Nihat Hatipoğlu (1955 - .... )

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Nihat Hatipoğlu 1955 Diyarbakır doğumlu. Diyarbakır, Siirt ve Malatya'da ilkokulu tamamladı. 1975'de Uşak İmam-Hatip Lisesi'ni ve Uşak Lisesi'ni bitirdi. 1981 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni tamamladı. Aynı Fakültede Hadis Ana Bilim dalında "Kur'an-ı Kerim'in Anlaşılmasında Hadislerin Rolü" adlı çalışmasıyla doktor, 2000 yılında da Doçent oldu.
1985-1987 yılları arasında Mısır'da Arapça üzerine eğitim gördü. İmam-Hatip, Kur'an Kursları Müdürlüğü görevlerini yaptı. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı olarak görev yapmaktadır.
Kanal A'da 5 yıl dini programları hazırlayıp sundu. Ayrıca Ankara'da yayın yapan iki yerel radyoda 10 yıldan bu yana aralıksız olarak haftalık yayınlarına halen devam etmektedir. 2004 yılında Ramazan ayında Flash tv'de , 2005 Ramazan ayında Star tv'de Sahur programını hazırlayıp sundu. 2006 yılında Star tv de "Dosta Doğru" programı sundu ve 2006 yılında Star Tv de iftar ve Sahur Programlarını sundu. Radyo ve televizyon izleyicileri iftar ve sahur programlarını 1.olarak seçti. Programları Türkiye'de birçok radyoda yayınlanmaktadır.
Halen Star tv'de haftalık programları devam etmektedir.
Kırk civarında yayınlanmış kaset, CD, VCD'si bulunmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında seri konferansları devam etmektedir. Yazı makaleleri, panel, Diyanet Dergisi, İslami Araştırmalar ve benzeri dergilerde yayınlandı.
Hatipoğlu evli ve üç çocuk babasıdır
 

ömr-ü diyar

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Nisan 2011
Mesajlar
3,345
Tepkime puanı
25
Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun anlatımıyla babası Haydar Hatipoğlu
Babam, Resulullah (sav)'ın Komşusu Oldu ...

23 Mayıs 1995 gece yarısı biz kendisini Esenboğa havaalanına getirecek uçağı beklerken Medinetü'r-resul'den telefon eden diş hekimi kardeşim Fatih, titrek sesiyle şöyle dedi: "Biz babamızı damat ettik. Aşık'ı Maşuk'a Resulullah'a teslim ettik. Cennetü'l Baki'de misafir edeceğiz."

