Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Çiçekçilik, çiçek yetiştirme
Böcekçil bitkiler
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Turab" data-source="post: 51138" data-attributes="member: 2"><p><strong>Böcekçil Etobur bitkiler</strong></p><p></p><p><strong>Etobur Bitkiler</strong></p><p></p><p>Etyiyici bitkileri incelerken göreceğiz ki bizi en çok ilgilendiren yaşam çevreleri, genellikle asitli, mineral yönünden fakir, bataklık, taze suyla beslenen çayır ve savanlardır. Böyle özellik gösteren yerlerde bitkiler arasında etoburluk yaygındır.</p><p>Taze suyla beslenen birçok çayır ve bataklığın bitki örtüsü, zenginliği ile, görenleri büyüler. Buralarda yosun, eğrelti otu, orkide gibi türler bulunur. Toprak nemli ve siyah görüntüsüyle çok besleyici izlenimi bırakır, fakat bu toprakların kimyasal analizi çoğunlukla bu ilk etkiyi yalanlar. İlk önce, kahverengi suların son derece asitli olduğunu hatırlayalım. Asitli su ve bol yağış alan yerlerde kıymetli mineraller erir.</p><p><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images3/etyiyenbitki.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p><p>İkinci olarak. ılıman iklimlerde, yüksek oranda bulunan bakteriyel devinim ve mikroorganizmaların genellikle kıt olan mineral stokunu tükettiğini, daha büyük bitkilerin gereksinmelerine bırakmadıklarını hatırlayalım. Soğuk iklimlerde çürüme daha yavaş olur, fakat buralarda da ölü bitki ve hayvanların kalıntıları diğer canlılara gerekli mineralleri, çok yavaş çürüyen bünyelerinde tutarlar.</p><p></p><p>Üçüncü olarak, yakın gözlem sonucu koyu renk eriyik toprağın ince kum ve steril karbon ile kömürümsü bir maddenin bileşimi olduğunu görürüz. Böylelikle, bu tür koşullara kendini uydurarak yaşam sürdürüp, üreyebilen bitkilerin başka bir kaynaktan yararlanmaları gerekir. Mineral gereksinmesini gidermek için bazı bitkiler ufak hayvanları yemek ve öğütmek yeteneğini geliştirmişlerdir. Böcek ve hayvanları kendilerine 'av' yaparak, yetersiz koşullara uyum yapan bu bitkiler et yeme özelliğini kalıtım yoluyla kendinden sonrakilere geçirirler.</p><p>Geçerli olan 'av' sözcüğü bitkilerin yedikleri nesnelere verilen bir tanımlamadır, fakat bunlar, sezdirmeden ava yaklaşma gibi hayvansal bir özellik taşımazlar. Daha çok rastlantı sonucu veya çekici özelliklerine kapılan canlılardan yararlanırlar. Yakalandıktan sonra av öğütülmeye başlanır. Kimyasal yönden öğütme işlemi, hayvanlardakiyle aynı gelişmeyi gösterir. Aynı zamanda çeşitli mikroorganizmalar, bakteriler, öğütülmeye başlanan maddeyi daha emilebilir parçacıklar haline getirmekte yardımcıdırlar.</p><p></p><p>Asrımızın hemen başlarında, öğütme işleminin, bitki kapanlarında başladığını kanıtlamak ve bu işlemin hangi yöntemle yapıldığını saptamak için deneyler gerçekleştirildi. Bu, çok emek verilen denevlerin sonuçları halen geçerlidir. Öğütme işlemi için gerekli enzimler, biyolojik organizmaların kimyasal reaksiyonlarını, yaşama elverişli ısılarda, süratle sonuçlandırmak için etkiler. Reaksiyonlar, daha karmaşık bileşiklerin sentezini kapsar. Birçok deney sonucu, etyiyen bitkilerin kapanlarındaki öğütme işleminden enzimlerin sorumlu olduğu anlaşılmıştır.</p><p></p><p>Enzimler, kapanın içindeki 'av'a bir karşı koyma olarak mı, yoksa sadece açık bir kapanda çürümekte olan 'av' artıklarından mı türediler? Bu tür sorulara bilimde kesin cevaplar verememek çelişkilere yol açar. Bazı türlerde, kapan içinde, enzim salgılayan özel bezler bulunduğu saptanmıştır. Başka türlerde ise aynı salgı bezlerinin bulunmasına rağmen, steril deney koşullarında, mikroorganizma üremedigi için salgılama olmamıştır.</p><p></p><p>Bazı bitki kapanları, salgı hücresi olmaksızın, fonksiyonlarını sürdürürler. Türlerin değişik özellik göstermesi sonucu, öğütme işlemine ilişkin birçok soru yanıtsız kalmıştır. Bir kısım bitkilerin tümüyle kendi salgılarına güvenirlerken, bir kısmının bakteriyel devinime, bir kısmının da her iki yoldan besinlerini öğüttüğü sonucuna ulaşılmıştır.</p><p>Et yiyici bitkiler, hangi tür ögütülebilir maddeleri avlar, bunların hangileri bitki için gereklidir, hangilerini sadece avlar ve öğütür? Bitkiler bağlı oldukları yaşam ortamında bulamadıkları besinleri avladıkları canlılardan mı sağlarlar, yoksa gelişim sürelerince üretme yeteneğini yitirdikleri, birtakım daha karmaşık besinleri mi alırlar? Bu sorulara yanıt vermek için çalışmalar noksan ve çok bireyseldir.