Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Öykü-Hikaye-Kıssadan hisse
Çok Sıcak Evet...
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="süreyya58" data-source="post: 18359" data-attributes="member: 1065"><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed">Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarından bir bölümü alıntılıyoruz. Şu sıcak günlerde soğuk su ferahlığında bir bölüm.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Purple">Kıtlık devrinden sahneler</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Purple">Kıtlık zamanlarının Medine-i Münevvere hayatından bazı sahneler gözümden ve gönlümden hiç silinmezler:</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">1947 yılı bir Ramazan günü idi. Hiç unutmam Ağustos ayındaydık. Öğle namazında Harem-i Şerif'ten geldim. Soyundum; su dökünüp istirahat edeceğim. Annem seslendi:</span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>"Oğlum, komşu bakkaldan pirinç alıver. Akşama pilav yapacağım. Namazdan önce sana söylemeyi unutmuşum. Hadi git de pirinç getir..."</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px">Sesimi çıkarmadım, ama çok sıkıldım. İçimden söylendim:</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: RoyalBlue">"Be mübarek valide! Bir saat evvel namaza çıkarken sana sordum, 'Anne, ben namaza gidiyorum. Bir isteğiniz var mı?' dedim. 'Hayır oğlum, salimen git, salimen gel, Allah namazlarını, dualarını kabul eylesin' diyerek, güzelce beni uğurladın. Şimdi soyundum, su dökünüp, biraz dinleneceğim. Bakkaldan pirinç istiyorsun. Dışarıda sıcak elli derece, müdhiş bir sam rüzgârı esiyor..."</span></span></p><p><span style="font-size: 12px">Neyse, giyindim, bakkala yollandım. Oturduğumuz Bâbulmecîdî mahallesinde, Abdülhadi Amca bakkalımızdı. Yaşlı, muhterem bir zat idi.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed"><strong>Abdulhadi Amca'nın zikri</strong></span></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Abdulhadi Amca'ya vardım. Baktım, kapısının üzerine bir zincir asmış, o zincire tutunmuş, ayakta duruyor. Hem dükkanda bulunduğunu gösteriyor, hem de gelen müşterileri karşılıyor.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Yaklaşınca, bir taraftan da şu tespihe devam ettiğini duydum: Subhânallahi ve'l-hamdulillâhi ve lâilâhe illâllâhu vallâhu ekber...</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kendisine selam verdim. Selâmımı aldıktan sonra ilk sözü şu oldu:</span></p><p><span style="font-size: 12px">"<strong>İster misin, Allah sana da cennette bir bahçe diksin?"</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed">"Hayırdır inşaallah Abdulhadi Amca!"</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">"Oğlum, Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem: <span style="color: DarkRed">'Cenab-ı Hak: Bir defa subhânallahi ve'l-hamdulillâhi ve lâilâhe illâllâhu vallâhu ekber diyen kuluma, ben cennette bir ağaç dikerim. Cennete geldiğinde, cemalimle müşerref olacağı, mükâfatını alacağı, rahmetimi göreceği gün, bir de bahçesi olacaktır, buyurmuştur." diye müjdelemiştir.