Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim Tefsiri
27 - Neml Suresi Tefsiri
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 27962" data-attributes="member: 3"><p style="text-align: center"><strong>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">27-NEML: </span>[/FONT]</strong></p> <p style="text-align: center"></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px"></span></p><p><span style="font-size: 10px">1-2- "Bunlardan ne kastettiğini Allah daha iyi bilir." Tâsîn Sûresi mutlak bir ilâhî sırdır. İşte bunlar, işittiğin bu esrarengiz harfler sana âyetleridir, o Kur'ân'ın. O Emin Ruh ile kalbine indirilen Kur'ân'ın ve belagatlı, apaçık bir kitabın. Kur'ân'dan bu sûre, başlı başına apaçık bir kitaptır. Önceki sûrenin sonunda geçtiği üzere, zalimlerin yuvarlanacağı inkılabın nasıl ve ne şekilde olacağını açık bir şekilde anlatacaktır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">3- Bir hidayet, güzel bir yol göstericilik ve irşad ve müjde olmak üzere o müminlere, o sana tabi olan, senin izinde giden müminlere ki namaza devam ederler ve zekatı verirler. Demek ki bu uyarma ve müjdeye layık olabilmek için, imandan sonra en azından bu iki özellik de şarttır. Gerek fert ve gerekse toplum için namaz, dinin direği, zekat da köprüsü olduğundan namazı ve zekatı yerine getirmeyenler bu müjdeyi kaybetmiş olurlar. Bunun için Hz. Ebu Bekri's- Sıddîk bunları yerine getirmeyenlere harb ilan etti. Ve o ahirete ancak bunlar kesinkes inanırlar. İman ettikleri gibi, bu konuda tam mânâsıyla da muvaffak olurlar. O inkılab günü bunlar isteklerine kavuşurlar. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">4-Bu müjde niçin sadece bunlara has denilirse çünkü ahirete iman etmeyenlerin amellerini kendilerine süslemişizdir, güzel göstermişizdir de onların kalpleri kör olmuştur, Görmezler, duygusuzdurlar. Onun için irşad kabul etmezler. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">5- İşte bunlar, bu, ahirete inanmayan kör kalpliler o kötü azab kendilerine aid olan kimselerdir. Kalp körlüğü, o ahirete imansızlık aslında en büyük rûhî felaket olduğu gibi, bunlar ahiretten önce dünyadaki inkılablarının pek kötü bir şekilde acısını da çekerler. Ahirette ise bunlar daha çok ziyana uğrayacaklardandır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">6-Müminlerin ve kâfirlerin böylece durumları anlatıldıktan sonra, peygamberin haline geçilerek şöyle buyuruluyor: Ve muhakkak ki sen şüphesiz bu Kur'ân'a, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından erdiriliyorsun. Sözlerini Emin Ruh aracılığı ile indiriyor ise de, ondaki gizli ilâhî bilgiler, hikmetler ve ilâhî sırları sana aldıran ve anlatan doğrudan doğruya yüce Allah'tır. Bunun bir örneğini anlatmak için önceki sûrede Musa olayında geçen "Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı" (Şuarâ, 26/21) âyetinin mânâsı açıklanarak buyuruluyor ki: </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">7- Hani bir vakit Musa, ailesine demişti; ailesiyle Medyen'den çıkıp giderken Tuvâ vâdisinde soğuk ve karanlık bir gecede yolu şaşırmış, çakmak çakmış ve fakat taşı çakmamış, böyle her imkanın kesildiği tam bir çaresizlik anında Tûr yönünden kendisine bir ateş görünmüştü, o vakit demişti ki, ben gerçekten bir ateş hissettim. Herhalde size ondan bir haber getirecceğim, yahut bir kor ateş parçası alıp geleceğim, belki bir ocak yakar ısınırsınız. Demek ki, bütün ihtiyaç bu ikinin birinde toplanıyordu: Yoldan bir haber almak veya bir ocak yakmak. Haber ahirete ait, ocak yakıp ısınmak dünyaya ait bir gaye olduğu için olmalı ki, haber getirmeyi önce söylemiştir.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">8-Dikkat edilirse bu veciz ifadeden tefsir ve açıklamaya sığmayacak pek derin ilhamlar duyulur. Sana, demeyip size, demesi ailesinden yalnız bir kişi kastedilmediğini anlatır. Bu his üzerine ne zaman ki o ateşe vardı seslenildi ki haberin olsun mübarek kılındı bu ateşteki kimse ve çevresindeki. Yani bu ateşin bulunduğu yer "O mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından (oradaki) ağaç tarafından..." (Kasas, 28/30) ifadesine göre mübarek bir yerdir. Bu yerde bulunan ve bu ateşin etrafında dolaşan kimseler berekete nail olmuşlardır. Bu bakımdan sen de bu ateşe geldin mübarek oldun. Kadı Beydâvî gibi müfessirlerin kabul ettikleri bu tefsire göre bu ateşi hisseden yalnız Musa değildir. "Bu ateşteki ve etrafındaki kimseler" geneldir. Musa bu topluluğun bir ferdi olduğundan mübarek kılınmıştır. Fakat bazı müfessirlerin bu ateşe gelen Musa olduğundan "Ateşteki kimse" Musa'dır, demişlerdir. (Kasas, 28/29. âyetin tefsirine de bkz.) Âlemlerin Rabbi olan Allah eksikliklerden münezzehtir. Nidanın tamamlanmasından olan bu tesbih ve tenzih olayın büyüklüğüne hayret ettirmekle beraber, benzetme yanılgısına düşürmemek içindir.