</p><p></p><p>Başta sözü edilen mineraller arasında, yeşil bitkilerin en çok gereksinme duyduğu nitrojen olup, fosfor ve potasyum sırasıyla onu izler, asitli toprakta kalsiyum'da yetersizdir.</p><p>Toprak ve bitki kimyasında her zaman en önemli yeri nitrojen tuttuğu için bunun beslenme ve büyüme açısından en gerekli madde olduğu saptanmıştır. Fakat etyiyiciliğin temelinde diğer bazı maddelerin de rol oynayabileceği düşüncesiyle yeterli çalışma yapılmamıştır.</p><p></p><p>Örneğin, gözlemler sonucu bitki, toprak ve av'daki potasyum dengesinin, etyiyen bitkilerdeki nitrojen oranıyla etkilendiğini görüyoruz. Araştırıcılar, zararsız boyalarla bu bitkilerin emiş yeteneğini ölçmüşlerdir. Çoğunun hava ile temas eden yüzeyleri kalın, mumlu bir deri tabakasıyla örtülüdür. Sulu maddeler bu tabakadan çok yavaş veya hiç geçmemektedir. </p><p></p><p>İlk farkedilen özelliklerden birisi, etyiyici bitkilerde emici iç yüzeylerin bu mumlu tabakadan yoksun oluşudur. Böylece boyalı sıvıların bitki içindeki yol alışı izlenebilmektedir. Çok kısıtlı koşullarda yapılan deneyler ancak bu tür ufak ayrıntıları gözleme olanağı vermiştir. Daha sonra radyoizotop izleyicilerin bulunuşu ile, radyoaktif madde yüklü olan bitkilerde, bazı maddelerin emilişi ve gerçekten kullanılışı izlenebilmiştir.</p><p>Daha sonra yapılan araştırmalar, yapay gübre ile bitkilerin beslenebildiğini, fakat etyiyici özelliklerini kullanamayan bu bitkilerin büyümede yavaşlık, hastalığa karşı dirençsizlik ve üreme bozukluğu gösterdiğini ortaya koymuştur.</p><p>Buraya kadar etyiyicileri, izole edilmiş, deney bitkileri olarak ele aldık. Aslında doğanın bir parçası olan bu türler, çevreyle o denli alışveriş içindedirler ki onları tek bir açıdan gözlediğimiz zaman hayret vericidirler. Biyolojik toplumlar değişkendir, sürekli değişen bir çevreye uyum sağlama çabası içindedirler. İnsan eliyle veya doğal etkilerle değişen çevrede, eğer toprak, bataktan otlak veya ormana dönüşürse, etyiyiciler ve benzer su bitkileri derhal yok olurlar. Söz konusu bitkiler, anlaşılıyor ki, başka bitkilerin verimli olduğu, daha zengin topraklarda yetişemiyorlar.</p><p></p><p>Konuyu biraz daha açarsak, bu bitkilerin yetişme koşullarının çok karmaşık, anlaşılması güç olmadığını görürüz. Başta, bitkilerin değişen koşullara nasıl uyum sağladığını gördük, fakat asitli, beslenme yönünden yetersiz, sulak topraklarda her yetişen bitki de etyiyici olmaz. Gelişme, seyrek olarak problemi çözer. Sürekli değişen çevrede tür değişimi veya kademeli göç, yaşamın anahtarı olabilir.</p><p></p><p>Etyiyici bitkilerin yaprakları çok değişik, süslü ve çekicidir, örneğin; Sarracenia türünden olan baa süslü bitkilerin 'avlayıcı' yaprakları çiçek zannedilebilir.</p><p>Tohumlu et yiyicileri genellikle 2 grupta (aktif ve pasif) inceleriz. </p><p><strong>Ayrıca türleri de 4 ayrı grupta toplayabiliriz.</strong></p><p><strong>a) Aktif Kapantılar</strong></p><p>Bunlarda hızlı bir bitkisel devinim, avlanma işlemini tamamlar.</p><p><strong>1. Örtülen Kapaklılar</strong></p><p>Ortalarından bir kaburga ile eş şekilde ikiye ayrılmış yapraklılardır, İkiye açılan kapan 'av'ın üzerine kapanır. Batı yarım kürede buna örnek bir tür vardır: Dionaea muscipula (Venüs'ün sinek tuzağı).</p><p><strong>2. Kapı-Kapanlılar</strong></p><p>Bunlar su bitkileridir, Utricularia (keseotu) türün bir örneğidir. Kapan kısmı şişkince, top gibi olup, tepesinde, açılan küçük bir kapağı vardır. Ağız kenarındaki kıllar su ile birlikte 'av'ı içeri alır, üzerine kapak kapanır, öğütülür.</p><p><strong>b) Pasif Kapanlar</strong></p><p>Bunlarda bitkisel devinim avlanmanın bir parçası olmaz</p><p><strong>3. Tuzaklılar</strong></p><p>Silindirimsi bir gövdesi olan bu türde, av sürahi agızı gibi açık kısma yaklaşır, çukuruna girer ve çıkamaz, orada öğütülür. Sarracenia ve Darlingtonia bu türün örnekleridir.</p><p><strong>4. Sinek Kâğıdı ve Yapışkan Kapanlar</strong></p><p>Bunlara Drosera ve Pinguicula örnektir. Yapraklarının dış yüzeyi yapışkandır, 'av' buraya değince yapışır, kurtulamaz. Drosera'da yapışkan yaprak avı tutunca, öğütme işlemi sırasında yavaşça sallanır, diğer bazı türlerde ise yaprak katlanır.