmaya çalışması o derecede olur ki, mümini kâfir etse dahi hıncını, intikamını alamaz. Kâfir ettikten sonra insanın yüzüne tükürür ve “sen benden de aşağı imişsin. Ben Allah’a küfrettim ama inkâr etmedim. Sen Allah’ı inkâr edecek kadar şiddetli küfre girdin.” der.
İskender Ataullah Hazretleri (K.S.), Hikemü’l-Ataiyye’de, “Şeytana düşmanlık edildi, yardım ve rahmete ulaşıldı. Dost olundu, ama hiçbir dostuna vefa ve merhamet ettiği görülmedi” buyuruyor.
Müminin beşinci güçlüğü, nefsinin kendi ile çekişip durmasıdır demiştik. Nefsin mizacı da şeytandan aşağı değildir. Onun da merhameti yoktur. Emmare makamında bulunuyorsa insanı azdırmaya çalışır. Allah’ın dinini asla sevmez. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini beğenmez ve düşman kesilir.
İnsanın nefsi, esfel-i safilinde yani aşağıların aşağısında bulunduğu ve kötülüklerin anası olduğu için, kötülükle ortaya çıkmaya başlayınca, şeytan da yaklaşmaya başlar.
İnsan bu beş zorluk arasında daima mücadele halinde ve uyanık bulunmalıdır. Onun için Allahu Tealâ, “... nefsini hevâsından men ederse varacağı yer cennettir” (Naziat/40-41) buyuruyor. Heva, nefsin sıfatıdır. Gazap ve şehvet lezzetine heva denir. Bu asır insan hevasını körükleyen bir asırdır. Kim nefsini hevasından uzak tutarsa cennetle müşerref olur.
Anlaşılacağı üzere, nefsin meydanı dünyadır. İnsanın üç büyük düşmanından birincisinin dünya, ikincisinin nefis, üçüncüsünün şeytan olduğunu biliyoruz. Allahu Tealâ ayet-i kerimelerle, Rasulullah (A.S.) Efendimiz de hadis-i şeriflerle dünyanın gidişatına uyarak ahiret bozgununa uğramamamızı istemiştir.
Ulemanın belirttiğine göre dünya Allah’a ve Allah’ın dostlarına düşmandır. Dünya perdedir. Dünyanın asliyeti geçici, yaratılıştaki sıfatı cazibeli, aldatıcı ve nefsin yaratılışına uygundur. Dünya şeytanın yemidir. Dünyanın cazibe ve güzelliği olmasaydı, ne şeytan insana hücum edebilir, ne de nefis insanı ahiret yolundan alıkoyabilirdi. Anlaşılıyor ki dünyanın hakikatı, faniliği ile birlikte aldatıcıdır da.
Bir kimse Hazret-i Ali (R.A.) Efendimiz’e “dünyayı anlatır mısınız?” diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle buyurdu: “Sağlamı hasta, emniyette olanı pişman olacak. Fakiri mahzun, zengini ise helalinin hesabı, haramının azabına düşecek. Şüpheli şeyler için de azarlanacaktır. Size bunun daha neyini anlatayım.”
Rasulullah (A.S.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu: ”Kıyamet gününde bir adamı Allah’ın huzuruna getirirler. Kazancı haram, masrafı da haramdır. ‘Bunu cehenneme götürün’ denir. Başka bir adamı getirirler. Helal kazanmış, haram sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler. Bir diğeri de haramdan kazanmış, helale sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler.
Sonra başka birini getirirler. Helalden kazanmış, helale sarfetmiştir. Ona, bu serveti kazanırken farzlardan bir ibadeti geçirip geçirmediğini sorarlar. Hiçbir farzı bırakmadığını açıklar. Bu servete birinin hakkı geçti mi; mesela işçilerinin ve hayvanlarının hakkını verdin mi? diye sorarlar. Onları da verdiğini söyler. Bakmakla mükellef olduğu kimselere vaktinde nafakalarını ulaştırıp ulaştırmadığını sorarlar. Bu sırada çalıştırdığı kimseler getirilir, hakları karşılaştırılır. O da temiz çıkınca, ‘Verdiğimiz nimetlere karşı ne gibi şükürde bulundu? Onun hesabını görelim.’ derler.”
