Bedir Muhaberesi.

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
hayti_r6_c2.jpg


(Hicret 'in 2. senesi 17 Ramazan / Milâdî 13 Mart 624 Cuma)

KUREYŞ'İN TİCARET KERVANI

Hicret'in 2. senesinde Kureyş müşrikleri, bir ticaret kervanı hazırlamışlardı. Şam pazarına gönderilen kervana, Mekke'den kadın erkek hemen hemen herkes hisselerine göre ortak idiler. Bin deveden meydana gelen ve sermayesi 50 bin dinar olan bu büyük ticaret kervanının satılan malları karşılığında harbe hazırlık için silâh alınacaktı. Kervanın yola çıkarılmasındaki asıl maksat buydu. Kureyşliler ayrıca kervanla birlikte Ebû Süfyan başkanlığında 3040 kişi kadar muhafız da göndermişlerdi.1

Peygamberimizin Durumu Haber Alması

Resûli Ekrem Efendimiz, bu durumu haber aldı. Ebû Süfyan başkanlığındaki bu büyük ticaret kervanının Mekke'ye dönmesine mâni olmaya karar verdi. Teşkil ettiği 300 kişiyi aşkın (305315) sahabîyle yola çıkmaya hazırlandı.

Sa 'd ve Babası

Sahabîler, Bedir Seferine katılmayı şiddetle arzu ediyorlardı. Hattâ, bu hususta kur'a çekenler bile vardı. Ensâr'dan Sa'd, babası Hayseme'ye, "Eğer bu seferin mükâfatı Cennet'ten başka bir şey olsaydı, senden geri kalırdım! Ben, bu seferde bana şehidlik nasîb olmasını umuyorum." diyerek sefere katılma arzusunu izhar etmişti. Babası ise ona, "Sen, rahatsız olan hanımının yanında kal da ben gideyim." diye cevap vermişti. Ama Sa'd bunu kabul etmemiş ve aralarında kur'a çekilmesine karar vermişlerdi. Çekilen kur'a Sa'd'a çıkmış ve sefere o iştirak etmişti. Bedir'de şehid düşerek bu yüksek arzusuna da nail oldu.2

Ümmü Varaka

Sefere çıkmak için yalnız erkeklerde değil, kadınlarda da büyük bir istek ve arzu vardı. Sefer hazırlıkları yapılırken Ümmü Varaka binti Abdullah, Resûlullah'ın huzuruna vararak, "Yâ Resûlallah!.. Bana müsaade et de sizinle birlikte ben de çıkayım. Yaralarınızı tedavi eder, hastalananlarınıza bakarım. Olur ki Allah, bana şehidlik nasîb eder." dedi. Resûli Ekrem Efendimiz, bu fedakâr kadınr, "Sen evinde otur, Kur'ân oku! Muhakkak ki Allah, sana şehidlik nasîb eder." diye cevap verdi.

Bu hâdiseden sonra Resûli Kibriya Efendimiz, onu hep "şehide" diye anardı.

Nitekim, hafız olan Ümmü Varaka, Hz. Ömer devrinde biri erkek diğeri kadın iki uşağı tarafından geceleyin üzerine kadife örtü basılarak şehid edildi. Katiller, yakalanarak, asılmak suretiyle cezalandırıldılar. Medine'de, asılmak suretiyle cezalandırmanın ilkini bu hâdise teşkil eder.3

Medine 'den Hareket

Peygamber Efendimiz, yerine Mescid'de namaz kıldırmakla Abdullah İbni Ümmî Mektum'u vazifelendirdi. Ensâr'dan Ebû Lübabe Hazretlerini ise, şehre nâib [vekil] tâyin etti. Ramazan ayından 12 geceyi geride bıraktıkları, oldukça sıcak bir Cumartesi gününde mücâhidlerle Medine'den hareket etti.4

Resûli Ekrem Efendimizin beyaz sancağını Mus'ab b. Umeyr (r.a.) taşıyordu. İki siyah bayraktan Ukab adındaki Hz. Ali'nin, diğeri ise Ensâr'dan Sa'd b. Muaz Hazretlerinin elindeydi.5

Kervan, Bedir* mevkiinde karşılanacaktı. Çünkü, burası, Mekke, Medine ve Suriye'ye giden yolların birleştiği stratejik önemi olan bir noktaydı.

Mücâhidler, yazın en sıcak günlerinin birinde Medine'den yola çıkmışlardı; üstelik, Ramazan ayı olduğu için oruçlu bulunuyorlardı. Kavurucu sıcaklar altında, alev saçan çöl üstünde, oruçlu hâlde yol almak oldukça güçtü. Bu sebeple, Resûli Ekrem Efendimiz, orucunu açtı, mücâhidlere de açmalarını emir buyurdu.6

Yaşları Küçük Olanların Geri Çevrilmesi

Henüz Medine'den fazla uzaklaşılmamıştı. Resûli Ekrem, küçük yaşta olanları ordudan ayırarak geri çevirdi. Sayıları sekiz olan bu küçük mücâhidler, ordudan geri kalmaktan fazlasıyla üzüldüler. Bunun üzerine Peygamberimiz, bir ikisine tekrar orduya katılma izni verdi. Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas der ki:

"Resûlullah'ın küçüklerimizi geri çevirmesinden biraz önce, kardeşim Umeyr'in göze görünmemeye çalıştığını gördüm.

'"Kardeşim, sana ne oldu?' diye sordum.

Bedir, Medine'den 120 fersah (takriben 145 km) uzaklıkta, Medine'nin güneybatı yönüne düşen bir ovanın adıdır. Etrafı yüksek dağlarla çevrilir. Câhiliyye devrinde burası bir panayır yeri olarak kullanılıyordu. Akar suyu ve muz, üzüm gibi meyveleri bol olan bir yerdi."'Resûlullah'ın, beni küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Hâlbuki, ben sefere çıkmak istiyor, Allah'ın bana şehidlik nasîb etmesini umuyorum.' diye cevap verdi.

