Nasreddin Hoca kimdir?

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
nasreddinhoca.jpg


Nasreddin Hoca (605) 1208 yılında bu gün adı Nasreddin Hoca Köyü olan Sivrihisarın Hortu köyünde doğar.
Nereden öğrenmişlerdir, kimden duymuşlardır bilinmez ama, Hoca’nın hayat hikayesini anlatan, onu fıkralarından yola çıkarak romanlaştıran bazı yazarlarımız babasının Sivri Hisarda imamlık yapan Abdullah Efendi olduğunu, annesinin adının Sıdıka hanım olduğunu söylerler, yazarlar...

Sivrihisar kasabası o dönem Bizans sınırlarına yakın, şirin, küçük bir kasabadır.
Hoca merhumun çocukluğu ve gençliği bu kasabada geçer.. Babası ölünce, ondan boşalan yere kendisi imam olur.
Bir süre imamlık yaptıktan sonra , görgüsünü bilgisini artırmak, ilim irfan sahibi olmak için, imamlığı Mehmed adında bir dostuna bırakarak (635) 1237de Akşehir’e gelir.

Onu Akşehir’e çeken ünlerini duyduğu dönemin bilginlerinden Seyyid Mahmud Hayrani ile Seyyid İbrahim Sultan’dır.
Devir ise Selçuklu sultanı I. Alaaddin Keykubat devridir. Akşehir’e yerleşen Hoca,buraya yerleşir, Seyyid Mahmud Hayraniye bağlanır ve ondan ders almaya başlar.

Akşehir’e yerleştiğini söylediğimiz Nasreddin Hoca, başta imamlık, kadı yardımcılığı, kadılık ve müderrislik gibi bu gün resmi sayılan işler yanında,
fıkralarından anladığımız kadarıyla boyacılıktan turşu satıcılığına, tarımdan ticarete onlarca işle uğraşır.
Bir düzine Selçuklu sultanının tahta çıkmasına ve tahttan inmesine şahit olur. Selçuklu döneminin en hareketli, en karışık, en karmaşık,
aynı zamanda kültürel açıdan enbereketli kesitinde Akşehir’de bulunur.

Nasreddin Hoca (683) 1284 tarihinde, gülerek doğduğu, ömrü boyunca gülümsediği dünyaya yine gülümseyerek gözlerini kapar. Ruhu ölümsüzlük yurduna kanatlanırken adı ölümlü dünyada ölümsüz olma bahtiyarlığına erişir.
Herkesin olduğu gibi Nasreddin, Hoca’nın da bir dünyası vardır. Siz onun hanım ölünce küçük kıyamet, ben ölünce büyük kıyamet kopacak demesinde hikmete bakın.
Biz insan hayatı için küçük dünya, alem-i suğra dendiğini biliriz lakin, o rahmetlinin eşi ve diğer insanlar için geçerli; yoksa Hocamız kendi dünyasını hiç de küçük görmüyor.

Yüz yıllardır milyarlarca insanın dünyasında tatlı izler bırakan, gülümseten ve düşündüren Hocanın dünyasının elbette büyük olması gerekir.
Ne varki ölünce kopacağının söylediği kıyamet bildiğimiz kıyametlerden değildir.
O kıyamet kopmuştur kopmasına da, ne dünyanın altı üstüne gelmiş, ne dağlar yerinden oynamış, ne de denizler taşmıştır; Anadolu’muzda, herkesin içinde
yetişen ve dilimizi konuşan bir ademin dünyanın en büyük “ince söz” üstadı olması büyük bir kıyamet olsa gerektir.

Herkesin dünyasında da bir Nasreddin Hoca vardır.
Bilgimize, görgümüze, birikimimize, alğı dünyamıza göre beşikden mezara kadar değil belki ama, söz söyleyecek duruma geldikten sonra, ölünceye kadar
bir Nasreddin Hoca taşırız dilimizde, yüreğimizde.
Yerine göre onu konuştururuz, yerine göre onun gibi konuşuruz, yerine göre de başkasını konuşturur, bu Nasreddin Hocaya yakıştı der, merhuma yakıştırırız.

Şüphesiz onun latifelerin tamamını bilmeyiz, bazen anlatmak istediğini anlamayız, başka şeyler anlarız; idrakimiz ölçüsünde nasipleniriz ondan.
Elbette bu bir nakısa değildir. Herkesin algıladığı idrak ettiği bir Nasreddin Hoca olması, o biricik Nasreddin Hoca’ya bir hal el getirmez,
aksine onu zenginleştirir, yaşatır ve yeniler.
Böyle böyle Nasreddin Hoca Türkçe durdukça bizimle birlikte doğar, büyür, olgunlaşır, yaşlanır; ama emin olun, ölmez...

Nasreddin Hoca’nın hayatında doğal olmayan hiçbir şey göremeyiz. Bu ise onun sonradan yaratılmadığını, Nasreddin Hoca diye birisinin bu ölümlü dünyada bir müddet konaklayıp ölümsüzlük yurduna gittiğini en büyük delili sayılır.

Her kez gibi yer içer, evlenir, çocuğu olur, evine iaşe getirir, her kez gibi insanların arasına karışırı, pazara gider, bağ bahçe işleriyle uğraşır, dağdan odun getirir, her kez gibi karısıyla ağız kavgası eder, onunda her kez gibi bir evi, üçbeş tavuğu, bir eşeği vardır, insanlarla sohbet eder, fakirlikten yakınır, dini kimliğinden dolayı camiyle bağlantısını sürdürür, minberden müminlere nasihat eder, onların kafasına takılan müşkülleri halleder... yani o, döneminde, herkesin yaşadığı hayatı yaşayan, evi ile dışarısı arasındaki mekanlarda gününü geçiren bir insandır. Doğrusu, hoca hikayelerini halkın bu kadar benimsemesindeki hikmed de, hikayelerin yapısı bir yana, Hoca’nın halktan biri olmasından ileri gelir.

Nasreddin Hoca’nın dünyası Türk halkını dünyasıdır, yani bizim dünyamızdır. Bir Nasreddin Hoca potresi çıkarılacaksa bu fıkralardan çıkarılmalıdır. Bu portre aynı zamanda, dikkatli bakıldığında; Anadolu Türk’lüğünün dünyaya hangi pencereden baktığını, neye ağlayıp neye güldüğünü, neye sevinip neye üzüldüğünü, ahmaklığını, uyanıklığını, aptallığını, zekasını, huyunu suyunu, hasılı, mizacını gösteren bir aynadır.

Bu aynada kendimizi gördüğümüz kadar Nasreddin Hoca’yı, Nasreddin Hoca’yı gördüğümüz kadar kendimizi görürüz.
Batıda Nasreddin Hoca fıkraları çözümlenerek Türklerin karakteri ve eğilimleri hakkında yargılara varılması şaşırtıcı olmasa gerektir. Neyi düşündüğümüz
neye tebessüm ettiğimizin ardında saklıdır...


çook kommiik

 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Bir gün Hoca'nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar:
"Hocam, adam olmanın yolu nedir?"
Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak "Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli" demiş


Nasreddin Hoca esegini pazara götürüp satiliga çikartmis. Esek pek
huysuzlanmis. Kuyrugunu elleyeni tepmis, disine bakani isirmis... Tellal :
- Hoca, demis, bu huysuz esegi kimse almaz. Geri götür...
Hoca altta kalmamis :
- Zaten satmak için degil, bu esekten neler çektigimi herkes anlasin diye
getirmistim pazara!...


çook kommiik
 
Üst Alt