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">"Gerçi sen bilirsin bunu ya, ben hatırlatmak için söylüyorum. Hele şu Ramazan gününde yapılan tespihlerin, oğlum, daha çok tesiri oluyor. Gerçi sen hâfızsın, tabii Kur'an-ı Kerim okursun, virdin de vardır. Ama onları bitirince bu tespihe devam et; bu tespih çok faydalıdır. Bir de Efendimiz sallallahü aleyhi ve selleme salâvatı unutma. Tesellin bu olsun, zikrin de bu olsun, fikrin de bu olsun..."</span></p><p><span style="font-size: 12px">.<span style="color: Purple"><strong>..Ed-dîn Kaviy...</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px">Oturup dinlenmemi teklif etti. Oturdum. "Efendim valide pirinç istedi." dedim. Pirinci verdi. O sırada gayriihtiyarî ağzımdan şu söz çıktı:</span></p><p><span style="font-size: 12px">"<strong>Bugün biraz sıcak değil mi?</strong>" dedim.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed">"Na'am, velâkin ed-dînu kaviyyun yâ veledi.</span>.. <strong>Evet, fakat ey oğlum, din daha kuvvetli..."</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Abdulhadi Amca'nın dükkânında duvarda bir tulum asılı. Tulumun içinde su var. Sam rüzgârı esti mi, tulum da, su da soğurdu. Karşısına koymuş, şıp şıp su damlıyor. Akşama içecek.</span></p><p><span style="font-size: 12px">O sözünü hiç unutmam.<strong> Evet, sıcaktır, fakat din ondan daha kuvvetlidir.</strong> Sıcak diye oruç mu yiyeceğiz, haşa! Ölürüz de yemeyiz. Ölüm vuslatın kapısı, Cenab-ı Hakk'a kavuşmanın ilk kapısıdır. Mü'minin safası ölümden sonra başlar.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Bu "ed-dîn kaviy" kelimesini valideye söyledim. Son gününe kadar sık sık, <span style="color: Purple">"oğlum ed-dîn kaviy, Abdulhadi Amcan ne dedi? Ed-dîn kaviy oğlum, din daha kuvvetli..."</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Dükkânında hep öyle zincire tutunup ayakta dururdu. Zincirin bir de kulpu vardı. Parmaklarını ona geçirir, dururdu. Müşterilerini karşılardı. Herhalde yorulmamak için zincire tutunurdu. Ama neden ayakta dururdu, bilmem. Belki müşterilerine karşı bir hürmet alâmetiydi. Öyle karşılar, '<strong>ehlen ve sehlen, buyurun' </strong>derdi. Güler yüzlü, hayır sözlü bir zat idi</span></p><p><span style="font-size: 12px">.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed"><strong>Kadayıfçı Salih Efendi</strong></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Merhume annemin bakkal Abdulhadi Amca'ya beni göndermesi gibi, ikinci bir hikmetli hadise de Kadayıfçı Nabluslu Şıh Salih Efendi ile aramızda geçmiştir:</span></p><p><span style="font-size: 12px">Yine sıcak bir Ramazan ayı idi. Valide, öğleyle ikindi arası bir vakitte, kadayıf almamı istedi; <strong>"Oğlum Ramazan geldi gidiyor, bir kadayıf getirmedin. Kadayıf alsan da bir pişirsek"</strong> dedi.</span></p><p><span style="font-size: 12px">Dışarı çıktım. Kadayıfçılara gittim. "<strong>Satıldı, bitti"</strong> dediler. <span style="color: Purple">"Artık bu saatten sonra da yapılmaz. Herkes oruçlu, ikindi geliyor. Bu sıcakta ocağın başında durulmaz, kadayıf dökülmez"</span> dediler. "<strong>Kimde bulunur"</strong> diye sordum.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>"Bu saatten sonra, tel kadayıfı ancak Nabluslu Şıh Salih'te bulursun." </strong>diye cevap verdiler.