Şükür, Allah’ın verdiği nimetlerle Allah’a isyan etmemektir. Bir kimse parayı Allah’ın rızası olan yerlerde şükrederek kullanmadıysa cennete giremez. Anlaşılıyor ki, insan hayatı nefsin, şeytanın ve dünyanın türlü halleriyle meşgul edilmektedir. Dünya, önce yaldızlı şeylerle insanı aldatır, sonra helâk eder.
İsa A.S.’a dünya, yaşlı, zayıf, çirkin fakat süslenmiş bir kadın suretinde görünmüş ve onunla şöyle konuşmuştur. İsa A.S. soruyor:
- Kaç kere evlendin?
- Sayılmayacak kadar çok evlendim.
- Bir kadın ömründe şu kadar evlenir. Sen sayılmayacak kadar çok evlendiğini söylüyorsun. Kocalarına ne oldu? Öldüler mi, boşandılar mı?
- Hiç boşama olmadı. Hepsini ben öldürdüm.
- Geçmiş kocalarını teker teker nasıl öldürdüğünü düşünmeyip, onlardan ibret almadan seninle evlenecek yeni kocaların vay haline!
A’la bin Ziyad (R.A.) şöyle buyuruyor: “Rüyamda yaşlı, derisi buruşmuş, fakat üzerinde her türlü süs ve zinet eşyası bulunan bir kadın gördüm. İnsanlar etrafında toplanmış, şaşkın şaşkın onu seyrediyorlardı. Ben onların bu haline şaşırdım ve kadına kim olduğunu sordum. Kadın, “yazık sana, beni bilemedin mi? Ben dünyayım” deyince, ben “senin şerrinden Allah’a sığınırım” karşılığını verdim. Bunun üzerine kadın, “benden kurtulmak istersen, mala, paraya, şöhrete önem verme” diye konuştu.
Kur’an-ı Hakim’de, “Bu dünyada âmâ olan, ahirette de âmâ olur...” (İsra/72) buyurulmuştur. Yani bu dünyada güzel ahlâk ve sünnet-i seniyyeye sarılmadınsa, basiretini açıp aklını işletemedinse, öbür dünyada da öyle dirileceksin. Bu bakımdan tasavvuf ehli, baş gözünün değil kalp gözünün görmesini gerekli görür. Onun için kalp gözü açılmayan âmâdır ve ehl-i dünyadır. İşte dünya ile nefis meselesi budur.
Kemalât, dede olmakta, çok para kazanmakta değil reşid olmadadır. Medeni kanuna göre reşidlik onsekiz yaşındadır. Ehl-i tasavvufta reşid olmak, Rabbini bilmekle ve iman hakikatlarını idrak ile mümkündür. Onun için, yetmiş yaşında çocuklar, yirmi yaşında er kişiler vardır.
Rasul-ü Ekrem (A.S.) Efendimiz buyuruyor: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Yani gafletten kurtulamazlar ve tabii ölümle diğer aleme geçerler. Gerçekte iki türlü ölüm vardır: Tabii ölüm ve kişinin kendi iradesi ile ölüm. Bu hadis-i şerife göre, tabii ölümle uyanmayı bekleme. Şimdiden rahmete ulaşacak hallere yapış ve iradî ölümle öl. Yani nefsinin arzularını kırmak için bir mürşid-i kâmilde terbiye ol.
İtminan makamına ulaşmak, dünya vatanında iken nefse hakim olmakla olur. Bu da kalp görüşü yani ferasetle olur. Kalp gözünün görmesinden maksat, nefsin ıslahıdır. Bunun çaresi gurur yurdundan çıkmaktır.
Ey ehl-i dünya! Gurur sahiplerinin halleri, onların perdesidir ki bağ, bahçe, köşk, çiçek, havuz vs. ile meşgul oluyor, gönüllerini onlara bağlıyor ve ömürlerini onlara sarfediyorlar da, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şu ilahi kelâmı hiç görmüyorlar: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.” (Rum/7)
Bu asırda nefsi eğlendiren safa çok fazladır. Sabahleyin gazete ile başlayan gaflet, gece yarısına kadar televizyonla devam ediyor. Siyaset çekişmeleri ile müminler birine küsüyor. Allahu Tealâ cümlemize inayet eylesin ve anlayış versin. Amin.
mehmet Ildırar
Rasul-i Ekrem (A.S.) Efendimiz, bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Mümin beş güçlük arasındadır. Karşısındaki mümin olur, kendisine hased eder. Münafık olur, gizli düşmanlık eder. Kâfir olur, kendisiyle savaşır. Şeytan saptırmaya çalışır. Nefsi ise kendisi ile çekişir durur.”
