Seyyid Muhammed Raşid Erol (ks) Hz. (R.a.)

konyevi

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
16 Ekim 2014
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Yakın tarihimizden bir Allah cc. dostunu tanıyalım inşaAllah... Allah cc. böyle veli kullarını başımızdan eksik etmesin. Amin.
Seyyid Muhammed Raşid Erol Hazretleri

Bağlıları arasında Seyda Hazretleri namıyla bilinen Eş-Şeyh Es-Seyyid Muhammed Raşid Erol (k.s.) Hazretleri 23.3.1930 tarihinde Siirt'in Baykan ilçesine bağlı Siyanüs köyünde dünyayı şereflendirmişlerdir. Babası Gavsi Bilvanisi Seyyid Abdülhakim Hüseyni Hazretleri olup Nakşibendi büyüklerindendir. Dedeleri Seyyid Muhammed, Şeyh Muhammed Diyauudin Hazretlerinin halifelerindendir. Baba ve dedeleri ilim ve tarikat ehli olan Seyda Hazretleri evlâd-ı Resul olup Bilvanis seyyidlerindendir. Hazret-i Hüseyin'in (r.a.) soyundan geldiği için de "El-Hüseyni" denilmektedir.

İlk tahsiline babasının yanında başlayarak yedi yaşında Kur'an-ı Kerim'i hatmetmiştir. Sonra Baykan müftüsü Molla Muhyiddin'den ilim tahsil etmiştir. Yöresindeki kıymetli âlimlerden sarf, nahiv, mantık, belagât gibi alet ilimlerinin yanında tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî dersleri de almıştır. 1968 yılında Nakşibendi halifesi olmuş, babasının 1972'de vefatıyla irşad görevini devralmış bu görevi kesintisiz yirmibir yıl devam ettirmiştir.

Ahlâkı

En belirgin vasfı sabır, tevazuu ve hilmdi. Kendisi hiçbir zaman hiç kimseye karşı kırıcı bir harekette bulunmamış, kimseye kin duymamıştır. Binlerce kişi etrafında pervane olurken kendisinde kibir ve kabalıktan eser görülmezdi. Şeriata aykırı olmadığı takdirde kimseye şunu yap veya yapma demezdi.

Onun döneminde Menzil dergâhı adeta bir sehavet, uhuvvet ve ihlâs merkezi durumundaydı. Ondan etkilenen bağlıları birbirlerine kızmaz, en ufak kusurda özür ve helallik dilerlerdi. İnsanlar huzur ve kardeşlik içinde İslâm'ı öğrenmeye ve yaşamaya başlamışlardı.

16 Nisan 1991'de, Ramazan Bayramında sofilerle bayramlaştığı sırada böcek zehiri dolu şırıngayla suikasta uğrar. Orada bulunan doktorların müdahaleleriyle, Adıyaman'a kaldırılarak hayati tehlikeyi atlatır. Uzun süre ıztırap çeker ama olaydan sonra yakalanan adamdan hiçbir şekilde şikâyetçi olmaz.

İlme teşviki

Bir defasında şu uyarılarda bulunmuşlardır:

"Ey Allah'ın kulları! Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü'l-enbiya olursa! Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en muttaki âlimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse, dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin ağabeyi de sofisi de hüsrandadır. Siz, Osmanlı'ya bakınız. Ne idi, ne oldu? Sultan Abdülhamid ârif-i billah idi. Başa geçer geçmez memlekette talebe yetiştirme seferberliği başlattı.

Nakşibendi tarikatı medrese ve tekkeyi beraber yürütürdü. Hazret Muhammed Ziyauddin, Doğu cephesinde müridleri ve talebeleri ile savaşırken, bölüklerinin başka bir yere nakledilmesi icap etti. Gittikleri yerde müridler önce mutfak çadırını kurmaya başladı. Hazret çalışma mahalline gelince: "Talebelerin seslerini duymuyorum, bu ne çadırıdır?" diye sordu. Müridleri, mutfak çadırı olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Hazret, bu durumda savaşmaya gerek kalmadığını, düşman ile savaşmanın sebebinin ilâ-yı kelimetullah olduğunu ve bunun medreselerle ve talebe yetiştirmekle mümkün olabileceğini beyan etti. Hemen mutfak çadırının bozulup önce medrese çadırının kurulmasını, sonra diğer çadırların yerleştirilmesini emretti. Hazret, medrese çadırları kurulduktan sonra kalkıp savaşa devam etti."

İrşad ve terbiyesi üç kesime hitap ediyordu:

Birincisi, İslâm'ı hiç bilmeyen veyahut tamamen günahlara dalmış insanlar. Hazret bunlara tevbe telkin ederek onları İslâm ve iman dairesine çekerek, farzları yapmaya ve haramlardan kaçmaya sevk ediyordu.

İkincisi, akidesi düzgün ama gafletle yaşayan mü'minleri velayet nuru ve zikir telkini ile amel-i salih işlemeye sevkedip ihlâs ve ibadetlerini, hizmet ve cihadlarını artırıyordu.

Üçüncüsü, aşk ve muhabbet ehli, kabiliyetli Müslümanlara seyr ü sülûk yaptırarak ihsan derecesinde kâmil Müslüman yetiştiriyordu.

Çoğu kez şöyle buyurmuşlardır: "Bu devirde bizler, tarikat hizmetinden çok, iman hizmeti görüyoruz. Eskiler, bir insanı farz borçlarını kazâ ve günlük vecibelerini edâ etmeden tarikata almazlardı. Ama günümüz böyle değildir."

İrşadı

Daha önceki büyük mürşidler gibi Seyda Hazretleri de ümmet-i Muhammed'in Allahü Teâlâya teveccüh yeri, ümit kapısı ve tevbe vesilesi idi. Hayatının yaklaşık yirmiiki senelik irşad vazifesi boyunca her gün yüzlerce, hafta sonlarında ve özel günlerde binlerce kişiye Allah adına tevbe veriyor, doğru yoldan ayrılmayacaklarına dair söz alıyordu. İrşadın ilk yıllarında tek tek tevbe verirken ileriki yıllarda kalabalık arttığından iki elinin uzatarak sığabildiği kadar insanlara gruplar halinde tevbeyle bey'at veriyordu.

İkamet ettiği Adıyaman'ın Kahta kazasının Menzil köyü yerleşim yerlerinden uzakta olmasına rağmen insanların, Allah'ın yardımı ve fethi, Resulullah'ın bereket ve feyzi ile akın akın gelmesiyle devamlı kalabalık bir şehir görünümünde, şen ve hareketli idi. Sadece Türkiye'den değil, diğer İslâm ülkelerinden hatta Avrupa'dan gelerek tevbe edip, intisap edenler oluyordu.

Hazret, Allahü Teâlânın kıyamete kadar açık tuttuğu tevbe kapısından kim gelirse, kılık kıyafetine, saçına başına değil, zahiren de olsa tevbe niyetine bakıyor, tevbe için diz çökme anlayış ve tevazusunu gösteren herkese el uzatarak, tevbe ettiriyordu. İsteyene zikrullah(gizli zikir) usulünce tarif ediliyordu.

Görünürde herhangi bir kimseyi oraya çekecek cazibe olmadığı halde, insanların ona teveccühünü ve gruplar halinde tevbe edişini, daha güzel yaşamak için dine yönelişini görenlerin akılları hayrette kalıyordu. Zira, Hazret, bu davetini irşadını sözlü olarak değil, manevi bir cezbeyle yapıyordu. Onun yaşadığı hayat ve hal, Allah adına bütün meramını anlatmaya kafi geliyordu.

Sevenlerinden

Bir zat şöyle anlatmıştır: "Ben ellibeş yaşındayım. İslâm adına iki şey biliyorum; birisi Allahü Ekber, diğeri Bismillah. Hayatta işlemediğim günah kalmadı. Maddi yönden durumum çok iyi, amma hayattan hiç tad alamıyorum. Hind fakirlerine gitmeyi düşünüyorum. Bu zatı duydum yanına geldim. Ben de insanlar gibi gülmek, eğlenmek istiyorum. Ruhi sıkıntıdan dolayı perişan haldeyim. Beni bir gün Seyda Hazretlerinin huzuruna çıkardılar. O dedi ki: "Tevbe et, Allah her şeye kadirdir." Tevbe ettim ve akabinde namaza başladım. Üç ay içerisinde helali, haramı öğrendim. Ondan sonra da cezbeli sofilerin meclisinden ayrılmadım. Onlar ellerini bana değdirseler, bağırıp çağırsalar benim kalbime İlahi aşk ve muhabbet geliyor."