"Kendisi Resûlullah'a arzedilince küçük görüp, ona, 'Sen geri dön.' dedi.

"Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah da müsaade etti. Umeyr'in boyu kısa olduğu için kılıcını bağlayamamış, ben yardım ederek bağlamıştım."7

Allah yolunda savaşıp şehidlik mertebesine ulaşmak isteyen Umeyr, harb esnasında müşriklerin oklarına hedef olup bu yüksek gayesine ulaştı.

Develere Nöbetleşe Binilmesi

Müslümanlarla beraber iki at, 70 deve vardı. Develere nöbetleşe biniliyordu. Peygamber Efendimiz de bu hususta, diğer Müslümanlardan kendisini farklı görmek istemiyordu. Hz. Ali ve Mersed b. Ebî Mersed ile bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Yürüme sırası Efendimize geldiğinde, diğer iki sahabî, "Yâ Resûlallah!.. Sen bin; biz, senin yerine yürürüz." diyorlardı. Ancak, Peygamber Efendimiz bunu kabul etmiyor, "Siz yürümekte benden daha kuvvetli olmadığınız gibi, ecir ve mükâfat hususunda da ben sizden daha müstağnî ve ihtiyaçsız değilim."8 diye cevap veriyordu.

Bu hareketiyle Resûli Kibriya, İslâm'ın getirdiği adalet ve müsavat düsturunu, her şeyden önce bizzat şahsında tatbik etmiş oluyordu.

Kureyş Kervanının Yol Değiştirmesi

İslâm Ordusu, kavurucu sıcaklar altında yoluna devam ediyordu. Henüz Bedir mevkiine varmadan, Ebû Süfyan, başından beri endişe duyduğu hususu haber aldı: "Müslümanlar, kervanı ele geçirmek için yola çıkmışlar!"

Mekke'ye derhâl bir haberci gönderirken, kendisi de hiç konaklamadan kervanın istikametine değiştirerek Kızıl Deniz sahilinden Bedir'e uğramadan Mekke'ye doğru yol aldı.

Kureyş 'in Harbe Hazırlanması

Ebû Süfyan'dan önce Mekke'ye varan haberci Zamzam, acayip bir kılıkla, devesinin üzerinde bağıra bağıra haberi duyurdu: "Ey Kureyş topluluğu!.. Ticaret kervanınıza, Ebû Süfyan'ın yanındaki mallarımıza Muhammed ve ashabı saldırdılar! Ona ulaşabileceğinizi sanmıyorum. İmdat! İmdat!"

Haliyle, bu haber Kureyş'in infialine sebep oldu. Zîra, kervanda hemen hemen her ailenin malı vardı. Kureyşliler derhâl toplandılar. Sür'atle hazırlığa başladılar. Alelacele hazırlanan müşrik ordusunun mevcudu 950'yi buldu. Bunların 100'ü atlı, 700'ü develi idi. Bu rakam, sayıca, kervanı takibe çıkan Müslümanların üç katı demekti. Aynı zamanda, Kureyş Ordusu, silâh bakımından da Müslümanlardan çok daha üstündü.

Bu arada, müşrik ordusuna katılmak istemeyenler de çıktı. Fakat, Ebû Cehil ve diğer ileri gelenlerin baskısı karşısında onlar da iştirak etmek zorunda kaldılar. Buna rağmen Ebû Leheb, hasta olduğunu bahane etti ve yerine bedelle birini göndererek Mekke'de kaldı.

Hazırlanan müşrik ordusu, muganniyelerin söylediği şarkılar, kadınların çaldığı deflerin coşkun havası içinde Mekke'den Bedir'e doğru hareket etti.

Yolda, kervanını Bedir'den arızasız geçiren Ebû Süfyan'dan kendilerine şu haber geldi:

"Siz kervanınızı, kervan üzerindeki adamlarınızı ve mallarınızı muhafaza etmek için yola çıkmıştınız. Allah onları kurtarıp selâmete erdirdi. Artık dönünüz!"

Ancak, Ebû Cehil dönmek niyetinde değildi. Başkalarının da geri dönmesine rıza göstermeyerek şöyle konuştu:

"Vallahi, Bedir'e varmadıkça dönmeyiz. Orada üç gün kalırız. Develer boğazlayıp yemekler yeriz. Şaraplar içeriz. Cariyelere şarkılar söyleterek eğleniriz! Başımıza toplanacak Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra hep bizden korkar dururlar. Haydi, ilerleyiniz!"9

Müşrik ordusu Bedir'e doğru ilerlemeye başlarken, haberci de Ebû Süfyan'ın yanına dönüp durumu kendisine anlattı. Ebû Süfyan bu haberden memnun olmadı: "Yazık oldu kavmime! Bu, Amr b. Hişam'ın, Ebû Cehil'in işidir! Dönmek istemedi. O, bunu halka baş olmak sevdasıyla yaptı. Azgınlık, eksiklik ve uğursuzluk getirir." dedi.

Endişesini ise son cümlesiyle şöyle dile getirdi:

"Eğer Muhammed'irı ashabı onlara rastlarsa, işleri tamamdır!"10

Ebû Cehil'in bütün şirretliğine ve kışkırtıcılığına rağmen, ordudan ayrılanlar da oldu: Ahnes b. Şerik, müttefiki bulunan Zühre Oğullarını ikna ederek beraberce Mekke'ye döndüler. Daha sonra bunları, Hz. Ömer'in kabilesi Adiyy b. Ka'b Oğulları takib etti.

Müşrik ordusuna Haşîm Oğullan da katılmıştı. Kureyş'ten bazıları, kendilerine, "Vallahi, ey Haşîm Oğulları! İyi biliyoruz ki sizler, her ne kadar bizimle sefere çıkmışsanız da, kalbiniz Muhammed'ledir." deyince, Ebû Tâlib'in oğlu Tâlib de bir grupla birlikte geri döndü.

