Çocuk Terbiyesi ve İktisadi Ölçüler

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Çocuk Terbiyesi ve İktisadi Ölçüler

İnsan ruhî, ahlâkî ve insanî hususiyetlerinden ayrı organik yapısı da olan bir varlıktır. Organik hayatın sürdürülmesi için iktisad ve iktisadî faaliyetler büyük önem taşır. ALLAH (cc) İktisadın çalışma sahası olan rızkı hayata merkez yapmıştır ki, insan onun etrafında döner ve onun için gayret sarfeder.

İslâm iktisadı temelde Kur’ân’da ve Hz. Muhammed (sav)’in hadislerinde yer alan esaslara dayanmaktadır. Fıtrata uygun bir hayat tarzı koyan İslâm’da, ekonomik faaliyetler tevhid, ahiret, emniyet, adalet, ihsan, iktisad, helâl, haram, i'tidal (ifrat ve tefride düşmeme) ve zekât gibi günâha sapmayı önleyen ve iktisadî hayatı tanzim eden mefhumlar ve değerler tarafından yönlendirilir. Anne-baba ile çocukların karşılıklı vazife ve mükellefiyetleri, iş ortaklığı ve miras ile alâkalı prensipler İslâmî değerlerden çıkarılabilecek olan temel iktisadî mefhumlardan bazılarıdır. Bu benzeri İslami prensiplerin iktisadî hayatı nasıl tanzim edeceği tartışmadan uzak bir meseledir. Esas mesele, fertlerin bu değerleri kabullenmesi ve ona göre motive edilmeleridir. Peki bu nasıl başarılabilir? Şüphesiz ilk olarak yuvada bu değerler birer tohum gibi çocukların ruhlarına saçılır ve daha sonra yuvanın ekip çimlendirdiği bu mânâlar mektepte tımar edilip geliştirilir.

Bebek daha anne karnında iken hisseder, öğrenir, dışarıdan gelen sesleri hafızasında kaydeder ve daha sonra bunları hatırlar. O, doğumun ilk dakikalarından itibaren çevresiyle münâsebet kurar, annesinin sesini ve yüzünü tanır, bunları başka ses ve yüzlere tercih eder (1). Bebeğin ilk günleri ile alâkalı bu hususlar ilmî olarak yeni keşfedilmesine rağmen, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), Hz. Hasan ve Hüseyin (ra) doğdukları zaman kulaklarına aynen namazda okunan ezanla ezan okumuştur. Yine Hz. Peygamber (sav) “kim bir çocuğu olur da sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okursa ona ümmü sibyan zarar vermez” buyurmuştur (2). Çocuğun doğumundan sonraki ilk iki yıl içersinde beyin hücreleri çok hızlı olarak gelişmeye devam eder ve bu esnada söyleneni kaydeder. Kaydedilen bir şey ise devamlıdır, kalıcıdır. Söylenenin hakiki mânâsını anlayan ve cevap veren ruhtur. Böylece gördüğü eşya ve hâdiseler ile işittiklerine ait değerler bir bütün içinde çocukta yer eder. Bundan dolayı çocukların eğitimine bu perspektiften bakılmalıdır. Eğitimde çocuğun ne ruhî, zihnî ve bedenî yönü ne de hayal gücü, ilim ve dille alâkalı yönü ihmal edilmemelidir.

İnanç ve ahlâk değerlerinin ruhta tam olarak yerleşmesi bir zaman sürecinde olduğundan bu değerler doğumdan itibaren çocuğa doğru bir şekilde yavaş yavaş aşılanmalıdır. İnsanın insanlığı yuva ile tamamlanır, yuva ile kemâle erer ve yuva ile devamlılık kazanır. Çünkü bu devrede insan, çevreden alacağı şeylerle iç şekilenmeye girer. Bu devre insanın melekleşmeye ve içtimâileşmeye yönelebileceği tek devredir. İlerde onun benlik ve şahsiyetinin olgunlaşmasında, müstakbel hayatında davranışlarına en çok tesir eden şeylerden birisi şüphesiz şuuraltı birikimleridir. Çocuk telkinlerden çok, yuvada gördüğü ve duyduğu şeylerin tesirinde kalarak benlik ve şahsiyete erer (3. 4).