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">9- Ya Musa, gerçekte O; nida eden benim, yani mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">10- Hem asânı bırak; yani burada bulunan başka bir şeye dayanmamalıdır. "Nûn" harfinin şeddesi ile "cânn" hafif ve süratli yılan, yani bırakınca o asâyı sanki çevik bir yılanmış gibi kıvrılıyor gördü, görünce arkasını dönerek kaçtı ve geri bakmadı, korktu. Ya Musa korkma! Zira Resul olanlar benim huzurumda korkmaz, yani ben şimdi sana peygamberlik veriyorum, peygamber gönderilmek üzere vahiy ve direktif alıyorsun. Peygamberlere böyle vahyedildiği sırada korkmak yaraşmaz, ruhları tamamen melekler âlemine çekilmiş ve yüce Rabb'ın huzurunda buyrukları almaya dalarlar da, ondan korku hatırlarına bile gelmez. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Gerçi "Kullar içinde ancak âlimler, Allah'tan (gereği gibi) korkar" (Fâtır, 35/28) buyurulduğu ve peygamberlerin ise bilginlerin en bilgini olduğu için, onlarda Allah korkusu herkesten fazladır. Fakat Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacakları gibi, huzurda bulundukları buluşma yerinde bütün korku hissi dahi, Allah'tan başka her şey gibi silinip yalnız kavuşma zevki kalır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">11- Fakat zulmeden başka, ufak veya büyük günah yapmış olan huzurda bulunmaktan korkar, çünkü sorumluluğu var. Zulmedip sonra kötülüğün arkasından bir güzelliğe değiştirmiş (tevbe etmiş) olan da bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim. Yani sen de bir günah işledim diye korkuyorsan, korkma, bağışlandın! </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">12-14- Bir de elini koynuna sok. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">CEYB: Aslında yakanın göğüs üzerindeki açık yeri demektir. Bizim "ceb" diye kullandığımıza dahi denilirse de tevil edilmiştir. Çıksın bembeyaz olarak, fakat kusursuz, yani beyazlanması bir hastalık ve bela neticesi değil yalnız bir âyet, bir mucize olmak üzere. Dokuz âyet, yani dokuz mucize arasında Firavun'a ve kavmine karşı, dokuz mucize: Âsa, Beyaz el, Sina dağı, Tûfan, Çekirge, Haşarat, Kurbağa, Kan, Felk, yani denizin yarılmasıdır. (A'râf, 7/107, 108, 133. âyetler ile diğer ilgili âyetlerin tefsirine bkz.) Sonra bak o bozguncuların sonu nice oldu? Yukarıda geçtiği ve Kasas Sûresi'nde geleceği üzere batırıldılar, lanetlenmiş oldular. İşte bu bozguncu zalimlerin uğradıkları kötü sonuç, bugünkü zalimlerin uğrayacağı akıbet için de örnek bir derstir. Zira Musa'ya öyle bir ateş hissettirerek her şeyden geçirip o sözünü söyleyen ve o mucizelerle peygamberlik verip Firavun ve kavmine gönderen o mutlak galip ve hikmet sahibi, âlemlerin Rabbi yüce Allah'ın ilâhî sırlarından veriliyor bu Kur'ân. Bu ilâhî sırlara ait ilim ve hikmetten diğer bir misal ile müminlere olan müjdelerden bir örnek de şudur: </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">15- Kur'ân'ın, her şeyi bilen ve hikmet sahibi Allah tarafından verildiğini açıklamak için bildirilen ikinci kıssa olup bozguncuların zulüm ve inkâr ile uğradıkları kötü sonuçlarına karşılık, iyilerin ilim ve erdemlikle erdikleri olağanüstü başarılara misal ve peygamberlerin mucizesi yanında velilerin kerametine bir numune gösteriyor. İçindeki şaşılacak şeylerin gerçekliğine özen göstermek için de özellikle and ile başlanmıştır. Yani ilâhî yüceliğime and olsun ki, Davud ve Süleyman'a bir ilim verdik . "Allah, ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti." (Bakara, 2/251) ifadesine göre, hükümet ve hükümdarlık ile bilinen ve seçilen Davud ve Süleyman (a.s)a verilen ilâhî nimetlerden öncelikle ve yalnız ilmin ifade olunması, ilmin yüceliği ve öneminin hepsinden yüksek olmasındandır. "İlmen" diye nekre (belirsiz) ifade edilmesi bunun olağanüstü bir ilim olduğuna işaret etmek içindir. Şehristânî'nin "Milel ve Nihâl" isimli eserinde açıkladığı üzere, tarihin bildirdiğine göre Anadoluda ve Yunanlılarda Felsefenin ortaya çıkışı Süleyman (a.s) zamanında parlayan ilim ve hikmetin tesirinden olmuştur.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">İkisi de dediler: Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun. Yani mülk ve devletle değil, üstünlük nimeti ile duygulanarak nimeti ifade ettiler ve ulaştıkları üstünlük nimetini, hükümet ve devleti Allah'tan bildiler ve bundan dolayı övgü ve saygı ile hamd ve senanın ancak onu veren Allah'ın hakkı ve hükmetme ve hükümdarlığın özellikle O'na ait olduğunu bilerek hareket ve şükrünü yerine getirmeye gayret ettiler. Bu da onlara verilen ilmin alâmetlerinden biri oluyordu. Firavun idaresine karşı iyilik ve fazilet sahibi bir idarenin ruhunu gösteren bu kelimesinin derin zevkini duyabilenler ne kadar mutludurlar. Yüce Allah, o zalim, inkârcı, mağrur, bozguncu Firavun idaresini batırdıktan sonra, Davud ve Süleyman'a verdiği ilim ile bu şekilde Allah'ı bilip hamd eden bir faziletli idare yetiştirmişti. