- Katılım
- 28 Mart 2011
- Mesajlar
- 2,123
- Tepkime puanı
- 26
Allah insanı niçin yaratmıştır?
-Bismillahirrahmanirrrahim-
Ve ma halaktül cinne vel inse illa liyabüdun...
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Kur’an-ı Kerim, Zariyat Suresi, 51:56
Ayetin Ledünni tefsiri:
Mutasavvıfin-i kiram hazeratı ile zahir ehli ulemasının bu ayeti anlayışları arasında, büyük fark vardır.
Tefsirciler sultanı İbn-i Abbas Hazretleri, “liyabidün”u “liyarifün” şeklinde tercüme etmekle, ayetin batın anlamını ifşa etmişlerdir. Bu durumda çıkan yüce anlam, “biz insanı bizi bilsin diye yarattık,” olmaktadır.
Buna böylece işaret ettikten sonra, ledün deryasının eşsiz dalgıcı, tevhid akidesinin eşsiz kaşifi, Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabi Hazretlerinin Fütuhatü’l Mekkiye’sinin 664. babına bir bakalım.
Allahu Zülcelal, bütün alemleri birtakım sebeplerle birbirine bağladı. Bizimle kendi zatı arasında bir ilişki ve bir rabıta yarattı. İlahi esmasını üzerimize tecelli buyurdu. Herbirini, tecelliyatının gereği ile amel ettirdi.
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım,” (Ve küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe) buyurdu. Arif bir şair, bu sırra işaretle şöyle buyurmaktadır:
Küntü kenz esrarını saçtın cihan pazarına,
Herbiri göründü bir suretle ki, manası biziz.
Allah, Küntü kenzen mahfiyyen hadis-i kudsi’sinde, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Muhabbetimden halkı yarattım,” buyuruyor. Böylece, zatının bilinmesine, bizi vasıta kıldı. Bizi bilinmekliğinin şerefi ile şereflendirdiği için ve zatına benzer hiçbir varlık yaratmadığı için, insanları da varlıklara benzetmeyerek, onlara bir şeref daha verdi.
Yaradılışın kemali, hem bizimle, hem de Allah’ın Esmaül Hüsna’sı iledir. Ancak, O, nefsi itibariyle kamil ve zatı itibariyle mükemmeldir. Tekamül etmek için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’na muhtaçtır. Bütün alemleri icad ederek bize tarif etti ve bu suretle bize kendisini bildirdi. Aşağıdaki beyit, bu gerçeklerin şiir dilindeki ifadesidir:
Himmetin bu ola kim daim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki alemde sevap.
Yani, gayretin daima, Hak Teala’yı anlamaya yönelik olmalıdır. Zira Hak Teala’nın katında hiçbir sevap, onun mukaddes zatını bilmek kadar yüce olamaz.
Gene Fütuhatü’l Mekkiye’nin 271. babında, Muhyiddin Arabi Hazretleri şöyle diyor: “Aralarında ilişki olmayan insanlar bile, birbirleriyle dostluk, arkadaşlık edemezler. Çünkü dostluk, ahbaplık, insan için birleşme noktası ve aralarındaki bağdır. Halik ile insan arasındaki dostluğun bağı ise, Halik’in insanı, kendi sureti üzerine halk etmiş (yaratmış) olmasıdır. Ancak gene bu bağ dolayısıyladır ki, yalnız insan uluhiyet davasında bulunmuştur.
Firavun, “Ben sizin en büyük Rabbinizim,” (Naziat, 79:24)demiştir.
