- Katılım
- 2 Eylül 2011
- Mesajlar
- 3,869
- Tepkime puanı
- 37
Allah-u Teàlâ’nın Hakkına Riâyet
Şimdi sizlere ve bizlere Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin Kur’an-ı azîmüş-şânda yazıp bildirdği vasiyeti yazmak istiyorum ki, bu vasiyeti Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de ashâbı kirâmına vasiyet etmişlerdi. Vasiyetin başı şu ayet-i kerime ile başlar:
(Kul teàlev etlü mâ harrame rabbüküm aleyüm ellâ tüşrikû bihî şey’en ve bil-vâlideyni ihsânen ve lâ tektülû evlâdeküm min imlâkın nahnü nerzükuküm ve iyyâhüm ve lâ takrabûl-fevâhişe mâ zahara minhâ ve mâ batane ve lâ taktülün-nefselletî harramallàhü illâ bilhakki zâliküm bihî lealleküm ta’kilûn) (En’am: 151)
Bu vasiyetler on tânedir. Şimdi bunu anlamaya çalışalım. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına haram kıldığı şeylerin başında şirk gelmekte. Şirk günahların en büyüğüdür. Cenâb-ı Hakk’a şerik koşmak; ikidir, üçtür gibi söz söylemek; sevgisini, korkusunu Allah’tan gayriye yapmak yâni asıl sevilecek Allah iken onu bırakıp başka birisin sevmek; korkulması lâzım gelen Allah iken başkalarının kuvvetinden korkmak gibi. Halbuki riyânın da en ufağı bile şirktir, buyrulmuştur. Onun için müslümana lâzım olan Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne hâlisâne kulluk etmek iken, riyâkâr adam insanları aldatmak için riyâkârlık yapıp kendini iyi bir müslüman gibi göstermeğe çalışır. Bilmez ki Allah-u Teàlâ kullarının her hâlini iyi bilir. Hem görür, hem de işitir. Ondan gizli hiçbir şey olmaz. Her şeye de vâkıftır. İçinden geçen en gizli hatıraları, vesveseleri, kuruntuları, düşünceleri senden daha iyi bilir. Binâen aleyh, riyâkarın yaptığını da, yapacağını da pek iyi ve güzel bilir. Ondan saklı ve gizli hiçbir şey olmaz. Öyle ise, ihlâsdan katiyyen ayrılma. Riyâkârın işi dünyada da berbattır, âhirette de. Riyâkârâne yaptığı amellerden hiçbir sûretle faydalanması mümkün değildir.
Haramların, günahların, isyanın en büyüğü şirk olduğu halde hâlâ zamanımızda Allah’dan gayriye tapanlar hatta münevverler arasında bile pek çok kimseler, cemiyetler, kabileler buluna gelmektedir. Peygamberimizden evvelki devirde yaşayan insanların hâlini tarih bize pek açık bir şekilde göstermektedir. Mekke-i Mükerreme zapt olunduğu vakit 380 putun nasıl kırılıp atıldığı herkesçe mâlûmdur. Hatta bunların içinde meşhur olanları vardır ki, isimleri şöyle zikredilmektedir: Hübel, Lât, Uzzâ, Menât gibi. Hele İbrahim AS Hazretleri’nin zamanında putlara tapmak pek meşhur idi. İbrahim AS onları bir günde kırıp parçaladıktan sonra baltayı da büyük putun boynuna astı. Bu çok ustaca yapılmış bir tertip idi. Bu putların kırılmasını İbrahim AS’a isnad ettiler. Sorguya çekildi. O da, balta kimin boynunda ise ona sorun diye cevap verdi. O zaman tam bir şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemediler de onun canı mı var ki, bu şeyleri yapabilsin demek mecburiyetinde kaldılar. O zaman tam fırsat İbrahim AS’ın eline geçti. Onları mağlub eden, perişan eden şu cümleleri deyiverdi: “Öyle ise, siz bu cansız, işe yaramayan faydası ve zararı olmayan; kendi ellerinize ağaçtan, taştan, demirden vs.den yaptınız şeylere tapmaktan sıkılmayan akılsız bir gürûhsunuz.” Onlar da aczlerini anlayınca İbrahim AS’ı ateşe atmağa karar vermişler ve yapmışlar. Lâkin mülkün sahibi olan Allah-u Teàlâ Hazretleri, hepimizin mâlumu olduğu