</p><p></p><p>Etyiyici bitkilerin genellikle sulak yerlerde, nem içinde yetiştiğini belirttiysek de istisnalar olabilir. Yetişme bölgelerine göz atalım: Doğu Kanada ve Kuzeydoğu Amerika'da, sphagnum bataklıklarının asitli sularında, amatör doğa gözlemcilerinin bile rahatlıkla izleyebileceği, etyiyici bitkiler vardır. Sarracenia purpurea (sürahi çiçeği). Drosera (güneş şebnemi), Utricularia (keseotu, ciğerotu) buralarda yetişir.</p><p></p><p>Appalaş sıradağlarının güneyindeki bataklıklarda aynı türleri bulabiliriz. Virginia kentinin güneyi ve batısı, Teksas'ın doğusu ve Florida'nın tümü, önceki zamanlarda, okyanus altı olduğu için, zamanla kıyıların yükselmesi sonucu, bu çevrenin türleri, su ve nem bulabilecekleri yerlere kademeli olarak göç etmişlerdir. Güneydoğu Amerika kıyı düzlükleri etyiyicilere uygun yasam çevresi olduğundan, tür yönüyle hayli zengindir.</p><p>Bu bitkilerin gelecekleri kuşkuludur bekleyen en büyük tehlike, insanoğlunun çıkarı için, çevreyi düzenlemesidir. En basiti yangına karşı alınacak tedbirlerdir ki, yangın artıkları, kömürlü topraklar bataklığın esasıdır. Kurutulan veya temizlenen bir batakta yaşam sona erebilir. Bitkilerin, amatör koleksiyoncular tarafından toplanması bile, bilinçsizce türleri yok edebilir.</p><p>Çevre korunması ve ender bitkilerin olmaması için az da olsa çabalar gösterilmektedir. Bunu sağlamak için gerekli bilgi ve kanunlar yetersizdir.Meraklıları, yerlerinden aldıkları bitkileri, en iyi bakıma rağmen üretememekte dirler. İleriyi görerek, bazı bölgeleri korumak bitki türlerini yaşatmak gerekmektedir.</p><p></p><p><strong>Öldüren Cazibe </strong></p><p>Onların ağızları, keskin dişleri ve mideler yok ama, böcek, fare, kurbağa gibi küçük canlıları yiyorlar. Farklı tuzaklara sahip bu etçil bitkiler, Kuzey Kutup Dairesi'nden, tropikal bölgelere uzanan geniş bir coğrafyada, genellikle nemli toprakalrda, turbalık alanlarda, bataklıklarda ve yosunlu ormanlarda yaşıyorlar. </p><p></p><p>Venüs Bitkisinin (Dionia Muscipala) loblarına yaklanan küçük kurbağa kaçacak zaman bulamamış. bitkinin loblarının ucunda yer alan dikenler, hayvanın kaçmasını engelliyor. </p><p>Amerika'nın Carolina eyaletinin bataklık bölgelerinde yaşayan böcekkapan Venüs bitkisi, en tanınmış ve en nadir bulunan etçil bitkiler arasında yer alıyor. Bitki, yapı olarak istiridye kabuğu gibi dilimlenmiş iki loba (bölüme) ayrılıyor. Eski Roma'da istiridye kabuğu tanrıça Venüs'ü simgelediğinden onun adıyla anılıyor. Genellikle büyük karıncalarla, bazen de sinek, örümcek, arı, güve ve küçük kurbağalarla besleniyor. Yapraklarının kırmızılı renginin ve salgıladığı nektarın cazibesine kapılan hayvanlar, kenarları sivri kirpiklerle kaplı ve çanağı andıran bu tuzakların içine giriyorlar. Yapraklar, yüzeydeki tüylere dokunulması sonucunda, bir saniyeden kısa bir süre içinde kapanıyorlar. İçeride kalan avın kurtulma çabaları, daha çabuk sindirilmesini sağlıyor, çünkü hayvan kımıldadıkça, daha çok sindirim sıvısı salgılanıyor. Hayvanlar, boğularak veya ezilerek ölüyorlar. Birkaç gün süren sindirim ve soğurma işlemleri sonrasında, gövdelerinden, yalnızca kütiküla gibi sindirilemeyen sert kısımlar kalıyor Bunlar da dışarı atılıyor.</p><p></p><p>Araştırmalar, böcekkapan Venüs bitkisinde elektriksel bir sistemin varlığını kanıtlıyor. Bitkinin yaprağının her iki kanadında da bulunan üçgen şeklinde dizilmiş üçer tane tüyün, fiziksel uyarımları elektriksel uyarılara dönüştürebilme özelliği var. Tüyler, yeterince uyarıldığında, dipte kümelenmiş hücrelerin elektriksel özelliklerinde ani değişimler ortaya çıkıyor. Elektrik sinyalleri, bitkinin dokuları boyunca iletilerek büyük motor hücrelere ulaştırılıyor. Sinyaller, yaprağın iç tarafındaki hücrelerin zarlarının geçirgen hale gelmesini ve içlerindeki suyun birdenbire boşalmasını sağlıyor. Hidrolik basıncını kaybeden hücreler, delinmiş balonlar gibi sönünce, yaprak hızla kapanıyor. Bu ilk kapanışın ardından bitki, yaprağın yüzeyindeki algılayıcı bezler aracılığıyla avının adeta tadına bakıyor. Av protein içeriyorsa, tuzak daha sıkı kapanıyor. Tersi durumda ise, yavaş yavaş açılıyor. </p><p>Bir yaprak ölmeden önce, ancak üç dört kere tuzak görevi yapabiliyor. Bitkinin yapısı tuzakların gereksiz yere kapanmasını önlüyor. Sözgelimi, nektar salgılayan bezler yalnızca yaprak kenarlarında bulunuyor. Çok küçük böcekler tüylere dokunmadan da beslenebiliyor. Ayrıca tüylerden birine iki kez dokunulmazsa ya da iki ayrı tüye temas edilmezse tuzak kapanmıyor. Bitkinin bu şaşırtıcı özelliği nedeniyle, bir yağmur damlası sistemi çalıştıramıyor. Birinci dokunuştan sonraki yaklaşık yarım dakikalık sürede ikincisi gerçekleşmezse, sistem harekete geçmiyor.