Ahirette insanlar kaç yaşında olacaklar

eMeKLi uYuSS

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
18 Haziran 2011
Mesajlar
420
Tepkime puanı
5
Yaş
38
Ahirette insanlar birbirini tanıyacak mı ahirette insanlar kaç yaşında olacak mahşerde insan kaç yaşında olacak mahşerde birbirmizi tanıyacakmıyız İnsanlar öldükten sonra ne olacaklar
Soru
insanlar mahşerde allahın huzurunda toplandıkları zaman öldükleri andaki halleriyle mi yoksa belli bir yaştaki halleriylemi çıkacaklar. Ve insanlar mahşerde birbirirlerini tanıyacaklar mı?


Değerli kardeşimiz;

Cevap 1:
Bazı rivayetlerde insanın ahirette 33 yaşında olacağı bildirilmiştir. Ancak bu yaş ifadesi dünyanın yaşına göre değildir. Yani, nasıl bu dünyada insan en mükemmel yaş olarak bu dönemde bulunur. Onun gibi insan cennette, olması gereken en mükemmel durumda bulunacak demektir. Yoksa oraları buralarla değerlendirmek değildir.

İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse de öyle dirilir. Bu nedenle insanların dünyada işledikleri günahlara göre dirileceğini bildiren rivayetler vardır. Herkes kim olduğunu bilecek ancak günahının durumuna göre farklı olacaktır.

Nasıl ki birbirine benzeyen tohumlar toprağa atıldığı zaman toprağın üzerinde şekli,tadı ve görüntüsü farklı olduğu gibi, haşirde insanların yeniden dirilmesi de bunun gibi olacaktır. Kimisi fevkalade mükemmel ve güzel iken kimisi de son derece kötü olacaktır.

Cevap 2:

Rasulullah (sav) Efendimiz: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.” ( Ebu Davud, Edeb 69) buyurarak her insanın kendi ismiyle, resmiyle ve özellikleriyle dirileceğini bildiriyor. Bu nedenle cennete giden aile vaya dostlar her zaman beraber olacaklar ve asla ayrılık olmayacaktır. Peygamber efendimiz bir diğer hadislerinde "Kişi sevdiğiyle beraber olacaktır" demiştir. Cehenneme gidenlerin bazıları hücre hapsinde olacağı için arkadaşlarını göremeyebilir.
İnşallah bu dünyada arzu ettiğimiz her şeyin en mükemmelini cennete layık olacak şekilde orada bulacağız.

Ruhların bir sandığa kilitlenmesi diye bir durum söz konusu değildir. Bazı mübarek insanlar ölmüş insan ruhlarıyla konuşabilirler. Ancak ruhlarla konuşuyoruz diyen bazı insanların cinlerle konuştuğu bilinmektedir. Bu nedenle ruhlarla konuşuyorum diyen herkese inanmayınız.

Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek te inanıyoruz ki, elektrik hala mevcuttur. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah Ruh’a münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir aleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz, “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yada Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

İmanlı bir insan iyileşmeyen bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit diyoruz. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz, “Şehit ölüm acısını hissetmez.” buyurur.

Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir. Diğeri ise rüya olduğunun farkında değil. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüya olduğunu bilmeyen. Rüya olduğunu bilen, şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.
İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza pek çok insana yardım bile etmiştir, ve halada yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar. Yeter ki bizler Allah’a gerçek kul olalım.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamberine uymak ve iman ile ölmektir.


Dirilişi anlatan şu yazıyı da okumanızı rica ederiz.

Ba’s, öldükten sonra tekrar diriliş. Berzah yani kabir âleminden haşir meydanına çıkış. Ba’s, bir başka doğumun adı. Kabir âlemindeki ruhların bir anda ceset giyerek âhiret âlemine doğuşları, haşir meydanına çıkışları.

