Adayabilmek… En Sevdiğini!

tecelli

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
21 Aralık 2013
Mesajlar
28
Tepkime puanı
0
<CUFON class="cufon cufon-canvas" style="HEIGHT: 25px; WIDTH: 142px" alt="Adayabilmek… "><CUFONTEXT></CUFONTEXT></CUFON><CUFON class="cufon cufon-canvas" style="HEIGHT: 25px; WIDTH: 35px" alt="En "><CUFONTEXT>Başkasının derdiyle dertlenen, uykuları kaçan evladının saçlarını şefkatle okşarken “Başkasından sana ne yavrum, başın belaya girer. Sana bir şey olursa ben ne yaparım” diyen; iyiliği emretmek, düşene yardım etmek, acımak, merhamet etmek gibi güzel davranışlardan uzak tutmaya çalışan bir anne, evladını neye adamıştır acaba?

Adanmak… Tıpkı Meryem gibi… Daha doğmadan ve adanmışlığından habersiz… Kendini karnında taşıyanın yeminine boynunu bükmüşçesine doğmak… Teslim olmak adayan gibi… Nedenlere, niçinlere sarılmadan… Boğazına takılan hıçkırıklara aldırmadan… Sorgusuz sualsiz, anne sıcaklığına muhtaç iken adanmışlığa yürümek… Meryem gibi…

Adanmak… Bazen İsmail (AS) gibi… Kaçıp saklanmadan “Baba, gördüğün bir düşten ibarettir” demeden… “Emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın” (Saffat: 102) diyebilmek… Babanın teslimiyetine sabır yüklemek… İblisin tüm çabaları beyhude… Adayan baba gibi adananda da aynı teslimiyet…

Adanmak, hep Meryem’i ve İsmail’i getirir akla. Onların adanmışlığı, Rableri katında makamlarının yükselişiydi aynı zamanda. Babasız bir peygambere anne olmak ve birçok Peygamberin soyu olmak… Allah böyle kabul ediyordu, Hanne ile İbrahim (AS)’in adaklarını. Adayanın adağı O Yüce Zatın kudretiyle büyüyüp dal budak salıyordu o günden ta kıyamete dek. Kolay değil anne-babanın kendi öz evladını adayabilmesi. Elbette mükâfatı da büyük olmalıydı.

Adamak farklıdır, adanmak ise daha da farklı… Kendi canından bir parçayı, O’nun rızasını gaye edinerek, gönülde büyütüp sonra gözden çıkarmak… Ve adadığını adanmışlığa razı etmek… Uğraşmadan… “Rabbime söz verdim” ya da “Rabbim emretti” demekle sadece…

Her insanın adadığı bir şeyleri vardır mutlaka. Ya kendini adar insan, ya eşini, ya evladını ya da malını.

Allah’a adamayan başka şeylere adar. Çocuğunun okuyup dünyada makam mevki sahibi olmasını isteyen ebeveynler de adamıştır. En sevdiklerini, dünyalık istek ve arzularına… Ya da kendini adamıştır çoğu insan, gerçekleşmesini istediği dünyalık hayal ve amacına. Ama adar mutlaka. Dünya hayatı belki de bunu gerektiriyor. Adamalı insan ille de en sevdiklerini.

Adamak vardır hani, en sevdiğini En Sevgili olana… Yüce Yaratana feda edebilmek... O’nun yoluna sunabilmek vardır.

Evet, İbrahim gibi bıçak tutamayabiliriz evladımızın boynuna. Ama adayabiliriz Hanne gibi, en sevdiğimiz evladımızın nazenin ömürlerini Allah’a, Allah’ın kutlu yoluna.

Bazı kimseler için inanılması zor bir hikâyeden öteye geçmeyen bu hakikatler, kendilerinden sonraki zamanlara büyük bir ders vermektedir. Evladını adayabilmek, güçlü bir iman ve beraberinde tam bir teslimiyet gerektirir. Zordur. Zor olmasaydı sayısı milyonları aşardı adayanların. Malı, canı gerçek sahibine gönül rızasıyla şek ve şüpheye düşmeden iade edebilmek… Bunu yaparken iblisin, göğüslerin içinde bulunana vesvese yerleştirmeye çalışması, çıldırmışçasına çabalaması… Ama yine de adayabilmek ciğerparesini…