Hakkındaki suçlamalar

Kendisinden rahatsız olanlar, Allah düşmanları olmuştur. Hakkında mahkemelere duyurulan suç ve suçlamalar şunlardı: "Bu zat etrafında kalabalıkları topluyor!"

"İnsanlar akın akın gelip ziyaret edip elini öpüyorlar!"

"Herkese tevbe ettirip zikir öğretiyor!"

"Milleti içki ve uyuşturucu gibi şeylerden tevbe ettirip TEKEL satışlarının düşmesine ve devletin zarar görmesine sebep oluyor!"

Zor günler: 12 Eylül ve sürgünler

12 Eylül döneminde, Seyda Hazretleri hizmetinin en parlak dönemlerini yaşıyordu. 80'li yılların başında Türkiye'nin ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen insan seli, tabii ki, gözden kaçamazdı. Bu yüzden de sık aralıklarla Menzil'e baskınlar düzenlenir, her taraf didik didik aranır ve hiçbir şey olmamış gibi geri dönerlerdi. Yine bu aramaların birinde Menzil'in her tarafı kuşatma(!) altına alınmış, askerler her yanı sarmış arama yapıyorlardı. Askerlerden biri telsizle üstlerine şöyle dedi: "Komutanım, bu köyün sahibi o kadar çalışkan biri ki, bizden daha çok çalışıyor, etrafı arıyor..."

Yine o günlerde sık sık Adıyaman' a ifade vermeye giderdi. Sorular hep bir öncekinin aynı olurdu.

-Bu insanlar neden geliyor, ne yapıyorsunuz?

Seyda Hazretleri:

-Biz kimseye gelin demiyoruz, onlar kendileri geliyorlar, diyordu.

18 Temmuz 1983'ü oğlu Fevzeddin şöyle anlatıyor

"Şevval ayının son günüydü. Yatsıdan sonra Seyda Hazretleri eve gelmişti. Biz de eve dönerken Adıyaman Emniyet Müdürü, Jandarma Alay Komutanı yardımcısı bizim evimizin avlusuna geldiler. Yanlarına gidip: "Hayırdır?" diye sordum. Dediler ki: "Muhammed Raşid Erol'u almaya geldik, bir ifadesi var, Adıyaman'a götüreceğiz." "Siz burada bekleyin, ben kendisine haber veririm." dedim. Gidip Seyda Hazretlerine durumu arz ettim, "Olur" dedi. Hazırlandı, beraber Adıyaman'a gittik.

"Korkma Fevzeddin, çağrılışımızın sebebi ifade meselesi değil. Onu mecburi ikamete tabi tutacağız. Yanına alacağı eşyası varsa, ya da babanla gelecek biri varsa gelsin." dediler.

Ben tekrar Adıyaman'dan Menzil'e döndüm, kardeşim Abdülgani'yi aldım, babamla beraber gönderdim. Dört gün boyunca kendisinden hiç haber alamadık, dördüncü gün basından öğrendik ki, Gökçeada'ya sürgüne götürmüşler.

Gökçeada günleri

Gökçeada'ya ilk geldiği sırlarda şöyle söylediler:

"Ne gerek vardı bu kadar masrafa, bu kadar askere? Menzil'den ta Gökçeada'ya kadar bu kadar benzin masraf ettiler. Devletin bir bekçisi bana gelip kağıt gösterseydi, ben çoluğumu çocuğumu alıp arabama biner gelirdim."

Seyda Hazretleri Gökçeada'da kaldığı iki yıl boyunca her gün emniyete gidip imza atıyordu. Bir gün polisler kendisine şöyle bir ricada bulundular:

"Efendim siz yaşlısınız, hastasınız. Müsaade edin biz her gün defteri getirelim, evinizde imza atarsınız."

Seyda Hazretleri buna karşı çıkarak şöyle derdi:

"Hayır! Devletim bana emretmiş, ben her gün geleceğim."

Polisler ısrar edince,

"Hayır!" dedi yine. "Bırakın polisi, askeri, devletin bekçisi bile emretse ben yüz kilometre değil, bin kilometre de gelirim."

Seyda Hazretlerinin üç yılı aşkın sürgün günleri, çileli bir dönemin şahitliğidir. Fakat bir gün dahi kendisinden ne devlete, ne şahıslara karşı hiçbir suçlama duyulmamış, bütün gücüyle sabır ve şükür ipine sarılmıştır. O dönemde devlet tarafından Seyda Hazretlerinin Türkiye üzerindeki barışçı etkisi dikkate alınmamıştır.

Hassasiyeti

Ankara'da bulunduğu bir günde, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal, kendilerini Çankaya'ya davet etmiş, fakat Seyda Hazretleri:

"Siz buraya gelirseniz devlet, ben oraya gelirsem İslâmiyet zarar görür." diyerek bu daveti adaba uygun olarak geri çevirmişlerdir.

Vefatı

22 Ekim 1993 Cuma günü, Ankara Çankaya'da kaldığı oğlu Seyyid Fevzeddin'in evindedir. Cuma namazını Pursaklar'da kendi yaptırdığı camide kılmak için abdest almaya hazırlanır. Abdest almaya gideceği sırada, kapıda durup kısa bir süre etrafına göz gezdirerek nazarını ardında bırakıp odadan çıkar. Abdeste başladığı sırada şeker komasına girerek fenalaşır. Ambulansta oğlu Seyyid Fevzeddin'e teselli dolu gözlerle nazar edip ağzından kısık bir "Hayy" sesi ile Cenab-ı Hakk'a ebediyen kavuşur.

Vefatından sonra, hakkında

Vefatından sonra bütün Türkiye yasa bürünmüştür. Dönemin dinî hassasiyeti olan gazete ve dergilerinde hakkında çok olumlu yazılar kaleme alınmıştır.

Fehmi Koru: "Küçücük bir köy, sırf o orada yaşıyor diye, ülkenin her tarafından gelen insanlarla dolup taşıyordu. Otobüslerle, otomobillerle gelenler, köydeki imkânlarla misafir ediliyor, doyuruluyor ve isteyen istediği kadar kalıp, istediği anda orayı terk ediyordu. Gelenlerin içinde kötü alışkanlıkları olan, içki ve kumardan kendilerini alamayanlar, Menzil'in manevi havasını teneffüs edince, o alışkanlıklarını terk ediyorlardı... Vaktiyle meyhane iken lokantaya çevrilmiş yerler gördüm Anadolu'da... Adlarını da "Menzil"e çevirmişlerdi... 12 Eylül askeri darbesinin en, baskıcı günlerinde, ülkeyi yöneten komutanlar Menzil'i de keşfetmişlerdi. Kimin aklına nereden geldiyse, Şeyh Raşid Erol'a zorunlu ikamet yeri olarak Gökçeada'yı seçmişti. Az kişinin yaşadığı, vaktiyle Rumlar tarafından iskan edilmiş bir adayı... İkametgâhı da, eğer yanlış bilmiyorsam, bir meyhanenin üstüydü. İnançlı bir insana yapılabilecek en büyük zulüm... Çeşitli sağlık sorunları bulunan Şeyh'in tedavisini de engelliyorlardı. Zorunlu ikamet ve tedavisinin engellenmesi bir yana, kendisini tanıyanlarla irtibatının kesilmesi daha da büyük bir zulümdü. Türkiye zor bir döneme girdi. Bu dönemde birlik ve beraberliğin çimentosu olacak manevi liderlere daha fazla ihtiyaç var. Seyyid Muhammed Raşid Erol, Adıyaman'ın Menzil köyünde, doğusu ve batısıyla bütün Anadolu'yu kepçeleyen böyle bir manevi önderdi." diye anlatmıştır, onun hizmetlerini.

Altınoluk dergisinden

Altınoluk dergisinde de önemli bir yazı çıkmıştır ve Hazretin birleştirici, bütünleştirici manevî yönünün ve hizmetinin görülmediğinden yakınılmıştır:

"Doğu'nun farklı mânâlar yüklendiği bir zamanda Doğu'da yaşamasına rağmen ülkenin her yanından coşkulu bir gönül akımının hedef noktası olması, Türkiye için kurtuluşu işaret eden remizler taşır. Türkiye O'nu anlasaydı bunca sancıyı yaşamazdı eminiz. Çünkü böyle Allah dostları tıpkı bayrağını taşıdıkları Allah Resûlü gibi şahıslarında iklimleri, kavimleri, renkleri, sesleri, dilleri kardeş yaparlar. Menzil ikliminde Türk'ün Kürt'ün düşmanlığı yoktu. Öyleyse ülke bir Allah dostunun gönül ikliminde buluşsa dertsiz olurdu, sancısız olurdu.

