ÖŞÜR

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Ondalık; onda bir; toprak ürünlerinden veya diğer bazı kazançlardan alınan bir tür vergi anlamında bir İslâm hukuku terimi; vergilendirmede kullanılan ve müslüman vergi mükelleflerinden belirli sınıflar için, mahsulden alınan onda veya yirmide bir oranındaki verginin adı.

Bu kelimenin, Asurluların altın veya ayn olarak aldıkları "ışru-u" adlı vergiden veya İbranice "ma'şer" denilen, tapınak yahut krallara verilen onda bir oranındaki verginin adından geldiği ileri sürülmüştür. Bu duruma göre öşür, etimoloji bakımından, İslâm'ın çıkışından önceki bazı toplumların vergi statüsünü ifade etmektedir. İslâm, zekât yükümlülüğünü getirirken, bazı arazi mahsullerinden alınacak zekat miktarını da belirlemiş ve buna "öşür" adını vermiştir. Öşür vergisi daha sonra, mülk arazinin bir çeşidine ad olmuş ve müslümanların elindeki öşre tâbi araziye "öşür arazisi" denilmiştir (Ali Şafak, İslâm Arazi Hukuku, İstanbul 1977, s. 105).

Öşür vergisi Kitap, Sünnet ve İcmâ delillerine dayanır. Tahıl ve meyvelerde zekâtın gerekli olduğu, Kur'an-ı Kerim'de ifade edilmektedir. "Ey iman edenler, kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin" (el-Bakara, 2/267). Ayetteki; Kazandığınız şeylerden maksat ticaret malları olup, bunların zekâtı söz konusudur. Size yerden çıkardığımız şeylerden maksat ise tarım ürünleri olup, bunların da öşrü kastedilir (es-Serahsî, el-Mebsût, III, II). Başka bir ayette bazı ürünlerden şöyle söz edilir: "Çardaklı ve çardaksız bağları, tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ze benzemez şekilde yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin. Devşirildiği ve biçildiği gün de hakkını verin" (el-En'âm, 6/141). İbn Abbas (ö. 68/687) ve Enes b. Mâlik'e (ö. 91/717) göre buradaki "hak''tan maksat, farz olan zekât olup, bu da, onda bir veya yirmide bir nisbetinde alınır.

Hadislerde şöyle buyurulur: "Toprağın bitirdiği mahsulde onda bir zekat vardır" (es-Serahsî, a.g.e., III, 2).

"Nehirlerin ve yağmur sularının suladığı mahsullerde öşür (onda bir); hayvanla sulanan mahsullerde yarım öşür (yirmide bir) vardır" (Sahîh-i Müslim, terc. ve Şerh. A. Davudoğlu, İstanbul 1977, V, 280).

Öşür yükümlüsünün müslüman olması gerekir. Gayri müslümlerden öşür vergisi alınmaz. Mümeyyiz ve gayri mümeyyiz küçüklerle akıl hastalarının ürünleri de, arazi, öşür arazisi olunca öşre tabidir. Çünkü öşür bir ibadet olmaktan çok, nimetin külfeti kabilinden sayılmıştır. Halbuki öşür dışındaki diğer zekât yükümlülerinin âkıl ve bâliğ olmaları şarttır. Bu konuda ibadetle yükümlü olmayanların zekâtla da yükümlü olmayacakları prensibi benimsenmiştir (es-Serahsî, a.g.e., III, 4; İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, el-Matbaatül-İlmiyye, (t.y), II, 254).

Öşür, nimetin külfeti ve verimli toprağın ürünü üzerinden alınan bir vergi olduğu için, İslâm devleti tarafından zorla alınıp mahalline sarfedilebilir.

Öşür için toprağın öşür arazisi statüsünde bulunması gerekir. Hz. Peygamber devrinde başlayıp giderek gelişen ve çeşitlenen arazi statüleri şunlardır: Mülk, mîrî, vakıf, metruk ve ölü (mevât) arazi. Bunlardan mülk arazi, mülkiyeti ve yararlanma hakkı şahıslara ait olan araziler olup, üçe ayrılır:

a. Süknâ ve tetimme-i süknâ denilen yerler: Evler, arsalar, meskûn mahaller, köy, kasaba ve şehir içindeki topraklardan ibarettir. Bunlar için öşür vergisi söz konusu olmaz. İslâm devleti başka vergi koyabilir.

b. Harac arazisi: Fetih sırasında, gayri müslim olan eski sahiplerinin elinde bırakılan ve haraç vergisine tabi bulunan arazilerdir.

c. Öşür arazisi: Düşmanla, yapılan savaş neticesinde ele geçirilerek gaziler arasında paylaştırılan arazilerle, isteyerek İslâm'ı kabul eden toplum fertlerinin ellerinde bırakılan topraklardan ve müslümanlar tarafından imar ve ihyâ edilen yerlerden ibarettir.