İslâm Ordusu, Zefıran Mevkiinde

Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle Safra yakınındaki Zefıran mevkiine vardığında, Kureyş'in büyük bir orduyla gelmekte olduğunu haber aldı. Böyle bir hareketle karışılacaklarını tahmin etmediklerinden bir anda ne yapmaları gerektiği hususunda karar veremediler. Zîra, niyetleri harb etmek değildi. Bunun için bir hazırlıkları da yoktu. Üstelik, alınan istihbarata göre, müşrik ordusu hem sayıca çok, hem silâhça onlardan üstün idi.

MÜCÂHİDLERLE İSTİŞARE

Resûli Ekrem, ashabını topladı. Kervanın takib edilmesinin mi, yoksa müşrik ordusuna karşı çıkmanın mı daha uygun olacağı hususunda onlarla istişarede bulundu. Bir kısım mücâhid, kervanın takib edilmesinin uygun olacağını ifade etti. Resûli Ekrem, bundan hoşlanmadı. O sırada Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer söz alıp, müşriklerin üzerine yürümenin, onlarla harbe girmenin daha muvafık olacağı hususunda konuşunca, Peygamberimiz bundan memnun oldu.

Daha sonra, Ensâr'dan Mikdat b. Esved Hazretleri, "Yâ Resûlallah!.. Rabbin sana neyi emrettiyse onu yap! Vallahi, biz, İsrail Oğullarının Hz. Musa'ya dediği gibi 'Git, Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık! Biz buradan kımıldamayız.' tarzında bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz."" diye konuştu.

Feragat ve cesaret timsâli bu sahabînin sözlerinden memnun olan Resûli Ekrem, kendisine hayır duada bulundu.

Bu konuşmalardan sonra, kararın ne mahiyette verileceği artık anlaşılmıştı. Fakat Ensâr'ın da bu hususta görüşünü almak gerekiyordu. Çünkü, onlar Medine dâhilinde Peygamberimizi ve Müslümanları koruyacaklarına dair söz vermişlerdi. Şimdi ise şehrin dışında bulunuyorlardı. Resûli Ekrem, onların bu konudaki görüşlerini sordu.

Ensâr nâmına Sa'd b. Muaz Hazretleri söz aldı ve şöyle konuştu:

"Yâ Resûlallah!.. Biz sana îman ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin de hak olduğuna şehâdet ettik. Bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere sana kesin sözler de verdik.

"Yâ Resûlallah!.. Nasıl bilirsen öyle yap; biz, seninle beraberiz. Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan biz de seninle birlikte dalarız! Bizden bir kişi dahi geri kalmaz. Biz düşmana karşı varmaktan çekinmeyiz. Muharebe ânında geri dönmeyiz. Allah'ın bereketiyle yürüt bizi!."12

Karar artık kesinlik kazanmıştı: Bir avuç mücâhid, her şeye rağmen, kendilerinden gerek sayıca ve gerekse silâhça kat kat fazla olan müşrik ordusuna karşı koyacaklardı. Onların sayıca çokluğu, silâhça üstünlüğü kahraman sahabîlerin gözünü korkutmadı. Kur'ân'ın ifadesiyle, "ölümün ağzına girmeyi"13 seve seve göze alıyorlardı. Onlar, Allah'ın yardımına güveniyorlardı. Allah için mücadele vereceklerinin idrakinde olarak, Din Sahibinin, yardımını esirgemeyeceğine gönülden inanıyorlardı.

Mücâhidlerin sayısı az, ama îmanları ve cesaretleri sıradağlar gibiydi. İstinad noktaları Kâinatın Sahibi idi, reisleri Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) idi. Böyle bir bir ordu, elbette her şeyi göze alarak, müşrik ordusuna karşı koymaktan çekinmeyecek ve korkmayacaktı!

Sa'd b. Muaz'in (r.a.) konuşmasından fevkalâde memnun olan Resûli Ekrem Efendimiz, sevinç içinde, ümit dolu bir seda ile, mücâhidlere, "Yürüyün ve Allah'ın lûtfuyla şâd olun! İşte, Kureyş'in tek tek düşüp uzanacağı yerleri şimdiden görür gibiyim!"14 diye hitab etti.

Bu konuşma mücâhidler üzerinde derin bir tesir icra etti ve heyecanlarını kat kat artırdı. Bedir'e doğru şevkle yol almaya başladılar.

Düşman Ordusu Sayısının Tahmin Edilmesi

İslâm Ordusu, Cuma gecesi yatsı vakti Bedir yakınına geldi.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Şu küçük tepe yanındaki kuyu başında birtakım bilgiler elde edeceğimizi umarım." buyurduktan sonra, Hz. Ali, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebî Vakkas gibi bazı sahabîleri o tarafa gönderdi.

O sırada müşriklerin sucuları, su taşıyan develeriyle birlikte kuyunun başında bulunuyorlardı. Mücâhidler onlardan bazılarını ele geçirdiler.

Huzura getirildiklerinde, Efendimiz, kendilerine, "Bana, Kureyş hakkında malûmat veriniz!" dedi.

Onlar, "Vallahi, şu gördüğün kum tepesinin en yüksek, en uzak tarafındadırlar." dediler.

Resûli Kibriya Efendimiz, "O topluluk ne kadar vardır?" diye sordu.

"Pek çok." diye cevap verdiler. Efendimiz tekrar, "Onların sayıları ne olabilir?" dedi. "Bilmiyoruz." cevabını verdiler.

Bu sefer Peygamber Efendimiz, "Onlar, her gün kaç deve kesiyorlar?" diye sordu.

"Bir gün dokuz, bir gün 10..." dediler.

Sonra, "İçlerinde Kureyş eşrafından kimler var?" diye sordu.

Müşrik sucuları, Kureyş ileri gelenlerinden birçoğunun ismini sıralayınca, Resûli Ekrem Efendimiz, ashabına dönerek şöyle buyurdu:

"İşte, Mekke, ciğerparelerini size feda etti!"

