BM Acliktan Beter....

(((__meftun__)))

Kurallara Uymadı
Üyemiz
Katılım
8 Ağustos 2011
Mesajlar
457
Tepkime puanı
5
BM açlıktan beter!

<table align="center" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="440"><tbody><tr> <td>Çöl ortasındaki lüks evlerinde, klima altında oturan BM görevlileri, aç insanlara yardım eden gönüllüleri de engelliyor.</td> </tr><tr> <td>

</td> </tr> <tr> <td><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="100%"> <tbody><tr> <td height="25" width="50%">
</td> <td width="50%">
6
</td> <td>
</td> </tr> </tbody></table></td> </tr> <tr> <td><table align="right" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="120"> <tbody><tr> <td>
</td> </tr> <tr> <td>
</td> </tr> </tbody></table> YARDIMLARA MANİ OLUYORLAR...

Yüzyılın en büyük dramını yaşayan Somali'de insanlar açlık ve susuzluk yüzünden ölürken, yardım için gelen BM görevlileri, akşama kadar klima altında pinekliyorlar.

ENGELDE SINIR TANIMIYORLAR

Yardım kuruluşlarına engel çıkarmakta sınır tanımayan BM?görevlileri, “yükünüzü hafifletmeye geldik” diye İHH?görevlilerine “size ihtiyacımız yok” cevabını veriyorlar.

Gün boyu toz, sıcak ve susuzluğa yenik düşen bedenim iftardan sonra isyan bayrağını açıyor. Kampın bütün sivrisineklerinin acil kan istasyonu muamelesine rağmen bir gözümü nöbetçi bırakıp olduğum yere sızıyorum. Gece saatlerinde bir koşuşturmaca başlıyor. Koş koş Receb'i akrep soktu. Akrep sokunca ne yapılır ki?
Burada değil akrep, insanın ayağına paslı çivi batsa ölür.
Doktor, panzehirini bulmak lazım diye feryat figan ederken yandaki komşumuz Dada Amine elinde çörek otu yağı ile başımızda beliriveriyor.

“Akrep nerede? Bu sarı mı? Alın sürün bunu yatın aşağı, fazla da gürültü etmeyin!”
Gece Türkiye'de okuyan Kenyalı doktor arkadaş Aden'i arıyorlar. Aynı soruları o da tekrarlıyor, “Abem yatın zabah galirim. Heçbişey olmaz.”

Açlık, susuzluk ve hastalıkların kol gezdiği kıtada zor günler geçiren Somalili Müslümanlar, oruçlarını açtıktan sonra akşam namazını eda ediyorlar.

ÖLMEK DE DOYMAK DA SIRAYLA

Sabah namazından sonra herkes tam tekmil. Gün içerisinde ağır misafirlerimiz var. İfo-2 kampında mükellef bir iftar sofrası kurulacak. Hep birlikte iftar yapacağız. Türkiye'deki hayırseverler bin tane adak göndermiş. Yakın beldelerden satın alınan keçileri taşıyan kamyonlar sıralanmış bizi bekliyor. Cezzarlar işe bir koyuluyor 3 saatte bütün kurbanlar tamam.

Kazanlar kaynamaya başlıyor. Bir yandan pilav pişiyor diğer yandan etler... Mis gibi de kokuyor mübarek. Yan yana iki kişinin bile sıra olarak algılanıp 15 dakika içerisinde binlerce kişiden oluşan kuyruğa dönüştüğü kampta, kokunun yayıldığı her noktada küçük küçük sıralar oluşuyor.

Artık iftara çok az bir zaman kaldı. Yerlere hasırlar seriliyor, üzerlerine sular, meşrubatlar ve yemekler özenle yerleştiriliyor. Kapıların açılmasıyla birlikte içerisi bir anda doluyor. İftarın başlamasıyla bitmesi bir oluyor. Tam millet namazdayken bir tufan kopuyor. İçeriye giremeyen grup güvenlik bariyerlerini aşıp talana başlıyor. Zifiri karanlıkta yüz kadar hasır bir anda yok oluyor. Biz bırakın karnımızı doyurmayı canımızı zor kurtarıyoruz.
İHH'daki arkadaşlarda tek kelime sitem yok. Aksine proje geliştiriyorlar; “Hata bizim. Bundan sonra kumanya ile birlikte bir de hasır verelim. Demek ki ihtiyaçları varmış. Nasıl da fark edemedik?”

SİZİ BURADA İSTEMİYORUZ

Haftalardır çabaladığımız ancak bir türlü mümkün olmayan BM'nin Dadaab sorumluları ile görüşme talebimiz nihayet kabul görüyor. İki doktor ve İHH temsilcileri ile BM'nin önündeyiz. Arazi araçları ile sürekli arazi olan BM çalışanlarının biri giriyor diğeri çıkıyor. Gören, kampın altını üstüne getiriyorlar zanneder lakin havalimanına gidip gelen çalışanlarına dolmuşçuluk yapıyorlar.