Öşür arazisinin menşei ve meydana geliş yılları:

a. Silah zoruyla fethedilip sahiplerinden zorla alınan ve savaşçılara veya savaşa katılmayanlara dağıtılan topraklar. Buna Hayber toprakları örnek verilebilir. Hz. Peygamber'in Hayber'i fethetmesi üzerine, yahudilerle araziler için ziraat ortakçılığı sözleşmesi yapılmış; Hz. Ömer devrinde yahudiler bu bölgeden sürgün edilince, araziler beytülmâle ve gazilere intikal etmiştir (İbn Hişam, es-Sîre, Mısır 1938, III, 255, 256).

b. İslâmı kendi istekleriyle kabul edenlerin ellerinde bırakılan araziler. Yemen ve Bahreyn toprakları gibi... Hz. Peygamber devrinde Yemen halkı kendiliğinden İslâm'a girdiği için topraklarına dokunulmadı. Resulullah (s.a.s) onlara dinlerini öğretmek üzere Ebû Musa (ö. 44/664) ve Muaz b. Cebel (ö. 18/639)'i gönderdi ve dört çeşit üründen zekât alınmasını emretti. Bunlar; buğday, arpa, kuru hurma ve kuru üzümdür (es-Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, Kahire 1368, I, 294).

c. Ölü (mevât) araziden müslümanların ihyâ ettiği topraklar.

Sahipleri öşür arazisi üzerinde dilediği şekilde tasarruf edebilirler. Alınıp satılması, kiralanması, rehin, hibe veya âriyet olarak başkasına verilmesi mümkün ve caizdir. Öşür arazilerinden elde edilen mahsuller öşre tabi olur (Ebû Yusuf, Kitabül-Harâc, Mısır 1352, s. 62, 63).

Hangi çeşit toprak ürünlerine öşür gerekir?

Ebû Hanîfe'ye göre toprağın bitirdiği her çeşit ürüne onda bir veya insan eliyle sulama vb. masraf yapılmışsa yirmide bir zekât gerekir. Tahıl, sebze, meyve gibi... Bu konudaki ayet ve hadisler umum (genellik) bildirir. Ayette şöyle buyurulur: "Topraktan sizin için çıkardığımız mahsulden (zekât) veriniz" (el-Bakara, 2/267). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

"Yağmur suyu ile sulanan yerden çıkan mahsulde öşür vardır" (Buhârî, Zekât, 55; Müslim, Zekât, 8; Ebû Dâvud, Zekât, 5,12; Tirmizî, Zekât,14).

Odun, kamış, ot ve saman gibi şeyler genellikle kendiliğinden yetiştiği veya ziraattan maksat bunları ekip biçmek olmadığı için öşre tabi bulunmazlar (es-Serahsî, el-Mebsût, III, 2). Ebû Hanîfe'nin her çeşit mahsulün öşre tabi olduğu görüşü, İbrahim en-Nehaî, Mücahid, Hammad, İmam Züfer ve Ömer b. Abdülazîz'in benimsediği görüş olup, İbn Abbas (r.anhümâ)'dan nakledilen bir rivayete dayanır (A. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Terc., V, 281).

Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, özel bakım gerektirmeden, bozulmaksızın bir yıl kalabilen ölçü veya tartı ile alınıp satılan mahsullerde öşür gerekir. Ancak dayanıklı olmayan ve uzunca süre bozulmadan kalamayan sebzelerle kavun, karpuz ve hıyar gibi ürünlerde öşür yoktur (es-Serahsî, a.g.e., III, 2-4).

Bir araziden hem öşür, hem vergi veya harac birlikte alınmaz.

İmam Şâfiî'ye göre, topraktan çıkan, biriktirilebilen, gıda maddesi yapılan ve insan eliyle yetiştirilen buğday, arpa, pirinç, mercimek gibi tarım ürünlerinde öşür gerekir (es-Seyyid Sabık, a.g.e., I, 295, 296).

Hasan el-Basrî, (ö. 110/728) eş-Şa'bî (ö. 103/721) ve es-Sevrî'ye (ö. 161/777) göre tarım ürünlerinden yalnız haklarında nass bulunanlar zekâta tabidir. Hadiste sayılan maddeler ise şunlardır: Buğday, arpa, mısır, hurma ve kuru üzüm.