vechile ateşin olduğu yeri (berden ve selâmen) fermanıyla İbrahim AS için güllük gülistanlık yapmış ve böylece hiçbir zarar görmemiştir. Şimdi hepimizin bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki, ateş yakıcı bir maddedir. Herkesi yakarken İbrahim AS’ı ne için yakmıyor? Bunu iyice düşündüğümüz zaman anlarız ki, eşyâya tasarruf eden bir varlık sahibi var. O da şüphesiz Allah-u Teàlâ Hazretleri’dir. Ateş yakmaz, bıçak kesmez, su da akmaz ve boğmaz. Hiçbir şey onun emrinden dışarı hareket edemez. İki yüz bin defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen o ufacık mikrop denilen canlıyı yaratıp, göklerde uçan akıllara gayret verecek derecede makineler icad eden insan iyi
eyle ki, bu ufacık, göze göze bile görülemeyen mikrobun karşısında âciz kalıp en nihâyet yataklara düşer ve sonra da bu dünyaya bir daha gelmemek üzere vedâ edip gözlerini yumar. Ne yazık o insana ki, bu mülke gelmiş de mülkün sahibini tanımadan ve ona kulluk vazifelerini yapmadan göçüp gitmiştir. Asıl ağlanacak ve acınacak zât işte bu ve buna benzeyenlerdir.
Zira Hazreti Allah bizleri ancak kendisini bilsinler ve emrolundukları kulluk vazifesini yapsınlar diye yaratmıştır. Hazret-i Allah’ı bilmek de öyle lâf ile olmaz. Ancak Onun gönderdiği peygamberin yolunda gitmek ve sünnet-i seniyesine lâyıkı veçhile uymakla ve Kur’an’dan katiyyen ve zerre miktarı dahi olsa ayrılmamakla mümkündür. Bu da ilme veya ilim sahibi, ameli yerinde, kâmil ve olgun zatların meclislerine devam, sohbetlerini ve nasihatlerini
le dinleyip amel etmekle olur. alıntı
Şimdi sizlere ve bizlere Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin Kur’an-ı azîmüş-şânda yazıp bildirdği vasiyeti yazmak istiyorum ki, bu vasiyeti Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de ashâbı kirâmına vasiyet etmişlerdi. Vasiyetin başı şu ayet-i kerime ile başlar:
(Kul teàlev etlü mâ harrame rabbüküm aleyüm ellâ tüşrikû bihî şey’en ve bil-vâlideyni ihsânen ve lâ tektülû evlâdeküm min imlâkın nahnü nerzükuküm ve iyyâhüm ve lâ takrabûl-fevâhişe mâ zahara minhâ ve mâ batane ve lâ taktülün-nefselletî harramallàhü illâ bilhakki zâliküm bihî lealleküm ta’kilûn) (En’am: 151)
Bu vasiyetler on tânedir. Şimdi bunu anlamaya çalışalım. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına haram kıldığı şeylerin başında şirk gelmekte. Şirk günahların en büyüğüdür. Cenâb-ı Hakk’a şerik koşmak; ikidir, üçtür gibi söz söylemek; sevgisini, korkusunu Allah’tan gayriye yapmak yâni asıl sevilecek Allah iken onu bırakıp başka birisin sevmek; korkulması lâzım gelen Allah iken başkalarının kuvvetinden korkmak gibi. Halbuki riyânın da en ufağı bile şirktir, buyrulmuştur. Onun için müslümana lâzım olan Allah-u Teàlâ Hazretleri’ne hâlisâne kulluk etmek iken, riyâkâr adam insanları aldatmak için riyâkârlık yapıp kendini iyi bir müslüman gibi göstermeğe çalışır. Bilmez ki Allah-u Teàlâ kullarının her hâlini iyi bilir. Hem görür, hem de işitir. Ondan gizli hiçbir şey olmaz. Her şeye de vâkıftır. İçinden geçen en gizli hatıraları, vesveseleri, kuruntuları, düşünceleri senden daha iyi bilir. Binâen aleyh, riyâkarın yaptığını da, yapacağını da pek iyi ve güzel bilir. Ondan saklı ve gizli hiçbir şey olmaz. Öyle ise, ihlâsdan katiyyen ayrılma. Riyâkârın işi dünyada da berbattır, âhirette de. Riyâkârâne yaptığı amellerden hiçbir sûretle faydalanması mümkün değildir.
