Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Öykü-Hikaye-Kıssadan hisse
Padişah ve cariyenin aşı
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Gönül sızım" data-source="post: 81683" data-attributes="member: 1049"><p><img src="https://www.islamiforumlar.net/rsmlrx/resim1/manzara1.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p><p></p><p><span style="color: Black">Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına sahipti. Padişah bir gün, hususi adamları ile av için hayvana binmiş giderken, ana yol üzerinde bir cariye gördü.. o cariyenin kölesi oldu. </span></p><p><span style="color: Black">Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi ve o cariyeyi satın aldı. Onu alıp, arzusuna nail oldu.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Fakat kazâra o cariye hastalandı. Padişah sağdan soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl cânımın cânı odur. Ben dertliyim, hastayım, dermanım odur. Kim benim canıma derman bulursa, benim hazinemi, incimi ve mercanımı (lütuf ve ihsanlarımı) o aldı (demektir).”</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp, beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir âlem Mesih"idir.. elimizde her hastalığa bir ilâç vardır.” </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black"><strong>Kibirlerinden “Allah isterse” (İnşaallah) demediler. Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi. İlâç ve tedavi türünden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.</strong></span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">O cariyecik, hastalıktan kıl gibi olunca, padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü. Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce, yalınayak mescide koştu. Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu. Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda Allah"ı medhüsenaya başladı: “En az bahşişi dünya mülkü olan Allah"ım! Ben ne söyleyeyim? </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Zaten sen gizlileri bilirsin. Ey daima dileğimize penah (sığınak) olan Rabb"im! Biz bu sefer de yolu şaşırdık. Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim, fakat sen yine de onları meydana dök, dile getir” dedin. </span></p><p><span style="color: Black">Padişah tâ can evinden coşunca, bağışlama denizi de coşmaya başladı. Ağlama esnasında padişah uykuya daldı. Rüyasında bir pîr göründü. O pîr dedi ki: “Ey padişah! Müjde! Dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse, o bizdendir. </span></p><p><span style="color: Black">O gelen hâzık (işinin ehli) bir hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir. İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.”</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Vade zamanı gelip gündüz olurken, güneş doğudan görünüp yıldızları yakarken, padişah, rüyada kendine gösterilen zâtı görmek için pencerede bekliyordu. </span></p><p><span style="color: Black">Bir de gördü ki faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse geliyor. Padişahın rüyada gördüğü hayal de, o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu. </span></p><p><span style="color: Black">Padişah bizzat mâbeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı. Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti. </span></p><p><span style="color: Black">Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı. O ağırlama, o hal hâtır sorma meclisi geçince, o zâtın elini tutup hareme götürdü.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp, sonra onu hastanın yanına götürdü. Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. </span></p><p><span style="color: Black">Hastalığının belirtilerini ve sebeplerini de dinledi. Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil, büsbütün harap etmiş. Onlar, iç ahvalinden haberdar değiller. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Körlüklerinden, hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Cariyenin hastalığı safra ve sevdadan değildi. </span></p><p><span style="color: Black">Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki cariye gönül hastasıdır. </span></p><p><span style="color: Black">Vücudu afiyettedir ama o gönüle tutulmuştur. </span></p><p><span style="color: Black">Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir. Hekim dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakınlarını da uzaklaştır. Köşeden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.”