Bakara sûresi’nde, insanoğluna, bir ilâhî sual ve tabiri caizse bir rabbanî sitem var:“siz Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz bir zamanlar ölüler idiniz de sizi o diriltti. Sonra sizi öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve en sonunda o’na döndürüleceksiniz.” (bakara, 28)

Biz, hepimiz, bütün bir beşeriyet bir ölü devre yaşadık. Bu devre, âdem babamızın “balçık” devresiydi. Topraktan süzülen bir sülaleye, kim bilir belki de bir ilâhî programa veya bir genetik yapıya, cenâb-ı hakk’ın ruh vermesiyle ortaya çıkan bir diriliş, meleklerin nazarına sunuluyordu. Cansız toprak canlanmıştı.

Bu hâdise, daha sonraki insanlarda bir kademe perdeli olarak sergilendi. Önce cansız elementlerden yarı canlı dediğimiz bitkiler, yaratıldı. Daha sonra hayvanlar ve en sonunda insanlar. Böylece cansızlar cana kavuşuyor ve insan ortaya çıkmış oluyordu.
Bir sebzeyi yiyen insanda, bir süre sonra beyaz kan dediğimiz insan tohumu teşekkül ediyor, ölüler diriliyordu...
Anne karnında dört ay yarı canlı olarak büyüyen ve bir bakıma ölü hükmünde olan insan bedeni, âdem babamıza ruh verilmesinin bir başka misaline sahne oluyor ve o rahim karanlığında ruha kavuşuyor, hayatla aydınlanıyordu...

Ana rahminde ölülere hayat vermenin bir numunesini böylece sergileyen ilâhî kudret ve hikmet, ötede, yâni annenin dış âleminde bir başka dirilişi gözler önüne seriyordu. Ölü musluklar açılıyor ve memelerden süt akmaya başlıyordu. Böyle nice diriliş cilveleriyle yaratılan, doğan, emen, büyüyen insanoğlu, belli bir yaşa gelince imtihan sırrı olarak, şeytanın hücumuna hedef oluyor ve kalbine diriliş hakkında şüpheler atılıyordu: “insan öldükten sonra nasıl dirilecekmiş”, diye...

Bu ve benzeri bütün şüphelerin cevapları, kur’an-ı kerim’de insana öğretiliyor ve insan, kur’an’a tâbi olmakla şeytana uymak arasında bir imtihan geçiriyordu.

Meryem sûresi 66-67. Âyetler: “insan der ki: ben öldüğüm zaman mı tekrar diri olarak çıkarılacağım? İnsan hiç düşünmez mi ki, kendisi önceden hiçbir şey değilken biz yarattık onu.”

İki asır sonra gelecek insanları düşünelim. Onlar, şu anda hiçbir şey değiller. Ne anneleri var ortada, ne babaları, ne de onların yeyip beslenecekleri gıdalar... Bunların tümü yokken var edilecek ve o varların eliyle bir yok varlığa itilecek... Sözünü ettiğimiz o insan, yokken yaratıldığı halde, yeniden yokluğu tattığında tekrar dirilmeyeceğini nasıl iddia edebilir? Âyet-i kerime bizi bu inceliği düşünmeye davet ediyor ve ba’si inkâr edenleri vicdanlarıyla ve akıllarıyla baş başa bırakıyor.

Etrafımızı saran ve her biri bir yönüyle Allah’ın varlığını gösterdiği gibi, diğer cihetiyle de ahirete işaret eden varlıklar âleminden sadece üç tanesini şöyle bir düşünelim: Nutfe, çekirdek ve yumurta. Birincisinin kâinatla olan münasebetine rahim vasıta olmuş. Bu âlemin mahsûlleri annenin midesine akıyor, oradan da nutfenin imdadına koşuyor.

Yumurtada böyle bir alışveriş yok. O, âlemden alacağını âdetâ depo etmiş. Kuş olup uçmak için tek arzusu, belli bir süre ve belli seviyede ısı. Çekirdekte ise durum daha farklı. O, bu âlemin bir parçası olan toprağa, doğrudan bırakıyor kendini. Kâinatla alışverişini böylece yapıyor.