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">16- Hem Süleyman, Davud'a varis oldu, onun yerine geçti. "Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar" hadis-i şerifine göre bu miras mal mirası değil, "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma" (Sâd, 38/26) buyurulduğu üzere, insanlar arasında hak ve adaletle hüküm yürütmek için yerine geçmek, yani bahsedilen ilim ve iyilikte, peygamberlik, hakimiyet ve siyasette yerini tutmaktır ki, bu yere Hz. Davud'un ondokuz oğlundan Süleyman (a.s) geçti. Ve, Allah'ın nimetini açıkça ifade ve bunu yaymakla kendilerine verilen mucizeleri kabul ve tasdik için halkı davet etmek üzere Ey insanlar! dedi. Bize mantık-ı tayr öğretildi, mantıkuttayr, yani kuş dili öğretildi. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">MANTIK: Aslında konuşma demektir. Bununla beraber konuşmanın çıkış yeri olan ruhî kuvvet mânâsında da terim olarak kullanılmıştır.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Bilinen nutk (konuşma) ise gönülde gizli olanı anlatmak için seslenilen ve çoğunluğu dil ile çıkarıldığından dil, lisan veya lügat da denilen tekil veya mürekkeb (bileşik) söz ve kelimelerdir. Ve "Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti" (Bakara, 2/31) âyetinin bildirdiğine göre insana has bir özelliktir. Konuşmada aklî deliller veya olağan deliller bulunabilirse de asıl olan kullanılışı itibariyle bir mânâya delalet etmesidir. (Konventionel) </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Onun için konuluş itibariyle delaleti bulunmayan, bir mânâ ifade etmeyen bir sesle tabiî ve aklî bir ilgi ile bir mânâ ifade edilecek olursa, ona gerçek mânâda konuşma denmez. Demek ki, konuşmanın hakikatinde biri cins, diğeri de fasıl (tür) olmak üzere iki açık özellik vardır. Biri söz (isterse düşünce halinde olsun), biri konuluş itibarıyla bir mânâ ifade etmesidir. Bundan dolayı bu ikiden yalnız birisi düşünülerek teşbih veya mecaz olarak konuşma denildiği de çoktur. Mesela, hiçbir ses çıkarılmaksızın yazı veya başka şeyler gibi özel işaretler koyarak bir şey anlatmak, gizli bir konuşmanın ifadesi olmak üzere mecaz olarak konuşma sayıldığı gibi. "Bu bizim kitabımızdır, sizin hakkınızda gerçeği söylüyor" (Casiye, 45/29) âyeti buna delildir. Konuluş itibariyle bir delaleti bulunmayan herhangi bir sesle seslenişe de; aklî ve doğal bir işareti bulunmak veya mutlak sessizliğin tersi bir ses olmak yönünden teşbih veya şekilde benzeme yoluyla konuşma denildiği de malumdur. Mesela güvercinin ötmesine udun çalmasına denilmiştir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Şu halde konuşma denilen kavramda en önemli taraf, bir mânâ ifade etmesi olduğundan, mânâsız olan sözler bir yana atılıp delaletin konulmuş olması kaydından vazgeçilir de, gerek konuluş itibariyle, gerek aklî ve gerek doğal herhangi bir işaretle bir mânâ ifade edebilen sesler düşünülürse konuşmanın insana has olmayan bir anlamı elde edilmiş olur ki, işte mantıkuttayr, kuş dilinde de düşünülecek mânâ budur. Bu sebepten kuşun çeşitli duyguları arasındaki münasebetleri idare eden özel duygu ve kabiliyeti, kuş dili ve duygularını ortaya koymak için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman "dık dık" diye tavukları çağırması da bir konuşma, bir dil demektir. Gerek kuşların, gerek diğer hayvanların böyle sesleriyle bir diğerine bir şeyler anlattıklarında şüphe yoktur. Fakat bu mânâda kuş dilini bir dereceye kadar herkesin anlayabileceğine göre, Hz. Süleyman'ın mucizesinde daha derin bir mânâ anlaşılması gerekmez mi, diye bir soru hatıra gelir. Bundan dolayı, adı geçen peygambere mucize olarak kuşlar, ileride geleceği üzere Hüdhüd'ün söylediği gibi gerçekten tam bir söz söylediler, demişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber'e ağaçlar, taşlar söylemişti; fakat bu mânâya göre de Süleyman (a.s)a kuş dili değil, kuşa insan dili bildirilmiş olur. Halbuki "Bize kuş dili öğretildi." buyurulmuştur. Bu sebepten önemli olan husus, kuşun söylemesinden çok, Süleyman (a.s)'ın anlamasında ve anlayışının derinliğindedir. Hem de Kur'ân'ın ifadesine göre bu anlayış, sadece kuşun dilinde, lügatında değil mantığındadır. O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden ana mantığı, işin gizli ilâhî sırlarını biliyordu. Böylece onların şakımalarındaki yüce Allah'ı tesbih ve tazimlerini anladığı gibi, onları idaresi altına alarak kendine has teşkilatıyla ordusunda hizmette de kullanıyordu. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Eşyanın parçalarına ilişkin duyumlar, mantık'ın gerekli prensiplerinden olduğu için, duyguların ilmî görüşlerle erişilemeyen zorunlu bir mantığı vardır. Zihinde parçaları birleştiren bir şekillenmenin meydana gelmesi için cüzden cüze, parçadan parçaya intikal, yani (temsil) bu mantıkla başlar. İdare ve siyaset adamlarının değişik değişik işlere ait görüşlerde isabet edebilmeleri bu mantığın yaratılışlarındaki kuvvetiyle orantılı olur. Kuşların, umumî söz ve lafızlar ortaya koyabilecek birleştirici bir şekillendirme gücüne sahip olduklarını bilmiyorsak da duygularının yüksekliği bilinmektedir. Kuşun aslı, yüksek bir duyguyla uçmak özelliğini ortaya çıkaran bir hayat anlayışındadır. Bunun için "mantıkuttayr" dersinden bizim zihnimize hemen gelen mânâ, kuşların duygularındaki ilişkileri sezecek kadar derin ve uzaklardaki parçalara girebilecek kadar yüksek bir his ve anlayış ile beraber, aynı zamanda kuşların tabiatı olan uçma ilminin dahi öğretilmiş olmasıdır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Gerçekte "Süleyman'a sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü de bir aylık mesafe olan rüzgarı verdik." (Sebe, 34/12) ve "(Sülayman'a) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı emrine verdik." (Sâd, 38/36) buyurulduğu üzere havanın Süleyman (a.s) emrine verilmiş olması, bu ilimle ilgili olduğu gibi; göz açıp kapayıncaya kadar kısa, bir anda bir tahtın getirilivermesi maddesindeki "Kitaptan bir ilmin" (27/40) de bu ilim olması gerekir. Netice olarak, mantık-ı tayrda, kuş dilinden başka bir mânâ vardır. "Yani mantıktır, kuş dili değildir" diyen Keşfü'l-Esrar sahibi ile beraber biz de buna meşhur olduğu üzre, yalnız "kuş dili" demeyi yeterli görmeyip Kur'ân'ın lafzını koruyarak "kuş mantığı" demeyi uygun buluyoruz. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Süleyman "Bize kuş mantığı öğretildi" demekle peygamberliğini anlatmış olduğu gibi, mülkünü anlatarak da şöyle demiştir. Ve bize her şeyden verildi; her şey değil her şeyden. Müfessirler bu deyimin çokluktan kinaye olduğunu söylüyorlar; bununla devlette, servetin önemine işaret edilmiştir. Şüphesiz ki bu, zikredilmiş olan ve öğretilen ilim ile verilen servet doğrusu apaçık bir lütuftur. Yüce Allah'ın hamd ve senaya layık olan ve mümin kullarından birçoğuna bile verilmemiş bulunan apaçık ihsanı ve lütfudur ki, bunun gerçek mânâda şükrünü yerine getirmek için, Allah'ın kullarını bu nimetten faydalanmaya çağırmak ayrıca bir vazifedir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">17-18- HAŞIR: Aslında halkı kendi yerlerinden çıkararak umumî bir topluluk şeklinde bir yere toplamaktır. Bunun için çokluk ve yığılma ifade eder. Bununla beraber mutlaka toplamak mânâsına da gelir. Bu surette barış zamanındaki hali de ifade edebilirse de asker toplamanın seferberliği ifade etmesi daha açıktır. Sözün gidişi de bunu anlatıyor. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan askerleri toplanmıştı (En'âm Sûresi'ndeki "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık." 6/112 âyetinin tefsirine bkz.) da hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyorlardı hatta karınca vâdisi üzerine vardıklarında, "hatta" ibtidaiyyedir, yani bu sözün başladığını göstermekle beraber, aynı zamanda onun önceki söze bir nihayet olduğunu da gösterir. "Bir hayli gittiler, hatta karınca vâdisi üzerine vardılar" demek olur. "Üzerine" denilmesi de inmek üzere yüksekten geldiğine işaret eder. Karınca Vâdisi Şam'da veya Tâif'te veya Yemen'de karıncası çok bir derenin adı olduğu söyleniyor. Bununla beraber, karınca vâdisi, karınca alanı gibi, küçük bir hayvanlar âlemini akla getiriyor. Karınca, küçük hayvanlardan mesel olageldiği gibi, kanatlı cinsi de bulunduğundan uçanlar kısmına da girer. Ve burada bu sebeple zikredildiği söylenmiştir. Bundan dolayı "hattâ" kelimesi, kuş mantığını bilmenin de bir gayerini ifade etmiş oluyor. Karıncalar birçok hayvan meraklıları tarafından incelenmiş ve birçok ilginç hikayeler anlatılmıştır. Topluluk halinde yaşadıkları herkes tarafından bilindiği gibi güçleri ve çalışmaları da bilinmektedir. Komuta ile hareket ettikleri ve birbirlerine tebliğat yaptıkları ve postacıları ve kontrolörleri bulunduğu kaydedilmiştir. Nasıl söylediklerini bilmesek de, herhalde bir şeyler anlattıklarını biliyoruz. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Burada şunu kaydedelim; karıncaları araştıran bir uzman, yuvalarının önüne bir şeker koyuyor, birkısmı bunu haber alıp yemeye başlıyorlar. Derken şekerin üzerine biraz rakı döküyor; birkısmı kaçıyor, birkısmı yiyor, sarhoş oluyor. Kaçanlara da, yiyenlere de başka renkte boya ile işaret ediyor; kaçanlar yuvaya haber veriyorlar, bir müddet sonra kalabalıkla gelip sarhoş olanları öldürüyorlar. Bir karınca dedi ki, hem denildiğine göre, dişi bir karınca Ey karıncalar! yuvalarınıza girin, yerlerinize çekilin yoldan Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin. Yani bile bile bir karıncayı sebepsiz öldürmezler, ama farkında olmadan kırar geçirirler. Onun için yerlerinize çekilin de kendinizi kırdırmaya sebep olmayın, diye edeb ve incelik içerisinde bilgiç bir tavırla arkadaşlarını korudu ki, burada ince bir karınca siyaseti vardır. Fahreddin Razî der ki; bazı kitaplarda gördüğüme göre, o karıncanın diğerlerine içeri girmelerini emretmesi şunun içindir ki, kavmi, Süleyman (a.s.) 