Ben o anda elimizden neyin gittiğini çok iyi biliyordum. 1987'de Mısır'a geldiğinde -bir anlamda kendisini deneyen- Ezher Ulemasının: "Sizin gibi bir alimin Türkiye'de olabileceğini tahmin edemezdik", dedikleri Haydar HATİPOĞLU hocamın, babamın gittiğini anladım. Hadis, tefsir,fıkıh, feraiz, bedii, meani, beyan velhasılı bütün dini sahalarda hüccet olan bir alimin toprağa gideceğini biliyordum.
O hep Medine'liydi. O hep Ravzayı Mutahhara'nın oralardaydı. Yatarken, yemek yerken, kürsüdeyken, kitap okurken hep Ravza'daydı. Allah da şahittir ki Hz Muhammed(s.a.s.) adını kullandığı her seferinde boğazı düğümlenirdi. Efendimizin adını rahat kullanamaz mutlaka ağlardı. Gece yarıları kalkar (teheccüt namazı) Resulullah'a aşkını ilan eden kasideler okurdu. Sabahları seccadesine elimi sürdüğümde secde yeri hala ıslak olurdu. O'nu hep şöyle hatırlayacağım: kitap odasında önüne birkaç kitabı açmış notlar alıyor, kitap üzerinde veya herhangi bir münasebetle Resulullah'ın adını andığında dudakları büzülüp sakalından aşağı yaşlar boşalıyor, gördüğü kim olursa olsun yüzüne tebessüm ediyor, seccadenin üzerinde sarığını sarıyor, evden çıkmadan duha namazı kılıyor. Kur'an okuduğunda bazı ayetleri dönüp-dönüp okuyor ve yüksek sesle ağlıyor, alacağı her kararda istihareye yatıyor, Kur'an ve sünnet uğruna canını feda etmekten zerre kadar çekinmiyor ve en zor şartlarda Kur'an ve Sünnetin , yani ehl-i sünnet akidesinin bir fedaisi gibi hep öne çıkıyor. Allah sana, zerreler adedince rahmet eylesin.
Cennetmekan babam, seni hatırlıyorum! İbn-i Mace'yi şerhediyordun. Resulullah'ın vefatı bölümünü bir ayda bitirebilmiştin. "Resulullah'ın eli yana düştü.." diyordun sonra ağlıyordun. Bir saat sürüyordu ağlaman. "Git, bugün daha yazamayız" diyordun. Katibin olan ben ve kardeşim kalkıyorduk. İkinci gün oturuyorduk. "Ve Resulullah'ın ateşi yükseldi." diyordun, sonra yine hüngür-hüngür ağlıyordun. Sanki o an oradaymışsın gibi. Resulullah'ın vefatını nasıl yazdığımızı bir Allah, bir sen, ben ve kardeşim biliriz.
Abdülhakim Arvasi (k.s.)'ın kabrini ziyarete gideceğimiz biz gün arabamıza bindiğimizde annemin esans kullandığını anladın. Artık yaşlı sayılan anneme: "hanım, git kokuyu gider, öyle bin arabaya. Koku sürünüp de dışarı çıkan kadına, Peygamberimiz: Melekler lanet ederler" demiştir deyip annemi tekrar eve gönderdiğini hatırlıyorum. İslam'ın hiçbir hükmünü kimseye, hiçbir şeye feda etmedin. Hiçbir zaman gölgeye sığınmadın. İslam'ın hakikatını söylerken hiçbir kınayıcının kınaması seni zerre kadar etkilemedi. Allah ve Resulu şahittir ki hep öyle yaşadın, ailen içinde hiçbir günaha-harama müsaade etmedin.
Vefatında sonra Etlik Aşağı Eğlence'nin cemaati geldi. Meğer gitmeden Medine'de inşallah kalacağını ilan etmişsin. Kimine: "Resulullah'a bir arzuhalim var, inşallah bu sene cevap alacağım" demişsin, kimine: "Medine'den firkat benim içimi yakıyor. Ne zaman Resulullah'a komşu olacağım, bekliyorum" demişsin. Daha neler neler demişsin. Allah senin makamını ali etsin. Allah senden milyarlarca kere razı olsun. Sen vefat ederken de bize ders verdin.
18 Mayıs günü Medine'den dönecektin. 25'ine erteledin. Senin göğsünden ağrı duyduğunu haber alınca bir an önce gelmen için girişimlerde bulunduk. Medinede'ki kardeşim, Diyanet'in görevlileri, Medineli bazı aracılar, herkes seferber oldu. 18.30 uçağı olmasına rağmen senin gönlün 22.30 uçağındaydı. Annem diyor ki, arabaya bindiğinde dönüp-dönüp Ravzay-ı Mutahhara'ya bakıyormuşsun, ağlıyormuşsun. Havaalanına geldin. Eşyalarla hiç ilgilenmedin. Annem sorunca; "Merak etme eşyan gidecek" dedin. Oradaki Kamil Bey'e bütün paranı vermek istedin. Seydo, paran sana lazım olur dese de, bin doları verip: " Oğlum, benim bundan sonra para ile işim bitti." dedin. Yine anlamadılar. Nihayet turnikeden geçtin, uçak 23.30'a ertelendi. Herkesi uçak için otobüse alırlarken Sivaslı doktor Mecnun Bey'in ve ötekilerin şehadetiyle binmemeye çalışıyordunuz. Ayaklarınız gitmiyordu. Son anda doktora "gel abdest alalım" dedin. Abdest aldınız. Herkes binmeye hazırlanırken siz oturdunuz. Sizi görenler diyor ki: " hocamız bir haber bekliyor da haber gecikmiş gibi huzursuzdu". Doktor size sordu: "Bu kaçıncı hac!" gülümsedin, elini sallayıp: "Bundan sonra sayılamaz" dedin. Yine kimse anlamadı. Ama sen ne dediğini iyi biliyordun. Çünkü orada hac mevsiminde defnedilen kıyamete kadar hac yapar. Sonra oturduğun yerde, sanki gelen haberciyi görmüş gibi, başını yana çevirdin ve sandalye üzerine eğildin o kadar. Ne bir çırpınma, ne bir sekerat. Hacılar tekbir getirdiler, seni öptüler. Ağladılar, seni müjdelediler. Sonra dediler ki: "Hocamızı pasaport işlemi bittiği için uçağa alıp Türkiye'ye götürelim." Bu sefer cebindeki pasaport kayboldu. Tam bir saat da uçak onun için ertelendi. Pasaportu bulamadılar. Bulsalar, belki seni buraya getireceklerdi. Belki senin o güzel yüzünü görecektim. Ama sen habibinden uzak olacaktın. Seni bıraktılar. Uçak kalktı, baktılar ki pasaport cebinde.
O gün sabah namazında Mescid-i Saadet'te bir senin cenazen vardı. Senin cenazene bütün cemaat katılmış. Görevliler bu sayının yüzbinin çok üzerinde olduğunu söylediler.
Seni Hz Osman'a yakın bir bölgede defnetmişlerdi. Seni gören herkes son üç-dört gün içinde yüzünün sakalından daha beyaz hale geldiğini söylüyorlar. Dr. Salih Bey: " Son bir gününde hocamın dünyayla bütün irtibatı kesilmişti. Bunu kelimelerle izah mümkün değil. Sanki vücut yok, ruh ver gibiydi." diyor. Bu Medine'ye, Mescid-i Saadet'in yanına, Cennetül Baki'ye defnin manevi hazırlığı olsa gerek.
Babam! Ben seni övmüyorum. Ben Allah'ın Resulüne aşkı övüyorum. Resulullah sana sevgi buyurmuş. Ben, Allah'ın habibini övüyorum. Salat O'na, selam O'na... İbn-i Mace'yi bitirdiğin günü hatırlıyorum. Ah, diye bağırmış, ağlamıştın. Tam bir saat sürmüştü. Annem bizi odaya sokmamıştı. Sonra ne oldu, diye sorduk; dedi ki, " Baban diyor ki: İbn-i Mace'yi yazdıkça her gece Resulullah'ın yanındaydım. Ya ben bundan sonra ne yaparım?" demiştin.
Senin firakın bitti. Vuslat oldu. Ashabın kucağında Cennet'ül-Baki ehline verilecek umumi ve vacip olan şefaatı bekliyorsun. Şimdi biz firakı yaşıyoruz. Bu firak senin sevgilin olan Allah Resulüne kavuştuğumuz gün bitecek demek cüretini kendimde bulamıyorum.
Cenazeni görenler, seni yıkayan Molla Burhan, hep senin o güzel yüzünle tebessüm ettiğini söylüyorlar. Onu öptük de öptük diyorlar. Ah, keşke bana da nasip olsaydı. Morga koyduk, morga güzel bir nisbet kokusu girdi diyorlar. Bana herkes " ah, babanın yüzünü göreydin!" diyorlar. Göreceğim inşallah, firakın bittiği vuslat gününde göreceğim inşallah.
Kitaplarına sahip çıkacağım. Senin baktığın yerlere senin vukufiyetinden çok uzak ama olsun bakacağım. Senin oğlun olmayı şerefle taşıyacağım. Senin bize öğrettiğin çizgin, kitap ve sünnet ölçüsü nefesim çıkıncaya kadar devam edecek. Çünkü sen Resulullah'a nasıl aşık olunabileceğini gösterdin bize,öğrettin bize. Allah Resulune ve Hz Ömer'e dayanan soyunla sen mekanını buldun.
Diyanet İşleri Başkanlığı sana pek çok hatim okuttu. Yüzlerce yerde gıyabi cenaze namazın kılındı. Herkesten Allah razı olsun.
Bütün mü'min kardeşlerim sana haklarını helal ettiler, daha duyan herkes de edecektir inşallah.
Ravza-ı Mutahhara'nın sahibine salat ve selam olsun; Baki'nin sakinlerine rahmet ve selam olsun.
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Doç.Dr. Nihat Hatipoğlu
 