Bu ibret tablosunda çok hikmetler okunabilir ve çok hakikatlere bakılabilir. İnsan, yaratılma denince sadece baba sulbünden ana rahmine geçmeyi ve orada dokuz ay terakki ettikten sonra dünya yüzüne çıkmayı anlıyor. Ve kendisine âhirette yeniden ve bir anda yaratılacağı haber verildiğinde, bu hakikati dar zihnine sığdıramıyor. Halbuki, nutfe, yumurta, çekirdek üçlüsüne bir bakabilse, bu dünyada bu farklı kanunları koyanın, mahşerde bir dördüncü tip yaratmayı da sergileyebileceğini hiç de akıldan uzak görmez.
Resulûllah efendimizin (a.s.m.) Beş şeye taaccüp ettiğini, yâni insanoğlunun beş şeyini hayretle karşıladığını ifade buyurduğu meşhur bir hadis-i şerifleri var. Bu beş şeyden birisini de şöyle ifade buyuruyor: “şuna da taaccüp olunur ki, her gün, her gece ölüp dirilip dururken ba’si ve nüşuru inkâr eder.”

Gerçekten uyku bir nevi ölüm. Ayaklarımız yatakta uzanıyor ama yürüyemiyor. Kulaklarımız açık ama bize bir şey duyuramıyor. Rüya âlemiyle başka âlemlerle alâka kuruyoruz. Kabre, ahirete gitmiş gibi, o beldeleri gezip dolaşıyoruz, orada tatlı sohbetler ediyor, hoş nameler işitiyoruz...

Bu uyku hâdisesini Allah yaratıyor. Beşerin buna takati yetmez. His âlemimizi bu âlemden çekip bizi başka diyarlarda o gezdiriyor. Bunları kendi irademizle yapamayız. Uyanma bir başka harika. Onun da yaratıcısı Allah. Bizi o gaybi âlemlerden çekip, yeniden bu dünyanın işlerine, onun seslerine, onun renklerine o döndürüyor.

Günler böylece gelip geçiyor. İnsanoğlu her gün ölüp ertesi gün dirilmekle ömrünün günleri sayısınca, ölümün ve dirilişin numunelerini yaşıyor. Evet yaşıyor. Görmekten, bilmekten çok öte, bizzat yaşıyor.

İşte bu insanın, yeniden dirilmeyi, mahşere çıkmayı, hesap vermeyi inkâr etmesini, resulûllah efendimiz (a.s.m.) Hayretle karşılıyorlar. Şeytanın diriliş hakkındaki vesveselerinden uzak kalmak istiyorsak nefsimize şu mesajı sık sık tekrarlamalıyız: “sen bu dünya hayatında Allah’ın misafirisin. Seni bu arz beşiğinde o besleyip büyütüyor. Gözünde uykuyu o yaratıyor. Ve seni iraden dışında yine o uyandırıyor. Uyumaya ve uyanmaya gücü yetmeyen sen, ölümden, dirilmeden söz ediyorsun. Seni uyutan öldürecek ve uyandıran diriltecek.
Dün bu dünya sahifesinde başka varlıklar yazılmış, yaratılmıştı. Onlar göçüp gittiler, sen yazıldın. Şimdi silinme sırası sende. Seni dünya yüzünden ölüm kanunu ile sildiğinde, o’nun iradesine karşı koyamadığın halde, öldükten sonra mı o’nun diriltmesine karşı çıkacaksın?”

İnsanın her gün yaşadığı bu ölüp dirilme hâdisesini arz küremiz de her yıl yaşıyor. Bu büyük hâdiseyi kur’an-ı kerim şöylece nazarımıza veriyor: “ölüden diriyi, diriden ölüyü o çıkarıyor. Yeryüzünü ölümden sonra o canlandırıyor. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (rum, 19)Kışın ölen ve üzeri karlarla kaplanan yeryüzü, bahar mevsiminde, milyarlarca yaprak, çiçek ve meyvenin canlanmasına sahne oluyor. Bu bir mevsim meselesidir. Mevsimi gelmeden bir tek çiçeğe hayat verilmezken, bahar kanunuyla bütün çiçekler birden yaratılıyor, hayatlanıyor, haşir olunuyorlar...

Önümüzde bütün beşeriyetin ilk kez göreceği bir yeni mevsim, bir başka bahar var: ba’s ve haşir. O gün bütün insanlık âlemi mahşer meydanına birlikte çıkarılacaklar...
Ya gül veya diken olarak...
Cennet veya cehenneme gönderilmek üzere...


Prof. Dr. Alaaddin Başar
 
Üst Alt