Sonra, yine adamlara, "Gelirken, Kureyş'ten geri dönenler oldu mu?" diye sordu.

"Evet." dediler, "Benî Zühre'ler, Ahnes b. Serik'le geri döndüler."

O zaman Peygamber Efendimiz, "O, doğru yolda değilken, Âhiret, Allah ve Kitab'ı bilmezken, Zühre Oğullarına doğru yolu göstermiştir." buyurdu.15

Müşrik İleri Gelenlerin Vurulacakları Yerler

Bedir'e vardığı gece Peygamber Efendimiz, "İnşallah, yarın sabah filânın vurulup düşeceği yer şurasıdır! İnşallah, yarın sabah filânın vurulup düşeceği yer şurasıdır! İşte şurasıdır, şurasıdır!" buyurdu ve elini o yerlere koyarak müşrik Kureyş reislerinden her birinin nerede katledileceğini birer birer gösterdi.

Hz. Ömer der ki:

"Onlardan hiçbirisi de, Nebîyyii Ekrem'in elini koyduğu yerlerin ne ilerisinde, ne de gerisinde vurulup düşmediler!"16

İslâm Ordusunun Bedir 'e Önce Gelişi

Resûli Ekrem Efendimiz, mücâhidlerle, müşriklerden önce Bedir'e vardı ve Bedir kuyusuna en yakın bir yere indi. Karargâhın nerede kurulmasının daha uygun olacağını ashabıyla görüştü.

O zaman, 33 yaşlarında bulunan Hubab b. Münzir ayağa kalktı ve, "Yâ Resûlallah!.. Biz harbci kimseleriz. Ben, bütün suları kapatıp, bir tek su menbaı üzerine karargâh kurmayı uygun görürüm." diye konuştu. Sonra da, "Yâ Resûlallah!.. Burası, sana Allah'ın inmesini emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi caiz olmayan bir yer midir? Yoksa,şahsî bir görüş neticesi, bir harb tedbiri olarak mı seçildi?" diye sordu.

Resûli Kibriya Efendimiz, "Hayır! Şahsî bir görüş neticesi, bir harb tedbiri icabı olarak seçildi." buyurdu.

Bunun üzerine Hubab, "Yâ Resûlallah!.. Burada karargâh kurmak pek muvafık değildir. Siz, halkı hemen buradan kaldırınız! Kureyş kavminin konacağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp onu suyla dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz, susadıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler." diye konuştu.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Ey Hubab!.. Doğru olan görüş, senin işaret ettiğindir." buyurarak hemen ayağa kalktı. Mücâhidler de derhâl ayağa kalktılar. Kureyş müşriklerinin konacakları yerin yakınındaki suyun yanına kadar gittiler.

Sonra, Peygamber Efendimizin emriyle kuyular kapatıldı. Bir havuz yapılıp içerisi kuyu suyuyla dolduruldu ve içine de bir kab konuldu.17

Peygamberimiz İçin Gölgelik Yapılması

Bu arada, Sa'd b. Muaz Hazretlerinin teklifiyle, Resûli Ekrem Efendimiz için, hurma dallarından bir gölgelik, yâni çadır yapıldı. Peygamber Efendimiz, gölgeliğin altına Hz. Ebû Bekir'le birlikte girdi.

Sa'd b. Muaz Hazretleri de, kılıcını takınıp, Ashabı Kiram'dan birkaç zâtla birlikte, gölgeliğin kapısı önünde nöbet beklemeye başladı.18

ORDUNUN HARB NİZAMINA SOKULMASI

Resûli Ekrem Efendimiz, Bedir'e gelir gelmez ordusunu harb nizamına soktu. Ordu saf ve hatlarını dikkatle kontrol etti. Müslüman kuvvetler; Muhacirler, Evsliler ve Hazreçliler olmak üzere üç kısma ayrılmışlardı. Her biri açtıkları kendi sancakları altında toplanmışlardı. Muhacirlerin sancağını Mus'ab b. Umeyr, Evslilerinkini Sa'd b. Muaz, Hazreçlilerinkini ise Hubab b. Münzir Hazretleri tutuyordu."

Resûli Ekrem Efendimiz, bütün bunlardan sonra ordusuna şu talimatı verdi:

"Hatlarınızı bırakıp ayrılmayınız! Bir yere kımıldamadan yerlerinizde sebat ediniz. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Oklarınızı, düşman size yaklaşmadan kullanıp israf etmeyiniz. Düşman kalkanını açtığı zaman okunuzu atınız. Düşman iyice sokulunca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mızrak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonunca düşmanla göğüs göğüse gelindiği vakit kullanılacaktır."20

Mücâhidlerin her biri, bulunduğu yere taş yığınakları yapmıştı. Müdafaa harbinde bulunacakları için, bu, çok işe yarayacaktı. Düşman bundan mahrumdu; çünkü, taarruz taktiğini uyguluyordu. Dolayısıyla, hücum esnasında çok çok birkaç taş taşıyıp atabilirlerdi.

Dua ve İbâdet İle Geçirilen Gece

Harbten bir önceki gece idi.

Peygamber Efendimiz, kendisi için yapılan gölgelikteydi. Bütün gecesini Kadîri ZülcelâPe ibâdetle geçirmişti. Arkasından, Rabbi Rahîmine ellerini açarak, kâinatı ağlattıracak kadar hazin, arz ve semâya gözyaşı döktürecek kadar tesirli şu duasını yaptı:

"Allah'ım!.. Bana yaptığın va'dini yerine getir!

"Allah'ım!.. Bu bir avuç Müslüman mücâhid helak olursa, artık sana yeryüzünde ibâdet edecek kimse kalmaz."21

Resûli Kibriya Efendimiz, vakit namazlarında da aynı duayı tekrarlıyordu. Bu duayı duyan mücâhidler ise, heyecanlarından yerlerinde duramaz hâle gelmişlerdi.