Hiçbir yaratığa nasib olmayan İlahi Esma ve alemin yaratılışının esas kaynağı olan Hayat, Kudret ve İrade ile, ancak insan nitelenebiliyor. Bu şekilde gerçekleşen dostluk nedeniyle, insanla yaratıcısı arasında karşılıklı muhabbetler, rabıtalar ortaya çıkıyor. Uluhiyetten (ilahlık) arınmış olan ubudiyet (kulluk) ancak insanda, kulluk kokusu olmayan Rububiyet (Rab’lık)ancak Allah’da bulunduğundan, her iki taraf da kendilerinde, aralarındaki bağı ve dostluğu toplamışlardır. “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı,” (innallahe halake Ademe ala suretihi) manası, buradan kaynaklanmaktadır.
Aşağıdaki beyit, bu sırrı benzerlerinden daha açık bir şekilde dile getirmektedir:
Nefha-i Ruhü’l Kudüs’tür, suret-i insanı gör,
Hakk’ı isbat eyleyen ol hüccet-i bürhanı gör.
Cidden öyledir: Hak Celle Celaluhu’yu isbat eden en açık hüccet (delil), İnsan-ı Kamil’in sureti ve pak vechidir. Yine aşağıdaki şiirde bu konu, başka bir açıdan dile getirilmektedir: Ehlullah için, yani Hak Celle Celaluhu’nun eksiksizliğine mazhar olan yüce veliler için, en korkulacak yol kesici, bu cihan halkı ile dostluk ve ahbaplıktır.
Kaç hücumu cin ve insandan, mekanın halvet et,
Ki ehl-i halvet dostudur hemen Perverdigar (Yaradan, Rızıklandırıcı)
Anlamı şudur: Hak Celle Celaluhu’nun kendi suretinde yarattığı Adem’den kasıt, bu cansız suret olan avam halkı değildir. Zira, “Her cansız surete denilmez Adem” ledünni sırrı, bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır. Seyr-i süluk erbabı, insanlardan, yani bu cihan halkı olan avamdan, cin ve periden kaçar gibi kaçmalıdır.
Yüce Mevla Celle Celaluhu, halvet erbabının arkadaşıdır.
Adem ve Alem (Hacı Ahmet Kayhan)
-Bismillahirrahmanirrrahim-
Ve ma halaktül cinne vel inse illa liyabüdun...
“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
Kur’an-ı Kerim, Zariyat Suresi, 51:56
Ayetin Ledünni tefsiri:
Mutasavvıfin-i kiram hazeratı ile zahir ehli ulemasının bu ayeti anlayışları arasında, büyük fark vardır.
Tefsirciler sultanı İbn-i Abbas Hazretleri, “liyabidün”u “liyarifün” şeklinde tercüme etmekle, ayetin batın anlamını ifşa etmişlerdir. Bu durumda çıkan yüce anlam, “biz insanı bizi bilsin diye yarattık,” olmaktadır.
Buna böylece işaret ettikten sonra, ledün deryasının eşsiz dalgıcı, tevhid akidesinin eşsiz kaşifi, Şeyhü’l Ekber Muhyiddin Arabi Hazretlerinin Fütuhatü’l Mekkiye’sinin 664. babına bir bakalım.
Allahu Zülcelal, bütün alemleri birtakım sebeplerle birbirine bağladı. Bizimle kendi zatı arasında bir ilişki ve bir rabıta yarattı. İlahi esmasını üzerimize tecelli buyurdu. Herbirini, tecelliyatının gereği ile amel ettirdi.
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim. Sevdim ve bütün cevherlerimi bu alemlere saçtım,” (Ve küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en urefe) buyurdu. Arif bir şair, bu sırra işaretle şöyle buyurmaktadır:
Küntü kenz esrarını saçtın cihan pazarına,
Herbiri göründü bir suretle ki, manası biziz.
Allah, Küntü kenzen mahfiyyen hadis-i kudsi’sinde, “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murad ettim. Muhabbetimden halkı yarattım,” buyuruyor. Böylece, zatının bilinmesine, bizi vasıta kıldı. Bizi bilinmekliğinin şerefi ile şereflendirdiği için ve zatına benzer hiçbir varlık yaratmadığı için, insanları da varlıklara benzetmeyerek, onlara bir şeref daha verdi.