Bir başka ibret daha var ki, bu da insanımızdaki şahsiyet sarsıntısını tedavi edecek adresi gösteriyor: O İslâm'dır. O, İslâm'ın rahmet iklimini hayata taşıyan tasavvuf mektebidir."

Bu ülkede dün de bugün de barışın, kardeşliğin, birliğin yegâne adresi İslâm'dır.

SOHBETLERİNDEN
İtikat ve iman

Seyda Hazretleri itikadın tam olarak yerleşmesi, muhafazası ve kâmil hale ulaşması üzerinde hassasiyetle dururdu. Özel veya genel sohbetlerinde iman nimetinin büyüklüğü ve kıymetinin anlaşılmasını anlatır, şöyle buyururlardı:

"İnsan biraz düşünecek olsa iman nimetinden daha büyük bir nimetin olmadığını hemen anlar. Zira iman, insanın ebedî cehennem azabından kurtulmasına vesiledir. İman öyle bir nimettir ki, batıdan doğuya kadar bütün dünya malından, hükümdarlığından, saltanatından daha faydalı ve makbul, paha biçilmez nadide bir incidir. Âlemlerin Rabbi insana bu nimeti nasip ve ihsan ettiğinden dolayı hassasiyetle muhafaza edilmeli, elden çıkmaması için azami gayret gösterilmelidir. Zira imanla şereflenmeyen kimse Allah korusun küfür üzerine son nefesini verir. Böyle kişiye ne peygamberin ne de evliyanın şefaati fayda verir. Öyle ise, insan akılsız değilse imanına en ufak bir leke getirmemeli, onda herhangi bir noksanlığın meydana gelmemesine dikkat etmeli, aşkla ve şevkle korumalıdır. Salih amele devamla birlikte günahlardan ve Allah'ın emirlerine karşı gelmekten kaçınmakla imanını takviye etmelidir. Zira insan imanını istikamet üzere kılmaya, kâmil hale getirmeye ancak taat ve ibadetle ulaşabilir. Allah dostları fenafillah makamına itikatlarının tam, imanlarının kâmil olması sebebiyle varmışlardır."

Nefis

Seyda Hazretleri, sohbetlerinde en çok nefis konusu üzerinde dururdu:

"Nakşibendi yolunun bütün çalışmaları, evradı nefsi öldürmek ve yok etmek içindir. Nefis ölüp gittikten sonra her şey düzelmeye başlar. İnsanın evini yıkan en büyük düşmanı kişinin nefsidir. Onun için insanın kendinden haberi olmalı, nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır.

Bir kimse ki, nefsini yener, zikirle letâifle nefsini ezer ortadan kaldırırsa, o zaman Allah'la o kimse arasında bir engel kalmaz. Nice çalışıp amelini tamamlayan kimse vardır ki, Allah'ın keremi ve ihsanı olmadığı için nefsini yok edememiştir.

İnsanı helake götüren nefsidir. Firavun, Şeddat ve Karun'un nefisleri büyüdü büyüdü sonunda İlahlık davasına kalkıştı. Çünkü nefis, kendisinden üstün hiçbir varlığın bulunmasını istemez. Büyüyüp yükselecek bir şey kalmayınca -haşa- Allahlık davası etmeye başlar, haddini aşar, azgınlaşmış nefsinin iddiasına uyar."

Dünya

"Dünya adamlarından, dünyaya gönül bağlayanlardan aslandan kaçar gibi kaçılmalıdır. Dünya ehlinin toplandığı yerlerde Allah bahsi olmaz, dünya bahsi, dünya işi gıybet bulunur. Buralara devam edenlerin haya ve ahlâkı değişir, Allah'tan dünyaya dönerler. İnsan elinden geldiği kadar dünyaya gönül vermemeli, dünya ehlinin toplantılarına, sohbetlerine gönül vermemelidir. Çünkü zararı insanın dinine olur, faydası ise hiç yoktur. Toplantılarına gidenin Allah'a sevgisi kesilir, taat ve ibadeti azalır, kendisinde Allah aşkı kalmaz. Dünyanın insanı bozmaması için çok dikkat edilmelidir. Dünya işinde de çalışacağız, onu da terk etmeyeceğiz fakat ahirete zarar vermemesi için dikkat etmeliyiz. Dünya muhabbeti Allah muhabbetinden fazla olursa insan tehlikeye girer. Öyleyse Allah sevgisinin daha fazla olmasına dikkat etmeli, Allah düşüncesi kişinin kalbinde olmalı, insan daima Allahü Teâlânın rızasını gözetmeli ve tek gayesi Allah olmalıdır."

Kaynaklar

Son Devrin Kutup Yıldızları, Yener Dönmez, Akit gazetesi yay., İstanbul, 2000

Şeyh Seyyid Muhammed Raşid Erol'un Hayatı, Menzil yayınevi, Menzil, 1996

Seyda, Hazırlayan: Seyyid Şenel İlhan, Feyz yayınevi, Ankara, 1997

Seyyid Muhammed Raşid Erol Hz., Sadiye E. Aykaç, Akış yayınları, İstanbul, 2007




Bugün ben şâhımı gördüm, çeşmi cemâli güldür gül
Gül olanın aslı güldür peygamberin nesli gül

Kurusu gül, yaşı güldür, toprağı gül, taşı güldür
Girdim şahın bahçesine, cümlesi aşı güldür gül

Asmasında gül dalları, kovanında gül balları
Ağacında gül hâlleri, servi pınarı güldür gül

Arkı akar çarkı döner, gülden değirmeni döver
Yine gülden gül öğütür, bendi ırmağı güldür gül

Gülden terâzi yaparlar, gül ile gülü tartarlar
Gül alırlar gül satarlar, çarşı pazarı güldür gül

Açıl gel ey gonca gülüm, ağlatma şeydâ bülbülün
Bu inleyen garib dilin, âh-u efgânı güldür gül

Gel hâ gel ha gül Nesîmi, geldi yine gül mevsimi
Bu feryad bülbül sesimi, sesi feryâdı güldür gül.

Bir diğer kaynaktan;