'ın büyüklüğünü görürler de yüce Allah'ın kendilerine olan nimeti hakkında inkâra düşerler, diye korktu. "Sakının sizi kırmasınlar" demekten kasdı bu idi, yani morallerinin kırılması idi. Bu şekilde dünyalığa dalmış kimselerle oturup kalkmanın sakıncalı olduğuna bir uyarı vardır. </span>[/FONT]</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 27962, member: 3"] [CENTER][B][FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]27-NEML: [/SIZE][/FONT][/B] [/CENTER] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2] 1-2- "Bunlardan ne kastettiğini Allah daha iyi bilir." Tâsîn Sûresi mutlak bir ilâhî sırdır. İşte bunlar, işittiğin bu esrarengiz harfler sana âyetleridir, o Kur'ân'ın. O Emin Ruh ile kalbine indirilen Kur'ân'ın ve belagatlı, apaçık bir kitabın. Kur'ân'dan bu sûre, başlı başına apaçık bir kitaptır. Önceki sûrenin sonunda geçtiği üzere, zalimlerin yuvarlanacağı inkılabın nasıl ve ne şekilde olacağını açık bir şekilde anlatacaktır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]3- Bir hidayet, güzel bir yol göstericilik ve irşad ve müjde olmak üzere o müminlere, o sana tabi olan, senin izinde giden müminlere ki namaza devam ederler ve zekatı verirler. Demek ki bu uyarma ve müjdeye layık olabilmek için, imandan sonra en azından bu iki özellik de şarttır. Gerek fert ve gerekse toplum için namaz, dinin direği, zekat da köprüsü olduğundan namazı ve zekatı yerine getirmeyenler bu müjdeyi kaybetmiş olurlar. Bunun için Hz. Ebu Bekri's- Sıddîk bunları yerine getirmeyenlere harb ilan etti. Ve o ahirete ancak bunlar kesinkes inanırlar. İman ettikleri gibi, bu konuda tam mânâsıyla da muvaffak olurlar. O inkılab günü bunlar isteklerine kavuşurlar. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]4-Bu müjde niçin sadece bunlara has denilirse çünkü ahirete iman etmeyenlerin amellerini kendilerine süslemişizdir, güzel göstermişizdir de onların kalpleri kör olmuştur, Görmezler, duygusuzdurlar. Onun için irşad kabul etmezler. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]5- İşte bunlar, bu, ahirete inanmayan kör kalpliler o kötü azab kendilerine aid olan kimselerdir. Kalp körlüğü, o ahirete imansızlık aslında en büyük rûhî felaket olduğu gibi, bunlar ahiretten önce dünyadaki inkılablarının pek kötü bir şekilde acısını da çekerler. Ahirette ise bunlar daha çok ziyana uğrayacaklardandır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]6-Müminlerin ve kâfirlerin böylece durumları anlatıldıktan sonra, peygamberin haline geçilerek şöyle buyuruluyor: Ve muhakkak ki sen şüphesiz bu Kur'ân'a, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah tarafından erdiriliyorsun. Sözlerini Emin Ruh aracılığı ile indiriyor ise de, ondaki gizli ilâhî bilgiler, hikmetler ve ilâhî sırları sana aldıran ve anlatan doğrudan doğruya yüce Allah'tır. Bunun bir örneğini anlatmak için önceki sûrede Musa olayında geçen "Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı" (Şuarâ, 26/21) âyetinin mânâsı açıklanarak buyuruluyor ki: [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]7- Hani bir vakit Musa, ailesine demişti; ailesiyle Medyen'den çıkıp giderken Tuvâ vâdisinde soğuk ve karanlık bir gecede yolu şaşırmış, çakmak çakmış ve fakat taşı çakmamış, böyle her imkanın kesildiği tam bir çaresizlik anında Tûr yönünden kendisine bir ateş görünmüştü, o vakit demişti ki, ben gerçekten bir ateş hissettim. Herhalde size ondan bir haber getirecceğim, yahut bir kor ateş parçası alıp geleceğim, belki bir ocak yakar ısınırsınız. Demek ki, bütün ihtiyaç bu ikinin birinde toplanıyordu: Yoldan bir haber almak veya bir ocak yakmak. Haber ahirete ait, ocak yakıp ısınmak dünyaya ait bir gaye olduğu için olmalı ki, haber getirmeyi önce söylemiştir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]8-Dikkat edilirse bu veciz ifadeden tefsir ve açıklamaya sığmayacak pek derin ilhamlar duyulur. Sana, demeyip size, demesi ailesinden yalnız bir kişi kastedilmediğini anlatır. Bu his üzerine ne zaman ki o ateşe vardı seslenildi ki haberin olsun mübarek kılındı bu ateşteki kimse ve çevresindeki. Yani bu ateşin bulunduğu yer "O mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından (oradaki) ağaç tarafından..." (Kasas, 28/30) ifadesine göre mübarek bir yerdir. Bu yerde bulunan ve bu ateşin etrafında dolaşan kimseler berekete nail olmuşlardır. Bu bakımdan sen de bu ateşe geldin mübarek oldun. Kadı Beydâvî gibi müfessirlerin kabul ettikleri bu tefsire göre bu ateşi hisseden yalnız Musa değildir. "Bu ateşteki ve etrafındaki kimseler" geneldir. Musa bu topluluğun bir ferdi olduğundan mübarek kılınmıştır. Fakat bazı müfessirlerin bu ateşe gelen Musa olduğundan "Ateşteki kimse" Musa'dır, demişlerdir. (Kasas, 28/29. âyetin tefsirine de bkz.) Âlemlerin Rabbi olan Allah eksikliklerden münezzehtir. Nidanın tamamlanmasından olan bu tesbih ve tenzih olayın büyüklüğüne hayret ettirmekle beraber, benzetme yanılgısına düşürmemek içindir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]9- Ya Musa, gerçekte O; nida eden benim, yani mutlak galip ve hikmet sahibi olan Allah. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]10- Hem asânı bırak; yani burada bulunan başka bir şeye dayanmamalıdır. "Nûn" harfinin şeddesi ile "cânn" hafif ve süratli yılan, yani bırakınca o asâyı sanki çevik bir yılanmış gibi kıvrılıyor gördü, görünce arkasını dönerek kaçtı ve geri bakmadı, korktu. Ya Musa korkma! Zira Resul olanlar benim huzurumda korkmaz, yani ben şimdi sana peygamberlik veriyorum, peygamber gönderilmek üzere vahiy ve direktif alıyorsun. Peygamberlere böyle vahyedildiği sırada korkmak yaraşmaz, ruhları tamamen melekler âlemine çekilmiş ve yüce Rabb'ın huzurunda buyrukları almaya dalarlar da, ondan korku hatırlarına bile gelmez. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Gerçi "Kullar içinde ancak âlimler, Allah'tan (gereği gibi) korkar" (Fâtır, 35/28) buyurulduğu ve peygamberlerin ise bilginlerin en bilgini olduğu için, onlarda Allah korkusu herkesten fazladır. Fakat Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacakları gibi, huzurda bulundukları buluşma yerinde bütün korku hissi dahi, Allah'tan başka her şey gibi silinip yalnız kavuşma zevki kalır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]11- Fakat zulmeden başka, ufak veya büyük günah yapmış olan huzurda bulunmaktan korkar, çünkü sorumluluğu var. Zulmedip sonra kötülüğün arkasından bir güzelliğe değiştirmiş (tevbe etmiş) olan da bilsin ki ben çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim. Yani sen de bir günah işledim diye korkuyorsan, korkma, bağışlandın! [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]12-14- Bir de elini koynuna sok. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]CEYB: Aslında yakanın göğüs üzerindeki açık yeri demektir. Bizim "ceb" diye kullandığımıza dahi denilirse de tevil edilmiştir. Çıksın bembeyaz olarak, fakat kusursuz, yani beyazlanması bir hastalık ve bela neticesi değil yalnız bir âyet, bir mucize olmak üzere. Dokuz âyet, yani dokuz mucize arasında Firavun'a ve kavmine karşı, dokuz mucize: Âsa, Beyaz el, Sina dağı, Tûfan, Çekirge, Haşarat, Kurbağa, Kan, Felk, yani denizin yarılmasıdır. (A'râf, 7/107, 108, 133. âyetler ile diğer ilgili âyetlerin tefsirine bkz.) Sonra bak o bozguncuların sonu nice oldu? Yukarıda geçtiği ve Kasas Sûresi'nde geleceği üzere batırıldılar, lanetlenmiş oldular. İşte bu bozguncu zalimlerin uğradıkları kötü sonuç, bugünkü zalimlerin uğrayacağı akıbet için de örnek bir derstir. Zira Musa'ya öyle bir ateş hissettirerek her şeyden geçirip o sözünü söyleyen ve o mucizelerle peygamberlik verip Firavun ve kavmine gönderen o mutlak galip ve hikmet sahibi, âlemlerin Rabbi yüce Allah'ın ilâhî sırlarından veriliyor bu Kur'ân. Bu ilâhî sırlara ait ilim ve hikmetten diğer bir misal ile müminlere olan müjdelerden bir örnek de şudur: [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]15- Kur'ân'ın, her şeyi bilen ve hikmet sahibi Allah tarafından verildiğini açıklamak için bildirilen ikinci kıssa olup bozguncuların zulüm ve inkâr ile uğradıkları kötü sonuçlarına karşılık, iyilerin ilim ve erdemlikle erdikleri olağanüstü başarılara misal ve peygamberlerin mucizesi yanında velilerin kerametine bir numune gösteriyor. İçindeki şaşılacak şeylerin gerçekliğine özen göstermek için de özellikle and ile başlanmıştır. Yani ilâhî yüceliğime and olsun ki, Davud ve Süleyman'a bir ilim verdik . "Allah, ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti." (Bakara, 2/251) ifadesine göre, hükümet ve hükümdarlık ile bilinen ve seçilen Davud ve Süleyman (a.s)a verilen ilâhî nimetlerden öncelikle ve yalnız ilmin ifade olunması, ilmin yüceliği ve öneminin hepsinden yüksek olmasındandır. "İlmen" diye nekre (belirsiz) ifade edilmesi bunun olağanüstü bir ilim olduğuna işaret etmek içindir. Şehristânî'nin "Milel ve Nihâl" isimli eserinde açıkladığı üzere, tarihin bildirdiğine göre Anadoluda ve Yunanlılarda Felsefenin ortaya çıkışı Süleyman (a.s) zamanında parlayan ilim ve hikmetin tesirinden olmuştur.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]İkisi de dediler: Bizi mümin kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun. Yani mülk ve devletle değil, üstünlük nimeti ile duygulanarak nimeti ifade ettiler ve ulaştıkları üstünlük nimetini, hükümet ve devleti Allah'tan bildiler ve bundan dolayı övgü ve saygı ile hamd ve senanın ancak onu veren Allah'ın hakkı ve hükmetme ve hükümdarlığın özellikle O'na ait olduğunu bilerek hareket ve şükrünü yerine getirmeye gayret ettiler. Bu da onlara verilen ilmin alâmetlerinden biri oluyordu. Firavun idaresine karşı iyilik ve fazilet sahibi bir idarenin ruhunu gösteren bu kelimesinin derin zevkini duyabilenler ne kadar mutludurlar. Yüce Allah, o zalim, inkârcı, mağrur, bozguncu Firavun idaresini batırdıktan sonra, Davud ve Süleyman'a verdiği ilim ile bu şekilde Allah'ı bilip hamd eden bir faziletli idare yetiştirmişti. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]16- Hem Süleyman, Davud'a varis oldu, onun yerine geçti. "Peygamberler altın ve gümüş miras bırakmadılar, ancak ilim miras bıraktılar" hadis-i şerifine göre bu miras mal mirası değil, "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma" (Sâd, 38/26) buyurulduğu üzere, insanlar arasında hak ve adaletle hüküm yürütmek için yerine geçmek, yani bahsedilen ilim ve iyilikte, peygamberlik, hakimiyet ve siyasette yerini tutmaktır ki, bu yere Hz. Davud'un ondokuz oğlundan Süleyman (a.s) geçti. Ve, Allah'ın nimetini açıkça ifade ve bunu yaymakla kendilerine verilen mucizeleri kabul ve tasdik için halkı davet etmek üzere Ey insanlar! dedi. Bize mantık-ı tayr öğretildi, mantıkuttayr, yani kuş dili öğretildi. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]MANTIK: Aslında konuşma demektir. Bununla beraber konuşmanın çıkış yeri olan ruhî kuvvet mânâsında da terim olarak kullanılmıştır.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Bilinen nutk (konuşma) ise gönülde gizli olanı anlatmak için seslenilen ve çoğunluğu dil ile çıkarıldığından dil, lisan veya lügat da denilen tekil veya mürekkeb (bileşik) söz ve kelimelerdir. Ve "Allah, Âdem'e bütün isimleri öğretti" (Bakara, 2/31) âyetinin bildirdiğine göre insana has bir özelliktir. Konuşmada aklî deliller veya olağan deliller bulunabilirse de asıl olan kullanılışı itibariyle bir mânâya delalet etmesidir. (Konventionel) [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Onun için konuluş itibariyle delaleti bulunmayan, bir mânâ ifade etmeyen bir sesle tabiî ve aklî bir ilgi ile bir mânâ ifade edilecek olursa, ona gerçek mânâda konuşma denmez. Demek ki, konuşmanın hakikatinde biri cins, diğeri de fasıl (tür) olmak üzere iki açık özellik vardır. Biri söz (isterse düşünce halinde olsun), biri konuluş itibarıyla bir mânâ ifade etmesidir. Bundan dolayı bu ikiden yalnız birisi düşünülerek teşbih veya mecaz olarak konuşma denildiği de çoktur. Mesela, hiçbir ses çıkarılmaksızın yazı veya başka şeyler gibi özel işaretler koyarak bir şey anlatmak, gizli bir konuşmanın ifadesi olmak üzere mecaz olarak konuşma sayıldığı gibi. "Bu bizim kitabımızdır, sizin hakkınızda gerçeği söylüyor" (Casiye, 45/29) âyeti buna delildir. Konuluş itibariyle bir delaleti bulunmayan herhangi bir sesle seslenişe de; aklî ve doğal bir işareti bulunmak veya mutlak sessizliğin tersi bir ses olmak yönünden teşbih veya şekilde benzeme yoluyla konuşma denildiği de malumdur. Mesela güvercinin ötmesine udun çalmasına denilmiştir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Şu halde konuşma denilen kavramda en önemli taraf, bir mânâ ifade etmesi olduğundan, mânâsız olan sözler bir yana atılıp delaletin konulmuş olması kaydından vazgeçilir de, gerek konuluş itibariyle, gerek aklî ve gerek doğal herhangi bir işaretle bir mânâ ifade edebilen sesler düşünülürse konuşmanın insana has olmayan bir anlamı elde edilmiş olur ki, işte mantıkuttayr, kuş dilinde de düşünülecek mânâ budur. Bu sebepten kuşun çeşitli duyguları arasındaki münasebetleri idare eden özel duygu ve kabiliyeti, kuş dili ve duygularını ortaya koymak için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır. Yemi bulduğu zaman "dık dık" diye tavukları çağırması da bir konuşma, bir dil demektir. Gerek kuşların, gerek diğer hayvanların böyle sesleriyle bir diğerine bir şeyler anlattıklarında şüphe yoktur. Fakat bu mânâda kuş dilini bir dereceye kadar herkesin anlayabileceğine göre, Hz. Süleyman'ın mucizesinde daha derin bir mânâ anlaşılması gerekmez mi, diye bir soru hatıra gelir. Bundan dolayı, adı geçen peygambere mucize olarak kuşlar, ileride geleceği üzere Hüdhüd'ün söylediği gibi gerçekten tam bir söz söylediler, demişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber'e ağaçlar, taşlar söylemişti; fakat bu mânâya göre de Süleyman (a.s)a kuş dili değil, kuşa insan dili bildirilmiş olur. Halbuki "Bize kuş dili öğretildi." buyurulmuştur. Bu sebepten önemli olan husus, kuşun söylemesinden çok, Süleyman (a.s)'ın anlamasında ve anlayışının derinliğindedir. Hem de Kur'ân'ın ifadesine göre bu anlayış, sadece kuşun dilinde, lügatında değil mantığındadır. O yalnız kuşların sesleri veya hareketleri ile ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri idare eden ana mantığı, işin gizli ilâhî sırlarını biliyordu. Böylece onların şakımalarındaki yüce Allah'ı tesbih ve tazimlerini anladığı gibi, onları idaresi altına alarak kendine has teşkilatıyla ordusunda hizmette de kullanıyordu. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Eşyanın parçalarına ilişkin duyumlar, mantık'ın gerekli prensiplerinden olduğu için, duyguların ilmî görüşlerle erişilemeyen zorunlu bir mantığı vardır. Zihinde parçaları birleştiren bir şekillenmenin meydana gelmesi için cüzden cüze, parçadan parçaya intikal, yani (temsil) bu mantıkla başlar. İdare ve siyaset adamlarının değişik değişik işlere ait görüşlerde isabet edebilmeleri bu mantığın yaratılışlarındaki kuvvetiyle orantılı olur. Kuşların, umumî söz ve lafızlar ortaya koyabilecek birleştirici bir şekillendirme gücüne sahip olduklarını bilmiyorsak da duygularının yüksekliği bilinmektedir. Kuşun aslı, yüksek bir duyguyla uçmak özelliğini ortaya çıkaran bir hayat anlayışındadır. Bunun için "mantıkuttayr" dersinden bizim zihnimize hemen gelen mânâ, kuşların