İktisadî hayatta, İslâmî esasların yerleşmesinde çocukta mükemmel bir kişilik oluşması dolayısıyle onun eğitim ve öğretimi çok mühim yer tutar. İslâm şuurunun tedricen yerleşmesi amacıyla başlangıçtan itibaren çocuk ahlaken, ruhen, manen ve zihnen tekâmül ettirilmeli ve onun neslinin iktisadî açıdan İslâmî bir toplum olacağı hissetirilmelidir.

Bu bakış açısından değerlendirilirse, yuvanın ve mektebin rolünün önemi tam olarak tahmin edilebilir. Çocuğa İslâm iktisadının ölçüleri; ağlama, yeme, oynama ve uyuma alışkanlıkları da gösterilebilir (5).

Bir çocuğun ağlaması, diğer şeyler yanında, fizyolojik bir ihtiyaç (yeme ihtiyacı gibi) olarak düşünülebilir. Böyle bir yaşta bile çocuğun ağlamasına karşı ebeveyninin cevabında bir anlamda İslâmî bir ölçü vardır. Çocuk her ne zaman ağlasa annenin ilk reaksiyonu çocuğun ağlaması genellikle gerçek bir açlığın alâmeti olmayabilir. Ama zengin kesimde ebeveynin gıda sağlama şeklindeki hazır cevabı, çocukta gerçek bir ihtiyaç olmaksızın elde etme, daha çok yiyecek temin etme, daha çok iltifat ve ihtimam görme gibi sahte bir iştah kazanma davranışı şeklinde gelişebilir. Ağlayarak daha çok isteme çocuğu bencil ve kibirli yapabilir. Neticede bu davranış, müslüman kadın ve erkeklerin müsrif olmasından çok, kötü ahlâk kazanmasına da yol açar. Hâlbuki çocuğun yeme isteği, onu, toplumda fakir çocukların da bulunduğundan haberdar etmek ve onlara karşı samimi bir ilgi meydana getirmek için kullanabilir.

Çocuğun oynama alışkanlığından faydalanılarak, ona erken yaşta ortaklık, paylaşma, fedakârlık fikri ve mefhumu da aşılanabilir. Diğer çocuklarla veya kendi kardeşiyle oyuncaklarını birlikte oynamaları teşvik edilmek suretiyle, ileri yaşta gerekli olan ekonomik sahadaki ortaklık ve paylaşma verebilen bir çocuk, eğer bu davranışı devamlı takviye görüp değişmezse, ileriki yaşlarda maddî-mânevî fedakârlıkta bulunabilir. İktisadî hayatta finans sağlayan kişi ve kurumlar ile yatırımcı, tüccar ve ortak ilişkileri mevcuttur. Neticede kâr kabul edilen belli bir oranda bölüşülür. Çocukluktan itibaren İslâmî ekonomik değerlerle doyurulan fertlerin birbirleriyle alâkalı kârın matematikî paylaşımından çok daha ötededir. İleri yaşlarda bu değerleri ferde aşılamak gerçekten çok zordur.

İslâm iktisadı eğitiminin çocuğun istirahat ve uyuma alışkanlığı ile alâkalı olduğu fikri de garip karşılanmamalıdır. Aile mesuliyetleri, acı ve tatlı anları paylaşma, ortaklık ve yardımlaşma fikrinin çok genç yaştan İtibaren çocuğun ruhuna yavaş yavaş aşılanacağı düşüncesi doğurur. Bu düşüncenin uygulama yeri yuvadır. Doğumdan 12. aya kadar olan anne-bebek beraberliği neticesinde bebekte anneye karşı derin bir bağlanma hissi oluşur. Bu devrede bebeğin anneden ayrılması birçok bedenî rahatsızlıklara yol açtığı gibi çocuğun ruhî gelişmesine de tesir eder. Bu çocuklar güven hissinden mahrum, içine kapanık ve okuldan kaçma gibi davranış bozuklukları gösterirler. Bunlar arasından yetişkinlik döneminde suça yönelenler de çıkar (6, 7). İlk yıllarda çocuklara karşı gösterilen bu ilgisizlik ileriki yıllarda kapatılamaz. Hâlbuki bugün batı toplumunda olduğu gibi bizde de çocukların bakımını tamamen çocuk bakım evlerine bırakma eğilimi artmaktadır. Olgun oldukları zaman bu çocukların ferdiyetçi ve bencil olmaları beklenir. Neticede İslâm’da temel bir ünite olan aile bağları kopar. Kendi ferdiyetçi ve bencil evlatları tarafından sevgi ve muhabbet görmeyen ebeveynler hayatlarını huzur evlerinde geçirmeye mecbur kalırlar. Bu durum batıda ve ABD’de olagelen şeydir. Aile evi (yuva) onların araba park yeri durumuna gelmiştir. Boşanma, hırsızlık, intihar gibi sosyal ve ekonomik suçlarda önemli bir artış vardır. Aile hayatının yokluğunda sâdece yetişkinler değil aynı zamanda genç çocuklar da uyuşturucu ve alkole başvururlar. ABD’de ebeveynlerin uyuşturucu ve alkol kullanmasından dolayı ailesinden ayrılan çocuk sayısında önemli bir artış vardır. Bu çocuklar ciddî hissî ve bedenî problemlerle karşı karşıyadır. Bu konuda yayınlanan raporların sonucuna göre son birkaç yıl içersinde ailenin korunmasıyla ilgili çok sayıda yeni programlar başlatılmıştır (5).