Toprak ürünlerinin öşre tâbi olması için belirli bir nisap miktarı konulmuş mudur? Çok az miktarda çıkan ürünlerden de öşür vermek gerekir mi?

Ebû Hanîfe'ye göre; öşür toprağından çıkan ürün az olsun çok olsun, özel sulama yapılmamışsa, yani yağmur veya nehir suları ile sulanmışsa onda bir; dolap, su motoru, baraj ve benzeri teknik vasıtalarla sulanan toprak ürünlerinden ise yirmide bir nispetinde zekât alınır.

Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, toprak mahsulleri beş vesk (bir ton)'a kadar zekâttan muaftır. Hadiste "Beş vesk'ten az olan mahsulde zekât yoktur" (eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, IV, 126,138; Buhârî, Tecrîd-i Sarih (Terc.), V, 32, H. No: 692) buyurulur. Bir vesk 200 kg.lık bir ağırlık birimidir. Öşür, mâlî bir hak olup, Allah'ın teklif etmesiyle vacib olmuştur. Bu yüzden diğer zekât nisabında olduğu gibi burada da nisaba itibar edilir. Ebû Hanîfe ise öşrü, ziraat yapılabilen toprağın külfeti sayar ve bu yüzden nisabı gerekli görmez. Yukarıdaki beş vesk hadisini de ticaret mallarının zekâtı ile ilgili olarak kabul eder (es-Serahsî, a.g.e., III, 3).

Öşür, araziden elde edilen ürünün tamamı üzerinden verilir. Ekip, biçme ve sulama masrafları, yükümlünün diğer borçları veya aslî ihtiyaçları dikkate alınmaz. Zaten masraflı bir tarım yapılmışsa -sulama, gübreleme gibi- zekât miktarı yirmide bir'e düşeceği için, masraf fazlalığı bu yolla giderilmiş olur. Bir yıl içinde birden fazla ürün elde edilirse, her ürün için ayrı ayrı öşür gerekir. Kısaca tarım ürünlerinin öşrü için yıllanma zorunluluğu yoktur (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, II, 8-9; el-Fetâvâl-Hindiyye, I, 187).

Öşür, topraktan yararlanmanın bir karşılığı olduğu ve nimete karşılık bir külfet kabilinden sayıldığı için, bunun İslâm devleti aracılığı ile toplanması ve Tevbe Süresi 60 ncı ayette belirlenen yerlere sarfedilmesi asıldır. Zekâta tabi mallar bâtınî ve zahirî olmak üzere ikiye ayrılır. Nakit paralarla, altın, gümüş; evlerde veya mağazalarda bulunan ticaret malları bâtınî çeşidine girer. Bunların zekâtı İslâm'ın ilk devirlerinde devlet tarafından toplanıp, gerekli yerlere sarfedilirken; Hz. Osman devrinden itibaren sahiplerinin diyânetine bırakılmıştır. Zekât yükümlüsü bunların zekâtını yoksullara bizzat verir. Ancak bu hükme uymadıkları ortaya çıkarsa, İslâm Devleti zekâtı zorla alıp, yoksul ve muhtaçlara dağıtabilir. Hz. Ebû Bekir, hilâfeti zamanında zekât vermek istemeyenlere karşı savaş açmıştır.

Sâime denilen hayvanlar, öşür ve memleket arazisinin ürünleri, madenler, yer altındaki hazineler, gümrüklere uğrayan ticaret malları zahirî mal adını alır. Bunların zekâtını ve belirli oranlardaki vergilerini İslâm devleti, görevli memurları aracılığı ile tahsil ederek yerlerine sarfeder.

Sonuç olarak, insan eliyle yetiştirilen ve ekonomik değeri olan tüm tarım ürünlerinin prensip olarak onda bir veya yirmide bir oranında zekâta tâbi olması daha uygundur. Hadîs-i şeriflerde bazı tarım ürünü çeşitlerinin isim olarak belirtilmesi, "örnek kabilinden" sayılabilir. Amaç, toprakta insan emeğiyle yetiştirilen ürünlerin bir bölümünden yoksul kesimi yararlandırmak ve bu arazilerden yararlananlara bir vergi yükü getirmek olduğuna göre, bu prensibi tüm toprak mahsullerine uygulamak gerekir. Toprak sahibinin yoksulluk sınırını aşması için bir ton'luk nisap muâfiyetinden yararlandırılması da hakkaniyete uygun düşer.

Hamdi DÖNDÜREN
 
Üst Alt