Ab-ı Hayat

Moderatör
Moderatör
Katılım
3 Haziran 2014
Mesajlar
1,608
Tepkime puanı
47
Nihat Hatipoğlu...
Sevdiğim, can kulağıyla dinlediğim bir hocam...

Bana göre bir insanı seviyor, can kulağıyla dinliyorsanız; o insanda kendinizden bir şeyler hissediyorsunuz demektir!
Mesela ben Nihat hocayı dinlediğim zaman kendi karakterime çok yakın hissediyorum, bazı sorulara cevapları benim kafamda oluşturduğum cevaplarla hemen hemen aynı oluyor, o kadar hoca çıkıyor ekrana ama Nihat hoca kadar gerçekçi anlatmıyor gibi geliyor bana ahireti...

İnsanları uyarılarını, bir de bir şey anlatırken bakın; bizim sizlerden daha zor ahiretteki hesabımız deyişini, peygamber sevgisini, insanlara güler yüzle, samimi bir dille yaklaşımını seviyorum... Bir de bir kıssa anlatırken; heyecanla sanki onun bizzat yaşamış gibi anlatmasını seviyorum, bu heyecan bizlere de geçiyor, o kıssadaki sevinç, coşku, ve ibretlik hali yaşamış gibi bir hale geliyoruz...

Ben peygamberimi çok iyi öğrenip, çok seviyorsam bunun sebebi Nihat Hatipoğlu 'dur...

Allah ondan razı olsun...
 

Hümeyra

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
9 Mayıs 2014
Mesajlar
1,176
Tepkime puanı
4
Yukarıda ki baba Hatipoğlu ile alakalı yazı beni çok etkiledi,soy bir şekilde efendimize veya ehli beyte dayanıyor ise vakit ahir zamanda olsa Hak ile yanan ateş hiç sönmeden evlada ve nesle miras kalıyor ne güzel...
 

Sonsuzİfadeler

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
4 Temmuz 2014
Mesajlar
71
Tepkime puanı
1
Nihat Hocayı bende çok severim.Kendimi bildiğimden beri Ramazan'da onu izliyorum. İnşAllah birgün nasip olurda Allah görüşmeyi nasip ederse sormak istediğim çok şey var. Her sene aynı şeyleri, hiçbir duygu eksikliği yaşatmadan anlatan birisi beni tatmin edecek cevaplarda verebilir diye düşünüyorum. İnsanlar dinden uzaklaşmasın diye elinden geleni yapıyor.Allah razı olsun.
 

Ab-ı Hayat

Moderatör
Moderatör
Katılım
3 Haziran 2014
Mesajlar
1,608
Tepkime puanı
47
İmam İbnü Cevzi den ölümsüz hitabeler..

Ey Sonunun nasıl olacağından gafil olan kişi!

Ey kusurlarıyla ayakta duran kişi! Baksana gayret sahipleri seni geçtiler. Sen ise, gaflet denizine dalıp gitmişsin. Rabbin kapısında pişmanlık duyanın duruşuyla dur! Sonra zilletle başını öne eğ ve şöyle de;
Ben zalimim, Seherlerde şöyle haykıranım; Günahkarım, Rahmet diliyorum...
Haydi, bir türlü kendileri gibi olamadığın şu iyi insana benzemeye çalış. Pişman olan bir günahkarın sel gibi akıttığı göz yaşlarını azgın rüzgarlara sal! Gece yarıları pişman olarak kalk! Kapıya dur, tövbe et, Şu gitmiş ömrü düşün!! Heva ve heveslerini bir kenara it artık! Ahireti arzu ediyorsan dünyayı boşa! Ey bütün bir gece uyuyan! baksana dostlar gittiler.. Kavmin hepsi kalktı uzaklara gitti.
Sen hala ölüm uykusundan uyanamadın!!!!*********************************************************

Nihat Hatipoğlu'nun Kaleminden (cuma sohbetleri)...