</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Oda boşaltıldı. Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla, yumuşaklıkla dedi ki:</span></p><p> <span style="color: Black">“Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı başka başkadır. </span></p><p><span style="color: Black">O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısın?” </span></p><p><span style="color: Black">Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği sıkıntı ve eziyetleri soruyordu. Cariyeden hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı. Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi. “Nabzı, kimin adı anılınca atarsa, cihanda gönlünün istediği odur” (diyordu). Cariye, memleketindeki dostlarını saydı döktü.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p> <span style="color: Black">Ondan sonra diğer bir memleketi andı. Hekim, “memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?” dedi. Kız, bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı. </span></p><p><span style="color: Black">Efendilerini ve şehirleri birer birer saydı. O yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi. Şehir şehir, ev ev saydı döktü, fakat kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hekim, şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı normal haldeydi, fazla atmıyordu. Semerkand"ı sorunca nabzı hızlıca attı, çehresi kızardı, sarardı. </span></p><p><span style="color: Black">Çünkü o, Semerkandlı kuyumcu sevgilisinden ayrılmıştı. </span></p><p><span style="color: Black">O hekim, hastadan bu sırrı elde edip, o dert ve belânın aslına erişince, “Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim. Sevin, rahatla, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa, ben de sana onu yapacağım. Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme. Ben sana yüz babadan daha şefkatliyim. Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine de sakla. Sırların gönülde gizli kalırsa, o muradın çabucak hâsıl olur” dedi. O hekimin vaatleri ve lûtufları hastayı korkudan emin etti.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Hekim bilahare kalkıp padişahın huzuruna gitti. Padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare şundan ibaret: Bu derdin iyileşmesi için cariyenin sevdiği o adamı getirtelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır; onu altınla, elbise ile kandır.</span></p><p><span style="color: Black">” Padişah, hekimden bu sözü duyunca, nasihatini candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi. O iki bey, kuyumcuya padişahtan müjdeci olarak Semerkand"a kadar geldiler. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Dediler ki: “Ey lûtuf sahibi üstad! Ey marifette kâmil kişi! Övülüşün şehirlere yayılmıştır. İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira bu işte pek büyüksün, pek kâmilsin. Hemen şimdi şu elbiseyi, altın ve gümüşü al; gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.” Adam, çok malı, çok parayı görünce gururlandı; şehirden, çoluk çocuktan ayrıldı. </span></p><p><span style="color: Black">Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü. Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu padişahın yanına izzet ve ikramla iletti. Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan! O cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin; visalinin suyu o ateşi gidersin.” Padişah, o ay yüzlü cariyeyi kuyumcuya bahşetti. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">O iki sohbet müştakını (isteklisini) birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı. Kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca, kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Kuyumcu çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca, kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu. Sadece zâhirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. </span></p><p><span style="color: Black">Onlar nihayet bir utanç olur. Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve mahcup olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi. Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi; sonunda ölüp toprak altına gitti. </span></p><p><span style="color: Black">O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.[1]</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">[1] Mesnevî, Cilt: I, beyit nu: 35-246</span></p><p> <span style="color: Black">1- Bu hikayedeki benzetmeler: </span></p><p><span style="color: Black">Padişah = Allah'ın insana üfürdüğü "Ruh"</span></p><p><span style="color: Black">Cariye = Nefs</span></p><p><span style="color: Black">Kuyumcu= Dünya; Âşık olunan dünyevî varlıklar</span></p><p><span style="color: Black">Hâzık Hekim=Mürşid-i kamil </span></p><p><span style="color: Black">Diğer hekimler= Mukallid şeyhler</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p> <span style="color: Black">2- Allah Teâlâ insanoğlunu, Kendisini sevsin, bağlansın, itaat etsin diye yaratmıştır. (Bakınız: Zariyat Sûresi, 56. ayet) O (cc), kullarının herşeyden daha çok kendisini sevmesini istemektedir. Zaten hakiki sevgi/aşk da, ancak Allah'a yönelik olan sevgidir, Allah sevgisidir, Allah aşkıdır. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Diğer sevgiler ise geçicidir. Kulunun Kendisinden başka bir şeye gönül vermesine Allah asla razı değildir. Çünkü "Allah, kıskançtır." (Buhari, Nikah 107; Müslim, Tevbe 36. Kütüb-i Sitte, hadis nu: 4306) Eğer kul, Allah'tan başka bir şeye gönül verir, aşık olursa (Bakınız: Bakara Sûresi, 165. âyet), Allah, o kulunu dünya hayatının çeşitli bela ve imtihanlarına uğratır, böylece kulu, âşık olduğu o kişinin/şeyin gerçek yüzünü görür, asıl aradığı aşkın o olmadığını anlar. </span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p><span style="color: Black">Neyi aşırı seversen, onunla imtihan olunursun. Bu imtihan sonucunda sevdiğin şeyin ve sevginin hakiki yüzünü görür, anlarsın.</span></p><p><span style="color: Black">Hikmetli Kur'an'da konuya şöyle dikkat çekilmektedir: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe Sûresi, 24. ayet)</span></p><p><span style="color: Black"></span></p><p> <span style="color: Black">3- Mürşid-i kâmiller, hekimler gibi, insanların gönüllerindeki hastalıkları tedavi ederek, onların ilahî aşka ulaşmalarına yardımcı olurlar.</span></p><p> <span style="color: Black"></span></p><p><strong>Size verilen hikmetti, kerameti, Sırrı sakin ola ki kendinizden bilmeyin!yoksa kerametti de kendinizi de kaybedersiniz...</strong></p><p><img src="/ifadeler/gulqx.gif" class="smilie" loading="lazy" alt="acilangul1" title="acangul acilangul1" data-shortname="acilangul1" /></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Gönül sızım, post: 81683, member: 1049"] [IMG]https://www.islamiforumlar.net/rsmlrx/resim1/manzara1.jpg[/IMG] [COLOR="Black"]Ey dostlar! Bu hikâyeyi dinleyiniz. Hakikatte o bizim bu günkü halimizdir. Bundan evvelki bir zamanda bir padişah vardı. O hem dünya, hem din saltanatına sahipti. Padişah bir gün, hususi adamları ile av için hayvana binmiş giderken, ana yol üzerinde bir cariye gördü.. o cariyenin kölesi oldu. Can kuşu kafeste çırpınmaya başladı. Mal verdi ve o cariyeyi satın aldı. Onu alıp, arzusuna nail oldu. Fakat kazâra o cariye hastalandı. Padişah sağdan soldan hekimler topladı. Dedi ki: “İkimizin hayatı da sizin elinizdedir. Benim hayatım bir şey değil, asıl cânımın cânı odur. Ben dertliyim, hastayım, dermanım odur. Kim benim canıma derman bulursa, benim hazinemi, incimi ve mercanımı (lütuf ve ihsanlarımı) o aldı (demektir).” Hepsi birden dediler ki: “Canımızı feda edelim. Beraberce düşünüp, beraberce tedavi edelim. Bizim her birimiz bir âlem Mesih"idir.. elimizde her hastalığa bir ilâç vardır.” [B]Kibirlerinden “Allah isterse” (İnşaallah) demediler. Allah da onlara insanların âcizliğini gösterdi. İlâç ve tedavi türünden her ne yapıldıysa hastalık arttı, maksat da hâsıl olmadı.