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Bu zat Ürdün'ün Nablus şehrinden Medine-i Münevvere'ye hicret etmiş, büyük bir âlim, faziletli bir insandı. Resmî vazifelere talip olmamıştı. Esasen o günlerde çok az olan maaşla, kalabalık ailesini geçindirmesi de mümkün değildi.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed">Şıh Salih Efendi, kirayla oturduğu evin avlusuna bir ocak yapmış, kömürle yaktığı ocağın üzerindeki sacda kadayıf döküyordu.</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed"></span></span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong><span style="color: DarkRed">Öyle diyorlar</span></strong></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Gittim. Baktım, Hoca kadayıf döküyor. Hava dışarıda 50-55 derece. Avlu da ondan aşağı değil. Bir de ocağın ateşinden fışkıran sıcaklık var. Hoca seksen yaşında, güzel bir insan... Göğsüne bir havlu koymuş, boynundan yüzünden, güzel yüzünden, nur gibi sakalından damlayan terler havluya akıyor. Selam verdim. Selamımı aldı. Sordum:</span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>"Hocam, kadayıf var mı?"</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: Purple">"Döküyorum oğlum, otur da... Ne kadar istersin?"</span></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">"Bir okka" dedim. "Pekâlâ" dedi. Oturdum, bekliyorum. O sırada bir sam esti; sanki alevden bir dalga gelmiş gibi vücudumu, yüzümü yaktı.</span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>"Hocam, bugün biraz sıcak galiba, değil mi?"</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Salih Efendi, munis, müşfik gözleriyle, kısa bir an bana baktı.</span></p><p><span style="font-size: 12px"><span style="color: DarkRed">"Yekûlûn..." dedi, "Öyle diyorlar...</span>" Ve işine devam etti.</span></p><p><span style="font-size: 12px">Hoca hem kadayıf döküyor; hem de kadayıfla beraber, dili: Allah, Allah, Allah diyor...</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Annem, kabri cennet olsun, beni bakkal Abdulhadi'ye gönderdiği gibi Şıh Salih'e de göndermiş; sanki:</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">"<span style="color: DarkRed"><strong>Oğlum, gör bak Allah'ın ne kulları var. Sen bir öğle namazına gittin diye, bir iş gördüm sanıyorsun, nazlanıyorsun, hava sıcak diyorsun. Bak Allah'ın ne kulları var: Biri zincire tutunmuş, oruçlu, ayakta durur, müşterilerini karşılar, güleryüz gösterir. Diğeri sekiz çocuğu ile seksen yaşında, ilmine ve yaşına rağmen, ailesinin nafakası için, kimseye muhtaç olmamak için, Ramazan ayında, elli derece sıcakta, sam rüzgârının altında, oruçlu haliyle ateşin karşısında kadayıf döker... Git de gör ibret al..."</strong></span> demek istemişti.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="süreyya58, post: 18359, member: 1065"] [SIZE="3"][COLOR="DarkRed"]Ali Ulvi Kurucu'nun hatıralarından bir bölümü alıntılıyoruz. Şu sıcak günlerde soğuk su ferahlığında bir bölüm.[/COLOR] [COLOR="Purple"]Kıtlık devrinden sahneler[/COLOR] [COLOR="Purple"]Kıtlık zamanlarının Medine-i Münevvere hayatından bazı sahneler gözümden ve gönlümden hiç silinmezler:[/COLOR] 1947 yılı bir Ramazan günü idi. Hiç unutmam Ağustos ayındaydık. Öğle namazında Harem-i Şerif'ten geldim. Soyundum; su dökünüp istirahat edeceğim. Annem seslendi: [B]"Oğlum, komşu bakkaldan pirinç alıver. Akşama pilav yapacağım. Namazdan önce sana söylemeyi unutmuşum. Hadi git de pirinç getir..."