duygularındaki ilişkileri sezecek kadar derin ve uzaklardaki parçalara girebilecek kadar yüksek bir his ve anlayış ile beraber, aynı zamanda kuşların tabiatı olan uçma ilminin dahi öğretilmiş olmasıdır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Gerçekte "Süleyman'a sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü de bir aylık mesafe olan rüzgarı verdik." (Sebe, 34/12) ve "(Sülayman'a) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı emrine verdik." (Sâd, 38/36) buyurulduğu üzere havanın Süleyman (a.s) emrine verilmiş olması, bu ilimle ilgili olduğu gibi; göz açıp kapayıncaya kadar kısa, bir anda bir tahtın getirilivermesi maddesindeki "Kitaptan bir ilmin" (27/40) de bu ilim olması gerekir. Netice olarak, mantık-ı tayrda, kuş dilinden başka bir mânâ vardır. "Yani mantıktır, kuş dili değildir" diyen Keşfü'l-Esrar sahibi ile beraber biz de buna meşhur olduğu üzre, yalnız "kuş dili" demeyi yeterli görmeyip Kur'ân'ın lafzını koruyarak "kuş mantığı" demeyi uygun buluyoruz. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Süleyman "Bize kuş mantığı öğretildi" demekle peygamberliğini anlatmış olduğu gibi, mülkünü anlatarak da şöyle demiştir. Ve bize her şeyden verildi; her şey değil her şeyden. Müfessirler bu deyimin çokluktan kinaye olduğunu söylüyorlar; bununla devlette, servetin önemine işaret edilmiştir. Şüphesiz ki bu, zikredilmiş olan ve öğretilen ilim ile verilen servet doğrusu apaçık bir lütuftur. Yüce Allah'ın hamd ve senaya layık olan ve mümin kullarından birçoğuna bile verilmemiş bulunan apaçık ihsanı ve lütfudur ki, bunun gerçek mânâda şükrünü yerine getirmek için, Allah'ın kullarını bu nimetten faydalanmaya çağırmak ayrıca bir vazifedir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]17-18- HAŞIR: Aslında halkı kendi yerlerinden çıkararak umumî bir topluluk şeklinde bir yere toplamaktır. Bunun için çokluk ve yığılma ifade eder. Bununla beraber mutlaka toplamak mânâsına da gelir. Bu surette barış zamanındaki hali de ifade edebilirse de asker toplamanın seferberliği ifade etmesi daha açıktır. Sözün gidişi de bunu anlatıyor. Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan askerleri toplanmıştı (En'âm Sûresi'ndeki "Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık." 6/112 âyetinin tefsirine bkz.) da hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevkediliyorlardı hatta karınca vâdisi üzerine vardıklarında, "hatta" ibtidaiyyedir, yani bu sözün başladığını göstermekle beraber, aynı zamanda onun önceki söze bir nihayet olduğunu da gösterir. "Bir hayli gittiler, hatta karınca vâdisi üzerine vardılar" demek olur. "Üzerine" denilmesi de inmek üzere yüksekten geldiğine işaret eder. Karınca Vâdisi Şam'da veya Tâif'te veya Yemen'de karıncası çok bir derenin adı olduğu söyleniyor. Bununla beraber, karınca vâdisi, karınca alanı gibi, küçük bir hayvanlar âlemini akla getiriyor. Karınca, küçük hayvanlardan mesel olageldiği gibi, kanatlı cinsi de bulunduğundan uçanlar kısmına da girer. Ve burada bu sebeple zikredildiği söylenmiştir. Bundan dolayı "hattâ" kelimesi, kuş mantığını bilmenin de bir gayerini ifade etmiş oluyor. Karıncalar birçok hayvan meraklıları tarafından incelenmiş ve birçok ilginç hikayeler anlatılmıştır. Topluluk halinde yaşadıkları herkes tarafından bilindiği gibi güçleri ve çalışmaları da bilinmektedir. Komuta ile hareket ettikleri ve birbirlerine tebliğat yaptıkları ve postacıları ve kontrolörleri bulunduğu kaydedilmiştir. Nasıl söylediklerini bilmesek de, herhalde bir şeyler anlattıklarını biliyoruz. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Burada şunu kaydedelim; karıncaları araştıran bir uzman, yuvalarının önüne bir şeker koyuyor, birkısmı bunu haber alıp yemeye başlıyorlar. Derken şekerin üzerine biraz rakı döküyor; birkısmı kaçıyor, birkısmı yiyor, sarhoş oluyor. Kaçanlara da, yiyenlere de başka renkte boya ile işaret ediyor; kaçanlar yuvaya haber veriyorlar, bir müddet sonra kalabalıkla gelip sarhoş olanları öldürüyorlar. Bir karınca dedi ki, hem denildiğine göre, dişi bir karınca Ey karıncalar! yuvalarınıza girin, yerlerinize çekilin yoldan Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin. Yani bile bile bir karıncayı sebepsiz öldürmezler, ama farkında olmadan kırar geçirirler. Onun için yerlerinize çekilin de kendinizi kırdırmaya sebep olmayın, diye edeb ve incelik içerisinde bilgiç bir tavırla arkadaşlarını korudu ki, burada ince bir karınca siyaseti vardır. Fahreddin Razî der ki; bazı kitaplarda gördüğüme göre, o karıncanın diğerlerine içeri girmelerini emretmesi şunun içindir ki, kavmi, Süleyman (a.s.) 'ın büyüklüğünü görürler de yüce Allah'ın kendilerine olan nimeti hakkında inkâra düşerler, diye korktu. "Sakının sizi kırmasınlar" demekten kasdı bu idi, yani morallerinin kırılması idi. Bu şekilde dünyalığa dalmış kimselerle oturup kalkmanın sakıncalı olduğuna bir uyarı vardır. [/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim Tefsiri
27 - Neml Suresi Tefsiri
Üst
Alt