Mekke'nin Fethi

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
(Hicret'in 8. senesi Ramazan ayı Cuma/Milâdî 630 Ocak)

Mekke: Yeryüzünde tevhidin timsâli ilk mâbed olan Kabe'nin bulunduğu şehir... O Kabe ki, "çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Bayt'tir."754 Mübârekiyeti ve hidâyete vesile oluşu Tevhidi İlâhî'nin mücessem bir delili olmasından ileri gelmekte. İlk banisi, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.), onu bu gaye için inşa etmişti. Zamanla bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş, fakat temelleri sabit kalmıştı. Ebû'lEnbiya [Peygamberlerin Babası] lakabıyla anılan Hz. İbrahim,
Allah'ın emir buyurmasıyla, oğlu Hz. İsmail'le birlikte, bu temel üzerine Kabe'yi yeniden inşa etmişler ve Kabe "tevhid" inancının yeniden mücessem bir sembolü olmuştu.

Ancak, yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası, hâlâ, tevhid inancından uzak yaşayan, hattâ bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya, müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu. Bina ediliş gayesinin tam aksine, içi putlarla dolu duruyordu.


Tevhid inancının ve bu inancın mümessili Müslümanların can düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı.


Gayretullah'a dokunan, Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. İbrahim'in ruhanîyetlerini rencide eden ve bütün Müslümanların kalb ve vicdanlarını derinden sızlatan bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lâzımdı. Bu mübarek mabedin ve bu mabedin içinde bulunduğu Mekke'nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu. Hz. Fahri Âlem Efendimiz, bunu düşünüyor, bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu. Uzun zaman imkânlar ve şartlar buna elvermemişti; çünkü, Müslümanlar henüz az ve zaîf bir durumda bulunuyorlardı. Müslümanların mevcut gücüyle bunu elde etmek de oldukça zordu. Üstelik, Medine'nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi.


Bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için İslâm'ın inkişaf etmesi, Müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu; aksi takdirde, bu yoldaki bir teşebbüs akim kalabilirdi.


Bir işe teşebbüste zamanı ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen Peygamber Efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için Cenâbı Hakk'ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu.


Nihayet, Hicret'in 8. yılında İslâm olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. Bir taraftan İslâm'ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın koskocaman Bizans İmparatorluğuna Müte Harbiyle gözdağı verilmişti.


Bütün bunlar, İslâm'ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet hâlini almış olduğunu ortaya koyuyordu.


Artık bu ulvî ve mukaddes gayenin bilfiil tahakkuk zamanı gelmiş ve gerekli imkânları Cenâbı Hakk ihsan etmişti.


Ancak, ortada bir mâni vardı. O da, müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Anlaşması idi. Bu anlaşmaya göre, Müslümanlarla müşrikler 10 sene birbirleriyle harb etmeyecek ve anlaşmayı bozmayacaklardı.Ahde vefada zirve noktada bulunan Resûli Kibriya Efendimiz, bu kutsî gayesi için de olsa ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu.


Zahirî Sebep


Kalblerimizin en ince noktasına nüfuz eden, gönlümüzden geçen her arzuyu bilip cevap veren Cenâbı Hakk, Sevgili Resulünün de kalbinden geçen bu ulvî arzuyu biliyordu. Zâten ona bu gayesini tahakkuk ettireceğini daha iki sene evvelinden de haber vermiş, müjdelemişti.


Cenâbı Hakk, bir sebep halketti: Hudeybiye Sulh Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu.755 Bu haktan istifadeyle, muahede yapıldığı sırada, Huzaa Kabîlesi, Hz. Resûlullah'ın ahd ve emanına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabîlesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.756


Bu iki kabile arasında uzun zaman devam edip gelen bir düşmanlık, bir husumet vardı. İhtimal bu düşmanlık neticesidir ki, eskiden beri Peygamberimizin dedesi Abdûlmuttâlib'le anlaşmalı ve müttefik bulunan Huzaalılar, Hz. Resûli Ekrem'in safında yer alınca, Benî Bekirler de müşriklerin himayesine girmişlerdi.


Nübüvvet nurunun Mekke'de parlamasına kadar birbirleriyle kanlı bıçaklı olan bu iki kabîle, bu nur sayesinde az da olsa birbirlerinden kanlı ellerini çekiyor ve bu çekiliş Hudeybiye Sulhüne kadar devam ediyordu. Ancak, bu sulh devresinde tekrar birbirlerini rahatsız etmeye başlıyorlardı. Bahaneler arayarak hâdise çıkarma yoluna gidiyorlardı.


