Ruhlar Alemi

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
4f3fee02e4a868406273336ccd762690_1281564226.jpg


Hayatın henüz canlanmadığı, uykunun sersemliği ile dem vurduğu sıralarda dışarı çıkmaya hazırlandım.
Karanlık bir gecenin ardından güneş karşı tepelerden ışıklarını süzüyor, doğacağı anı bekliyordu... Ortaya renk cümbüşlerinden mürekkep o kadar latif
bir manzara çıkıyordu ki, insanı tatlı hülyalara alıp götürüyordu.

Doğrusu vakit kaybetmeye gelmezdi. Dışarı çıktım. Hafif bir meltem saçlarımı okşuyor, ara sıra görülen gölgeler sokak köşelerinde bitiyordu. Günlerdir içinde biriken sıkıntı; kuşların cıvıltısı, havanın enfesliği, mis gibi kokan toprağın karşısında eriyordu.

Kısa bir yürüyüşten sonra tam kestiremediğim üç asırlık belki de daha yaşlı olan koca meşe ağacının altından geçtiğimi fark ettim.
Zamana meydan okuyan bu ağaç, koca dallarıyla yolun bir kısmını tutmuş, giden-gelen yolcuları selamlar gibi, kuş cıvıltılarıyla birlikte bir arı kovanı gibiydi.
Gecenin karanlığı kuşları ürkütmüş olacak ki, güneşin doğmasıyla bir bayram havasına bürünmüşler. Daldan dala sekip duruyorlardı.

Koca ağacın hemen yanında büyükçe bir demir kapı. Kapının solunda duvara monte edilmiş bir mermer... Üzerine işlenmiş yazıya gözüm ilişiyor;

“Bu şehirde (Aksaray’da) yedi binden ziyade evliyullahın yattığı tevatürle sabittir.
Dar-ı Ervah denilen bu yere nice kere nur nazil olmuştur. Mağmum (gamlı) olan ziyaret etse şad ve handan olur (Sıkıntıları gider huzur bulur)”
(Evliya Çelebi Seyahatname’sinden.)
Yavaş yavaş içeri süzüldüm.

Önümde uzun kavisli bir yol uzanıyor. Yolun her iki tarafında da muntazam sıralarla dikilmiş kavaklar var. Çam ağaçları yaz-kış tabiatın yeşil mantosunu muhafaza ediyor.
Yaban çilekleri mezarların arasında dolaşmak isteyenleri dikenleriyle uyarıyor, “bastığın yerlere dikkat et” der gibi. Kavakların arasında yol boyunca
duvar gibi terbiye edilmiş çamlar yola ayrı bir güzellik katıyordu.

Hemen önümde uzanan, yarı hüzünle “gel gel hoş geldin” diye seslenen mezar taşlarına ürpererek baktım. Kimi siyahlaşmaya başlamış,
kenarlarından yeşil yeşil yosunlar çıkmış. Kimisi uzun zamandır ayakta durmaktan yorulup yana eğilmiş.. bir Fatiha diyorlar lisan-ı halleriyle.
Bazısı da o hantal vücudunu ayakta tutmaktan büsbütün usanıp boylu boyunca uzanmıştı.

Aklıma bir kıssa geliyor:

Kumeyl b. Ziyad (ra) Hz. Ali (ra) ile gezerken, mezarların bulunduğu alana geliyorlar.

Hz. Ali (ra) kabristana yönelerek:

“Ey kabir halkı! Ey çürümüş ahali! Ey yalnızlık mensupları sizde ne haberler var? Bizdeki haberler şunlar: Mallarınız paylaşıldı, çocuklarınız yetim kaldı,
karılarınız kocaya vardı, kocalarınız yeni karılar aldı.
Bizdeki haberler bunlar. Sizden ne haber?” dedikten sonra Kumeyl’e dönerek; “Eğer onlara cevap izni verilseydi, ‘azığın hayırlısı Allah korkusudur’ derler” deyip ağlar
ve “Ey Kumeyl! Mezar amel sandığıdır, ölünce orada neler sakladığını anlarsın”

Bir taraftan baharın verdiği neşe, öbür taraftan mezar taşlarının verdiği rikkatime dokunan manzara zihnimi yordu. Bana hayatı cidden acılaştırdı.
Ölümden ve ölmekten korktum. Ancak iman hakikatı imdadıma yetişti. Allah’a imanın binbir lezzetinden bir lezzeti tattırdı.
Ölümü sevdirip kabirde yatanları konuşturdu: “Biz ölmedik ve ölmeyeceğiz. Biz öyle kimseleriz ki; ruhlar aleminden rahm-i madere, rahm-i maderden sebavete, gençliğe, ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre girmişiz...
Şimdi ahiret yolcusuyuz. Bütün enbiya ve asfiyanın, evliya ve aktabın iştiyakla, bir vuslat arzusuyla bekledikleri günden ne diye korkuyorsun?”