[/B] O cariyecik, hastalıktan kıl gibi olunca, padişahın kanlı gözyaşı ırmağa döndü. Padişah, hekimlerin âciz kaldıklarını görünce, yalınayak mescide koştu. Mescide gidip mihrap tarafına yöneldi. Secde yeri gözyaşından sırsıklam oldu. Yokluk istiğrakından kendisine gelince ağzını açtı, hoş bir tarzda Allah"ı medhüsenaya başladı: “En az bahşişi dünya mülkü olan Allah"ım! Ben ne söyleyeyim? Zaten sen gizlileri bilirsin. Ey daima dileğimize penah (sığınak) olan Rabb"im! Biz bu sefer de yolu şaşırdık. Ama sen “Ben gerçi senin gizlediğin şeyleri bilirim, fakat sen yine de onları meydana dök, dile getir” dedin. Padişah tâ can evinden coşunca, bağışlama denizi de coşmaya başladı. Ağlama esnasında padişah uykuya daldı. Rüyasında bir pîr göründü. O pîr dedi ki: “Ey padişah! Müjde! Dileklerin kabul oldu. Yarın bir yabancı gelirse, o bizdendir. O gelen hâzık (işinin ehli) bir hekimdir. Onu doğru bil, çünkü o emin ve gerçek erenlerdendir. İlâcında kati sihri gör, mizacında da Hak kudretini müşahede et.” Vade zamanı gelip gündüz olurken, güneş doğudan görünüp yıldızları yakarken, padişah, rüyada kendine gösterilen zâtı görmek için pencerede bekliyordu. Bir de gördü ki faziletli, fevkalâde hünerli, bilgili bir kimse geliyor. Padişahın rüyada gördüğü hayal de, o misafir pîrin çehresinde görünüp duruyordu. Padişah bizzat mâbeyincilerin yerine koştu, o gaipten gelen konuğun huzuruna vardı. Kollarını açıp onu kucakladı, aşk gibi gönlüne aldı, canının için çekti. Elini, alnını öpmeğe, oturduğu yeri, geldiği yolu sormaya başladı. O ağırlama, o hal hâtır sorma meclisi geçince, o zâtın elini tutup hareme götürdü. Padişah, hastayı ve hastalığını anlatıp, sonra onu hastanın yanına götürdü. Hekim, hastanın yüzünü görüp, nabzını sayıp, idrarını muayene etti. Hastalığının belirtilerini ve sebeplerini de dinledi. Dedi ki: “Öbür hekimlerin çeşitli tedavileri, tamir değil, büsbütün harap etmiş. Onlar, iç ahvalinden haberdar değiller. Körlüklerinden, hepsinin aklı dışarıda.” Hekim, hastalığı gördü, gizli şey ona açıldı. Fakat onu gizledi ve sultana söylemedi. Cariyenin hastalığı safra ve sevdadan değildi. Her odunun kokusu, dumanından meydana çıkar. İnlemesinden gördü ki cariye gönül hastasıdır. Vücudu afiyettedir ama o gönüle tutulmuştur. Âşıklık, gönül iniltisinden belli olur. Hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir. Hekim dedi ki: “Ey padişah, evi halvet et, yakınlarını da uzaklaştır. Köşeden, bucaktan kimse kulak vermesin de ben bu cariyecikten bir şeyler sorayım.” Oda boşaltıldı. Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim tatlılıkla, yumuşaklıkla dedi ki: “Memleketin neresi? Çünkü her memleket halkının ilâcı başka başkadır. O memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye bağlısın?” Elini kızın nabzına koyup birer birer felekten çektiği sıkıntı ve eziyetleri soruyordu. Cariyeden hikâye yoluyla dostların ahvalini sormaktaydı. Kız, bütün sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından, efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından bahsetmekteydi. Hekim, kızın anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına dikkat etmekteydi. “Nabzı, kimin adı anılınca atarsa, cihanda gönlünün istediği odur” (diyordu). Cariye, memleketindeki dostlarını saydı döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi andı. Hekim, “memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette bulundun?” dedi. Kız, bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün rengi, nabzının atması başkalaşmadı. Efendilerini ve şehirleri birer birer saydı. O yerleri, yurtları, oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri tekrar tekrar söyledi. Şehir şehir, ev ev saydı döktü, fakat kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı. Hekim, şeker gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı normal haldeydi, fazla atmıyordu. Semerkand"ı sorunca nabzı hızlıca attı, çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkandlı kuyumcu sevgilisinden ayrılmıştı. O hekim, hastadan bu sırrı elde edip, o dert ve belânın aslına erişince, “Onun semti hangi mahallede?” diye sordu. Kız, “Köprü başında, Gatfer mahallesinde” dedi. Hekim, “Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi hususunda sihirler göstereceğim. Sevin, rahatla, emin ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa, ben de sana onu yapacağım. Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme. Ben sana yüz babadan daha şefkatliyim. Aman, sakın ha, bu sırrı kimseye söyleme. Padişah senden bunu ne kadar sorup soruştursa yine de sakla. Sırların gönülde gizli kalırsa, o muradın çabucak hâsıl olur” dedi. O hekimin vaatleri ve lûtufları hastayı korkudan emin etti. Hekim bilahare kalkıp padişahın huzuruna gitti. Padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki: “Çare şundan ibaret: Bu derdin iyileşmesi için cariyenin sevdiği o adamı getirtelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır; onu altınla, elbise ile kandır. ” Padişah, hekimden bu sözü duyunca, nasihatini candan gönülden kabul etti. O tarafa ehliyetli, kifayetli, âdil bir iki kişiyi elçi olarak gönderdi. O iki bey, kuyumcuya padişahtan müjdeci olarak Semerkand"a kadar geldiler. Dediler ki: “Ey lûtuf sahibi üstad! Ey marifette kâmil kişi! Övülüşün şehirlere yayılmıştır. İşte filân padişah, kuyumcubaşılık için seni seçti. Zira bu işte pek büyüksün, pek kâmilsin. Hemen şimdi şu elbiseyi, altın ve gümüşü al; gelince de padişahın havassından ve nedimlerinden olursun.” Adam, çok malı, çok parayı görünce gururlandı; şehirden, çoluk çocuktan ayrıldı. Adam, neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu ki padişah canına kastetmişti. O garip kişi yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü. Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu padişahın yanına izzet ve ikramla iletti. Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan! O cariyeciği bu tacire ver ki visali ile iyileşsin; visalinin suyu o ateşi gidersin.” Padişah, o ay yüzlü cariyeyi kuyumcuya bahşetti. O iki sohbet müştakını (isteklisini) birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti. Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı. Kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca, kızın canı, onun derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca, kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu. Sadece zâhirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet bir utanç olur. Keşke kuyumcu baştanbaşa ayıp ve mahcup olsaydı, tamamıyla çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hal gelmeseydi. Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar aktı, yüzü canına düşman kesildi; sonunda ölüp toprak altına gitti. O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz oldu.[1] [1] Mesnevî, Cilt: I, beyit nu: 35-246 1- Bu hikayedeki benzetmeler: Padişah = Allah'ın insana üfürdüğü "Ruh" Cariye = Nefs Kuyumcu= Dünya; Âşık olunan dünyevî varlıklar Hâzık Hekim=Mürşid-i kamil Diğer hekimler= Mukallid şeyhler 2- Allah Teâlâ insanoğlunu, Kendisini sevsin, bağlansın, itaat etsin diye yaratmıştır. (Bakınız: Zariyat Sûresi, 56. ayet) O (cc), kullarının herşeyden daha çok kendisini sevmesini istemektedir. Zaten hakiki sevgi/aşk da, ancak Allah'a yönelik olan sevgidir, Allah sevgisidir, Allah aşkıdır. Diğer sevgiler ise geçicidir. Kulunun Kendisinden başka bir şeye gönül vermesine Allah asla razı değildir. Çünkü "Allah, kıskançtır." (Buhari, Nikah 107; Müslim, Tevbe 36. Kütüb-i Sitte, hadis nu: 4306) Eğer kul, Allah'tan başka bir şeye gönül verir, aşık olursa (Bakınız: Bakara Sûresi, 165. âyet), Allah, o kulunu dünya hayatının çeşitli bela ve imtihanlarına uğratır, böylece kulu, âşık olduğu o kişinin/şeyin gerçek yüzünü görür, asıl aradığı aşkın o olmadığını anlar. Neyi aşırı seversen, onunla imtihan olunursun. Bu imtihan sonucunda sevdiğin şeyin ve sevginin hakiki yüzünü görür, anlarsın. Hikmetli Kur'an'da konuya şöyle dikkat çekilmektedir: "De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez." (Tevbe Sûresi, 24. ayet) 3- Mürşid-i kâmiller, hekimler gibi, insanların gönüllerindeki hastalıkları tedavi ederek, onların ilahî aşka ulaşmalarına yardımcı olurlar. [/COLOR] [B]Size verilen hikmetti, kerameti, Sırrı sakin ola ki kendinizden bilmeyin!yoksa kerametti de kendinizi de kaybedersiniz...[/B] acilangul1 [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Öykü-Hikaye-Kıssadan hisse
Padişah ve cariyenin aşı
Üst
Alt