BENİ BEKİRLERİN, HUZAALILARA SALDIRMASI


Bir gün, Benî Bekir Kabilesinden biri, bir şiirle Hz. Resûlullah'ı hicv ve tahkire yeltenir. Huzaalılardan bir genç buna tahammül edemez ve adamın başını yaralar. Durumu öğrenen Bekir Oğulları, bunu, Huzaalılara saldırmak için bir sebep sayarlar.757 Kureyş müşriklerinden de bir yardım alan Benî Bekirler, her şeyden habersiz, Vetir denilen suyun başında ikamet eden ve böyle bir saldırıdan Hudeybiye Sulh Anlaşması gereğince emin bulunan Huzaalıların üzerine ansızın saldırırlar; hazırlıklı bulunmayan Huzaalıları, tâ Mekke'nin içine kadar kovalarlar, Harem'de bile adamlarını öldürmekten çekinmezler. Neticede, çarpışma, Huzaalılardan 23 kişinin öldürülmesiyle son bulur.758


Çarpışmada müşrikler, Benî Bekirlere at, silâh gibi yardımlarla kalmamış, ileri gelenlerinden birçoğu da bilfiil çarpışmaya katılmıştı. Fakat, bunu Peygamber Efendimizden korkarak, gizli yapmışlardı.759 Ancak, Huzaahlar, bunları tanımışlardı.


Kureyş müşrikleri, bu hareketleriyle Hudeybiye Anlaşmasını resmen ihlâl etmiş oluyorlardı; fakat, bunun Peygamberimiz tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hattâ korkuyorlardı.


Peygamberimizin, Durumu Haber Alması


Aradan sâdece üç gün geçmişti.


Huzaalı Amr b. Salim, beraberinde kabilesinden 40 kişiyle Medine'ye gelerek, durumu olduğu gibi Peygamber Efendimize arzetti ve yardım talebinde bulundu.


Peygamber Efendimiz, hâdiseden fazlasıyla rahatsız oldu ve Huzaalılardan gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadiyle yurtlarına geri gönderdi.761


Kureyş müşrikleri, Benî Bekirlere yardım etmekle kendileri için son derece tehlikeli bir pozisyon meydana getirmişlerdi. Giriştikleri hareketin vahim neticeler doğuracağını sonradan fark ettiler, ama artık iş işten geçmişti!


...Ve
Allah, bu hâdiseyi, Mekke kapılarının Müslümanlara açılmasına, Kâbei Muazzama'da tekrar tevhid bayrağının dalgalanmasına zahirî sebep kıldı.

Müşriklere Verilen Ültimatom


Resûli Ekrem, durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. Bunun için, müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi:


"Yâ Huzaalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz yahut Benî Bekir Kabilesiyle olan ittifakınızdan vazgeçiniz! Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz!"


Kureyş 'in, Teklifleri Reddetmesi


Kibirden birer heykel kesilmiş müşrik ileri gelenleri, akıbeti düşünmeyen kör hislerine kapılarak önce Peygamberimizin ilk iki teklifini kabul etmediler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece, muahedeyi fiilen ihlâl etmiş olduklarını sözleriyle de te'yid etmiş oldular. Ancak, hislerinden uzak kalıp meseleyi akıl plânına getirdiklerinde içlerini bir telâş, bir korku kaplamaya başladı. Yaptıkları hareketin doğuracağı vahim neticeyi düşündükçe îmandan mahrum kalblerini bir korku sardı. Hz. Resûlullah'ın elçisine bu tarz cevap verdiklerine pişman oldular. Meselenin tashihi için Ebû Süfyân'ı Medine'ye gönderdiler. "Git, muahedeyi yenile, mütâreke müddetini de uzat." dediler.762


EBÛ SÜFYAN, MEDİNE'DE


Müşrik ileri gelenlerinin verdiği direktife göre Ebû Süfyan, Peygamberimizle görüşüp, eski fikirlerinden vazgeçtiklerini bildirecek ve Hudeybiye Anlaşmasının yenilenmesini, hattâ müddetin uzatılmasını temine çalışacaktı. Ancak, son pişmanlık fayda vermeyecek ve müşrikler bu isteklerinde muvaffak olamayacaklardı. Çünkü, Resûli Ekrem, daha henüz Ebû Süfyan, Medine'ye gelmeden, ashabına işin neticesini haber verip şöyle buyuruyordu:


"Ebû Süfyan, Hudeybiye Anlaşmasını takviye etmek ve mütâreke müddetini uzatmak için yanınıza gelmek üzeredir! Fakat bu arzusuna nail olmadan öfkeyle geri dönecektir."763


Ebû Süfyan ve Kızı


Ebû Süfyan, Medine'ye gelince, Peygamber Efendimizin huzuruna çıkmadan önce, Ezvacı Tâhirat'tan olan kızı Hz. Ümmü Habibe'nin evine gitti.