Evet, insanoğluna verilmiş cüzi bir irade ile kul Rabbinden ister, istediğine kavuşmak için çaba sarf eder. Alın teri döker. Hayaline belki yakın belki uzak bir tarihte kavuştuğunda bunu Rabbinden değil de kendinden bilmesi; asıl sorunu meydana getirir. Malın ve evladın gerçek sahibi olarak kendini görmek… Ya da elde edilen başarının…

İnsan yeryüzünde var olan tüm mahlûklar arasında en değerli kılınmış varlıktır. O yüzdendir ki Allah’ın halifesi olarak yeryüzüne yerleşmiştir. Sırat-ı müstakim yolunu seçtiğinde ala-yı iliyyine çıkar. Meleklerden bile daha yüksek dereceler verilir kendisine. Rabbi kendisini sever ve sevdirir aynı zamanda. Lakin bunun tersi bir durum olursa kişi esfel-i safilindedir. Yani tüm mahlûkların en aşağısında…

Ebeveynin evladını adayabilmesi, buna kendisini hazırlayabilmesi ne kadar zor ve zahmetli ise çocuğa adanmışlığı aşılamak da bir o kadar zor ve zahmetlidir. Hz. Meryem’in adanmışlığı Hanne’nin gebeliğinden başlamaktadır. Ve uzun yıllar geçmeden Hanne, Allah’a vermiş olduğu ahde vefa gösterip daha çok küçük olan Hz. Meryem’i mabede adamıştır. Bu noktada Hanne’nin şahsına imrenen nice nice annelerin varlığından eminim. Lakin burada dikkat edilmesi gereken bir başka mesele, Hz. Meryem’in o küçük yaşına rağmen annesinin verdiği ahde sadakatle, teslimiyetle boyun eğmesidir.

Allah’a verdiği sözü yerine getirmenin zamanı gelince Hanne, az da olsa tereddüt etseydi, Meryem’in annesinden ayrılması zor, belki de imkânsız olacaktı. “Rabbim karnımdakini Sana adadım” (Al-i İmran: 35) dediği günden pişmanlık duysaydı, Meryem Rabbine adanabilir miydi?

O günün şartlarıyla küçük bir kızın mabede yerleşmesi kabul edilir değildi. Buna rağmen Meryem, annesi gibi kararlı ve tam bir teslimiyet içinde… Adanmışlığa attığı ilk adımda karşılaştığı zorluklara aldırmadan boyun eğiyor, “Ben buralarda kalamam, bana zulmederler” düşüncesine kapılmıyor ve Rabbinin ikramlarına mazhar oluyor. Eğitilmiştir zira Meryem, daha anne karnında iken… Hanne’nin verdiği sözü duyup teslimiyetini hissetmiştir ve asla ahde vefasızlık edilmeyeceğini daha doğmadan anlamıştır annesinden. Doğarken de Hanne, onun sıcaklığını hissedip pişmanlık duymamıştır ve Meryem’in damarlarındaki kana karışmıştır adeta adanmışlık.

Bazı rivayetler Hz. Meryem’in o sırada iki, bazı rivayetler dört yaşında olduğunu haber vermektedir. Dört yaşında çocuğu olmayan kaç anne var ki? Evladı dört yaş evresini geçirmeyen? Ve kaç anne var acaba dört yaşında evladını Allah’a adayabilen ve adanmışlığı çocuğuna anlatabilen?

Başkasının derdiyle dertlenen, uykuları kaçan evladının saçlarını şefkatle okşarken “Başkasından sana ne yavrum, başın belaya girer. Sana bir şey olursa ben ne yaparım” diyen; iyiliği emretmek, düşene yardım etmek, acımak, merhamet etmek gibi güzel davranışlardan uzak tutmaya çalışan bir anne, evladını neye adamıştır acaba?

Bu noktada kendimize sormamız gerekir!

Biz neyimizi adayabildik veya ne kadar adandık? Bizi adayan olmadı belki, ama kendimizde adayabileceğimiz bir şeyimiz olmadı mı? Adadık ise ahiret yurduna dair hiçbir kârı olmayan boş ve malayani şeylere mi adadık, yoksa Allah’a mı? Evladımızı Rabbimizin yoluna adayabilsek Meryem ya da İsmail (AS)’in teslimiyetini görebilir miyiz?

Ey Rabbimiz! Her birimize Hanne gibi verdiği söze sadık olmayı, teslimiyeti ile adanmışlığa yürüyen Meryemler yetiştirmeyi nasip eyle… (Âmin)

Reyhan Çelebi / Nisanur Dergisi - Ekim 2013 (23. Sayı)
 
Üst Alt