Mü’minlerin baharı ramazan

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
Bismillahirahmanirrahim

Subhan Allah’a hamd;
Efendimize, Ehl-i Beyt’ine ve Sahabe-i Kirâm’a salât ve selâm…

Merhaba Dostlar;
Mevsim yaz olsa da mü’minin baharı olan kutlu bir mevsimdeyiz…

Mü’minin baharı Ramazan-ı Şerif…
Bizlere her sene yeniden bir Ba’su Ba’de’l Mevt yaşatan Rabbimize, sırf bu yüzden ne kadar şükretsek, yine de az…

Şükür nimeti bilmeyi, önemini idrak etmeyi gerektirir.
Nimetin önemi idrak edilince de gönül ve akıl harekete geçer, nefse baskı yapar: “Sen de yap! Sen de payını iste Rabbinden!”

Bize bu idraki, bu yüce duyguları ikram eden de yine Yüce Rabbimiz. Yani, O’nun malını, yine O’nun rızasını talep etmekte, yine O’nun verdiği kuvveti kullanarak…

Her şey O’nun…
Her şey O’ndan…

Hakkıyla kulluk yapmadığımızda, hayret edilecek bir şeydir ki biz, O’nun malını, yine O’nun yolundan mahrum bırakıyoruz…
Yani, aslında, biz kendi kendimizi cezalandırıyoruz dostlar.

Oysa şöyle açıversek Kur’anlarımızı, oturuversek diz dize…
Bülbüller gibi zikrederek şakısak seherlerde…
Her secdede teravih yudumlasak…
Her sofrada ruhumuza iftar versek…
Fakiri, yetimi oturtsak baş köşeye…

Nefse, isyan etsek; “Yeter artık senden çektiğim! Bırak bari şu Ramazan’da Rabimin rızasına koşayım. Bütün sene senin rızan, keyfin peşinde koştum. Bırak yakamı!” Desek.

Şeytana ve şeytani işlere bir çarpı çeksek.
Bu ay hiç müzik, eğlence, filim, internet, mesaj peşinde olmasak. “Bundan gelecek hayır, gelmez olsun!” desek…

Bütün bunları ve daha fazlasını yapsak sevgili dostlar…
O zaman görürüz, O Rahman olanın rahmetinin nasıl coştuğunu…

Rahmetin nasıl coştuğunu deyince birden aklıma takıldı, maalesef, birçok Müslüman böyle manevi, Rahmani tecrübeler yaşamadıkları için asla neden bahsettiğimizi de anlayamıyorlar. İşte, en çok da buna üzülüyorum.

Amellerin zahiri boyutu ortada olduğu için herkes görüyor ama manevi boyut, ama batıni boyut, hep gizli kalıyor.
Bir imkan olsaydı da o kardeşlerimize de Allah-u Teala’nın rahmetine gark olmuş bir gönlün, o müthiş huzurunu ve mutluluğunu gösterebilseydik…

Heyhat! Ne yaparsın ki elden bir şey gelmez. Bu imtihan dünyası böyle kurulmuş…

Önce kul, karşılıksız ibadet ve fedakarca hizmet edecek ki Rabbi de ona rahmet kapılarını açsın…

İlla sen adım atacaksın. Dişini sıkacak, görmediğin Rabbin için hiç görmediğin nimetleri ve rızası için didineceksin ki görünmeyenleri, senin için görünür kılsın. Uzakları yakın, virane kalbini mamur etsin…

Görüyorsunuz ya, bizim işimiz zor dostlar. Ne demişler, “Yapmak zor; yıkmak kolay.” Biz ve bizim gibi yayınlar, yazarlar, çoğu defa bir hiç’in üzerine bina yapmaya kalkıyoruz.
Belki bir gün mamur olur diye, nice sohbet erbabı, Müslümanlara nice diller döküyor. Rabbim onların hatırına bizleri de af ve mağfiret etsin inşaallah.

“İnsan, kulağından beslenir” demiş eskimezlerimiz. Allah’ın Rasulü, sallallahu aleyhi vesellem kulaklarından, yani, sohbetle beslemiş Sahabe Efendilerimizi, rıdvanullahi teala aleyhim ecmaîn. Bundandır ki o dillere destan hayatları yaşamışlar, insanlığa insanlık dersi vermişler.