[/B] Sesimi çıkarmadım, ama çok sıkıldım. İçimden söylendim: [COLOR="RoyalBlue"]"Be mübarek valide! Bir saat evvel namaza çıkarken sana sordum, 'Anne, ben namaza gidiyorum. Bir isteğiniz var mı?' dedim. 'Hayır oğlum, salimen git, salimen gel, Allah namazlarını, dualarını kabul eylesin' diyerek, güzelce beni uğurladın. Şimdi soyundum, su dökünüp, biraz dinleneceğim. Bakkaldan pirinç istiyorsun. Dışarıda sıcak elli derece, müdhiş bir sam rüzgârı esiyor..."[/COLOR] Neyse, giyindim, bakkala yollandım. Oturduğumuz Bâbulmecîdî mahallesinde, Abdülhadi Amca bakkalımızdı. Yaşlı, muhterem bir zat idi. [SIZE="3"][COLOR="DarkRed"][B]Abdulhadi Amca'nın zikri[/B][/COLOR][/SIZE] Abdulhadi Amca'ya vardım. Baktım, kapısının üzerine bir zincir asmış, o zincire tutunmuş, ayakta duruyor. Hem dükkanda bulunduğunu gösteriyor, hem de gelen müşterileri karşılıyor. Yaklaşınca, bir taraftan da şu tespihe devam ettiğini duydum: Subhânallahi ve'l-hamdulillâhi ve lâilâhe illâllâhu vallâhu ekber... Kendisine selam verdim. Selâmımı aldıktan sonra ilk sözü şu oldu: "[B]İster misin, Allah sana da cennette bir bahçe diksin?"[/B] [COLOR="DarkRed"]"Hayırdır inşaallah Abdulhadi Amca!"[/COLOR] "Oğlum, Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem: [COLOR="DarkRed"]'Cenab-ı Hak: Bir defa subhânallahi ve'l-hamdulillâhi ve lâilâhe illâllâhu vallâhu ekber diyen kuluma, ben cennette bir ağaç dikerim. Cennete geldiğinde, cemalimle müşerref olacağı, mükâfatını alacağı, rahmetimi göreceği gün, bir de bahçesi olacaktır, buyurmuştur." diye müjdelemiştir.[/COLOR] "Gerçi sen bilirsin bunu ya, ben hatırlatmak için söylüyorum. Hele şu Ramazan gününde yapılan tespihlerin, oğlum, daha çok tesiri oluyor. Gerçi sen hâfızsın, tabii Kur'an-ı Kerim okursun, virdin de vardır. Ama onları bitirince bu tespihe devam et; bu tespih çok faydalıdır. Bir de Efendimiz sallallahü aleyhi ve selleme salâvatı unutma. Tesellin bu olsun, zikrin de bu olsun, fikrin de bu olsun..." .[COLOR="Purple"][B]..Ed-dîn Kaviy...[/B][/COLOR] Oturup dinlenmemi teklif etti. Oturdum. "Efendim valide pirinç istedi." dedim. Pirinci verdi. O sırada gayriihtiyarî ağzımdan şu söz çıktı: "[B]Bugün biraz sıcak değil mi?[/B]" dedim. [COLOR="DarkRed"]"Na'am, velâkin ed-dînu kaviyyun yâ veledi.[/COLOR].. [B]Evet, fakat ey oğlum, din daha kuvvetli..."[/B] Abdulhadi Amca'nın dükkânında duvarda bir tulum asılı. Tulumun içinde su var. Sam rüzgârı esti mi, tulum da, su da soğurdu. Karşısına koymuş, şıp şıp su damlıyor. Akşama içecek. O sözünü hiç unutmam.[B] Evet, sıcaktır, fakat din ondan daha kuvvetlidir.[/B] Sıcak diye oruç mu yiyeceğiz, haşa! Ölürüz de yemeyiz. Ölüm vuslatın kapısı, Cenab-ı Hakk'a kavuşmanın ilk kapısıdır. Mü'minin safası ölümden sonra başlar. Bu "ed-dîn kaviy" kelimesini valideye söyledim. Son gününe kadar sık sık, [COLOR="Purple"]"oğlum ed-dîn kaviy, Abdulhadi Amcan ne dedi? Ed-dîn kaviy oğlum, din daha kuvvetli..."