Baba henüz îman etmemiş ve müşriklerin lideri, kızı ise Hz. Resûli Ekrem'in pâk zevcesi... Ebû Süfyan, Hz. Resûlullah'ın minderine oturmak istedi. Hz. Ümmü Habibe buna müsaade etmedi. Ebû Süfyan, "Kızım," dedi, "anlayamadım! Sen minderi mi benden, beni mi minderden esirgiyorsun?" diye sordu. Hz. Ümmü Habibe, "Bu, Resûlullah'ın (s.a.v.) minderidir. Sen ise şirk içindesin! Senin gibi birisinin Resûlullah'ın minderine oturmasına gönlüm asla razı olamaz!"764 diye cevap verdi.


Evet,
Allah ve Resulünün hatır ve muhabbeti, her hatır ve muhabbetin üstündedir. Onların hatırları anne babanın, hele hele müşrik bir babanın hatınyla değiştirilemez; onlara muhabbet, şâir muhabbetler için terk edilemez. Çünkü, insana ebedî saadeti kazandıran, Allah ve Resulüne olan samimî muhabbettir, emir ve nehiylerine ciddî hürmettir.

Ebû Süfyan, kerîmesinin bu hareketi üzerine, "Vallahi, kızım, sen yanımdan ayrıldıktan sonra değişmişsin; sana kötülük gelmiş!" diyerek kızgınlığını ifade etti.


Hz. Ümmü Habibe, "Hayır!..
Allah, bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasîb etti. Sen ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta tapmakta devam ediyorsun!" dedikten sonra ilâve etti: "Babacığım!.. Senin gibi, Kureyşlilerin büyüğü bir kimse, nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır?"

Ebû Süfyan'm kızgınlığı daha da arttı. "Yazıklar olsun sana!.." dedi, "Senden bu sözleri de mi işitecektim? Ben, atalarımın tapageldiklerini bırakıp Muhammed'in dinine gireceğim, öyle mi?" dedi; sonra da, Hz. Ümmü Habibe'nin yanından öfkeyle ayrıldı.765


Ebû Süfyan 'in, Peygamberimize Müracaatı


Kerîmesi Hz. Ümmü Habibe'nin yanından öfkeyle ayrılan Ebû Süfyan, doğruca Hz. Resûlullah'ın yanına vardı.


"Ey Muhammed!.." dedi, "Hudeybiye Muahedesini yenile ve mütâreke müddetini de uzat!"


Peygamber Efendimiz, "Ey Ebû Süfyan!.. Sen bunun için mi geldin?" diye sordu.


Ebû Süfyan, "Evet, bunun için geldim!"


Resûli Ekrem, "Biz, aramızdaki o ahid üzerinde duruyoruz! Yoksa siz, bir hâdise çıkarıp onu bozdunuz mu?" diye sordu. Ebû Siifyan, bir an durakladı. Ne diyeceğini o anda kestiremedi. Sonunda cesaretini topladı ve, "
Allah korusun! Öyle bir şey yapmadık! Ama biz, her şeye rağmen muahedenin yenilenmesini istiyoruz." diye, "hiçbir şey olmamış gibi" konuştu.

Resûli Ekrem Efendimiz, bu teklifine herhangi bir cevap vermeden sustu.766


Ebû Siifyan, çıkmaz bir sokağa girdiğini anlamıştı. Bundan nasıl kurtulabileceğini de bir türlü kestiremiyordu.


Hz. Resûlullah'tan herhangi bir cevap alamayınca, gidip Hz. Ebû Bekir'e başvurdu. Aynı arzusunu ona da tekrarladı ve bu hususta Hz. Resûlullah ile kendisi arasında tavassut etmesini istedi.


Hz. Ebû Bekir, "Bu benim değil, Resûlullah'in bileceği, ona âit bir iştir. Ben, buna asla karışamam!" diye cevap verdi.