Yaradılışın kemali, hem bizimle, hem de Allah’ın Esmaül Hüsna’sı iledir. Ancak, O, nefsi itibariyle kamil ve zatı itibariyle mükemmeldir. Tekamül etmek için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Her şey O’na muhtaçtır. Bütün alemleri icad ederek bize tarif etti ve bu suretle bize kendisini bildirdi. Aşağıdaki beyit, bu gerçeklerin şiir dilindeki ifadesidir:
Himmetin bu ola kim daim Hakk’ı anlayasın,
Hakk’ı bilmekten yeğ olmaz iki alemde sevap.
Yani, gayretin daima, Hak Teala’yı anlamaya yönelik olmalıdır. Zira Hak Teala’nın katında hiçbir sevap, onun mukaddes zatını bilmek kadar yüce olamaz.
Gene Fütuhatü’l Mekkiye’nin 271. babında, Muhyiddin Arabi Hazretleri şöyle diyor: “Aralarında ilişki olmayan insanlar bile, birbirleriyle dostluk, arkadaşlık edemezler. Çünkü dostluk, ahbaplık, insan için birleşme noktası ve aralarındaki bağdır. Halik ile insan arasındaki dostluğun bağı ise, Halik’in insanı, kendi sureti üzerine halk etmiş (yaratmış) olmasıdır. Ancak gene bu bağ dolayısıyladır ki, yalnız insan uluhiyet davasında bulunmuştur.
Firavun, “Ben sizin en büyük Rabbinizim,” (Naziat, 79:24)demiştir.
Hiçbir yaratığa nasib olmayan İlahi Esma ve alemin yaratılışının esas kaynağı olan Hayat, Kudret ve İrade ile, ancak insan nitelenebiliyor. Bu şekilde gerçekleşen dostluk nedeniyle, insanla yaratıcısı arasında karşılıklı muhabbetler, rabıtalar ortaya çıkıyor. Uluhiyetten (ilahlık) arınmış olan ubudiyet (kulluk) ancak insanda, kulluk kokusu olmayan Rububiyet (Rab’lık)ancak Allah’da bulunduğundan, her iki taraf da kendilerinde, aralarındaki bağı ve dostluğu toplamışlardır. “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı,” (innallahe halake Ademe ala suretihi) manası, buradan kaynaklanmaktadır.
Aşağıdaki beyit, bu sırrı benzerlerinden daha açık bir şekilde dile getirmektedir:
Nefha-i Ruhü’l Kudüs’tür, suret-i insanı gör,
Hakk’ı isbat eyleyen ol hüccet-i bürhanı gör.
Cidden öyledir: Hak Celle Celaluhu’yu isbat eden en açık hüccet (delil), İnsan-ı Kamil’in sureti ve pak vechidir. Yine aşağıdaki şiirde bu konu, başka bir açıdan dile getirilmektedir: Ehlullah için, yani Hak Celle Celaluhu’nun eksiksizliğine mazhar olan yüce veliler için, en korkulacak yol kesici, bu cihan halkı ile dostluk ve ahbaplıktır.
Kaç hücumu cin ve insandan, mekanın halvet et,
Ki ehl-i halvet dostudur hemen Perverdigar (Yaradan, Rızıklandırıcı)
Anlamı şudur: Hak Celle Celaluhu’nun kendi suretinde yarattığı Adem’den kasıt, bu cansız suret olan avam halkı değildir. Zira, “Her cansız surete denilmez Adem” ledünni sırrı, bir an bile akıldan çıkarılmamalıdır. Seyr-i süluk erbabı, insanlardan, yani bu cihan halkı olan avamdan, cin ve periden kaçar gibi kaçmalıdır.
Yüce Mevla Celle Celaluhu, halvet erbabının arkadaşıdır.
Adem ve Alem (Hacı Ahmet Kayhan)