- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185

"Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, işte gerçek hayat odur; keşke bilselerdi." Ankebut Suresi-64"
"Büyük bir oyunun içindeyiz" dedim. Sustu,... Başını kaldırıp kuşlara baktı: "Belki de son duraktayız" dedi.
Kuşlar bile kaderlerine göre uçarlarmış! Kuşlar göç ederken; ölüm sonbahar gibi saplanıverdi içimize.
Binalar üstümüze geliyor, arabalar ve insanlar hızla ilerliyorlardı. Sanki bir filmin içindeydik. Yüzümüzde tedirgin ve şaşkın bir ifade. Öylece kalakaldık. Oyuncaklarımızdan kurtulamazsak, bu oyundan çıkamayacaktık! Oyuncaklarımız peşimizi bırakmıyor, biz akşama sarılıyorduk.
"Kendini bilenler; kendilerini bildirme gayesi gütmezler" dedim. Öyleyse nedendi bu bilinme gayesi?
Neyi ispatlamaya çalışıyorduk! Tek kişilik değildi bu oyun.
Bu oyunu bir yöneten vardı. Ama bizler oyunu yönetenin sözlerine kulak asmamaya başlamıştık.
Oyunu amacından saptırmaya çalışan şeytana ve nefsimize uyuyorduk.
Yöneteni tanımaya çalışmıyorduk! Bu kadar büyük bir oyunu yeni mi fark ediyorduk?
Farkediyor muyduk sahiden dünyayı? Sorular bitmiyor; akşam inceden inceye kanıyordu... Anadolu'nun içten kentlerinden birinden bir tren geçiyordu. "Bu tren bizi alabilir mi?" dedi Ayşe. "Bu tren isteyen herkesi alır" dedim. Bir istasyon bulup, trene atladık. Kalbimizi yol yapıp, yolun sahibine doğru yürüdük. Pusulamızı elimizden ve yüreğimizden hiç düşürmedik. Bir yağmura benzettik kelimelerimizi. Pörsümüş cümlelerimizden kurtulduk. Sözlerimizin en güzelini yolun sahibine adadık. Artık yolun sonu hiç de uzak değildi. Sabah oluyordu...
Az kaldı bekleyelim; Reyyan kapıları açılacak
Sükut edelim; şeytanlar zincirlere vurulacak!
Alinti