</p><p></p><p>Dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış 200'den fazla Utricularia türü bitki bulunuyor. Kökleri olmayan bu bitkiler, sığ göllerde, durgun derelerde ve bataklıklarda yaşıyorlar. Yeşil, ince sapları ve dalları, su üstünde açan güzel çiçekleri var. Karada yaşayan birkaç türün dışındakiler, genellikle hiçbir yere bağlanmadan suda yüzüyorlar. </p><p>Utricularia türü bitkilerin saplarında çok sayıda küçük, saydam kesecikler bulunuyor. Bu keseciklerin kapakları içe doğru açılıyor; en büyükleri yaklaşık 0,6 cm. genişliğinde. Normalde, büzüşmüş durumdalar ve içlerinde çok az su var. Küçük bir su canlısı, kesecik kapağının çevresindeki kirpiklerden birine dokunduğunda, kapak büyük bir hızla açılıyor ve içeriye dolan suyla birlikte av da tuzağa giriyor. İçi suyla dolar dolmaz kapak kapanıyor, ardından su yavaş yavaş dışarıya pompalanıyor ve av sindiriliyor.</p><p><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images3/etcilbitkiler1.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p><p>Drosera bitkisi "Güneş gülü" diye de anılıyor. 100'ü aşkın Drosera türünün çoğu Avustralya'da yaşıyor. Hemen hepsinin gülünkine benzer şeklinde dizilmiş yaprakları ve kısa sapları var. Çeşitli iklimlerde yaşayabilen bu güzel bitkilerin yaprakları, ip ya da kürek şeklinde veya yuvarlak olabiliyor. Yapraklarındaki küçük dokunaçların içerdiği çiyi andıran yapışkan nektar damlaları, sineklerin, kelebeklerin, tayyare böceklerinin, hatta küçük farelerin bile bitkiye yapışıp kalmasını sağlıyor. Hayvanların kurtulma çabaları daha çok yapışkan madde salgılanmasına yol açıyor. Dokunaçlar yavaş yavaş avın üzerine doğru kıvrılıyor ve onu yapışkan maddenin içine bastırıyorlar. Bitkinin hareketlerini düzenleyen bir sinir sistemi yok, buna rağmen dokunaçları doğru yöne kıvrılabiliyor. Kum taneleri ve yağmur damlaları, bazı böceklerden ağır oldukları halde, dokunaçları etkilemiyor. Onları harekete geçiren unsur, avın kımıldaması. Bazı türlerde yapraklar da avın çevresini sarıyor. Sonunda av boğularak ölüyor ve sindiriliyor. Dokunaçların eski konumlarına dönmeleri bir ya da iki haftayı bulabiliyor. Yapraklar ölmeden önce üç, dört böceği sindirebiliyorlar. </p><p></p><p>Drosera, yakaladığı avını önce belli enzimler salgılayarak yakıyor. Daha sonra avının molekül haline gelen etinin içindeki suvıları emiyor.</p><p>Renkleri Drosera'nın yapraklarının rengiyle uyuşan Apiomerus türü böcekler, bu bitkinin yapraklarında ve saplarında yaşıyorlar. Bitkinin yapışkan salgısı çok güçlü olduğu halde, bu canlıları tutamıyor. Böcekler, yakalanan avlardan kalanları hortumlarıyla emiyorlar. Onların dışkıları da Drosera tarafından sindiriliyor ve emiliyor. </p><p>Güney Amerika'nın yağmur ormanlarında ve Afrika'nın iç bölgelerinde yaşayan, sarı, mor çiçekli, küçük yapraklı "Genlisea" bitkisinin protozoalarla (birhücreli organizmalar) beslendiği, yeni yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılabildi. Bonn Üniversitesi profesörlerinden Wilhelm Barthlott'un vardığı sonuçlara göre, Genlisea bir gün içinde bu canlılardan belki de binlercesini tüketiyor.</p><p> </p><p>Barthlott, bitkinin yeraltı yapraklarında bulunan deliklerin boyutlarının, protozoaların boyutlarıyla hemen hemen aynı olduğunu fark etmişti. Nitekim, yapılan deneylerde de protozoaların bu deliklere doğru, mıknatıs etkisi altındaymış gibi çekildikleri gözlemlendi. Bitkinin salgıladığı cezbedici kimyasal maddeler, onları deliklere doğru çekiyordu. Barthlott, bitkinin bu canlılarla beslendiğini kanıtlamak için, protozoalardan bazılarını radyoaktif izotopla, adeta etiketledi. Bunları Genlisea'ya verdi ve iki gün içinde bitkinin hücrelerinde radyoaktivite saptadı. </p><p></p><p>Pinguicula türü bitkilerse, Kuzey Yarıküre'de yaygın olarak bulunuyorlar. Güle benzer şekilde dizilmiş yaprakları var. Küçük, güzel ve narin bir yapıya sahipler. Çoğunun çapları beş cm'yi geçmiyor. Bu etçil bitkiler, yapraklarından gelen kokunun cazibesine kapılan küçük böceklerle besleniyorlar. Yapraklarının yüzeyleri, çok güçlü olmayan yapışkan bir maddeyle kaplı. Gövdeleri bu maddeye bulaşan hayvanlar, kurtulmak için çabaladıklarında, daha çok yapışkan madde salgılanıyor. Yapraklar içe doğru yavaş yavaş kıvrılıp içi yapışkan sıvıyla dolu havuzlar oluşturuyorlar. Sıvının içinde boğulan avlar, sindiriliyor ve emiliyor.