Şahsiyeti

Şeyda hazretleri hakiki iman ve takvaya sahip olup, iki cihanin saadet ve kerametine ulaşmiş, mukerrabűn makaminda Allah'u Teala'ya en yakin bir hidayet önderidir. Amelleri temiz, makami ali, tevhidi temsil ve tarif eden halkin en hayirlilanndandir. Rab-binden razi ve onu sever Rabbi de ondan razi ve kendisini sever. Yüce Yaradan'a o nurla ruhunu teslim etti ve inşallah o nurla mahşere gelecek. O canini Allah-u Tealaya feda etti ve onun zikrinde fani oldu. Şeyda hazretleri kiyamete kadar bu dini ihya ve ikame eden Hz. Resulullah'in varis ve halifelerinden-dir. Muhammedi nuru yaydi, sünneti ihya ve kullari Islah etti. O, Resulullah'in âli ve en yakinlarindan olup bu hale iman ve takva bagiyla ulaşmiş olup ne-sebçede ehli beytindendir. Allah (c.c.)'m seçtigi kalb-leri aydinlatan, insanliga yol gösteren, yeryüzünde emin Rabbani âlimlerdendir. Nazari şifa, sözleri deva, meclisleri safi safadir. Kalbi takva madeni ve ilahi aşk menbaidir. O zikrin anahtari olup, kendisini gören, iman ve sevgiyle seyreden Allahu Teala'yi hatirlar. Kalbi dünyadan kopar, ahirete yönelirdi. Hazretin özündeki ilahi nur, gözlerinden dişari yansir, yüzünde secde ve huşu eseri görülürdü. O her işini Allah için yapar, Allah için sever, Allah için kizardi. Nefsi ve dünya adina bir hesabi, ilahî rizanin dişinda gizli bir hedefi yoktu. O Allahu Teala'yı kullarına, kulları da Allahu Teala'ya sevdirdi ve âleme ilahi sevgiyi sergiledi. Bütün âlem için rahmetti. Dayanılmaz bela ve musibetlere karşı bir emniyetti. Yaptığı ve yaptırdığı zikir, naz ve niyazlar hürmetine hem kalpler hem kainat fesattan kurtuldu, Allah Allah dedikçe Allah Teala âleme rahmet nazanyla bakıp günahkarlara mühlet tanıdı. O Allahu Teala'nın melekleri arasında övdüğü ve kendisiyle övündüğü, Peygamberlerin kıyamet günü iftihar ettiği kimselerdendir. Hazreti, Allahu Teala sevdiği gibibütün âlem ve eşya da tanidi ve sevdi. Ancak kafir ve münafiklar hariç. Onlar da ahirette pişmanlik ve perişanliklarindan dolayi ellerini isirir, ah-u vah ederler. Seyda hazretlerine ilm-i ledün'den büyük nasib verilmiştir. Hanegahlari manevi cennet mesabesinde idi. O, şeriat ve tarikat'in camiidir (ikisini bir arada bulundurmuştur). Hasılı kelam, Allahu Teala'nın Evliyasının en ileri gelenlerinden ve faziletlilerindendir. Onun güzel ahlakını gören herkes yaptıklarından pişman olur, hemen tevbe etmek isterdi. Yanına gelenlerde çok hızlı ahlakî değişim görülürdü. Ziyarete gelenlere öyle davranırdı ki sanki insanlar onun yanına değilde başka bir sebeble toplanmışlar. Hizmet etmeyi ve hizmet edeni çok severdi. Bizzat çorbanın ateşini yakar, sofilere çorba taşır, misafirleri yemek yemeden ve ağırlamadan geri yollamaz, sofiler yemek yemeden kendisi yemezdi. Misafirperverliği o derece-deydiki hanelerinde hizmet eden erkek olmadığı takdirde kendisi bizzat ikram da bulunurdu. Ayrıca çalışkanları çok sever, herişte bizzat çalışanlara yardımda bulunurdu. Önceki Nakşibendî büyüklerinin büyük-küçük demeden evlatlarina hürmet ve edebde kusur etmezdi. Seyda hazretleri herkese anlayışına ve aklına göre hitabederdi. Yoksul kişilerle konuşur, hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaçları varsa hallederdi. Kendilerine karşi yapilan bir haksizlikta fitne çikmasin diye hakkindan vazgeçer, olaya sabrederdi. Dünya malina önem vermez, muhtaç olanlara gücünün yettigi kadar yardimda bulunur, dul ve yetimlere bizzat yardım ederdi. Talebeyken yabancı köylerde açlıktan rengi değişir ben açım demez, sabrederdi. Zulme uğradığında şikâyette bulunmazdı. Onun döneminde Menzil Dergâhı adeta bir sehâvet, uhuvvet ve ihlâs merkezi durumundaydı. Ondan etkilenen bağlıları birbirlerine kızmaz, en ufak kusurda özür ve helallik dilerlerdi. İnsanlar huzur ve kardeşlik içinde İslanıı öğrenmeye ve yaşamaya başlamışlardı.

Tevazu

Çocuk yaşlardayken arkadaşlariyla oynamayor, büyükler gibi davraniyor. Annesi "Arkadaşlarinla niye oynamiyorsun" diye sorunca "Benim boş ve faydasiz işlerden keyfim gelmiyor" diyor. Halife oluncaya kadar kimse onun Gavsin oglu oldugunu bilmiyordu. Dergahin hizmetçisi saniyorlardi. Askere gidinceye kadar siyah yün bir sarik sariyordu. Şeyda Hz.leri Gavs Hz.lerinin sagliginda Tevbe verirken, teveccühe giderken hayasindan ve edebinden cübbesini koltugunun altina sokup Öyle gidip geliyordu. Gadirde iken devamli Idegirniende çalişirdi.

Amel ve Takvası

Seyyid Muhanımed Raşid (k.s.) hazretleri, ilim tahsil eden ve ilim öğretenleri çok severdi. İlim tahsili hususunda kişinin kendi cemaatından olup olmamasına bakmazdı. Bir defasında talebelerinden birine şöyle söyledi: "Ey Allah'ın kulu! Bir talebe yetiştirmek bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe varisu'l enbiya olursa... Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük alimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de sofisi de hüsrandadır. Siz Osmanlı'ya bakınız. Ne idi ne oldu. Sultan Abdülhamid arif-i billah idi. Başa geçer geçmez memlekette talebe yetiştirme seferberliği başlattı. Camiye ve cemaata çok bağlıydı. Hasta olduğu zamanlarda dahi cami ve cemaatı terk etmez bazan inler gene camiye gelirdi. Şeyda hazretleri farz ve vacib ibadetlerinin dişinda nafile ibadetlere, bilhassa geceleyin yapilan amellere çok önem verir, sofilere gece namazina kalkmayi tavsiye ederdi. Vitr namazım gece teheccüd namazıyla birlikte kılardı. Kuşluk namazını normalde dört, Ramazan ayında sekiz rekat kılardı. Gecenin çok az kısmını uyku ile diğer zamanını güneş doğuncaya kadar ibadetle ihya ederdi. Ramazan ayında amelini arttırır, gece ve gündüz olmak üzere günde 2 defa teşbih namazı kılardı. İlk onbeşgün teheccüd namazını ehli beyti ile, son onbeş günü camide cemaatla kılar, Ramazanın son on günü gecesinde uyumayarak, Kadir Gecesine vasıl olmaya çalışırdı. Diğer zamanlar günde bir cüz Kur'an-ı Kerim okurken, bunu Ramazan ayında iki günde bir hatim indirmeye kadar fazlalaştırırdı. Ramazan ayı orucu dışında Şevval ayı orucunu, Arefe günü orucunu ve Muharrem orucunu hiç terket-mezdi. Hangi şartlarda olursa olsun Hatme-i Hacegan-i yapmaya çalişir ve yakinlarina da (baglilarina da) tavsiye ederdi. Daha önceki Sadatlarm evladına çok hürmet ederdi. Şahı Haznenin torunlarından 5-6 yaşında bir çocuk geldi. Şeyda Hz.leri onun elini Öptü. Bu çocuk Şeyda Hz.'lerinin yanına geldiğinde Şeyda Hz.leri ayağa kalkardı. Yine Afyon'a Şah-ı Haznenin evlatları gelmişti, alt katta divanda kalırlarken Şeyda Hazretleri üst katta sabaha kadar yatmamışlardı. Şeyda Hazretleri meczublarla şakalaşir, onlarin hatirlarini sorardi.

Şefkat ve Merhameti

Gelen herkesle ilgilenir, güleryüz gösterirlerdi. Yoksullarla konuşur, hal ve hatirlarini sorardi. Kendine karşi yapilan haksizliklara ses çikarmaz, kendi hakkindan vazgeçerdi. Hatta kendisine suikast yapan kişiyi bile affetmişti. Afyon'da kalirken çok üzüldügünü söylemiş ve sebebini şöyle açiklamişti: "Gelen misafirlere ikramda bulunamadigimiz için çok üzülüyorum. Uzaktan aç gelip, aç gidiyorlar inşallah önümüzdeki sene gelen misafirlere yemek verebilecegiz. Yine Gavs Hazretlerinin tarikattan attigi bir haci için "Ben bizzat bu adama babamdan habersiz gittim. Haline acidim. Ayagina giderek hatirini sordum. Üzülerek söylüyorum ki hiç pişmanlik duymuyor ve özür dilemiyordu. Eger pişman olsaydi, babama gelip affedilmesi için ricada bulunacaktim, hatasini tamir etmesine vesile olacaktim" diye buyurmuştu. Gavs Hazretleri "Muhammed Raşidimiz bir kimseye kizdimi gidip yatiyor, kimsenin kalbini kirmak istemiyor" buyurmuşlardi. Veda sohbetinden sonra dinleyenlere "sizi ayakta tuttum, yoruldunuz, hakkinizi helal ediniz" diye buyurmuşlardi.

Hac Ziyareti

İlk hacca halife olunca 1968 yılında gitmişti. İkinci defa hacca 1975 yılında gitmiştir. Yolda hatme-yi hiç bırakmadılar, arabaları toplayıp ortasında hatme yaptırıyordu. Oradada irşada devam etmiştir. Mekke ve Medine halkına hürmet edilmesini isterdi. İbadete çok devam ederdi.

İrşad
Daha önceki büyük mürşidler gibi Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) de Ümmet-i Muhammedin Allah Teala'ya teveccüh yeri, ümit kapisi ve tevbe vesilesi idi.

