Konya oyunları 2

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
Dilsiz Oyunu

Gençler arasında oynanan ve erkeklere mahsus olan bu ilginç ve eğlenceli oyun, dış mekânlarda oynanır. Oyuna başlamadan önce oyunun güzergâhı, başlangıç ve bitiş saatleri kararlaştırılır. Oyun genellikle gece oynanacağı için oyuncular ellerine meşale alırlar, el ve yüzlerini tava ya da tencerelerin isi ile siyaha boyarlar. Tipik bir "liderini takip et oyunu" olan dilsiz oyununda gecenin belirlenen vaktinde delikanlıbaşının "boğaz kes" emriyle oyun başlar. Tek sıra hâlinde liderin ardı sıra dizilmiş olan oyuncular artık lider ne yaparsa aynısını yapmak zorundadırlar.

Örneğin, lider yolda giderken bir kişiye selâm verirse ardından gelenler de verir, birisine tokat vurursa, ardından gelenler de vurur. Hatta lider yolda giderken bir pisliğe elini dokundurur ya da yalarsa ardından gelenler de aynısını yapmak zorundadırlar. Oyun, delikanlıbaşının "boğaz serbest" emri vermesine kadar böylece devam eder. Emir verilmeden sessizliği bozanlar ya da kurallara uymayanlar cezalandırılır (Cenikoğlu, 1998: 102-103).
Düdük Oyunu
Düdük oyunu genellikle düğün eğlencelerinde oynanan oyunlardandır. Düğüne davetli akran delikanlılar kına gecesinden sonra bir evde toplanırlar. Burada sabaha kadar sohbet eder, saz eşliğinde türküler söyleyip oynarlar. Gecenin ilerleyen bir vaktinde düdük oyununu bilmeyen birini yanlarına çağırarak hep birlikte oyun oynayacaklarını ve kendilerine katılmalarını isterler. Öncelikle kendi aralarından birisini ebe seçerler. Bu kişi önceden ne yapacağını bildiği için ortaya geçerek dizlerinin üzerinde çömelir, üzerine bir palto örtülür ve iki elinin arasında yüzünü yere koyar.

Bu hâldeyken kimseyi görmemesi gerekir. Diğer gençler ebenin çevresinde çember oluşturacak şekilde diz üstü otururlar. Birinin elinde ipe bağlı bir düdük vardır. Düdüğü ebenin ardından birisi üfler ve ebe doğrulmadan oyunu bilmeyen gencin eline tutuşturuverir. Ebe doğrulunca düdüğü oyunu bilmeyen gencin elinde bulur ve doğal olarak o ebe olur. Esas oyun da ondan sonra başlar. Oyunu bilmeyen genç ebenin yerini alır ve aynı şekilde üstü örtülerek yere yatırılır. Ebe yerde yatarken ipe bağlı düdük ebenin haberi olmadan çengelli iğne ile paltosuna tutuşturulur. Ebenin arkasında bulunanlardan birisi düdüğü üfler ama ebe doğrulduğu zaman kimsenin elinde düdüğü göremez. Düdüğü bulamadığı için tekrar tekrar yere yatar. Ancak bir türlü düdüğü bulamaz. Oyun bu minval üzere ebe yoruluncaya kadar neşe içerisinde sürer (Ülker, 2003: 264).


Deve Oyunu


Günümüzde artık oynanmayan deve oyunu genellikle düğünlerde gençler tarafından oynanırdı. Dört kişi tarafından oynanan bu oyun için kısa bir merdiven gerekmektedir. Bir kişi merdivenin ilk aralığına girer ve devenin başını oluşturur, iki kişi merdivenin ortasına birer aralıkla girerek hörgüç kısmını oluşturur. Merdivenin son kısmına giren kişi de devenin art kısmını oluştururken üzerleri bir çul ile örtülür. Devenin başını oluşturan kişi önceden küçük yastıklardan bir deve başı yapıp üzerini de sarı tüylü keçi postu ile kaplar. Bir sopa ucuna takılan deve başına bir de deve çanı asılarak aksesuar tamamlanır. Temsilî deve düğünde halk arasına girer, sağa sola sallanarak etrafındakilere çarparken, deveye sataşanları da başı ile saldırarak cezalandırır (Tosun, 2001: 272).