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Turab, post: 51138, member: 2"] [b]Böcekçil Etobur bitkiler[/b] [B]Etobur Bitkiler[/B] Etyiyici bitkileri incelerken göreceğiz ki bizi en çok ilgilendiren yaşam çevreleri, genellikle asitli, mineral yönünden fakir, bataklık, taze suyla beslenen çayır ve savanlardır. Böyle özellik gösteren yerlerde bitkiler arasında etoburluk yaygındır. Taze suyla beslenen birçok çayır ve bataklığın bitki örtüsü, zenginliği ile, görenleri büyüler. Buralarda yosun, eğrelti otu, orkide gibi türler bulunur. Toprak nemli ve siyah görüntüsüyle çok besleyici izlenimi bırakır, fakat bu toprakların kimyasal analizi çoğunlukla bu ilk etkiyi yalanlar. İlk önce, kahverengi suların son derece asitli olduğunu hatırlayalım. Asitli su ve bol yağış alan yerlerde kıymetli mineraller erir. [IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images3/etyiyenbitki.jpg[/IMG] İkinci olarak. ılıman iklimlerde, yüksek oranda bulunan bakteriyel devinim ve mikroorganizmaların genellikle kıt olan mineral stokunu tükettiğini, daha büyük bitkilerin gereksinmelerine bırakmadıklarını hatırlayalım. Soğuk iklimlerde çürüme daha yavaş olur, fakat buralarda da ölü bitki ve hayvanların kalıntıları diğer canlılara gerekli mineralleri, çok yavaş çürüyen bünyelerinde tutarlar. Üçüncü olarak, yakın gözlem sonucu koyu renk eriyik toprağın ince kum ve steril karbon ile kömürümsü bir maddenin bileşimi olduğunu görürüz. Böylelikle, bu tür koşullara kendini uydurarak yaşam sürdürüp, üreyebilen bitkilerin başka bir kaynaktan yararlanmaları gerekir. Mineral gereksinmesini gidermek için bazı bitkiler ufak hayvanları yemek ve öğütmek yeteneğini geliştirmişlerdir. Böcek ve hayvanları kendilerine 'av' yaparak, yetersiz koşullara uyum yapan bu bitkiler et yeme özelliğini kalıtım yoluyla kendinden sonrakilere geçirirler. Geçerli olan 'av' sözcüğü bitkilerin yedikleri nesnelere verilen bir tanımlamadır, fakat bunlar, sezdirmeden ava yaklaşma gibi hayvansal bir özellik taşımazlar. Daha çok rastlantı sonucu veya çekici özelliklerine kapılan canlılardan yararlanırlar. Yakalandıktan sonra av öğütülmeye başlanır. Kimyasal yönden öğütme işlemi, hayvanlardakiyle aynı gelişmeyi gösterir. Aynı zamanda çeşitli mikroorganizmalar, bakteriler, öğütülmeye başlanan maddeyi daha emilebilir parçacıklar haline getirmekte yardımcıdırlar. Asrımızın hemen başlarında, öğütme işleminin, bitki kapanlarında başladığını kanıtlamak ve bu işlemin hangi yöntemle yapıldığını saptamak için deneyler gerçekleştirildi. Bu, çok emek verilen denevlerin sonuçları halen geçerlidir. Öğütme işlemi için gerekli enzimler, biyolojik organizmaların kimyasal reaksiyonlarını, yaşama elverişli ısılarda, süratle sonuçlandırmak için etkiler. Reaksiyonlar, daha karmaşık bileşiklerin sentezini kapsar. Birçok deney sonucu, etyiyen bitkilerin kapanlarındaki öğütme işleminden enzimlerin sorumlu olduğu anlaşılmıştır. Enzimler, kapanın içindeki 'av'a bir karşı koyma olarak mı, yoksa sadece açık bir kapanda çürümekte olan 'av' artıklarından mı türediler? Bu tür sorulara bilimde kesin cevaplar verememek çelişkilere yol açar. Bazı türlerde, kapan içinde, enzim salgılayan özel bezler bulunduğu saptanmıştır. Başka türlerde ise aynı salgı bezlerinin bulunmasına rağmen, steril deney koşullarında, mikroorganizma üremedigi için salgılama olmamıştır. Bazı bitki kapanları, salgı hücresi olmaksızın, fonksiyonlarını sürdürürler. Türlerin değişik özellik göstermesi sonucu, öğütme işlemine ilişkin birçok soru yanıtsız kalmıştır. Bir kısım bitkilerin tümüyle kendi salgılarına güvenirlerken, bir kısmının bakteriyel devinime, bir kısmının da her iki yoldan besinlerini öğüttüğü sonucuna ulaşılmıştır. Et yiyici bitkiler, hangi tür ögütülebilir maddeleri avlar, bunların hangileri bitki için gereklidir, hangilerini sadece avlar ve öğütür? Bitkiler bağlı oldukları yaşam ortamında bulamadıkları besinleri avladıkları canlılardan mı sağlarlar, yoksa gelişim sürelerince üretme