O ulu zat hayatini yaklaşik son yirmiiki senesindeki irşadi boyunca hergün yüzlerce hafta sonlarinda ve özel günlerde binlerce kişiye Allah adina tevbe veriyor, dogru yoldan ayrilmayacaklarina dair söz aliyordu. Irşadinin ilk yillarinda tek tek tevbe verirken ileriki yillarda kalabalik arttigindan iki elini uzatarak sigabildigi kadar insanlara gruplar halinde tevbeyle bey'at veriyordu. Kişiler grup grup, önüne diz çökerek, onun söyledigi tevbe sözlerini tekrarliyor, sonra da bu sözlü tevbeyi sünnet-i seniyede tarif edildigi gibi, abdest ve gusl abdesti alarak kilacagi iki rekât tevbe namazi ile saglamlaştiriyordu. Daha sonra bu şahislar usulünce Allah'i (c.c.) zikrederek ve diger nafile amelleri ögrenerek sünnet-i şerife uygun, ihlâs ve tevazu içinde dinini yaşamaya gayret gösteriyordu. İkamet ettiği Adıyaman'ın Kâhta kazasının Menzil köyü yerleşim yerlerinden uzakta olmasına rağmen insanların, Allah'ın yardımı ve fethi, Rasulullah (a.s.)'in bereket ve feyzi ile akın akın gelmesiyle devamlı kalabalık bir şehir görünümünde, şen ve hareketli idi. Sadece Türkiye'den değil diğer İslam ülkelerinden, hatta Avrupa'dan gelerek tevbe yapıp intisab edenler oluyordu. Hazret, Allah Teala'nın kıyamete kadar açık tuttuğu tevbe kapısından kim gelirse, kılık-kıyafetine, sa-çma-başına değil zahiren de olsa tevbe niyetine bakıyor, tevbe için diz çökme anlayış ve tevâzusunu gösteren herkese el uzatarak, tövbe veriyordu. İsteyene zikrullah (gizli zikir) usulünce tarif ediliyordu. Görünürde herhangi bir kimseyi oraya çekecek cazibe olmadığı halde insanların ona teveccühünü ve gruplar halinde tevbe edişini, daha güzel yaşamak için dine yönelişini görenlerin akılları hayrette kalıyordu. Zira Hazret bu davetini ve irşadını sözlü olarak değil, mânevi nazar, Rabbani hal ve bizce farkedilmeyen ilahî bir cezbeyle yapıyordu. Onun yaşadığı hayat ve hal Allah adına bütün meramını anlatmaya kafi geliyordu. Ümmeti icabet ve ümmeti davete rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.v.)'in tam varisi olmasının alameti mü'min-kafir herkese, her kesime tevbe ve intisab kapısını açık tutmasıydı. O'nun derdi Allah (c.c.)'tı. Davası kulluktu. Ci-hadi ıslahtı. İstediği; ihlas, sevgi ve gayretti. Allah rızası için ve samimi niyetle yanına giden herkes, Allah yolunda ondan bir nasib almış ve muhakkak bereket-lenmiştir. O'nu şahid tutarak Allah'a tevbe edenlerin ekseriyeti, tevbesinde sadık kalmaya ve İslamı Allah ve Resulünün istediği gibi yaşamaya çalışmıştır. Bu zamana kadar kendisinden rahatsız olanlaı Allah düşmanları olmuştur. Hakkında mahkemelere duyurulan bütün suç ve suçlamalar şunlardı: '"Bu zat, etrafında kalabalıkları topluyor!" "İnsanlar akın akın gelip, ziyaret ediyor, elini öpüyorlar!" "Herkese tevbe ettirip, zikir öğretiyor!" "Milleti içki ve uyuşturucu gibi şeylerden tövbe ettirip, tekel satışlarının düşmesine ve devletin zarar görmesine sebep oluyor!" v.s. O ise, bütün teveccüh ve nazarını bu tür itham sahibi şaşkınlara değil, Allah Teala'nın açtığı tövbe kapısına koşan aşıklara dönderdi ve Nur Ceddi'nin (s.a.v.) garib kalmış ümmetine, O'na vekaleten, bereketli ellerini uzatıp tevbeye davetine devam etti. Talebelerine: "Allah'a gelin, Allah'a dönün, O'na gideceğiz, O'na gidiyorum" diyerek bir sonbahar günü Rabbi Kerim'inin: "Ey mutmain olmuş nefis (sahibi kulum): Sen Rabbinden razi, Rabbin de senden razi olarak O'na don. (Gel, salih) kullarimin arasina katil. Gir cennetime!" davetine uyarak aramizdan ayrildi. Allah bizleri şefaatından mahrum etmesin.

Menkibe ve Kerametleri

Gavs Hazretleri kendi eliyle yetiştirdiği, hem zahiri (şer'i), hem de batini ilimleri Öğretip manevi makamına varis bıraktığı oğluna kendisi henüz hayatta iken dergâhın bir çok işini tevdi etmiş olup çoğu zaman bir şey sorulduğunda "Gidin Raşit’e sorun" diye buyururlardı...

Anlatıldığına göre Gavs hazretlerine (k.s:) bir meselenin nasıl yapılacağı sorulunca tebessüm ederek: "Siz onu Muhammed Raşid (k.s.)'e sorun. Bizim mühendisimizde odur. Benim kanaatimce dünyanın bütün mühendislerini getirseniz, Muhammed Raşid'in akli gibi olmaz. Ben onların gönüllerinin kırılmasını istemedim. Siz Muhammed Raşid'in dediğini yapın" derdi.

* 1974–75 yılında şikâyet üzerine gelen subayla şu konuşma olmuştu. Subay Seyda Hazretlerine "Muhammed Raşid sen gençsin yakışıklısın, güzelsin ne diye sen bu gençliğini heder ediyorsun, bu işe başlıyorsun. Sonu yoktur bu işin. Bir fayda olmaz. Hiç bir şeyin de yok. Gel bu işten vazgeç. Biz de senden vazgeçelim. Bu kadar seni rahatsız etmeyelim." Seyda Hazretleri cevaben "Komutan biraz sabret. Eğer bizim gayemiz Allah rızası ise bu iş devam eder. Ne sen, ne ben hiçbir kişi bu insanları dağıtamaz. Eğer gayemiz Allah rızası değilse birkaç gün sonra kimse benim kapımı çalmaz. Kimse de senin yanına gelmez. Hiç kimse ne beni, ne de seni rahatsız etmez. İkimiz de evimizde rahat ederiz" dedi.

* Genellikle teveccüh olduğu günlerde çay verilirdi. Bir sabah halife iken Seyyid Muhammed Raşid hazretleri (k.s.) demlenmiş çay ve şeker getirip sofiye verdi. Herkese üçer bardak dağıtmasını emretti. Ben bu çay, bu kadar insana yetmez diye içmeyip sonunu bekledim. Baktım ki herkes üçer bardak çay içti. Sıra bana geldiği zaman soğumuştur diye gönülsüz olarak aldım. Baktım ki, çay ocaktan yeni inmiş gibi sıcak. Demliğe baktım daha yarı bile olmamış, şekerde aynı. Bu halleri görünce ehlullah'ın kadir ve kıymetini bilip edepli olmaya gayret ettim.

* Bir gün Gavs hazretlerini (k.s.) ziyaret için iki kişi geldi. Hz. Gavs (k.s.) bunlara memleketlerinin ismiyle hitap edip, iltifat etti. Birisi dedi: -Efendim, bu benim kardeşimdir, delidir. Biz bunu zincirle bağlarız, derdine tıbben bir çare bulamadık, en son doktor "Bu bizim işimiz değil, bunu ancak hocalar iyi eder" dedi. Biz de sizin isminizi duyduk ve geldik. Ben ömrümü gafletle geçirdim, yalnız dün gece bir rüya gördüm, rüyamda tanımadığım, iri vücutlu, siyah sakallı, cübbeli, sarıklı ve nurani bir zat odama girdi ve baş, şehadet ve orta parmaklarının üçünü birden kalbime vurarak, kalbimden yumurta büyüklüğünde simsiyah bir şey çıkardı. Kalbim hala ağrıyor, ama kalbimde bir iz yok. Gavs hazretleri (k.s.) bu sözleri dinledi tebessüm etti: "Allah (c.c.) şifalar versin, inşallah iyi olur." buyurdu. Zincirlerden kurtulan hastayla Gavs (k.s.)’in elini öperek çıktılar. Ağabey: "Rüyamda gördüğüm zat bu değildi. Burada başka şeyh var mıdır? Diye sordu. Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) gösterilince şaşırarak rüyada gördüğü zatin o olduğunu söyledi. Hemen gördüm ve kalbindeki yumurtayı siz çıkardınız" dedim. O da eliyle işaret ederek: "Sus Allah (c.c.) her şeye kadirdir. O'nun fazlı ihsanı çoktur." deyip beni susturdu ve hastanıza Allah hayırlı şifalar versin." deyip bizi uğurladı.