Gıncırak veya Cıngırak Oyunu

Gıncırağa genellikle uzun süren dinî bayramlarda binilirdi. Adını, iki ağacın birbirine sürterek gıcırdamasından almış olmalı ki o sesi yansıtırdı. Malzeme, biri uzun 3-4 m., diğeri kısa 1,5 m. boyundaki iki ağaçtan oluşurdu. Uzun olan ağacın ortasında, küçük yuvarlak bir oyuk oluşturulur, kısa olanın ucu küt bir şekilde sivriltilirdi. Yere sağlamca gömülen mil şeklindeki ağacın üstüne uzun ağaç konur, iki tarafa birer kişi geçerek tahterevalli gibi binerlerdi. Yalnız tahterevalliden farkı, uçlara binenlerin dört metre çapında bir daire oluşturacak şekilde ine-kalka dönmeleridir. Oyunun kuralı, hızlı dönmek ama düşmemektir.

Delikanlılar gıncırağa, ata ya da eşeğe biner gibi binip dönerlerken, genç kızlar karın üstü binerlerdi. Tabi delikanlılar da genç kızlar da iyi giyimlidirler. Ayaklar kundura veya iskarpinli, yeni şalvar ve entariler üstünde rengarenk başörtüleri bulunmaktadır. Gıncırağın sürtünmesini azaltmak için, sürtünme noktaları yağlanırsa gıcırtı sesi azalmakta, binme hızına göre de kendine has bir ahenkle artmaktadır. Artık çocukluğumuzun bir hoş sedası gibi, gıncırak da kültürel hazinemizin hafızalarında yerini almış bulunmaktadır (Arabacı, 2003:17).

Harmanbiş Oyunu


Harmanbiş oyunu toprak ve su ile oynanır. Oyunu oynamak üzere birkaç çocuk ev dışında topraklı bir alanda daire şeklinde otururlar. Oturmadan önce dairenin tam ortasına kümbet yapmak için toz ve toprak yığarlar. Yığılan toprağın üzerine bir yandan su serperken bir yandan kuru toprak dökerek elleri ile kümbet yapmaya çalışırlar. Bu esnada hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler:
"Harman biş, Gurban biş, Keloğlanın başı biş."
Kümbetin üzeri su ile sulandırılırken bir yandan da avuç içi ile toprak sıkıştırılır. Güneş altında kurumaya yüz tutan kümbet âdeta taş gibi sertleşmeye başlar. Oyuncular bir yandan kuruyan kümbetin kendi tarafına kalan kısımlarını ellerindeki çöp veya dal parçası gibi sivri ve sert nesnelerle delerken, bir yandan da açtıkları bu deliklerden kümbetin içindeki toprağı boşaltır. Kümbet kaplumbağa kabuğu şeklini aldığında ise, tepeden bir delik açılarak su akıtılır. Bu arada oyuncular daha önce delik açtıkları dal parçaları ile açmış oldukları delikleri kapamaya ve suyun kendi deldikleri delikten akıtmamaya gayret ederler. Nihayet kimin deliğinden su sızarsa, ona sızan suyu dili ile yalattırmak gibi çeşitli cezalar verilir (Caferoğlu, 1994: 14; Kabadayı, 2003: 266). Oyunun farklı bir oynanış şeklinde ise, kümbetin açılan deliklerinden su yerine kağıt, saman vs. yanıcı maddeler doldurulur ve dikkatlice yakılarak deliklerden süzülen alevler zevkle seyredilir (Sakaoğlu, 2000: 150-151).

Depiş Depiş Oyunu

Ev ortamında geceleri oynanan bu oyunda yedi, sekiz ya da daha fazla kız veya erkek çocuk yüzlerini birbirine dönerek, daire şeklinde ve ayaklarını ortaya uzatmış bir şekilde otururlar. Oyunculardan biri, yerinden kalkmadan ortaya uzatılmış ayaklara bir bir değerek şu tekerlemeyi söyler:
"Edin nene, Bedin nene, Suya düşmüş, Gadın nene, Al çıh, Bal çıh, Aradan, Önçül, Sen çıh."