Kampın tam ortasında çift sıra tel örgülerle çevrili sayısını bilmediğim güvenlik mensubunun koruduğu kapılarını aç kapıyı bezirganbaşı oyunu oynar gibi geçip BM dinlenme tesislerine varıyoruz.
Susuzluktan insanların öldüğü çölün ortasında kendilerine çimden bahçeler yapan, kamyon büyüklüğündeki jeneratörlerden elde ettikleri elektrik sayesinde buzdolabından soğuk su içip klimaların altında akşama kadar pinekleyen bir sürü insanı geçip telefonda konuştuğumuz adamın isminin yazdığı odanın kapısı önünde duruyoruz.

HADİ GÜLÜMSE BİRAZ

Slow motion hareketlerle kapı açılıyor. Önce kapkara yüzü sonda izbandut cüssesi beliriveriyor. Bütün çabasına rağmen üç saniye tebessüm ettirebildiği mimikleri eski haline döndüğü anda bizi içeri alıyor. Kampta gördüğüm en şişman canlının hemen karşısına oturmamız için işaret veriyor. İki koltuğa bile zor sığan Alexandra teyzenin burnundan kıl aldırmayan tavırları eşliğinde konuşma başlıyor.
Stephan amca sıralıyor;
- Beyler neden geldiniz?
- Siz burada hangi amaçla bulunuyorsunuz?
- Sizden kim yardım talep etti?
- Bizim kontrolümüz olmadan burada çalışamazsınız!
- Yüksek kaliteli standartlarımıza aykırı iş yapamazsınız!
Sanki ihtilal olmuş. Bizimki olağanüstü hal bildirisini okuyor. Hemen yanındaki XXXL teyze de stenograf gibi söylenenleri zapta geçiyor.

21 YILIN HESABINI VERİN

Biz kendimizi anlatmak için çabalıyoruz;
Çocuklar ölüyor, insanların yardıma ihtiyacı var. Sizin yükünüzü hafifletmek istiyoruz. Doktor arkadaşlarımız burada sağlık çalışması yapıyor. Bazı ilaçları bulmakta güçlük çekiyoruz. Malum bizim de üyesi olduğumuz BM'nin desteğini bekliyoruz.
Stephan amca ayağını yere teğet şekilde kaldırıp diğerinin üzerine bırakıyor.
“Burada kafanıza göre iş yapmayacaksınız. Biz yapılması gereken her şeyi yapıyoruz. Size ihtiyacamız yok. Lütfen kaosa neden olmayın...”
Doktor Yaşar gençliğinin de verdiği heyecanla yerinden fırlıyor.
“21 yıldır ne yaptınız? Eğer siz adam gibi çalışsaydınız biz burada olmazdık. Ayakkabılarınızın üzerinde zerre kadar toz yok. Ben günde iki defa kıyafet değiştiriyorum. Şimdi kalkmış yüksek standarttan bahsediyorsunuz. Yüksek standart olsa olsa sizin yaşayış tarzınızda olur. Bana hesap soracağınıza, yapmadıklarınızın hesabını verin. Ölen çocukların sizin çocuklarınız olduğunu düşünün” diyor ve odadan dışarı çıkıyor.

GİT BM'DEN İZİN AL DA GEL


Haftalardır bir Somali bir Kenya gidip geldiğim mülteci kamplarındaki son günüm. Sürekli gezdiğim 5 kampı sırayla dolaşmak niyetindeyim. İlk durak Hagedara kampı.
BM ile tartışmamız ve depoların boş olduğu yönündeki haberimiz ilk meyvesini veriyor. Çöl ortasında etten duvar örülüyor. Degahley'e yöneliyorum. Su kamyonlarının, yardım araçlarının arkasında topuklarını kalçalarına değdirerek koşan çocuklar yine iş başında. Su için ilk sırayı kapanlar son damlasına kadar doldurdukları kendilerinin iki katı ağırlığındaki bidonları taşırken birbirinden dramatik fotoğraflar veriyor. İfo'dakiler toz bulutuna karşı nasıl direndiklerini bir kere daha gösteriyorlar. Ve hastalar, iskelete dönmüş vücutlarından birbir dökülen derileri ile yavaş yavaş bu dünyadan taşınıyor. Ya anneler gözlerinin önünde eriyen çocuklarını yine son defa öpüp kucaklıyor.

30 YIL SONRA SOMALI KALMAYABİLİR

Belki de bir daha hiç karşılaşmayacağımız mültecilerin vedası ise oldukça duygulu oluyor. Mecburi misafir oldukları topraklarda zaman zaman misafiri olduğum Somalilerden birçoğu ayrılırken “Başka Türk gelecek mi?”diyerek gözyaşlarına boğuluyor.

Gelgelelim işin özetine Uluslararası Doktorlar Birliği Başkanı Mevlit Yurtseven “Böyle giderse Somalililerin 30 yıl sonraki nesli yok olacak” diyor.

İlaçları tok karnına içiniz!

Dünyanın Somalililere bakış açısına gelince; aykırılıklar şairi Charles Bukowski çok anlamlı bir şekilde itiraf ediyor. “Afrika'ya ilaç göndermeye karar vermiştik. Ancak hepsinin üzerinde tok karnına yazıyordu.”


(habervaktim)

</td></tr></tbody></table>
 
Üst Alt