İKİ ORDU KARŞI KARŞIYA

Resûli Ekrem, ordusuna âit hazırlıkları tamamlamıştı. O sırada, müşrik ordusu da Bedir mevkiine çıkıp geldi.

Manzara oldukça düşündürücü ve ibretli idi. Zîra, birbirleriyle amansızca çarpışacak olanların çoğu akraba idi. Kardeş kardeşle, baba oğulla, dayı yeğenle kıyasıya vuruşacaktı.

Düşman ordusu artık saf bağlamıştı.

Peygamber Efendimiz de, gölgeliğinden çıkarak, ordusunu son bir defa dikkatle teftişten geçirdi. Her şey istediği gibi düzgün ve intizamlı idi. Ne var ki, düşman sayıca ve silâhça üstündü. Zahire bakılırsa, müsâvî bir mücadele verilemeyeceği kanaatini uyandırıyordu. Ama mücâhidler, asla ümitlerini yitirmiyor, harbin her şeye rağmen lehlerinde neticeleneceğine gönülden inanıyorlardı.

MUHACİRLERDEN İLK ŞEHİD

Harb âdeti üzere, önce her iki taraftan teke tek çarpışacaklar ortaya çıkacaktı. Fakat, müşrikleri heyecana getirmek için ortaya atılan Amir b. Hadremî, harb usûlüne muhalefet ederek, mücâhidlere doğru bir ok attı. Ok, Muhacir Müslümanlardan Mihca Hazretlerine isabet etti ve orada İslâm Ordusu ilk şehidini verdi. Resûli Ekrem, "Mihca, şehidlerin efendisidir." buyurarak İslâm'ın bu ilk şehidini tebcil etti.

Mihca Hazretlerinin şehâdeti havayı birdenbire elektriklendirdi. Bu sırada müşrik ordusundan, Rabia Oğulları Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu Velid ortaya atılarak er dilediler.

Benî Neccar'dan Afra isminde bahtiyar İslâm kadınının yedi oğlu vardı ve yedisi de Bedir'de hazır bulunuyordu. Onlardan ikisi, Muaz ve Avf ile Resûlullah'ın şâiri Abdullah b. Ravaha Hazretleri onlara karşı çıktılar.

Resûli Kibriya Efendimiz, Müslümanlarla müşrikler arasındaki bu ilk çarpışmada, Ensâr'ın müşriklerle karşılaşmasını arzu etmiyordu.

Müşrikler, "Siz kimlersiniz?" diye sordular.

Onlar, "Ensâr'dan filân ve filânız." diye cevap verdiler.

Müşrikler, "Bizim sizinle işimiz yok. Biz, Abdûlmuttâlib Oğullarından, amcalarımızın oğullarıyla çarpışacağız." dediler. Sonra da Peygamber Efendimize hitaben, "Yâ Muhammedi Sen, bizim karşımıza, kavmimizden dengimiz olanı çıkar!" diye konuştular.

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, Ensâr gençlerine saflarına dönmelerini emir buyurdu ve kendilerine dua etti. Sonra da, "Kalk yâ Ubeyde! Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali!" diye emretti.22

Müşriklerin Yere Serilmeleri

Resûli Kibriya Efendimizden emir alan adı geçen üç kahraman sahabî, derhâl kalkıp meydana çıktılar. Miğferli oldukları için, Utbe onları tanıyamadı.

"Kendinizi tanıtınız da, dengimiz olup olmadığınızı bilelim! Dengimiz iseniz sizinle çarpışalım." diye seslendi.

Üç kahraman sahabî de isim ve şöhretlerini söyleyince, müşrikler, "Evet, sizler bizim şerefli denklerimizsiniz. Buyurun!" deyip kılıçlarını sıyırdılar.

Ubeyde b. Haris, Utbe b. Rabia'yla; Hz. Hamza, dengi Şeybe b. Rabia'yla ve Hz. Ali ise, Velid b. Utbe'yle çarpışacaktı.

Böyle Kureyş ileri gelenlerinden bahadırlıklarıyla meşhur olan altı büyüğün mübârezeleri, o vaktin hükmüne göre seyre değer hâdiselerden sayılırdı. Buna binâen, iki taraf, cenge hazır, kiminin ok yayı elinde ve kiminin eli kılıcının kabzasında olduğu hâlde, bu bahadırların vuruşmasına göz dikip temaşaya durdular.

Teke tek vuruşma şimşek sür'atiyle başladı. Hz. Hamza ile Hz. Ali, birer hamlede hasımlarını yere serip öldürdüler. Hasımlarını bir hamlede öldüren Hz. Hamza ile Hz. Ali, bu sefer dönüp Hz. Ubeyde'nin yardımına koştular. Utbe'nin de işini bitirerek, Ubeyde Hazretlerini alıp Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna getirdiler.

Ayağından yaralı, kanlar içinde olan Hz. Ubeyde, Peygamber Efendimizin huzuruna geldiğinde, "Yâ Resûlallah, ben şehid miyim?" diye sordu.

Resûli Ekrem Efendimiz, "Evet, şehidsin." buyurdu ve yerinin Cennetü'lFirdevs olduğunu müjdeledi.23

Bu müjdeyi alan Ubeyde Hazretleri, ayağının kesilmesini hiçe saydı ve memnun olup, dini İslâm uğrunda çektiği eza ve cefalardan dolayı asla üzülmediğine dair güzel beyitler söyledi. Yarası fazlasıyla ağır olduğundan, Bedir'den dönülürken yolda vefat etti. Oraya defnedildi.24

Adamlarının bir bir yere serildiğini gören müşrikleri, büyük bir dehşet sardı. Birdenbire ne yapacaklarını şaşırır hâle geldiler. Ebû Cehil ise, onları teselli etmeye, toparlamaya çalışıyordu.