Tekerlemeyi söyleyen oyuncu bu "sen çıh" sözü söylerken eli hangi oyuncunun ayağına değerse, o oyuncu bacağını bükerek ayağını altına alır. Bu sırada diğer oyuncuların hepsi birden sol ellerini avuçları yukarıya gelecek şekilde açarak sağ ellerinin şahadet parmaklarını açılan avuçlarının içerisine dikerek "govalan, govalan" diye bağrışırlar. Bu sırada da avuçlarının içindeki parmaklarıyla daireler çizerler. Oyunu yönlendirenin "diş, diş" diye bağırarak parmağı ile dişine vurması üzerine de hepsi dişlerine vurmaya başlar. Bunun üzerine oyunu yönlendiren "pardı, pardı" diyerek tavanı gösterir. Oyuncular tavana bakarken de "depiş, depiş" diyerek ortadakilerin ayaklarına tekmeyi basar. Ötekiler de aynısını yaptıkları için tekme yemedik kimse kalmaz (Caferoğlu, 1994: 2122).

Yerim Kurtlandı Oyunu

Erkek ve kız çocukların birlikte oynadıkları bu oyunda çocuklar halka şeklinde çömelerek otururken ebe ayakta şu tekerlemeyi söyler:
"Ğulü ğulü gubbe, Eğsesi zuppa (züppe), Gel bizim dama, Çulları yama, Ahçı başı, Yağçı başı, Gel bizim dama, Gaygana bişir, Ben yiyim."
Ebe bu tekerlemeyi söylerken yerde çömelmiş vaziyette oturan çocukların başlarına dokunarak dolaşır. Tekerleme bitince oyuncular hep bir ağızdan "yerim kurtlandı" diye bağrışarak sağa sola kaçışırlar. Ebe de onları kovalayarak kaçanlardan birine elini değmek suretiyle ebelemeye çalışır. Ebelenen oyuncu ebenin yerine geçer, ebe de diğer oyuncuların yanına ve oyun yeniden başlar. Oyunun bir diğer adı da tekerlemede olduğu gibi "Ğulü ğulü gubbe" oyunudur (Caferoğlu, 1994: 5-6).


Belirli Gün ve Zamanlarda Yapılan Eğlenceler

Belirli gün ve zamanlarda yapılan eğlenceler başlığı altında, çalışmanın önceki bölümlerinde anlatılan heterojen kültürel yapının bir başka boyutu ele alınmaktadır. Kutlama mahiyetindeki bu eğlencelerin en önemli özelliği, yılın belirli bir gününde ya da zamanında yapılıyor olmasıdır. Mitolojik ve dinsel kökenleri olan bu eğlencelere örnek olarak; "Nevruz", "Hıdrellez", "Şivlilik", ve "Tekecik Gezmesi" verilebilir. Ancak, "Ramazan Bayramı" ya da "Kurban Bayramı" gibi İslâmi geleneklerin Konya kültüründe önemli bir yeri olmasına rağmen, eğlenceye yönelik önemli bir boyutu olmadığı için değerlendirmeye alınmamıştır. Bunlardan Nevruz ve Hıdrellez gibi kutlamalar çok geniş bir coğrafyada kutlanırken Şivlilik sadece Konya'ya özgüdür.


Hıdrellez

Konya'nın değişik yörelerinde "Hıdrillez" veya "Hıdırillez" şeklinde telaffuz edilen Hıdrellezin nasıl ve ne zaman doğduğu ile ilgili kesin bir bilgi yoktur. Hıdrellezin nasıl ve ne zaman doğduğundan ziyade, niçin kutlandığı ile ilgili benzer görüşler vardır. Bu görüşlere göre Hıdrellez kelimesi, Hıdır (Hızır) ve İllez (İlyas) adlı iki kardeş peygamberin isimlerinin birleşmesinden oluşmaktadır. Âb-ı hayat içerek ölümsüzleştiklerine inanılan bu iki kardeş peygamberin her 6 Mayısta buluşmasıyla bolluk ve bereket içerisinde yaz mevsiminin başladığına inanılmaktadır. Şüphesiz bu gelenek, İslâmiyet öncesi Paganizm döneminde görülen, tabiattaki çeşitli evrelerin toplum yaşamı üzerine bıraktığı etkilerin yanı sıra, çok tanrılı dinlerin bazı inanç ve geleneklerinin bir yansımasıdır. Tabiatın, baharla birlikte yeniden hayat bulmasının kutlanması ve bir takım coşkulu kutlama faaliyetleri ile bolluk, bereket bulma inancı bu görüşü doğrulamaktadır. Konya'nın bazı yörelerinde Hıdrellez eğlencelerinde çocuklara kuru soğan kabuğuna sarılarak haşlanmış yumurta verilmektedir. Bu gelenek Hıristiyanların Paskalya eğlencelerinde de vardır (Işık, 2001: 133-137).