yeteneğini yitirdikleri, birtakım daha karmaşık besinleri mi alırlar? Bu sorulara yanıt vermek için çalışmalar noksan ve çok bireyseldir. Başta sözü edilen mineraller arasında, yeşil bitkilerin en çok gereksinme duyduğu nitrojen olup, fosfor ve potasyum sırasıyla onu izler, asitli toprakta kalsiyum'da yetersizdir. Toprak ve bitki kimyasında her zaman en önemli yeri nitrojen tuttuğu için bunun beslenme ve büyüme açısından en gerekli madde olduğu saptanmıştır. Fakat etyiyiciliğin temelinde diğer bazı maddelerin de rol oynayabileceği düşüncesiyle yeterli çalışma yapılmamıştır. Örneğin, gözlemler sonucu bitki, toprak ve av'daki potasyum dengesinin, etyiyen bitkilerdeki nitrojen oranıyla etkilendiğini görüyoruz. Araştırıcılar, zararsız boyalarla bu bitkilerin emiş yeteneğini ölçmüşlerdir. Çoğunun hava ile temas eden yüzeyleri kalın, mumlu bir deri tabakasıyla örtülüdür. Sulu maddeler bu tabakadan çok yavaş veya hiç geçmemektedir. İlk farkedilen özelliklerden birisi, etyiyici bitkilerde emici iç yüzeylerin bu mumlu tabakadan yoksun oluşudur. Böylece boyalı sıvıların bitki içindeki yol alışı izlenebilmektedir. Çok kısıtlı koşullarda yapılan deneyler ancak bu tür ufak ayrıntıları gözleme olanağı vermiştir. Daha sonra radyoizotop izleyicilerin bulunuşu ile, radyoaktif madde yüklü olan bitkilerde, bazı maddelerin emilişi ve gerçekten kullanılışı izlenebilmiştir. Daha sonra yapılan araştırmalar, yapay gübre ile bitkilerin beslenebildiğini, fakat etyiyici özelliklerini kullanamayan bu bitkilerin büyümede yavaşlık, hastalığa karşı dirençsizlik ve üreme bozukluğu gösterdiğini ortaya koymuştur. Buraya kadar etyiyicileri, izole edilmiş, deney bitkileri olarak ele aldık. Aslında doğanın bir parçası olan bu türler, çevreyle o denli alışveriş içindedirler ki onları tek bir açıdan gözlediğimiz zaman hayret vericidirler. Biyolojik toplumlar değişkendir, sürekli değişen bir çevreye uyum sağlama çabası içindedirler. İnsan eliyle veya doğal etkilerle değişen çevrede, eğer toprak, bataktan otlak veya ormana dönüşürse, etyiyiciler ve benzer su bitkileri derhal yok olurlar. Söz konusu bitkiler, anlaşılıyor ki, başka bitkilerin verimli olduğu, daha zengin topraklarda yetişemiyorlar. Konuyu biraz daha açarsak, bu bitkilerin yetişme koşullarının çok karmaşık, anlaşılması güç olmadığını görürüz. Başta, bitkilerin değişen koşullara nasıl uyum sağladığını gördük, fakat asitli, beslenme yönünden yetersiz, sulak topraklarda her yetişen bitki de etyiyici olmaz. Gelişme, seyrek olarak problemi çözer. Sürekli değişen çevrede tür değişimi veya kademeli göç, yaşamın anahtarı olabilir. Etyiyici bitkilerin yaprakları çok değişik, süslü ve çekicidir, örneğin; Sarracenia türünden olan baa süslü bitkilerin 'avlayıcı' yaprakları çiçek zannedilebilir. Tohumlu et yiyicileri genellikle 2 grupta (aktif ve pasif) inceleriz. [B]Ayrıca türleri de 4 ayrı grupta toplayabiliriz.[/B] [B]a) Aktif Kapantılar[/B] Bunlarda hızlı bir bitkisel devinim, avlanma işlemini tamamlar. [B]1. Örtülen Kapaklılar[/B] Ortalarından bir kaburga ile eş şekilde ikiye ayrılmış yapraklılardır, İkiye açılan kapan 'av'ın üzerine kapanır. Batı yarım kürede buna örnek bir tür vardır: Dionaea muscipula (Venüs'ün sinek tuzağı). [B]2. Kapı-Kapanlılar[/B] Bunlar su bitkileridir, Utricularia (keseotu) türün bir örneğidir. Kapan kısmı şişkince, top gibi olup, tepesinde, açılan küçük bir kapağı vardır. Ağız kenarındaki kıllar su ile birlikte 'av'ı içeri alır, üzerine kapak kapanır, öğütülür. [B]b) Pasif Kapanlar[/B] Bunlarda bitkisel devinim avlanmanın bir parçası olmaz [B]3. Tuzaklılar[/B] Silindirimsi bir gövdesi olan bu türde, av sürahi agızı gibi açık kısma yaklaşır, çukuruna girer ve çıkamaz, orada öğütülür. Sarracenia ve Darlingtonia bu türün örnekleridir. [B]4. Sinek Kâğıdı ve Yapışkan Kapanlar[/B] Bunlara Drosera ve Pinguicula örnektir. Yapraklarının dış yüzeyi yapışkandır, 'av' buraya değince yapışır, kurtulamaz. Drosera'da yapışkan yaprak avı tutunca, öğütme işlemi sırasında yavaşça sallanır, diğer bazı türlerde ise yaprak katlanır. Etyiyici bitkilerin genellikle sulak yerlerde, nem içinde yetiştiğini belirttiysek de istisnalar olabilir. Yetişme bölgelerine göz atalım: Doğu Kanada ve Kuzeydoğu Amerika'da, sphagnum bataklıklarının asitli sularında, amatör doğa gözlemcilerinin bile rahatlıkla