* Hocanın birisi rüyasında Hz. Rasûlüllah'ı görüyor, şu şekilde buyuruyor "Benim öyle bir oğlum var ki Allah (cc) benim ümmetimin bir kısmını onun hatırına vermiştir. Şu anda divanda sobanın yanında üzerinde siyah bir örtüyle yatıyor." Hoca hemen gidip bakıyor ve o kişinin Seyda Hz.lerinin olduğunu görüyor.

* Bir gün Şeyh Muhammed Arapkendi (k.s.) yörenin taninmiş ulemasından Molla Nuri'ye misafir olmuş. Ben de ziyarete gittim. Akşam sohbetinde dediler: -Bize gereken şudur. Boyunlarımızı uzatalım, Şeyh Abdülhakim'in (k.s.) manevi mirasçısı Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) üzerimize basıp geçsin, çünkü Nakşî Tarikatının şerefi bugün onlardadır. İtiraz edenler oldu. Cevaben: -O Gavs olmasaydı, Şeyh Muhammed Raşid (k.s.) böyle olmazdı, buyurdu.

* Seyda hazretleri (k.s.) babası Gavs hazretlerinin (k.s.) vefatından sonra ilk defa Kasrik'e gittiğinde hocaları ve sofileri camiye toplayarak: "Benim babamı sevenler Allah (c.c.) rızası için seviyorlardı, bizde kabiliyet varsa onun yolundan gitmeye gayret göstereceğiz. Eğer kabiliyetimiz yoksa doğru yoldan ayrılmamıza sebep olursanız Hz. Peygamberin (s.a.v.) huzurunda sizden davacı olurum" diye dört defa buyurdular.

* Bir gün 83 yaşında bir zat Seyda hazretlerinin meclisine geldi. Bu zatin bazı söz ve hallerini oradakiler beğenmeyip tenkit ettiler. Bu zat o zaman şöyle demişti: "Ben bu yaşıma kadar dinin hiçbir emrini yapmadım. Aşırı derecede sarhoş olduğum bir gün, dostlarım beni buraya getirmişler ve Seyda hazretlerinin (k.s.) elini öptürüp banyo yaptırdıktan sonra caminin altına yatırmışlar. Sabah uyandığımda tanımadığım bir çevre ve insanlarla karşılaştım. Seyda hazretlerini (k.s.) gördüğümde ayak parmaklarımdan bir nur girip bütün vücudumu kapladı. Bu nur beni o halimden bu halime çevirdi. Ben şimdi onyedi günlüğüm."

* Bir gün Seyda hazretlerinin (k.s.) meclisinde bir zatla tanıştık. O zat şöyle dedi: "Ben 55 yaşındayım, İslam adına iki şey biliyorum: Birisi, Allahu Ekber, diğeri Bismillah. Hayatta işlemediğim günah kalmadı. Maddi yönden durumum çok iyi, amma hayattan hiç tad alamıyorum. Hint fakirlerine gitmeyi düşünüyorum. Bu zati duydum, yanına geldim. Ben de insanlar gibi gülmek, eğlenmek istiyorum. Ruhi sıkıntıdan dolayı perişan haldeyim. Bu zatı Seyda hazretlerinin (k.s.) huzuruna çıkardılar. Seyda (k.s.) dedi: "Tevbe et, Allah her şeye kadirdir." O zat tevbe etti. Akabinde namaza başladı ve üç ay içerisinde haramı helali öğrendi. O zat hal ve cezbe sahibi sofilerin meclisinden ayrılmazdı. Ona: Sen bu cezbeli sofilerden ne fayda görüyorsun?" diye soruldu. O şöyle cevap verdi: "Onlar ellerini bana değdirseler, bağırıp çağırsalar benim kalbime ilahi aşk ve muhabbet geliyor"

* Bir gün Menzile bir hasta getirdiler. Seyda Hz. (k.s.) lerinin evini sordular, bende camiye gelir oraya götürün dedim. Oldukça halsiz, adeta cansız bir kişiyi arabadan çıkarıp camiye götürdüler ve yatırdılar. Seyda Hz.leri (k.s.) geldi, namazını eda ettikten sonra hastanın yanına yaklaştı. Dua okuduktan sonra elini hastanın başına koydu ve ayağına kadar gezdirdi, hasta sahiplerine döndü: " Allah şifa versin, sağlık Allah’tandır, hastalıkta. Biz dua ettik, gerisi Allahu Teala'nın bileceği iştir. Bizim elimizde bir şey yoktur." diye buyurdu. Bunun üzerine sahipleri hastalarını alarak hiçbir şey demeden ve tevbe de almadan gittiler. Ben de içimden kızdım, niçin böyle inançsız kişileri yolluyorlar. Mübareği rahatsız ediyorlar dedim. Bu olaydan 2–3 gün sonra şöyle bir rüya gördüm: Camideyim ayni hasta yatıyor, fakat çenesi aşağı doğru hareket etti, kulağı uzadı ve büyüdü garip bir şekil aldı. Gavs hazretleri de ayakta kıbleye karşı duruyordu. Birden Seyda hazretleri (k.s.) geldi, hastaya nazar etti, hastanın şekli değişti ve siması çok güzel bir hale geldi. Uyanınca ferahladim, Seyda hazretlerine anlatayım hoşuna gitsin dedim. Ertesi sabah caminin önüne gittiğimde Seyda hazretleri iki kişiyle konuşuyordu. Yavaşça sağ tarafına yaklaştım, rüyamı anlatacaktım, dönüp bana baktı, sonra konuştuğu iki kişiye şöyle hitap etti: "Bazı kişiler bir rüya görüyor; sanki ne olmuş! Görmüş, gitmiş!". Bunun üzerin utanarak oradan uzaklaştım. Aradan 1–2 ay geçti. Köye bir araba geldi. İçinden 6–7 yaşlarında bir çocukla bir adam indi. Adamı görünce gözlerime inanamadım. Hasta olan şahıstı, tamamen iyileşmiş, sıhhat bulmuştu. Camiye gittiler, tevbe aldılar. Hastalık hidayete vesile olmuştu. Benim de kalben itirazıma büyük bir ders verilmişti.

* Seyda hazretleri (k.s.) bir gün Hatme-i Hace-gan'dan çıkmış, caminin Önünde sofiler ziyaret ediyordu. O sırada sırt çantasıyla birlikte yabancı olduğu anlaşılan bir kişi yaklaştı, ziyaret etti, mübarek tebessüm ederek: "Hoş geldin" dedi. Yabancının ne dediğini anlamadık, birisi tercüme edince Nemrut'u ziyaret için geldiğim, yarın oraya gideceğini söyleyince Seyda hazretleri (k.s.) dönüşte yine buraya gel dedi, o da söz verdi. Üç gün sonra geri döndü. Seyda hazretlerini görünce yanına gitti "ben sana söz" dedi. Mübarek tebessüm ederek "hoş geldin, biz gidip namaz kılacağız, sana namaz yok sen camiye gelme burada kal" dedi. Biz ikindi namazım kıldık, hatimemizi yaptık dışarı çıktık. Yabancı kişi "İslam başka" diyerek kapıya koştu, camiye girdi. Seyda hazretlerinin (k.s.) önünde ağlayarak tercüman aracılığıyla kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu. Bir hafta kaldı, islamiyeti öğrendi, temsil yetkisi alarak İngiltere'ye döndü.

* Bir gün dili tutulmuş bir fakih getirdiler. 7–8 gün devamlı gezdi. Bir ara bir otobüs gelmişti. Bu fakih şoförü gözlemeye başladı, aniden şoförün yanına geldi. "Dur gitme" dedi. Daha başka kelimeler de söyledi. Babası duyunca çok sevindi. "Bize son çare olarak buraya gelmemizi söylemişlerdi. Çok şükür oğlumun dili açıldı." dedi.