Şeytanın saptırmaya çalışması o derecede olur ki, mümini kâfir etse dahi hıncını, intikamını alamaz. Kâfir ettikten sonra insanın yüzüne tükürür ve “sen benden de aşağı imişsin. Ben Allah’a küfrettim ama inkâr etmedim. Sen Allah’ı inkâr edecek kadar şiddetli küfre girdin.” der.
İskender Ataullah Hazretleri (K.S.), Hikemü’l-Ataiyye’de, “Şeytana düşmanlık edildi, yardım ve rahmete ulaşıldı. Dost olundu, ama hiçbir dostuna vefa ve merhamet ettiği görülmedi” buyuruyor.
Müminin beşinci güçlüğü, nefsinin kendi ile çekişip durmasıdır demiştik. Nefsin mizacı da şeytandan aşağı değildir. Onun da merhameti yoktur. Emmare makamında bulunuyorsa insanı azdırmaya çalışır. Allah’ın dinini asla sevmez. Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini beğenmez ve düşman kesilir.
İnsanın nefsi, esfel-i safilinde yani aşağıların aşağısında bulunduğu ve kötülüklerin anası olduğu için, kötülükle ortaya çıkmaya başlayınca, şeytan da yaklaşmaya başlar.
İnsan bu beş zorluk arasında daima mücadele halinde ve uyanık bulunmalıdır. Onun için Allahu Tealâ, “... nefsini hevâsından men ederse varacağı yer cennettir” (Naziat/40-41) buyuruyor. Heva, nefsin sıfatıdır. Gazap ve şehvet lezzetine heva denir. Bu asır insan hevasını körükleyen bir asırdır. Kim nefsini hevasından uzak tutarsa cennetle müşerref olur.
Anlaşılacağı üzere, nefsin meydanı dünyadır. İnsanın üç büyük düşmanından birincisinin dünya, ikincisinin nefis, üçüncüsünün şeytan olduğunu biliyoruz. Allahu Tealâ ayet-i kerimelerle, Rasulullah (A.S.) Efendimiz de hadis-i şeriflerle dünyanın gidişatına uyarak ahiret bozgununa uğramamamızı istemiştir.
Ulemanın belirttiğine göre dünya Allah’a ve Allah’ın dostlarına düşmandır. Dünya perdedir. Dünyanın asliyeti geçici, yaratılıştaki sıfatı cazibeli, aldatıcı ve nefsin yaratılışına uygundur. Dünya şeytanın yemidir. Dünyanın cazibe ve güzelliği olmasaydı, ne şeytan insana hücum edebilir, ne de nefis insanı ahiret yolundan alıkoyabilirdi. Anlaşılıyor ki dünyanın hakikatı, faniliği ile birlikte aldatıcıdır da.
Bir kimse Hazret-i Ali (R.A.) Efendimiz’e “dünyayı anlatır mısınız?” diye sorduğunda, Hz. Ali şöyle buyurdu: “Sağlamı hasta, emniyette olanı pişman olacak. Fakiri mahzun, zengini ise helalinin hesabı, haramının azabına düşecek. Şüpheli şeyler için de azarlanacaktır. Size bunun daha neyini anlatayım.”
Rasulullah (A.S.) Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu: ”Kıyamet gününde bir adamı Allah’ın huzuruna getirirler. Kazancı haram, masrafı da haramdır. ‘Bunu cehenneme götürün’ denir. Başka bir adamı getirirler. Helal kazanmış, haram sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler. Bir diğeri de haramdan kazanmış, helale sarfetmiştir. Onu da cehenneme gönderirler.
Sonra başka birini getirirler. Helalden kazanmış, helale sarfetmiştir. Ona, bu serveti kazanırken farzlardan bir ibadeti geçirip geçirmediğini sorarlar. Hiçbir farzı bırakmadığını açıklar. Bu servete birinin hakkı geçti mi; mesela işçilerinin ve hayvanlarının hakkını verdin mi? diye sorarlar. Onları da verdiğini söyler. Bakmakla mükellef olduğu kimselere vaktinde nafakalarını ulaştırıp ulaştırmadığını sorarlar. Bu sırada çalıştırdığı kimseler getirilir, hakları karşılaştırılır. O da temiz çıkınca, ‘Verdiğimiz nimetlere karşı ne gibi şükürde bulundu? Onun hesabını görelim.’ derler.”