izleyebileceği, etyiyici bitkiler vardır. Sarracenia purpurea (sürahi çiçeği). Drosera (güneş şebnemi), Utricularia (keseotu, ciğerotu) buralarda yetişir. Appalaş sıradağlarının güneyindeki bataklıklarda aynı türleri bulabiliriz. Virginia kentinin güneyi ve batısı, Teksas'ın doğusu ve Florida'nın tümü, önceki zamanlarda, okyanus altı olduğu için, zamanla kıyıların yükselmesi sonucu, bu çevrenin türleri, su ve nem bulabilecekleri yerlere kademeli olarak göç etmişlerdir. Güneydoğu Amerika kıyı düzlükleri etyiyicilere uygun yasam çevresi olduğundan, tür yönüyle hayli zengindir. Bu bitkilerin gelecekleri kuşkuludur bekleyen en büyük tehlike, insanoğlunun çıkarı için, çevreyi düzenlemesidir. En basiti yangına karşı alınacak tedbirlerdir ki, yangın artıkları, kömürlü topraklar bataklığın esasıdır. Kurutulan veya temizlenen bir batakta yaşam sona erebilir. Bitkilerin, amatör koleksiyoncular tarafından toplanması bile, bilinçsizce türleri yok edebilir. Çevre korunması ve ender bitkilerin olmaması için az da olsa çabalar gösterilmektedir. Bunu sağlamak için gerekli bilgi ve kanunlar yetersizdir.Meraklıları, yerlerinden aldıkları bitkileri, en iyi bakıma rağmen üretememekte dirler. İleriyi görerek, bazı bölgeleri korumak bitki türlerini yaşatmak gerekmektedir. [B]Öldüren Cazibe [/B] Onların ağızları, keskin dişleri ve mideler yok ama, böcek, fare, kurbağa gibi küçük canlıları yiyorlar. Farklı tuzaklara sahip bu etçil bitkiler, Kuzey Kutup Dairesi'nden, tropikal bölgelere uzanan geniş bir coğrafyada, genellikle nemli toprakalrda, turbalık alanlarda, bataklıklarda ve yosunlu ormanlarda yaşıyorlar. Venüs Bitkisinin (Dionia Muscipala) loblarına yaklanan küçük kurbağa kaçacak zaman bulamamış. bitkinin loblarının ucunda yer alan dikenler, hayvanın kaçmasını engelliyor. Amerika'nın Carolina eyaletinin bataklık bölgelerinde yaşayan böcekkapan Venüs bitkisi, en tanınmış ve en nadir bulunan etçil bitkiler arasında yer alıyor. Bitki, yapı olarak istiridye kabuğu gibi dilimlenmiş iki loba (bölüme) ayrılıyor. Eski Roma'da istiridye kabuğu tanrıça Venüs'ü simgelediğinden onun adıyla anılıyor. Genellikle büyük karıncalarla, bazen de sinek, örümcek, arı, güve ve küçük kurbağalarla besleniyor. Yapraklarının kırmızılı renginin ve salgıladığı nektarın cazibesine kapılan hayvanlar, kenarları sivri kirpiklerle kaplı ve çanağı andıran bu tuzakların içine giriyorlar. Yapraklar, yüzeydeki tüylere dokunulması sonucunda, bir saniyeden kısa bir süre içinde kapanıyorlar. İçeride kalan avın kurtulma çabaları, daha çabuk sindirilmesini sağlıyor, çünkü hayvan kımıldadıkça, daha çok sindirim sıvısı salgılanıyor. Hayvanlar, boğularak veya ezilerek ölüyorlar. Birkaç gün süren sindirim ve soğurma işlemleri sonrasında, gövdelerinden, yalnızca kütiküla gibi sindirilemeyen sert kısımlar kalıyor Bunlar da dışarı atılıyor. Araştırmalar, böcekkapan Venüs bitkisinde elektriksel bir sistemin varlığını kanıtlıyor. Bitkinin yaprağının her iki kanadında da bulunan üçgen şeklinde dizilmiş üçer tane tüyün, fiziksel uyarımları elektriksel uyarılara dönüştürebilme özelliği var. Tüyler, yeterince uyarıldığında, dipte kümelenmiş hücrelerin elektriksel özelliklerinde ani değişimler ortaya çıkıyor. Elektrik sinyalleri, bitkinin dokuları boyunca iletilerek büyük motor hücrelere ulaştırılıyor. Sinyaller, yaprağın iç tarafındaki hücrelerin zarlarının geçirgen hale gelmesini ve içlerindeki suyun birdenbire boşalmasını sağlıyor. Hidrolik basıncını kaybeden hücreler, delinmiş balonlar gibi sönünce, yaprak hızla kapanıyor. Bu ilk kapanışın ardından bitki, yaprağın yüzeyindeki algılayıcı bezler aracılığıyla avının adeta tadına bakıyor. Av protein içeriyorsa, tuzak daha sıkı kapanıyor. Tersi durumda ise, yavaş yavaş açılıyor. Bir yaprak ölmeden önce, ancak üç dört kere tuzak görevi yapabiliyor. Bitkinin yapısı tuzakların gereksiz yere kapanmasını önlüyor. Sözgelimi, nektar salgılayan bezler yalnızca yaprak kenarlarında bulunuyor. Çok küçük böcekler tüylere dokunmadan da beslenebiliyor. Ayrıca tüylerden birine iki kez dokunulmazsa ya da iki ayrı tüye temas edilmezse tuzak kapanmıyor. Bitkinin bu şaşırtıcı özelliği nedeniyle, bir yağmur damlası sistemi çalıştıramıyor. Birinci dokunuştan sonraki yaklaşık yarım dakikalık sürede ikincisi gerçekleşmezse, sistem harekete