Ebû Süfyan, "Öyle ise, beni himayene al ve bunu halka bildir." dedi.


Hz. Ebû Bekir, Hz. Resûlullah'a sadâkatini bir kere daha belgeledi. "Benim himayemde bulunanlar," dedi, "Resûlullah'ın himayesinde bulunanlardır!"767


Ebû Süfyan, ümitsiz bir vaziyette bu sefer Hz. Ömer'e başvurdu; "Muahedeyi yenilemeye çalış, halkın arasını bul!" dedi.


Kâfirlere karşı hiddet ve şiddetiyle mevsuf Hz. Ömer, öfkeyle, "Demek, siz muahedeyi bozdunuz, öyle mi?" dedikten sonra ilâve etti: "Eğer, ondan geride bir şey kalmışsa,
Allah onu da bir an evvel yok etsin! Ben, bu hususta, asla gidip Resûlullah'tan şefaat dilemeyeceğim! Vallahi, ben küçük bir karıncadan başka bir şey bulamazsam bile, o karıncadan faydalanır, yine sizinle savaşırım!"7''8

Ebû Süfyan 'in, Hz. Osman ile Hz. Ali 'ye Başvurması


Kendi kendine "Vallahi, ben bugünden daha zor, daha çetin bir gün görmedim!" diye mırıldanıp Hz. Ömer'in yanından ayrılan Ebû Süfyan, doğruca Hz. Osman'ın yanına gitti. "Ey Osman!.." dedi, "Bu topluluk içinde akrabalıkta bana en yakın sensin. Ne olur, şu mütârekeyi yenile ve müddetini uzat! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman reddetmez."


Hz. Osman, "Benim himayemde bulunanlar, Resûlullah'ın (a.s.m.) himayesinde bulunanlardır."769 diyerek, bu hususta kendisine hiçbir yardımda bulunamayacağını ifade etti.


Ebû Süfyan'ın içi, müracaatlarının neticesiz kalmasından için için yanıyordu. Son şansını denemek üzere Hz. Ali'ye başvurdu. "Benim en yakım akrabamsın! Bu akrabalık hakkı için, Resûlullah'a gidip, bu muahede işinin yenilenmesi ve müddetinin uzatılması için şefaatçi ol!" dedi.


Hz. Ali'nin de cevabı diğer Ashabı Kiram'ınkinden farklı olmadı. "
Allah senin iyiliğini versin, ey Ebû Süfyan!.." dedi, "Vallahi, Resûlullah Aleyhisselâm(a.s.m.) bir işe karar verdi mi onu mutlaka yapar! Bu, Resûlullah'ı ilgilendiren bir iştir. Ben, onun hakkında asla bir hüküm veremem!"770

Bunun üzerine Ebû Süfyan, yalvarır bir eda ile, "Peki, ey Ali, bana bu hususta bir öğüt ver!" dedi.


Hz. Ali, "Vallahi, ben, senin için bu hususta faydalı olacak bir şey bilmiyorum! Ama sen, Benî Kinanelerin büyüğüsün. Kalk, iki taraf halkını uzlaştırmak için, himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna çık git!" dedi.


Çaresiz ve bitkin Ebû Süfyan, bu tavsiyeye can simidi gibi yapıştı. "Evet, sen doğru söyledin! Ben, bunu yapmalıyım!" diyerek Hz. Ali'nin yanından ayrılıp Mescidi Nebevî'ye vardı.771


Ebû Süfyan, manen yorgun ve bitkin idi. Üzerine aldığı meseleyi halledememenin üzüntüsünü yaşıyordu. Mescidi Nebevî'de ayakta dikildi ve, "Ey insanlar!.. Ben, iki tarafı uzlaştırmak için onları himayeme aldım; haberiniz olsun!" dedikten sonra ürkek ürkek ilâve etti: "Muhammed'in, bu taahhüdümde bana vefasızlık edeceğini hiç sanmıyorum." Sonra, tereddütler içinde bocalar bir bitkinlikle Efendimizin yanına vardı. "Yâ Muhammedi.." dedi, "Zannetmem ki, bu himaye sözümü reddedesin!"


Peygamber Efendimiz, "Ey Ebû Süfyan!.. Bunu sen söylüyorsun, ben değil!" buyurdu.


Ebû Süfyan meseleyi anlamıştı. Görüşmelerinden hiçbir netice alamamanın eziklik ve ümitsizliği içinde devesine zar zor atlayarak Mekke'nin yolunu tuttu.