Peki, biz kulaklarımızı ne yana çeviriyoruz, nereden besleniyoruz dostlar? Bir Hak Dostu’nun, onu bulamadığımızda, bir sohbet ehlinin sohbetine talip olabiliyor muyuz?...

Geliniz, bari bu Ramazan’da, nefsin hazır belini kırmışken, şeytanlar bağlanmışken, gidip bir “Cennet bahçesi” hükmünde olan, bir sohbet halkasına dahil olalım.
Öyle sade TV ekranından değil, gidip o manevi atmosferi bizzat yaşayalım. Eriyelim o sohbetlerde…

Kötü huy ve ahlaklardan temizlenmek için…
Günahların yükünden kurtulmak için…
Ruhumuzu, kalbimizi ve aklımızı nurlandırmak için…
Ötelere, öte alemlere kanatlanmak için…
Şu dünya zindanından kurtulmak için…

Ancak bu tecrübeyi yaşayanlar anlıyor, ne anlatmaya çalıştığımızı. Anlatmaya layık olmasak da en azından üzerimizdeki vebalden kurtulmak için anlatsak da…

Ne dersek diyelim, yine de Rabbimiz lütfetmese hiçbirimiz parmağımızı dahi kıpırdatamayız. Nerde kaldı, nefsimizi hayra yönlendirmek…

Bu yüzden sevgili dostlar, en büyük dermanımız, Celal ve Kerem sahibi Rabbimizden istemek. O’ndan isteyelim; bize de nasib etsin, Dostlarına ikram ettiklerinden. Bizi de mahrum etmesin, “nimet verdiklerinin yolundan”.
O, kimseyi mahrum etmez zaten, insanlar kendilerini mahrum ediyorlar.

Mübarek Üç Ayları ve bilhassa Ramazan-ı Şerif’i hakkıyla yaşayabilmek ümidi ile Allah-u Teala’ya emanet olunuz.

SÜLEYMAN KARAKAŞ
 

Gönül sızım

Özel Kardeşimiz
Yönetici
Süper Mod
Moderatör
Katılım
26 Temmuz 2011
Mesajlar
19,432
Tepkime puanı
185
İmam Rabbanî’ye göre Ramazan ayı müslümanın dikkatini fânî alakalardan keserek yoğunlaşması ve dini hayatına çeki düzen vermesi için bir fırsattır.
Cem’iyyet Arapçada toplamak ve beraber olmak manasına gelir, tasavvufi manası ise insanın aklını ve gönlünü bir araya toparlaması ve Allah ile beraber olmasıdır.
İmam Rabbanî’ye göre bu mübarek ay Allah ile beraberlik halini yakalamak için Müslümanlara verilen eşi bulunmaz bir ilahi hediyedir.
Öyle ki bu ayı layıkı veçhile değerlendiremeyenler yılın geri kalan zamanlarında da kendilerini toparlamaya fırsat bulamayacaklar, devamlı surette cem’iyyetin zıddı olan tefrikaya düşeceklerdir. İmam Rabbanî bu konuda şöyle der:

“Bu münasebetle Ramazan ayı bütün hayır ve bereketleri kendinde toplamıştır. Sene içerisinde her hangi bir yolla kişiye ulaşan her hayır, kadri yüce Ramazan ayının bereket deryasından bir damladır.
Bu ayda sağlanan cemiyet hali sene boyunca elde edilecek cem’iyyet halinin sebebidir. Bu ayda düşülen tefrika hali sene boyunca tefrikaya yol açar. (4. Mektup)

Buradaki cem’iyyet tabiri Allah ile beraber olma halini ifade eder. Tefrika ise hem hal dağınıklığını hem de Allah’tan ayrı düşme halini ifade eder.
İmam Rabbanî bu fırsatı kullanmayanlar için şu sert ifadeleri de kullanmaktan çekinmez:

“Ramazan ayının hakkını veren ve onu râzı eden kimseye ne mutlu! Ramazan ayını küstüren ve kızdıran kimseye de yazıklar olsun! O kimse, aynı zamanda muazzam bereketlerden ve hayırlardan mahrum kalmıştır. (4. mektup)
 
Üst Alt