Haramların, günahların, isyanın en büyüğü şirk olduğu halde hâlâ zamanımızda Allah’dan gayriye tapanlar hatta münevverler arasında bile pek çok kimseler, cemiyetler, kabileler buluna gelmektedir. Peygamberimizden evvelki devirde yaşayan insanların hâlini tarih bize pek açık bir şekilde göstermektedir. Mekke-i Mükerreme zapt olunduğu vakit 380 putun nasıl kırılıp atıldığı herkesçe mâlûmdur. Hatta bunların içinde meşhur olanları vardır ki, isimleri şöyle zikredilmektedir: Hübel, Lât, Uzzâ, Menât gibi. Hele İbrahim AS Hazretleri’nin zamanında putlara tapmak pek meşhur idi. İbrahim AS onları bir günde kırıp parçaladıktan sonra baltayı da büyük putun boynuna astı. Bu çok ustaca yapılmış bir tertip idi. Bu putların kırılmasını İbrahim AS’a isnad ettiler. Sorguya çekildi. O da, balta kimin boynunda ise ona sorun diye cevap verdi. O zaman tam bir şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemediler de onun canı mı var ki, bu şeyleri yapabilsin demek mecburiyetinde kaldılar. O zaman tam fırsat İbrahim AS’ın eline geçti. Onları mağlub eden, perişan eden şu cümleleri deyiverdi: “Öyle ise, siz bu cansız, işe yaramayan faydası ve zararı olmayan; kendi ellerinize ağaçtan, taştan, demirden vs.den yaptınız şeylere tapmaktan sıkılmayan akılsız bir gürûhsunuz.” Onlar da aczlerini anlayınca İbrahim AS’ı ateşe atmağa karar vermişler ve yapmışlar. Lâkin mülkün sahibi olan Allah-u Teàlâ Hazretleri, hepimizin mâlumu olduğu vechile ateşin olduğu yeri (berden ve selâmen) fermanıyla İbrahim AS için güllük gülistanlık yapmış ve böylece hiçbir zarar görmemiştir. Şimdi hepimizin bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki, ateş yakıcı bir maddedir. Herkesi yakarken İbrahim AS’ı ne için yakmıyor? Bunu iyice düşündüğümüz zaman anlarız ki, eşyâya tasarruf eden bir varlık sahibi var. O da şüphesiz Allah-u Teàlâ Hazretleri’dir. Ateş yakmaz, bıçak kesmez, su da akmaz ve boğmaz. Hiçbir şey onun emrinden dışarı hareket edemez. İki yüz bin defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen o ufacık mikrop denilen canlıyı yaratıp, göklerde uçan akıllara gayret verecek derecede makineler icad eden insan iyi

Zira Hazreti Allah bizleri ancak kendisini bilsinler ve emrolundukları kulluk vazifesini yapsınlar diye yaratmıştır. Hazret-i Allah’ı bilmek de öyle lâf ile olmaz. Ancak Onun gönderdiği peygamberin yolunda gitmek ve sünnet-i seniyesine lâyıkı veçhile uymakla ve Kur’an’dan katiyyen ve zerre miktarı dahi olsa ayrılmamakla mümkündür. Bu da ilme veya ilim sahibi, ameli yerinde, kâmil ve olgun zatların meclislerine devam, sohbetlerini ve nasihatlerini