Allah yolunda çarpışmayı "en büyük şeref telâkki eden Müslüman mücâhidler ise, âdeta heyecanlarından yerlerinde duramaz hâle gelmişlerdi. Bir an evvet muharebeye başlamak, müşriklere hadlerini bildirmek istiyorlardı.

Resûli Kibriya Efendimiz, âdeta mücessem îman hâlini almış bu bir avuç mücâhidin hâline bakarak, Cenâbı Hakk'a şöyle içli niyazda bulundu:

"Allah'ım! Onlar yaya ve yalın ayaktırlar; Sen, onlara binecek ver!

"Allah'ım! Onlar çıplaktırlar; Sen, onları giyindir. "Allah'ım! Onlar açtırlar; Sen, onları doyur!

"Allah'ım! Onlar fakirdirler; Sen, onları fazlın ve keremin ile zengin eyle!"25

Sonra da, dilinden düşürmediği duasını tekrarladı: "Allah'ım! Bana yaptığın va'dini yerine getir! Allah'ım! Bu bir avuç mücâhidi helak edersen, artık Sana yeryüzünde ibâdet edecek kimse kalmaz!"

Hz. Ebû Bekir ile Oğlu

Manzara oldukça ibretli idi.

Mus'ab b. Umeyr Müslümanlar safında Muhacirlerin sancaktarı iken, kardeşi Ebû Azîz İbni Umeyr ise müşrik ordusunun birinci bayraktarıydı.

Daha garibi de vardı: Hz. Ebû Bekir, oğlu Abdullah'la Müslümanlar safında bulunurken; diğer oğlu Abdurrahmân ise, Kureyş müşrikleri arasındaydı. Cesareti ve keskin ok atıcılığı ile meşhur olan Abdurrahmân, bir ara ortaya atılıp er dileyince, Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı; Hz. Resûlullah'tan, oğluyla çarpışmak üzere müsaade istedi.

Fakat, Resûli Kibriya Efendimiz, "Yâ Ebâ Bekir!.. Bilmez misin ki sen, benim görür gözüm ve işitir kulağım yerindesin!" buyurarak izin vermedi ve yanından ayırmadı.

Hz. Resûlullah'tan, oğluyla kılıç kılıca dövüşmek için izin alamayan Ebû Bekiri Sıddık (r.a.), hiddetli hiddetli oğluna, "Ey Abdurrahmân!.. Bana olan münâsebetin nerede kaldı?" diye seslendi.

Abdurrahmân ise, "Aramızda silâhtan, uzun, yüğrük attan ve kılıçtan başka bir şey kalmadı."26 diye cevap verdi.

HARB BAŞLADI

Tarih, 17 Ramazan, Cuma günü sabah saatleri...

Artık iki ordu, olanca güç ve kuvvetleriyle birbirine saldırmaya geçmişti.

Resûli Kibriya Efendimiz, mücâhidleri Allah yolunda cihada teşvik eden konuşmalar yapıyor, şehid düşenlerin makamlarının Cennet olacağını müjdeliyordu. "Zafer bizimdir!" diyerek de, her zaman mücâhidlerin gayret ve ümitlerini hep aynı canlılıkta tutmaya ihtimam gösteriyordu. Zaman zaman da ordunun önüne geçip bilfiil cesaretini göstererek, mücâhidlerin de cesaretini artırıyordu.

Hz. Ali der ki:

"Bedir günü harb şiddetlendiği zaman, Resûlullah'a sığınmıştık! O gün, halkın en cesaretlisi, en kahramanı o idi! Müşriklerin saflarına ondan daha yakın kimse yoktu!"27

Haris b. Süraka'nın Şehid Düşmesi

Hazreç Kabilesinden Haris b. Süraka adındaki genç, ordunun gerisinde su havuzunun başında bulunuyor ve vuruşmayı temâşâ ediyordu. Düşman tarafından atılan bir ok, ön saftaki mücâhidlerin üzerinden geçerek ona isabet etti ve orada şehid oldu. İşte, Ensâr'dan ilk şehid düşen, bu zâttır.

Harb safında bulunan mücâhidleri aşıp giden bir okun, gerideki Haris'e isabet edip onu şehid etmesi, hepsi için bir ibret dersi oldu.

Peygamberimizin Mücâhidleri Harbe Teşviki

Harb bütün şiddetiyle devam ediyordu. Resûli Ekrem ise, durmadan mücâhidleri harbte sebat etmeye çağırıyordu: "Muhammed'in varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bugün Allah'ın rızasını umarak sabır ve sebat göstererek çarpışanları ve arkasına dönmeden ilerlerken öldürülenleri, Allah muhakkak cennetine koyacaktır!"

Umeyr 'in Şehid Düşmesi

Ensâr'dan Umeyr b. Humam Hazretleri, elinde hurmasını yerken Resûlullah'ın bu müjdesini işitti ve, "Ne iyi, ne iyi! Cennet'e girmek için, şu heriflerin elinde ölmekten başka bir şey lâzım değilmiş." dîye konuşarak elindeki hurmaları yere attı ve hemen kılıcını sıyırarak, şehâdetin faziletine ve âhiret hayatının ehemmiyetine dair müessir beyitler söyleyip düşmanın üzerine hücum etti. Gidiş, o gidiş oldu. Bir daha geri dönmeyen Umeyr, birçok müşriki öldürdükten sonra, kendisi de arzuladığı şehâdet mertebesine ulaştı.

Bir Mucize

Çarpışma bütün şiddetiyle devam ederken, Resûli Kibriya Efendimiz, yerden bir avuç ince kum alıp küffar ordusunun üzerine attı ve, "Yüzleri kara olsun! Allah'ım, kalblerine korku sal, ayaklarına titreme ver!" diye dua etti.28

"Yüzleri kara olsun!" sözü bir kelâm iken, onlardan her birinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç kum dahi her bir müşrikin gözüne gitti. Hücumu terk edip gözleriyle meşgul olmaya başladılar.