Dünya öldürücü bir zehirdir...

Kardeşlerim, Dünya öldürücü bir zehirdir. Nefisler dünyanın tuzaklarından gafildir. Ey Ademoğlu! senin kalbin zayıf bir kalptir. Bakışların hakikati görmede ne kadar da zayıftır!
Baksana gözün her yere bakıyor. Dilin sürekli günah işlemektedir. Vücudun dünyayı kazanayım diye ne kadar da yoruldu! Nice kahredici bakış var ki, onunla ayaklar sürçüverdi..
Sen dünyayı konuşmakta ne kadar da hatipsin! Sen ahireti konuşmakta ne kadar dilsiz ve zavallısın!!


Ey Takva Elbisesine Bürünmüş Sahtekar!
Ey filanca! Çok ibadet eden takva sahiplerinin elbisesine bürünmüşsün. Halbuki, kalbin gaflet denizlerinde boğulmuştur! Dış görüntün ne kadar kirli ve kokuşmuştur!
Ey kalbi ölmüş adam! Gençlik zamanını gafletle geçirdin. Şimdi kaçırdığın amellere ağlıyorsun! Sana nelerin hazırlandığını bilseydin, gece karanlıklarında çok ağlardın!

Güzel sözü dinliyor ama gerekeni yapmıyorsun!

Ne zamana kadar iyilerin sözünü dinleyecek ama yollarından gitmeyeceksin?? Tövbekarların yolunu izle. Belki yola girersin!


Ey ölüyü mezara, Kalbini de eve gömen adam!

Ey eliyle ölüyü mezara gömerken, kalbini evinde unutan adam! Günahtan günaha sıçrıyorsun. Mezardan yine günahlara dönüyorsun..


Sen değil misin günahlara devam eden?

Sen değil misin hata ve isyana devam eden? Açık günah işledin de hiç utanmadın! Hem günahın kir olduğunu bildin, hem de sakınmadın! Cezanın büyüklüğünü bildin de unutur göründün. yakında her şey seni terk edecek. bugün elinden kayıp gidecek. Dünün gittiği gibi!.. Yakın, artık konuşan dilin duracak, sessizliğe bürüneceksin!
Güneşin ve ay 'ın rengini ve ışığını görmez olacaksın. Bahçeler sararacak, bostanlar kuruyacak!

Beyaz Saçların seni uyarmadı mı?
Ey sonsuz arzuların mahkumu!
Beyaz saçlarında mı seni uyarmadı? Baksana ölüm şimşek gibi geliyor. Sen kendini sağlıkta hissediyorsun! Sen ise hakikatte hastasın! Hem de ağır hastasın ve en kötüsü de sen hastalığının bile farkında değilsin!!!

Ey uykusu ağır adam!

Ey uykusu ağır adam! Ey uyanıklığı yavaş adam! Ey anlayışı kıt adam! Ezanlar seni hiç mi uyandırmadı? Yoksa biz; dil bilmeyen, kulağı sağırlara mı bağırdık?
Heva ve hevesin gözü şaşıdır, bilmiyor musun?


Ey ihtiyarlayıp tövbe etmeyen adam!

Ey yaşlanıp ta ıslah olmayan ve tövbe etmeyen kişi! Keşke bilseydim yaşlılıktan sonra neyi bekliyorsun? Gençken utandıran günahlar, yaşlılıkta ne kadar da çirkindir!
Yaşlılık çökmüşken insan ayıplarından vazgeçmiyorsa, bir daha iflah olmaz artık!
Ey filanca Adam! Dünya geride kaldı, Ahiret önünde!
Arkadan geçeni istemek hezimettir. Sen önden geleni iste!
Baksana ölüm tufanı geldi, haydi takva gemisine bin!
Hz. Nuh'un oğlu gibi arzu dağına sığınma! Tufan seni alır ve boğar, yazık sana!
Uyan, ömrünün kalanını ganimet bil!
Daha ne kadar şaşkın yaşayacaksın?......


Gazeteden alıntıdır......
 
Üst Alt