Şükür, Allah’ın verdiği nimetlerle Allah’a isyan etmemektir. Bir kimse parayı Allah’ın rızası olan yerlerde şükrederek kullanmadıysa cennete giremez. Anlaşılıyor ki, insan hayatı nefsin, şeytanın ve dünyanın türlü halleriyle meşgul edilmektedir. Dünya, önce yaldızlı şeylerle insanı aldatır, sonra helâk eder.
İsa A.S.’a dünya, yaşlı, zayıf, çirkin fakat süslenmiş bir kadın suretinde görünmüş ve onunla şöyle konuşmuştur. İsa A.S. soruyor:
- Kaç kere evlendin?
- Sayılmayacak kadar çok evlendim.
- Bir kadın ömründe şu kadar evlenir. Sen sayılmayacak kadar çok evlendiğini söylüyorsun. Kocalarına ne oldu? Öldüler mi, boşandılar mı?
- Hiç boşama olmadı. Hepsini ben öldürdüm.
- Geçmiş kocalarını teker teker nasıl öldürdüğünü düşünmeyip, onlardan ibret almadan seninle evlenecek yeni kocaların vay haline!
A’la bin Ziyad (R.A.) şöyle buyuruyor: “Rüyamda yaşlı, derisi buruşmuş, fakat üzerinde her türlü süs ve zinet eşyası bulunan bir kadın gördüm. İnsanlar etrafında toplanmış, şaşkın şaşkın onu seyrediyorlardı. Ben onların bu haline şaşırdım ve kadına kim olduğunu sordum. Kadın, “yazık sana, beni bilemedin mi? Ben dünyayım” deyince, ben “senin şerrinden Allah’a sığınırım” karşılığını verdim. Bunun üzerine kadın, “benden kurtulmak istersen, mala, paraya, şöhrete önem verme” diye konuştu.
Kur’an-ı Hakim’de, “Bu dünyada âmâ olan, ahirette de âmâ olur...” (İsra/72) buyurulmuştur. Yani bu dünyada güzel ahlâk ve sünnet-i seniyyeye sarılmadınsa, basiretini açıp aklını işletemedinse, öbür dünyada da öyle dirileceksin. Bu bakımdan tasavvuf ehli, baş gözünün değil kalp gözünün görmesini gerekli görür. Onun için kalp gözü açılmayan âmâdır ve ehl-i dünyadır. İşte dünya ile nefis meselesi budur.
Kemalât, dede olmakta, çok para kazanmakta değil reşid olmadadır. Medeni kanuna göre reşidlik onsekiz yaşındadır. Ehl-i tasavvufta reşid olmak, Rabbini bilmekle ve iman hakikatlarını idrak ile mümkündür. Onun için, yetmiş yaşında çocuklar, yirmi yaşında er kişiler vardır.
Rasul-ü Ekrem (A.S.) Efendimiz buyuruyor: “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Yani gafletten kurtulamazlar ve tabii ölümle diğer aleme geçerler. Gerçekte iki türlü ölüm vardır: Tabii ölüm ve kişinin kendi iradesi ile ölüm. Bu hadis-i şerife göre, tabii ölümle uyanmayı bekleme. Şimdiden rahmete ulaşacak hallere yapış ve iradî ölümle öl. Yani nefsinin arzularını kırmak için bir mürşid-i kâmilde terbiye ol.
İtminan makamına ulaşmak, dünya vatanında iken nefse hakim olmakla olur. Bu da kalp görüşü yani ferasetle olur. Kalp gözünün görmesinden maksat, nefsin ıslahıdır. Bunun çaresi gurur yurdundan çıkmaktır.
Ey ehl-i dünya! Gurur sahiplerinin halleri, onların perdesidir ki bağ, bahçe, köşk, çiçek, havuz vs. ile meşgul oluyor, gönüllerini onlara bağlıyor ve ömürlerini onlara sarfediyorlar da, Kur’an-ı Kerim’de yazılı olan şu ilahi kelâmı hiç görmüyorlar: “Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise tamamen gafildirler.” (Rum/7)
Bu asırda nefsi eğlendiren safa çok fazladır. Sabahleyin gazete ile başlayan gaflet, gece yarısına kadar televizyonla devam ediyor. Siyaset çekişmeleri ile müminler birine küsüyor. Allahu Tealâ cümlemize inayet eylesin ve anlayış versin. Amin.
mehmet Ildırar