Kur'ânı Azîmüşşan, bu mucizeyi şu âyetiyle ilân eder:

image002.jpg


"Onları siz değil, Allah öldürdü! Onları (kumları) attığın zaman da, sen atmadın, Allah attı!"29Evet, Resûli Kibriya'nın avucunda küçücük taşlar zikir ve teşbih ettiği gibi, aynı avucuna alıp attığı kum ve küçücük taşlar da düşmana el bombası hükmüne geçiyor ve onları dehşete düşürüyordu!

PEYGAMBERİMİZİN MÜNÂCÂTI VE MELEKLERİN YARDIMA GELMESİ

Peygamber Efendimiz, bir taraftan mücâhidler arasında dolaşıp cihada olan aşk ve şevklerini artırıcı konuşmalar yapıyor, bir taraftan da kıbleye yönelerek Yüce Mevlâsına yalvarıyordu: "Allah'ım! Bana va'dettiğin yardımı lütfet!"

Bu münâcâtı esnasında bir ara öylesine kendinden geçti ki, ridâsı mübarek omuzlarından kayıp düştüğü hâlde farkına varmadı. Yanından ayrılmayan Hz. Ebû Bekir, ridâsını yerden alıp mübarek omuzlarına koydu ve, "Yâ Resûlallah!.. Rabbine ettiğin niyaz yetişir. Şüphesiz, O, sana olan va'dini yerine getirecektir." diye konuştu.30

Bir müddet sonra Resûli Kibriya Efendimiz, "Müjde ey Ebû Bekir! Sana Allah'ın yardımı geldi. İşte, şu, Cebrail'dir. Kum tepeleri üzerinde atının dizginini tutmuş, silâhlanmış, emir bekliyor!" diye buyurdu.

Kur'ânı Azîmüşşan, bu vak'ayı da şöyle hatırlatır:

"Siz, (sayı, silâh ve binekçe düşmandan çok) az ve zaîf iken, Allah, size Bedir'de kat'î bir zafer verdi. Allah'tan sakının; tâ ki şükretmiş olasınız!

"O vakit sen, mü'minlere, 'İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size imdat etmesi yetişmez mi?' diyordun."31

Rivayet edilmiştir ki, o esnada, benzeri görülmedik, gayet şiddetli bir rüzgâr çıktı. Göz gözü görmez oldu. Sonra geçip gitti. Arkasından ikinci bir rüzgâr daha çıktı ve o da geçip gitti.

Bu, Cebrail (a.s.) emrindeki (üç bin) meleğin gelip Resûli Kibriya Efendimizin yanında, sağında ve solunda yer alışının tezahürü idi.

Melekler, başlarına beyaz sarıklar sarmışlar, sarıkların uçlarını ise arkalarına salıvermişlerdi. Yalnız, Hz. Cebrail'in (a.s.) sarığı sarı idi. Meleklerin hepsi alaca renkte atlara binmişlerdi.

Mücâhidlerin Kahramanca Çarpışmaları

Parolaları "Yâ Mansur! Emit" olan mücâhidler, düşmanla kahramanca çarpışıyor, hücum ve hamleleriyle düşman saflarını yarıyorlardı.

Hususan Hz. Hamza ile Hz. Ali (r.a.), son derece kahramanca ve cesurca müşriklere hücum ediyorlar ve düşmanın hangi koluna hücum etseler yarıp geçiyorlardı. Hz. Hamza, iki elinde iki kılıç önüne geleni bir hamlede yere seriyordu. Bu iki kahraman sahabî, müşrik ileri gelenlerinden birçok kimseyi kılıçlarıyla öldürdüler.

EBÛ CEHİL'İN ÖLDÜRÜLMESİ

Müslümanların büyük düşmanı olan Ebû Cehil'i öldürmek bir iftihar vesilesi olacağından, mücâhidlerden her biri onu bulup öldürmek istiyordu. Hattâ, Ebû Cehil zannıyla, Hz. Hamza, müşriklerin reislerinden, Mahzum Oğullarından Hâlid b. Velid'in biraderi olan Ebû Kays İbni Velid'i ve Hz. Ali yine Benî Mahzum'dan Abdullah İbni Münzir'i öldürmüşlerdi.

Ebû Cehil, 70 yaşında, pek gözlü, korkunç yüzlü, inatçı ve mütemerrid bir İslâm düşmanıydı. "Anam beni bugün için doğurmuş!" diyerek cesaretini izhar ediyor ve askerini harbe sürüyordu.

Mahzum Oğullan, müşriklerden birçok kimsenin öldürüldüğünü görünce, Ebû Cehil'in etrafını deve sürüsü gibi sarmışlardı. Ne pahasına olursa olsun onu koruyacaklardı.

Harb bütün şiddetiyle devam ediyordu.

Hz. Abdurrahmân b. Avf, harb safında sağına soluna bakınca, Ensâr gençlerinden iki delikanlıyı gördü.

Onlardan biri kendisine yaklaşarak, "Ey amca!.. Sen Ebû Cehil'i tanır mısın?" diye sordu.

Abdurrahmân b. Avf, "Evet, tanırım. Ne yapacaksın onu?" deyince, genç şu cevabı verdi:

"Allah'a söz verdim: Ebû Cehil'i gördüğüm gibi üzerine yürüyüp, ya onu öldüreceğim yahut bu uğurda şehid olacağım!"

Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, gencin bu azim ve kahramanlığını hayretle takdir ederken, diğer genç de yanına yaklaşıp aynı şeyleri söyledi.

Abdurrahmân b. Avf, önceleri kendi kendine, "Harb safında iki çocuk arasında kaldım!" derken onların bu cesurca sözlerine hayret etti.

Bu iki genç, Afra Harun'un harbe iştirak etmiş yedi oğlundan ikisi olan Muaz ve Muavviz idiler.

O sırada Abdurrahmân b. Avf in (r.a.) gözü, müşrikler arasında dolaşıp duran ve Mahzun Oğulları yiğitleri tarafından korunan Ebû Cehil'e ilişti. Soran gençlere göstererek, "İşte, aradığınız Ebû Cehil!.." dedi.