Ebû Süfyan, Mekke 'de


Mekke'ye varan Ebû Süfyan'a Kureyşliler, "Neler yaptın, anlat bakalım!" dediler. Ebû Süfyan, kötü bir elçilik yapmış olmanın mahcubiyet ve ezikliği içinde, olup bitenleri olduğu gibi anlattı.Kureyş müşriklerinin korkuları bir kat daha arttı!


FETHE HAZIRLIK


Resûli Ekrem Efendimiz, artık kat'î kararını vermişti: Sefere çıkılacak. Ancak bu kararını, daha doğrusu, Kureyş müşriklerinin üzerine yürüme fikrini, son derece gizli tutmak istiyordu. Bu, onun başvurduğu bir tedbirdi. Bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla kan dökülmeden onu teslime mecbur etmek maksadına mebni olarak başvuruyordu. Çünkü o, her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe memurdu, insanları imhaya değil!.. Teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoğunun gönlü İslâm'a kayabilirdi. Böylece de îman nîmetini elde etmiş olabilirlerdi! O hâlde, düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî gayesine daha uygundu.


Bu sebepledir ki, Mekke Seferinde de maksadını son derece gizli tutuyordu. Hattâ, Hz. Âişe Vâlidimize sâdece, "Yol hazırlığımı yap." demekle yetiniyordu. Ayrıca, bu seferde Efendimiz, gizliliğe daha çok ihtiyaç duyuyordu. Çünkü, Mekkei Mükerreme gibi mübarek bir beldeye kan akıtmadan girmek, Kâbei Muazzama gibi yeryüzünün en şerefli ve faziletli binasını, kimseyi öldürmeksizin putlardan temizlemek istiyordu. Şu duası da bu niyetinin açık ifadesiydi:


"
Allah'ım!.. Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hâle getir! Beni, birdenbire görüp işitsinler!"774

Hattâ, Kureyş müşriklerinin üzerine değil de Necid tarafıyla meşgul olmak istiyormuş intibaını vermek için de, Ebû Katade Hazretlerini askerî bir birlikle İzam Vadisi tarafına gönderdi.775 Böylece, Mekke tarafına değil de, Necid tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı.


İşte, bütün bu tedbirlere başvurduktan sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, bir kısım ashabına Mekke üzerine sefere çıkılacağını haber verdi ve hazırlanmalarını emir buyurdu.776


O zamana kadar Medine etrafında İslâmiyetle müşerref olmuş birçok kabile vardı. Peygamber Efendimiz bu arada onlara da, "
Allah'a ve âhiret gününe inanan, Ramazan başında Medine'de hazır bulunsun!" diye haber gönderdi.777

Nebîyyi Ekrem Efendimizin bu davetini duyan birçok kabîle, Ramazan ayı başında Medinei Münevvere'ye gelmeye başladı.


Medine 'den Hareket (Ramazan ayının ilk günleri idi.)


Gönülleri
Allah ve Resulünün muhabbetiyle coşup taşan 10 bin mücâhid, Medine'de hazır bekliyordu.778 Bunların 700'ü Muhacirlerdendi. Beraberlerinde 300 at vardı. Ensâr'ın mevcudu ise dört bin idi. Onların da yanında 500 at vardı. Geri kalan asker sayısını, etraftaki kabilelerden gelen Müslümanlar teşkil ediyordu.

Resûli Kibriya Efendimiz, Medine'de yerine Ebû Rühm Külsüm b. Husayn'ı vekil bıraktı.779


Bu haliyle İslâm Ordusu, hareket için Hz. Resûlullah'ın emrini bekliyordu.


Müşriklere Gönderilen Haber İslâm Ordusu harekete hazır bekliyordu.Bu sırada Peygamber Efendimiz, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam ve Hz. Mikdad b. Esved'e şu emri verdi:


"Sür'atle gidiniz! Hah Bahçesine vardığınızda, hayvan üzerinde, yanında mektup bulunan bir kadın bulacaksınız. Mektubu ondan alıp bana getiriniz!"780


Bu emrin sebebini sormaya gerek duymadan, üç sahabî, son sür'at yol alıp Hah Bahçesine vararak orada kadını buldular.


Kadına, "Yanındaki mektup nerede?" diye sordular.


Kadın, "Benim yanımda mektup filân yok!" diye cevap verdi.