Sonra Necip Fazıl’ın bir beyitini hatırladım:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber

Zihnimdeki bu düşüncelerle patika yoldan, ağaçların arasından tepeye doğru tırmanıyorum. Yokuş çıkmak herkesi yorduğu gibi beni de yoruyor.
Aşağıdaki yeşilliğin aksine, bu çıplak kıraç tepede gölgesine sığınabileceğim bir tek ağaç yok.
Burası II. Kılıçarslan’dan adını alan Kılıçarslan Tepesi’ydi. Bu büyük Selçuklu hükümdarı aynı zamanda Aksaray’ın banisiydi.
Bu tepeye yazlık bir köşk, imarethane, dinlenme ve konuk yerleri bulunan bir zaviye yaptırmıştı.

Yazın sıcak zamanlarında bu köşkte otururmuş. Tepe, aynı zamanda şehrin mesire alanıymış... Şimdi harabeden başka bir kalıntı kalmamış.
En çok dikkatimi çeken II. Kılıçarslan türbesi. II. Kılıçarslan vefat ettiğinde iç organları buraya defnedilmiş.
Bu türbe, bırakın bakımsızlığını harap olmaya terk edilmiş Anadolu’daki yüzlerce türbeden sadece biri... Derin bir ah çekmekten başka ne yapabilirdim ki?
Bizler tarihine, ecdadına yabancı, mazisinden kopuk bir neslin çocuklarıydık.

Rastgele bir yere oturuyorum. Şehre hakim olan bu tepeden ayaklarımın altında uzayıp giden evlere, evler arasında kaybolan sokaklara bakıyorum.
Keşke, keşke bütün insanlar hayatın manasını bilerek yaşasa! Yaradanını tanısa.
Allah’a kulluk şuuru içinde hareket etse. Kurtuluşu lüzumsuz ve faydasız şeylerde aramasa diye düşünüyor, geldiğim yoldan aşağı iniyorum.
Gayr-ı ihtiyari adımlar, beni gideceğim yere götürüyor: Şeyh Hamid-i Veli Mescidine. Mescid çevresi oldukça bakımlı.
Kapısında şunlar yazılı: “Yapılış tarihi hicrf 1183, çilehanesi ve itikafhanesi kendisinin sağ olduğu hicrf 807, miadi 1404 yıllarında yapılmıştır.”
Yanında da Osmanlıca yazılmış bir mısra:

“Ne kahrı dest-i a’dadan, ne lütfu aşinadan bil
Umurun hakka tefviz et, Cenab-ı Kibriya ‘dan bil”.

Ebu Hamid, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri, Anadolu toprağının yetiştirdiği mümtaz ilim ehlinden. Birçok talebe, yetiştirmiş.
Bunlardan biri de Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’dir. Şeyh Hamid-i Veli, Bursa’da kaldığı yıllarda kimseye muhtaç olmamak için fırınında
pişirdiği ekmekleri Bursa sokaklarında “Somun, müminler somun!” diye satmış ve bu yüzden “Somuncu Baba” lakabıyla meşhur olmuştur.

Bursa Ulu Cami’in açılışı esnasında Yıldırım Bayezid Han’ın, “Camiyi açma şerefi Emir Sultan’ındır” demesi üzerine, Emir Sultan şu cevabı verir.
“Asrımız Kutb-ı Azamı aramızda varken, ben va’z edemem” diyerek tanıtmaya çalıştığı Şeyh Hamid istemeyerek daveti kabul etmiş, verdiği
hutbede Fatiha suresinin yedi tefsirini yapmıştır. Cami çıkışında cemaat Somuncu Baba’nın elini öpmek istemiş, caminin birkaç kapısından çıkan
cemaatten her biri “elini öptüm” demiştir. “Bizi ifşa ettin” diyerek Emir Sultan’a çıkışan Şeyh Hamid-i Veli, halkın teveccühünden sıkılarak
bir gece ansızın bazı müridleriyle Bursa’dan ayrılmıştır. Aksaray’a müridi Hacı Bayram-ı Veli ile gelip yerleşmiştir.
Aksaray’da sekiz yıl kılmış ve orada vefat etmiştir. Kabr-i şeriflerinin üstü açıktır. Vasiyeti gereği türbe yapılmamıştır.
Kabrin sol tarafında Şeyh Hamid-i Veli’ye ait şöyle bir dörtlük vardır:

Diriyiz daim, ölmeyiz
Karanlıkta da kalmayız
Çürüyüp toprak da olmayız
Bize leyl ü nehar olmaz.

Halkın arasında Hakk’la beraber olan bu Hakk dostuna ve bütün mü’minlerin ruhlarına bir Fatiha hediye ederek şehrin boğucu havasına karışmak üzere
Dar-ı Ervah’tan ayrılıyorum.

Nurettin Koçak
 
Üst Alt