İki kahraman fedaî, derhâl kılıçlarını sıyırıp, Ebû Cehil'in bulunduğu tarafa doğru yürüdüler.

Bu iki genç gibi birçok mücâhid de Ebû Cehil'i öldürme fırsatını kolluyordu. Gençlerin Ebû Cehil'e yetişmesinden önce, onu başından beri gözetleyip duran, Ensâr'dan Muaz b. Amr b. Cemuh, o esnada bir fırsatını bulup Ebû Cehil'in ayağına bir kılıç darbesi indirdi. Ebû Cehil'in oğlu İkrime de, kılıcıyla, onun elini kolunu yaraladı. Bu kahraman sahabî der ki:

"Elim, derisinde sallandı kaldı. Çarpışmanın şiddeti bana onu unutturdu. O gün kesik elimi arkama atıp, hep çarpıştım durdum. Bana fazla zahmet verince de, ayağımla üzerime bastım, sallanan kolumu koparıp attım!"32

Muaz b. Amr b. Cemuh'un yaralanmasından sonra iki genç kardeş olan Muaz ile Muavviz de, Ebû Cehil'in yanına vardılar. Üzerine hücum ederek kılıç darbeleriyle yere serdiler, öldü zannıyla da bırakıp gittiler.

"Ebû Cehil, Bu Ümmetin Firavunudur!"

O esnada Resûli Kibriya Efendimiz, "Acaba Ebû Cehil, ne yaptı, ne oldu? Kim gidip bir bakar?" buyurarak, ölüler arasında onun araştırılmasını emretti.

Mücâhidler aradılar, fakat bulamadılar.

Peygamber Efendimiz yine, "Arayınız! Benim, onun hakkında sözüm var. Eğer siz, onun ölüsünü teşhis edemezseniz, dizindeki yara izine bakınız." buyurduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Bir gün onunla Abdullah b. Cud'a'nın ziyafetinde bulunuyorduk. Ben, ondan cüssece biraz büyükçe idim. Sıkışınca, onu ittim. İki dizi üzerine düştü. Dizinden birisi yaralandı ve bu yaralanmanın izi, uru dizinden kaybolmadı!""

Bunun üzerine Abdullah İbni Mes'ud Hazretleri, Ebû Cehil'i aramaya gitti. Onu son nefesinde, can çekişirken gördü. Kendisine, "Ebû Cehil sen misin?" dedi. Sonra da boynuna ayağıyla bastı ve, "Ey Allah'ın düşmanı!.. Nihayet Allah, seni, hor ve hakir etti! Gördün mü?" dedi.

Can çekiştiği hâlde Ebû Cehil, "Ey koyun çobanı!.. Pek sarp yere çıkmışsın. Büyük bir kişinin, kavim ve kabilesi tarafından öldürülmesi, hemen şimdi olan bir şey değildir! Sen, bana, bugün zafer ve galebenin hangi tarafta olduğunu haber ver." dedi.

İbni Mes'ud Hazretleri, "Nusret ve galebe, Allah ve Resulü tarafmdadır!" diyerek, son nefesinde onu ye'se düşürdü. Böyle bir cihetten mey'us olan Ebû Cehil, bir kere daha küfrünü kustu:

"Muhammed'e söyle ki, şimdiye kadar onun düşmanı idim; şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!"

Bunun üzerine, İbni Mes'ud Hazretleri, hemen başını kesti.

Böylece, Ebû Cehil, son nefeste bile îmana gelmedi, küfür ve dalâlette ısrar edip Cehennem'i boyladı.

İbni Mes'ud (r.a.), başını alıp huzuru Nebevî'ye getirdi. "İşte, Allah'ın düşmanı Ebû Cehil'in başı!" dedi.

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, "Kuluna yardım eden, dinini üstün kılan Allah'a hamdolsun!" dedikten sonra, "Bu ümmetin firavunu, işte budur!" buyurdu.34

Ebû Cehil'in öldürülmesinden sonra, müşrik ordusunda Müslümanlara karşı koyacak pek kimse kalmadı. Bu arada, azılı müşrik Ümeyye b. Halef de, Mekke'de merhametsizce işkenceye uğrattığı Bilâli Habeşî (r.a.) tarafından yere serilince, Kureyş Ordusu fena hâlde bozuldu. Müşrik askerleri gerisin geri kaçmaya başladılar. Kaçanlar o anda kurtuldular, ele geçirilenler ise esir alındılar.

1 İbni Hişam, Sîre, c. 2, s. 257; Ibni Sa'd, Tabakat, c. 11, s. 11.

2 ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 482.

3 ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 457; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 6, s. 405

4 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 12; İbni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 263.

5 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 264.

6 İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 149150.

7 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 21. 8ibnİSa'd, A.g.e., c. 2, s. 21.

9 İbni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 270. 10Vakidî, Megazi, s. 30.

10 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 266.

12 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 14. I

13 Enfâl, 56.

Ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 267;

15 İbni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 268; Vakidî, A.g.e., s. 3738.

16 Müslim, Sahih, c. 5. s. 170.

17 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 272; ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 567568.

18 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 15.

19 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 14.

20 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 15; Ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 272; Ibni Hacer, el isabe, c. 2, s. 235.

21 Taberî, Tarih, c. 2, s. 269.

22 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 277; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 17.

23 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 17.

24 Ibni Abdi'lBerr, elistiab, c. 3, s. 1021.

25 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 20.

26 Ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 291.

27 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 23.

28 ibni Hişam, A.g.e., c. 2. s. 280.

29 Enfâl, 17.

30 ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 601602; Müslim, Sahih, c. 5. s. 156157.

31 Âli imrân, 123124.

32 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 287-288; Taberî, Tarih, c. 2, s. 284.

33 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 288; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 284.

34 Zehebî, Âlâmünnübelâ, c. 1, s. 346.
 
Üst Alt