Bunun üzerine kadının devesini ıhdırdılar. Onu üzerinden indirip eşyasını aradılar, fakat mektup nâmına bir şey bulamadılar.


Bunun üzerine Hz. Ali, kılıcını sıyırdı ve kadına hiddetle, "
Allah'a yemin ederim ki," dedi, "Resûlullah (a.s.m.), hiçbir zaman hilâfı hakikat konuşmaz. Ya sen bu yazıyı çıkarırsın ya da biz yapacağımızı biliriz; gerekirse üstünü başını arar, elbiseni çıkartırız!"

Kadın, "Siz Müslüman değil misiniz?" dedi.


Mücâhidler, "Evet, Müslümanız; ama Resûlullah (a.s.m.), bize, beraberinde mektup bulunduğunu söyledi." diye konuştular.


Kadın, kurtuluş çâresinin kalmadığını anlamıştı. Mücâhidlere, "Yüzünüzü başka tarafa çeviriniz." dedi.


Sahabîler yüzlerini çevirince de, başının örgülü saçlarını çözdü. Mektubu oradan çıkarıp Hz. Ali'ye uzattı.781


Vazifeli sahabîler, mektubu alıp Hz. Resûlullah'a getirdiler.


Herkeste bir hayret ve şaşkınlık başlamıştı. Çünkü mektup, "Bedir ashabı"ndan olan Hatıb b. Ebî Beltaa tarafından, müşriklere hitaben, Peygamber Efendimizin hazırlığını haber vermek üzere yazılmıştı!782


Peygamber Efendimiz, derhâl Hz. Hatıb'ı huzuruna çağırdı. Hz. Hatıb gelince, mektup kendisine okundu.Resûli Ekrem, "Bu mektubu tanıdın mı?" diye sordu. "Evet, tanıdım!" dedi."Bunu sen mi yazdın?" Hz. Hatıb inkâr etmedi: "Evet, ben yazdım!" Peygamber Efendimiz, "Bunu niçin yaptın?" diye sordu.


Hz. Hatıb izah etti: "Yâ Resûlallah!.. Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme! Ben, Kureyşlilerden olmayan bir kimseyim. Muhacir Müslümanlar gibi, Mekke'de ailem ve mallarımı koruyacak kimsem de yok. Ben, bunu, Kureyş ileri gelenlerini bir minnet altında bırakayım da ailemi korusunlar diye yaptım! Yoksa, bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm için yapmış değilim! Vallahi, ben
Allah'a ve Resulüne olan îmanımda sabitim!"783

Peygamber Efendimiz, "Doğru söyledin!" buyurdu; sonra ashabına dönerek, "O, size doğru söyledi! Bunun hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyiniz." dedi.784


Kendisini zabtedemeyen Hz. Ömer, "Bırak yâ Resûlallah, şu münâfıkın boynunu vurayım!" dedi.


Resûli Ekrem müsaade etmedi ve, "O, Bedir Muharebesinde bulunmuştur! Ne bilirsin; belki
Allah, Bedir Harbine katılmış bulunanlara, savaş günü bakıp, 'Siz istediğinizi yapınız; Ben sizi affetmişimdir. Cennet size vâcib olmuş, siz de Cennet'e girmeye hak kazanmışsınız.' buyurmuştur." diye konuştu. Manzara karşısında Hz. Ömer'in gözleri doldu ve, "Allah ve Resulü her şeyi daha iyi bilir!" dedi.785

Bu hâdise üzerine Cenâbı Hakk, şu âyeti kerîmeyi inzal buyurarak mü'minleri ikaz etti:


"Ey îman edenler!.. Benim de, sizin de düşmanınız (olanları) dostlar edinmeyin! (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (Peygamber'in maksadını) ulaştırırsınız (değil mi)? Hâlbuki onlar, Hakk'tan size gelene küfretmişlerdir. Peygamber'i de, sizi de
Allah'a îman ediyorsunuz diye (yurtlarınızdan) çıkarıyorlardı onlar... Eğer siz, Benim yolumda savaşmak, Benim rızamı aramak için çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Onlara hâlâ muhabbet mi gizleyeceksiniz? Hâlbuki, Ben, sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa, muhakkak ki hak yolun tâ ortasından sapmış olur!"786
 

nila_y

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
7 Temmuz 2013
Mesajlar
17
Tepkime puanı
0
Mekkenin Fethi

duaa.. duaa..
mekkeninfethi.jpg
 
Üst Alt