Allah'ın Kelâmı ve Zaman Hakkında Özel Bilgi.

Ammara

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ağustos 2016
Mesajlar
4
Tepkime puanı
1
40. FIKRA: Allah'ın Kelâmı ve Zaman Hakkında Özel Bilgi :
Allahû Teâlâ ezelden ebede kadar bir kelâmla söyleyicidir. O kelâm bölünmez ve parçalanmaz. Çünki, sükût ve söylememek Allahû Teâlâ hakkında muhâldir. Şaşılacak ne var ki, orada ezelden ebede kadar denenzamân bir ândır. Çünki, Allahû Teâlâ üzerinden zamân geçmez. Bir ânda, basît bir sözden başka ne vâki' olabilir. İşte o tek bir söz, çeşitli bağlantıları i'tibâriyle, kelâmın bu kadar çok kısımlarına esâs olmaktadır. Meselâ bir işin yapılmasını öngörüyorsa, emir, bir yasağın yapılmamasını gösteriyorsa, nehiy, bir şeyi haber veriyorsa, haber olarak ortaya çıkıyor. Ya'nî demek istiyoruz ki, geçmiş ve geleceğe âit haberler, bir takım kimseleri zora sokuyor ve öncelik ve sonralık ifâde eden sözler, o şeyin önceliğine ve sonralığına delîl gösteriliyor. Hâlbuki burada suâli ve zorluğu gerektirecek bir durum yoktur. Zîrâ geçmiş ve gelecek, delâlet edenin husûsî sıfatlarından olup, o bir ânın yayılmasından [genişlemesinden] hâsıl olmaktadır. Gösterdiği şey [medlûl] mertebesinde, o bir ân kendi hâlinde olup, hiç bir inbisât [yayılma, genişleme] hâli yoktur. Geçmiş ve geleceğin orada yeri yoktur.
Akıl sâhipleri demişlerdir ki, o bir ânın mâhiyyeti, vücûd-i hâricî [dışarıda bulunma] i'tibâriyle ayrı, vücûd-i zihnî [zihinde bulunma] bakımından başka sıfattır. O hâlde tek bir şeyde ayrı ayrı sıfatlar ve gerekleri, varlığın ve kimliğin değişmesi bakımlarından câiz oluyor da, gerçekte birbirinden ayrı olan dâl [gösterme] ve medlûl [gösterilen, işâret edilen] de niçin olmasın; evleviyyetle câiz olur. Ezelden ebede kadar tek bir ândır sözü, kelime bulunamadığı içindir. Yoksa orada ân demenin de yeri yoktur. Orada ân demek de, zamân demek gibi ağır ve yersiz kalır.
Şunu da beyân edeyim ki, mümkin [kul] kurb-i ilâhî [Allaha yakınlık] makâmlarında, adımını imkân [mahlûk] dâiresinin dışına atarsa, ezel ve ebedi birleşmiş bulur. Resûl-i Ekrem efendimiz "sallallahü aleyhi ve âlihi ve sellem" mi'râc gecesi, yükselme makâmlarında Yûnüs Âleyhisselâm'ı balığın karnında, Nûh Âleyhisselâm'ı Tufânda, Cennetlikleri Cennet'te, Cehennemlikleri Cehennem'de gördü. Âshâb-ı Kirâm'ın zenginlerinden Abdürrahmân bin Avf'ı "radıyallahü anh" diğerlerinden, âhiret zamânı ile yarım gün, dünyâ zamânı ile beşyüz sene sonra Cennet'e girerken gördüğünde, geç kalmasının sebebini sormuş ve hesâbının çokluğundan, çektiği sıkıntılarını anlatmıştır. Bütün bunlar hep tek bir ânda görülmüştür. Orada geçmiş ve geleceğin yeri yoktu.
Bu fakîre de, zamân zamân Habîbullah'ın "aleyhissalâtü ves-selâm" sadakası olarak, bu hâl hâsıl olmaktadır. Bir defasında, meleklerin hazret-i Âdeme "aleyhisselâm" secde ettiklerini ve dahâ başlarını o secdeden kaldırmadıklarını ve illiyyûn meleklerinin ise, bu emirle emrolunmadıklarını, müşâhe ettiklerinde [Allahû Teâlâ'nın tecellîlerinde] kendinden geçmiş, o huzûr ve nûra dalmış olarak, âhiret için söz verilmiş hâllerin o bir ânda keşfolunduğunu gördüm. Bu hâllere şâhit olduğum zamândan beri epey bir vakit geçtiğinden, âhiret hâllerini geniş yazmıyorum. Zîrâ hâfızama tam güvenemiyorum. Fakat şunu bilmek lâzımdır ki, bu hâller, Resûlullah'ın "sallallahü aleyhi ve âlihi ve sellem" hem bedenine, hem de mübârek rûhlarına olmuştu. Hem gözle, hem de kalple görmüştü. O'na tufeyli olan başkalarına, eğer bu hâller, O'na tâbi' olmanın bereketi olarak verilirse, ya'nî hâlleri görürlerse, rûhları ve kalp gözleri ile görmüş olurlar.

Beyt:

Onun kâfilesine bilirim yetişemem,
Yetişir, o kervânın çıngırağın işitsem.
Aleyhi ve alâ âlihis-salâtü vet-teslimâtü etemmühâ ve ekmelühâ.

[İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî , Risâletü'l-Mebde' Ve'l-Meâd]
 
Üst Alt