* Gavs Hz.lerinin sağlığında bir hacı efendi gelerek "Efendim ben rüyada Rasûlüllah (sa.v)'i gördüm ve şu senin oğluna (Seyda Hz.lerine) çok benziyordu" diye söylemişti.

* Seyda hazretlerinin (k.s.) Ankara'ya teşrif ettikleri zamandı. Binlerce kişi bulunduğu yerde toplanmış tevbe ediyorlardı. Ben de sıram geldiğinde elini tuttum, tevbeye başladım, sonra başımı kaldırıp bakınca hayretler içinde kaldım. Orada o zatin yerinde sadece ve sadece bembeyaz bir görüntü vardı. Tövbe bittiğinde tekrar bakınca eski haliyle gördüm.

* Eklem Romatizması denilen ayaklarımı,elleri-mi, boynumu ve bütün vücudumu ağrıtan ve oynatmayan hastalıktan muzdariptim.Tedaviye rağmen yazı yazamıyor,boynumu oynatamıyor yürüyemiyordum.Ömür boyunca hastalığımın devam edeceğine kanaat getirmiştim. Seyda Hazretlerini (k.s.) ziyaret ettiğim bir sırada yine ağrılarım dayanılmaz bir haldeydi. Ağlayarak bu sıkıntıdan kurtulmak için Rabbime dua ettim. Akşam tevbe aldım , hava serindi, soğuk suyla gusül aldım, sonra uyudum. Sabah namazına kalktığımda ağrılarımdan eser yoktu. O günden sonra bir daha eklem hastalığı görmedim.

* Kocam devamlı içki içiyor, bazen kavga ediyordu. Bu duruma çok üzülüyordum. Doktorlara gittik, fakat çare bulamadık. Devamlı dua ediyordum. Bir ara Güneydoğu'da bir zat varmış giden içkiyi bırakıyormuş diye duydum. Allah'ım benim kocama da nasib et diye dua ettim. Ramazan ayı girmişti; kocam içki içmiyor teravihe gidiyordu. Birisiyle arkadaş olmuş, Menzile götürmeyi teklif etmişti. Kocam kabul etti, gidip geldiğinde içki aklına bile gelmiyordu. Namaz kılıyor, zikrini yapıyordu. Bunun üzerine bende namazımı düzgün kılmaya başladım, örtündüm ve tevbe aldım. Allah dostu sayesinde ailemiz düzene girmişti.

* Hanım arkadaşlarla Seyda Hazretlerini (k.s.) ziyarete gitmiştim. Bayanlar gece otururken arkadaşım beni pencereye çağırdı. Gördüğüm manzara olağanüstüydü: Caminin üzerinde gövde kalınlığında camiyi kuşatmış şekilde nurdan bir halka ve halkanın tam ortasında gökyüzünde dolunay. Herkesin gördüğü bu manzara bir saat sürdü ve mübareğin camiyi terk etmesiyle aniden kayboldu.

* Seyda Hazretlerinin kucağına 5–6 yaşlarında bir çocuk verdiler. Solgun, halsiz, dili dışarı sarkmış olan çocuk muhtemelen felçliydi. Mübarek çocuğa bir şeyler söyledi, tebessüm etti. Bir müddet sonra çocuğu yanındakilere uzattı. Herkes sararmıştı. Çocuk canlanmıştı, kollarını ellerini oynatıyordu. Yakınları çocuğu birbirine veriyor sonsuz bir şekilde seviniyorlardı.

* Seyda Hz.leri (k.s.) İstanbul’daki Hocalardan bahsederken Molla Sadreddin Yüksel'den bahsetti. Ben de çok yüksek âlim olduğunu söylüyorlar deyince: "Evet, Hazretin tekkesinde okumuş, Şeyh Maşuk Hazretlerine (k.s.) yakın damat olmuş çok yüksek âlim, sen de ziyaretine git." dedi. İstanbul'a dönünce Molla Sadreddin Hoca efendiyi ziyarete gittim. Sohbet esnasında: Efendim dedim, dünyada çok yüksek ulema var, aynı zamanda mürşid-i kâmiller var. Bu ikinciler de hüsnü teveccüh ve cemaat daha çok bunun hikmeti nedir? Cevaben: Ben meşhur bir âlimim, bugün Beyazıt Meydanına çıksam arkamda elli kişi zor toplarım. Ama senin şeyhin Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) Hazretleri bir beldeden bir beldeye gitse çevresinde 20–30 bin insan toplanıyor. Bunun sebebi hakikatte Hadi olan Allah (c.c.)'dır dır, hidayet onun elindedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e dahi ya Habibim sen istediğini hidayete getiremezsin demiş. Şu halde hidayet sahibi Allah (c.c.)dır, yalnız Allah-u Telala bir kulunu severse ona hidayetten bir nusret bir inayet verir. Allah kimin eline hidayeti verirse o irşat sahibi olur. Ne yapalım ki bu asırda senin şeyhinin eline hidayeti Allah (c.c.) koymuş, Resulullah (s.a.v.) koymuş bunun sırrı budur diye açıkladı.

* Rüyamda yüksek bir dağda bulunuyorum. Dağın önünde bir yol var. Bana hitab edildi: "Yeryüzünde hayatta ne kadar Evliya-i Kibar varsa buradan geçecek." Ben de bugünkü Reis-i Evliya'da başlarında geçecek mi? diye sordum. Evet, dikkat edersen görürsün dediler. Beklemeye başladım. Devetüyü renginde cübbe giymiş bir zat göründü. Yaklaştı, göre göre Seyda hazretlerini gördüm. Sonra yüz metre sonra bir veli daha, sonra bir veli daha, böylece hepsi geçtiler. Veliler bitince nereye gidiyorlar diye merak ettim, peşlerinden gittim. Bir anda kendimi bir mekânda buldum. Seyda hazretleri oturuyor karşısında devetüyü cübbeli bir veli daha oturuyordu. Ortada üzerinde nurani bir yiyecek bulunan sofra bulunuyordu. Seyda hazretlerinin karşısındaki zat sultanımıza sordu: "Efendim bu zamanın Reisü'l-Evliyası siz misiniz?" Seyda hazretleri buyurdu: "İçimizden birisidir" Ben içimden elbette ben değilim diye geçirdim. Karşıdaki zat ben Reisü'l-Evliya değilim dedi. Bunun üzerine Şeyda hazretleri: "Ben desem ki Reisü'l-Evliya’yım bu edebe uyar mı?" dedi. Karşıdaki zat: "Tamam şimdi belli oldu. Reisü'l-Evliya sizsiniz efendim." dedi.

* Avrupa'da görevliyken bir genç getirdiler. Eroinmanmış, hastanelerde tedavi ettirememişler. Bana geldiler orada Seyda hazretlerinin bağlılarının tekkesinde kaldı. Aradan 15 gün geçti. Babası sevinçle geldi, Allah razı olsun oğlum eroini bıraktı dedi. Daha önce uzun saçlı iken bir ay sonra Menzil'de gördüğümde saçlarını kesmiş sakal bırakmış idi. Nasılsın diye sorunca: "Hamdolsun efendim o rahatsızlık bitti çıktı gitti" dedi.

* Yine Avrupa'da iken birçok genç gördüm. Esrar kokain, eroin kullanıyorlardı. Şeyda hazretlerinin irşadının ulviyeti ve kutsiyetiyle hepsi de bu alışkanlıklarını bıraktılar, tevbe ederek sakal bıraktılar, Allah yoluna yöneldiler.

* Büyük bir kamu kuruluşunda çalışıyordum. Rahatsız oldum, birçok doktora gittim. Şifa bulamadım. Yakınlarım çok büyük bir hastaneye yatırdılar. Doktorlar benden ümidi kesmişlerdi. Tabiri caizse ölümü bekliyordum. Bir gece ağladım, yalvardım: "Ya Rabbi senin dostlarından, sevdiklerinden kimse yok mu? Sen onlardan birisine benim halimi bildirsen de, benim derdime şifaya vesile olsun." dedim. Kısa bir süre sonra sakallı, sarıklı nurani bir zati muhterem'in latif ruhaniyeti hastanedeki odama yalnız olduğum anda teşrif buyurdular. Benim vücuduma teveccüh buyurdular, dua okudular. Ve sonra kayboldular. Ben doktorların ve ailemin hayreti ve şaşkınlığıyla birlikte iyileştim, eski sıhhatime kavuştum. Eski normal yaşantıma döndüm. Fakat o zati unutamıyor, her fırsatta bulurum ümidimi taşıyordum. Bir gün camide bir arkadaş Menzil'de çok büyük bir Allah dostu vardır diyerek Seyda hazretlerinin resmini gösterdi. Fotoğrafı görünce gözlerime inanamadım, bana gelen zat o idi. Hemen ziyaret için yola çıktım. Menzil'e vardım. Seyda hazretlerinin nerde olduğunu sordum. Camide dediler. Heyecanla camiye girdim, benim iyileşmeme sebep olan zat orada oturuyordu. Koştum, ayaklarına sarılmak istedim. Zatı muhterem ayaklarını çekmek için ayağa kalktı, hızlı olarak uzaklaştı, ben de arkasından gittim, sonunda ziyaret ettim. Hatta dışardan bu olayı görenler: "Seyda hazretlerini bir deli kovalıyor." demişler. Allahu Teala'ya hamd olsun ki manevi olarak görüştüğümüz zatı dünya gözüyle de görerek bağlanmak nasib oldu.