Batıda meydana gelen bu durum İslâm’da niçin çocuk eğitimine büyük önem verildiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır. İslâm’da mesuliyet, aile içindeki fertlerin sosyal ve ekonomik mesuliyeti ile sınırlı kalmayıp fakir ve ihtiyacı olan akrabaları hatta komşuları ve cemiyeti içine almaktadır. Ekstrem durumlar hariç İslâm’da dilenme menedilmiştir ki, böylece daha iyi durumda olan fertler muhtaç olanlara yardım ederek sosyal ve ahlâkî mesuliyetini yerine getirirler. “Müslümanlar, kendileri fakirlik ve ihtiyaç içinde olsalar bile diğer kardeşlerini kendi öz canlarına tercih ederler.” (8 ).

Yeni yapılan bir çalışmada, ebeveynin beklentilerinin çocukta yerleştiği tesbit edilmiştir. Bu beklentiler çocuğu şekillendirmekte ve yönlendirmektedir. Nesilden nesile intikal eden aile hikâyeleri nesilleri birbirine bağlar, fertleri mesuliyet şuuruna erdirebilir ve hatta bu hikâyeler meslek seçimi ve beklentilere tesir eder. Buna binaen çocuğa aile ve cemiyet mesuliyetinin aşılanması işin hususi sosyal bir çevrede uygun bir ebeveyn eğitim programı geliştirilip uygulanmalıdır.

İslâm ekonomisinin temel mefhumları olan paylaşma, ortaktık ve fedakârlık gibi temel mefhumlar sadece evde değil, uygun bir zemin hazırlanmış okulda da öğretilmelidir. Öğretmen ortaklaşma ve yardımlaşmanın avantajlarını çocuğa açıkça gösterecek şekilde uygun bir oyun ve yeme programları hazırlama mesuliyetini üstlenmelidir. Ancak bu vazifeye talip bir öğretmen Kur’ân ve Sünnet bilgisi yanında, eğitim psikolojisini de çok iyi bilmek zorundadır. Bu bilgiyi elde etmesi için Batı’daki uygulamalardan da yararlanması mümkündür. Ancak kendi ilmî araştırmalarımızla bu metodun doğrulanması gerekir. O zaman İslâmî bir eğitim programı için bunları adapte etmede herhangi bir hata yoktur. Çünkü kendi bünyemizde eriyecek ve kendine has bir hususiyet kazanacaktır.

Buraya kadar anlatılanlardan şu neticeler çıkarılabilir. Öncelikle, İslâm ekonomisinin temelini teşkil eden paylaşma, ortaklık, yardımlaşma, fedakârlık ve sosyal mesuliyet gibi pek çok önemli mefhum çocuklara okul öncesi yaşta bile öğretilebilir. Bu devrede ebeveyn kendini uygun bir program içine sokmalıdır. Ebeveynin kişiliği sosyal ve ahlâkî davranışları çocukta ahlâkî şuurun uyanmasında ilk uyarıcı olarak hizmet etmelidir. Çocuğun tabiatında var olan kabiliyetleri geliştirmek, sosyal şuur ve ahlâkî duyguyu aktive etmek ve böylece davranışlarını anlamlı ve faydalı hâle getirmek için ebeveyn davranışlarını örnek teşkil edecek şekilde plânlamak zorundadır.

İkinci olarak çocukluk döneminde çocuğun şuuraltında yer eden güzel fikir ve duyguların silinip gitmemesi ve yerlerini kötü şeylere bırakmaması için okul döneminde de beslenmesi ve takviye edilmesi gerekir.

Prof.Dr. Harun AVCI
 
Üst Alt