[/COLOR] Dükkânında hep öyle zincire tutunup ayakta dururdu. Zincirin bir de kulpu vardı. Parmaklarını ona geçirir, dururdu. Müşterilerini karşılardı. Herhalde yorulmamak için zincire tutunurdu. Ama neden ayakta dururdu, bilmem. Belki müşterilerine karşı bir hürmet alâmetiydi. Öyle karşılar, '[B]ehlen ve sehlen, buyurun' [/B]derdi. Güler yüzlü, hayır sözlü bir zat idi . [COLOR="DarkRed"][B]Kadayıfçı Salih Efendi[/B][/COLOR] Merhume annemin bakkal Abdulhadi Amca'ya beni göndermesi gibi, ikinci bir hikmetli hadise de Kadayıfçı Nabluslu Şıh Salih Efendi ile aramızda geçmiştir: Yine sıcak bir Ramazan ayı idi. Valide, öğleyle ikindi arası bir vakitte, kadayıf almamı istedi; [B]"Oğlum Ramazan geldi gidiyor, bir kadayıf getirmedin. Kadayıf alsan da bir pişirsek"[/B] dedi. Dışarı çıktım. Kadayıfçılara gittim. "[B]Satıldı, bitti"[/B] dediler. [COLOR="Purple"]"Artık bu saatten sonra da yapılmaz. Herkes oruçlu, ikindi geliyor. Bu sıcakta ocağın başında durulmaz, kadayıf dökülmez"[/COLOR] dediler. "[B]Kimde bulunur"[/B] diye sordum. [B]"Bu saatten sonra, tel kadayıfı ancak Nabluslu Şıh Salih'te bulursun." [/B]diye cevap verdiler. Bu zat Ürdün'ün Nablus şehrinden Medine-i Münevvere'ye hicret etmiş, büyük bir âlim, faziletli bir insandı. Resmî vazifelere talip olmamıştı. Esasen o günlerde çok az olan maaşla, kalabalık ailesini geçindirmesi de mümkün değildi. [COLOR="DarkRed"]Şıh Salih Efendi, kirayla oturduğu evin avlusuna bir ocak yapmış, kömürle yaktığı ocağın üzerindeki sacda kadayıf döküyordu. [/COLOR] [B][COLOR="DarkRed"]Öyle diyorlar[/COLOR][/B] Gittim. Baktım, Hoca kadayıf döküyor. Hava dışarıda 50-55 derece. Avlu da ondan aşağı değil. Bir de ocağın ateşinden fışkıran sıcaklık var. Hoca seksen yaşında, güzel bir insan... Göğsüne bir havlu koymuş, boynundan yüzünden, güzel yüzünden, nur gibi sakalından damlayan terler havluya akıyor. Selam verdim. Selamımı aldı. Sordum: [B]"Hocam, kadayıf var mı?"[/B] [COLOR="Purple"]"Döküyorum oğlum, otur da... Ne kadar istersin?"[/COLOR] "Bir okka" dedim. "Pekâlâ" dedi. Oturdum, bekliyorum. O sırada bir sam esti; sanki alevden bir dalga gelmiş gibi vücudumu, yüzümü yaktı. [B]"Hocam, bugün biraz sıcak galiba, değil mi?"[/B] Salih Efendi, munis, müşfik gözleriyle, kısa bir an bana baktı. [COLOR="DarkRed"]"Yekûlûn..." dedi, "Öyle diyorlar...[/COLOR]" Ve işine devam etti. Hoca hem kadayıf döküyor; hem de kadayıfla beraber, dili: Allah, Allah, Allah diyor... Annem, kabri cennet olsun, beni bakkal Abdulhadi'ye gönderdiği gibi Şıh Salih'e de göndermiş; sanki: "[COLOR="DarkRed"][B]Oğlum, gör bak Allah'ın ne kulları var. Sen bir öğle namazına gittin diye, bir iş gördüm sanıyorsun, nazlanıyorsun, hava sıcak diyorsun. Bak Allah'ın ne kulları var: Biri zincire tutunmuş, oruçlu, ayakta durur, müşterilerini karşılar, güleryüz gösterir. Diğeri sekiz çocuğu ile seksen yaşında, ilmine ve yaşına rağmen, ailesinin nafakası için, kimseye muhtaç olmamak için, Ramazan ayında, elli derece sıcakta, sam rüzgârının altında, oruçlu haliyle ateşin karşısında kadayıf döker... Git de gör ibret al..."[/B][/COLOR] demek istemişti.[/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün 3 rekat olan son namazı nedir?
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Öykü-Hikaye-Kıssadan hisse
Çok Sıcak Evet...
Üst
Alt