Yine komşularımızdan kendisine cinlerin musallat olduğu bir kadın vardı. Çok rahatsız oluyordu. Bir-gün benden tevbe vermemi istedi. Gerekli şartları yerine getirdikten sonra yanıma geldi. Bana: "Niçin ne gördüğümü sormuyorsun." dedi. Ben sorunca: "Gavs hazretleri ve Seyda hazretleri geldiler, bana okudular ve rahatsız olduğum yeri tedavi ettiler." dedi. Aradan yıllar geçti bir daha rahatsızlanmadı.

* Yurtdışında çalışıyordum. Çalıştığım yerde eskiden teröre bulaşmış, ateist bir arkadaş vardı. Şeyda hazretlerinden bahsettim. İlgi duymaya başladı. Tasavvufa meyletti, İslami hayat yaşamaya başladı. Bir-gün çalıştığım yere eski sendikacı arkadaşları gelmişti. "Eyvah şimdi ben ne yapacağım dedi." Ben de Seyda hazretlerinin himmet ve bereketiyle bu işin içinden çıkarız" dedim. Arkadaşım motor bölümünde çalışırken ben sendikacılara yöneldim, onlar beni arkadaşım zannederek: "Merhaba. Seni çoktandır görmüyoruz, sakalda bırakmışsın dediler. On-onbeş dakika beni arkadaşları gibi görerek konuştu gittiler. Arkadaşımda bu durumdan memnuniyetini belirterek yanıma geldi ve şöyle dedi: "Cenab-ı Hakk Seyda hz’nin kerameti olarak senin yüzünü benim yüzüme benimkini de seninkine benzetti. Allah ondan razı olsun

* Babamı Ankara'da büyük bir hastanede ameliyat etmişlerdi. Ameliyatta alınan parça kanser olarak rapor edilmişti. Ben vatani görevimi yapıyordum. Seyda hazretleri durumdan haberdar edildi, dua istendi. Aradan birkaç ay geçti, babam yeniden kontrol edildi. Bu sefer rapor temiz çıktı. Ağabeyim Seyda hazretlerini ziyarete gittiğimde mübarek: "Doktorlar yanılmışlar, değil mi?" demiş. Bu olay mübareğin duasının bereketiyle bir keramet olarak tecelli etmişti.

* Şeyda hazretleri birgün Gavs hazretlerinin Merkadinin kapısını bizzat tamir ediyordu. Bizler izliyorduk. O sırada bahçede bir meczub (deli) geziyordu. Ben içimden Şeyda hazretleri elindeki keseri bırak ta bu kadar sofi var bunlar çalışsa diye geçirdim. Tam bu sırada meczub bana doğru gelerek: "Onun Allah’ın Rahmetine ihtiyacı yok mu?" dedi. Seyda hazretleri de dönüp benim gözlerimin içine baktı.

* Hac farizasını yerine getiriyorduk. Türk kafilesinden bir kişi dikkatimizi çekti. Yanma gittik, selam verdik, nereli olduğunu sorduk. Adıyamanlı olduğunu söyledi. Bizlerin Seyda hazretlerine bağlı olduğumuzu öğrenince şu hatırasını anlattı: Ben Adıyaman'da çok süfli bir hayat yaşıyordum. Alkol kullanan arkadaşlarla gece-gündüz birlikteydim. Hanımım Seyda hazretlerine gitmişti. Bir gece yine alkollüyken masada arkadaşlarım beni tahkir ettiler: "Senden izinsiz karın nasıl Menzil'e gider, onun niçin dersini vermiyorsun?" dediler. Kızgınlıkla eve gittim. Her zaman olduğu gibi beni güler yüzle karşıladı, hizmetimi gördü. Ben bahane bulmak için: "Hanım, ben falan uygunsuz kadınla evlenmek istiyorum, ne dersin." dedim. Eğer evlen derse bana onumu layık görüyorsun diye, yok evlenme derse benim evlenmeme niçin karşı geliyorsun diye dövecektim. Fakat o: "Bey, sen bilirsin." dedi. Ben beklemediğim bu cevap karşısında ne yapacağımı bilemedim, sinirlendim, dışarı çıktım, motosikletime bindim. Hızla sürerken en son gördüğüm bir kamyonun tamponuydu. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. İki bacağım ve bir kolum alçıdaydı. Yüzüm parçalanmıştı. Doktor geldi. Ben doktora teşekkür edecekken: "Bana değil sana gece-gündüz bakan ve devamlı dua eden ve mürşidinden yardım isteyen bu hanıma teşekkür et" dedi. Karım başımın uçundaydı ve her zamanki teslimiyetli ve saygılı tavrıyla hizmet etmekteydi. Ben bu durum karşısında iyileşince ilk işim Seyda hazretlerine gitmek olsun diye içimden geçirdim. Neticede hastaneden taburcu oldum, Menzil'e ziyarete gittim. Seyda hazretleri avludaydı. Müminler elini öpüyordu. Ben de sıramı bekledim, yaklaştım, tam elini öpecekken sağ elini çekerek arkasına koydu. Sol eline davrandım, o elini de arkasına çekti ve bana dönerek: "Sen bizim kızımızı sahipsiz mi sandın." dediler. Ben bunun üzerine pişmanlığımı belirttim. Mübarek gülerek: "Hadi gel sen de bizim bir evladımız ol" diyerek, tevbe verdi ve bizi kabul buyurdu.

* Seyda Hz.leri babası Gavs Hz.leri gibi daima "Bizim tankımız, topumuz misvak ile tesbihimizdir" derdi. Gökçeada’da iken her gün imza attığı defter vardı. Polisler "Biz defteri getirir sana evde imza attırırız, sen yorulma, hastasın" deyince Seyda Hz.leri "Hayır, madem devletim emretti, hergün geleceğim. Bırakın polisi, en ufak bir bekçinizi bile gönderseniz, ben 100 km de, 1000 km de yaya gelirim" dedi. Yine "Nedir bu kadar mühimmat, asker. Bir bekçi bize haber, yazılı bir kağıt getirseydi biz o emre uyup kendi arabamla, çocuklarımla gelirdim. Bu kadar masrafa, benzine ve zaman israfına gerek yoktu" buyurdular.

Yine Gökçeada da iken "Allah'a dua edelim, bizi buraya getirmiş, imtihan ediyor, sabredelim, şükredelim" derdi. "Şimdiye kadar yaptigimiz kullugun on katini yapmalıyız. Cenab-i Hak sadik olup olmadığımızı imtihan ediyor" buyurdu.

* Buraya kadar bahsedilenler Seyda hazretlerinin keramet ve menkıbelerinden ufak bir kısımdır. Onun irşadı zamanımızda yurtiçinde hemen her vilayette ve yurtdışında birçok ülkede kendisini bir vesileyle tanıyan, ziyaret eden, hastası iyileşen, alkolü ve uyuşturucuyu terk eden onbinlerce kişi mevcuttur. Bunların başından geçenler yazılsa ciltler dolusu kitap eder. Biz burada deryadan bir damla misali birkaç örnek vermekle yetindik.

Halifeleri:

·Molla Ahmed

·Molla Seyyid Abdulbaki Hz. (Dayısı ve halifesi)

·Molla Yahya Hz.

·Molla Muhammed Hz.

·Molla Abdussamed Hz.

·Seyyid Yusuf Arvas Hz.

·Gavs-i Sani Seyyid Abdulbaki Hz. (k.s) (Kardeşi ve halifesi)
 
Üst Alt