geçmiyor. Dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış 200'den fazla Utricularia türü bitki bulunuyor. Kökleri olmayan bu bitkiler, sığ göllerde, durgun derelerde ve bataklıklarda yaşıyorlar. Yeşil, ince sapları ve dalları, su üstünde açan güzel çiçekleri var. Karada yaşayan birkaç türün dışındakiler, genellikle hiçbir yere bağlanmadan suda yüzüyorlar. Utricularia türü bitkilerin saplarında çok sayıda küçük, saydam kesecikler bulunuyor. Bu keseciklerin kapakları içe doğru açılıyor; en büyükleri yaklaşık 0,6 cm. genişliğinde. Normalde, büzüşmüş durumdalar ve içlerinde çok az su var. Küçük bir su canlısı, kesecik kapağının çevresindeki kirpiklerden birine dokunduğunda, kapak büyük bir hızla açılıyor ve içeriye dolan suyla birlikte av da tuzağa giriyor. İçi suyla dolar dolmaz kapak kapanıyor, ardından su yavaş yavaş dışarıya pompalanıyor ve av sindiriliyor. [IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images3/etcilbitkiler1.jpg[/IMG] Drosera bitkisi "Güneş gülü" diye de anılıyor. 100'ü aşkın Drosera türünün çoğu Avustralya'da yaşıyor. Hemen hepsinin gülünkine benzer şeklinde dizilmiş yaprakları ve kısa sapları var. Çeşitli iklimlerde yaşayabilen bu güzel bitkilerin yaprakları, ip ya da kürek şeklinde veya yuvarlak olabiliyor. Yapraklarındaki küçük dokunaçların içerdiği çiyi andıran yapışkan nektar damlaları, sineklerin, kelebeklerin, tayyare böceklerinin, hatta küçük farelerin bile bitkiye yapışıp kalmasını sağlıyor. Hayvanların kurtulma çabaları daha çok yapışkan madde salgılanmasına yol açıyor. Dokunaçlar yavaş yavaş avın üzerine doğru kıvrılıyor ve onu yapışkan maddenin içine bastırıyorlar. Bitkinin hareketlerini düzenleyen bir sinir sistemi yok, buna rağmen dokunaçları doğru yöne kıvrılabiliyor. Kum taneleri ve yağmur damlaları, bazı böceklerden ağır oldukları halde, dokunaçları etkilemiyor. Onları harekete geçiren unsur, avın kımıldaması. Bazı türlerde yapraklar da avın çevresini sarıyor. Sonunda av boğularak ölüyor ve sindiriliyor. Dokunaçların eski konumlarına dönmeleri bir ya da iki haftayı bulabiliyor. Yapraklar ölmeden önce üç, dört böceği sindirebiliyorlar. Drosera, yakaladığı avını önce belli enzimler salgılayarak yakıyor. Daha sonra avının molekül haline gelen etinin içindeki suvıları emiyor. Renkleri Drosera'nın yapraklarının rengiyle uyuşan Apiomerus türü böcekler, bu bitkinin yapraklarında ve saplarında yaşıyorlar. Bitkinin yapışkan salgısı çok güçlü olduğu halde, bu canlıları tutamıyor. Böcekler, yakalanan avlardan kalanları hortumlarıyla emiyorlar. Onların dışkıları da Drosera tarafından sindiriliyor ve emiliyor. Güney Amerika'nın yağmur ormanlarında ve Afrika'nın iç bölgelerinde yaşayan, sarı, mor çiçekli, küçük yapraklı "Genlisea" bitkisinin protozoalarla (birhücreli organizmalar) beslendiği, yeni yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılabildi. Bonn Üniversitesi profesörlerinden Wilhelm Barthlott'un vardığı sonuçlara göre, Genlisea bir gün içinde bu canlılardan belki de binlercesini tüketiyor. Barthlott, bitkinin yeraltı yapraklarında bulunan deliklerin boyutlarının, protozoaların boyutlarıyla hemen hemen aynı olduğunu fark etmişti. Nitekim, yapılan deneylerde de protozoaların bu deliklere doğru, mıknatıs etkisi altındaymış gibi çekildikleri gözlemlendi. Bitkinin salgıladığı cezbedici kimyasal maddeler, onları deliklere doğru çekiyordu. Barthlott, bitkinin bu canlılarla beslendiğini kanıtlamak için, protozoalardan bazılarını radyoaktif izotopla, adeta etiketledi. Bunları Genlisea'ya verdi ve iki gün içinde bitkinin hücrelerinde radyoaktivite saptadı. Pinguicula türü bitkilerse, Kuzey Yarıküre'de yaygın olarak bulunuyorlar. Güle benzer şekilde dizilmiş yaprakları var. Küçük, güzel ve narin bir yapıya sahipler. Çoğunun çapları beş cm'yi geçmiyor. Bu etçil bitkiler, yapraklarından gelen kokunun cazibesine kapılan küçük böceklerle besleniyorlar. Yapraklarının yüzeyleri, çok güçlü olmayan yapışkan bir maddeyle kaplı. Gövdeleri bu maddeye bulaşan hayvanlar, kurtulmak için çabaladıklarında, daha çok yapışkan madde salgılanıyor. Yapraklar içe doğru yavaş yavaş kıvrılıp içi yapışkan sıvıyla dolu havuzlar oluşturuyorlar. Sıvının içinde boğulan avlar, sindiriliyor ve emiliyor. [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Çiçekçilik, çiçek yetiştirme
Böcekçil bitkiler
Üst
Alt