Hızır ve İlyas hakkında hayli zengin ve renkli İslâmî kaynak mevcut olmasına rağmen, Hıdrellez günü kutlamaları ve merasimleri ile ilgili hiçbir şey yoktur. Bu da Hıdrellez etrafında teşekkül eden inanç, âdet ve geleneklerin İslâmî olmayan kaynaklardan geldiğini açıkça göstermektedir (Ocak, 1990: 141-148).

Konya'da Hıdrellez etrafında teşekkül eden inanç ve gelenekler, bazı küçük farklılıklarla beraber Anadolu'nun diğer yörelerindeki inanç ve geleneklerle benzeşmektedir. Hıdrellez kutlamaları öncelikle hazırlıkla başlar. Bunun için evler temizlenir, giyim kuşam ve yiyecek hazırlıkları yapılır. Kutlama yerleri ağaçlık ve yeşillik yerlerdir. Bu gibi yerlerde dere, göl, havuz gibi su kaynakları mevcuttur. Bazen Hıdrellez kutlamalarının mekânı bir türbe yanıdır. Hatta Anadolu'nun pek çok yöresinde "Hıdırlık" (Hızırlık) mevkileri bulunmaktadır. Örneğin, Konya'nın Akşehir ilçesinde de "Hıdırlık" adıyla bilinen bir mesîre yeri vardır.

Hıdrellez kutlamaları, Hızır ve İlyas peygamberlerin halk inançlarındaki işlevlerini yansıtmaktadır. Bunlar; şifa ve sağlık talebine yönelik inanç ve âdetler, bereket ve bolluk talebine yönelik inanç ve adetler, mal, mülk ve servet talebine yönelik inanç ve âdetler, kısmet talebine yönelik inanç ve âdetler olarak sınıflandırılabilir (Ocak, 1990: 152-159). Kabaca Hıdrellez inanç ve âdetleri bu şekilde sınıflandırılırken işin eğlenceye yönelik kısmı daha çok hanımları ve çocukları ilgilendirmektedir.


Eski Konya'da Hıdrellez günü piknik ve eğlence için fayton, landon veya arabaya binilerek ya da yaya olarak şehir merkezinden uzak olan Meram'a gidilirdi. Hıdrellez için Meram köprüsü civarına gidemeyenler ise, tanıdıklarının bahçelerinde, açıklık yerlerde, Ateşbaz tekkesi ya da Havzan'daki büyük su havuzu etrafında toplanırlardı.4 Buralarda toplanan hanımlar, kızları, gelinleri ve çocukları ile hıdrellez yaparlardı. Genellikle de pelit, dut veya kayısı ağaçlarının dallarına takılan uzun salıncaklarda ipek yastıkların üzerinde sallanarak eğlenirlerdi (Güldağ, 2002: 35-36).

Sallanırken de hep bir ağızdan, o günlerde yeni çıkan şarkı ve türküleri sıra ile hem söylerler, hem de birbirlerini sallarlardı. Bunlardan birisi şöyledir (Caferoğlu, 1994: 13):
"Sekelim gızlar sekelim, Arpa buğday ekelim, Arpayı nerden alalım? Garıncadan alalım, Garıncada yoğumuş, Demircide çoğumuş, Demircinin atları, Kişir kişir kişneyo, Neyin için kişneyo? Arpanın için kişneyo.
Sekelim gızlar sekelim, Arpa buğday ekelim, Hay hay demeye geldim, Gız seni görmeye geldim, Gız seni nerden alayım, Ali beyden alayım, Ali bey hasta, Çorbası tasta, Püskülü mavi, İnadına gavi, Sekelim gızlar sekelim, Arpa buğday ekelim."

Bundan başka, ip sekme ya da sek sek oyunu da hanımların oynadıkları oyunlardır.


Sultan Navrız

Farsça "yeni gün" anlamına gelen Nevruz, Orta Asya'da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kutladıkları bir gündür. Nevruz, güneşin koç burcuna girdiği güne, Miladî 21 Mart'a ve Rumî 9 Mart'a rastlamaktadır. Araplara İranlılardan geçen bu âdet, Türklerde de başta On iki Hayvanlı Takvim'de olmak üzere çok eskiden beri görülmekte ve günümüzde de törenlerle kutlanmaktadır.Bu günde tabiatın yeniden canlandığına inanılır. Esasen bu tür inançlar İslâmiyet öncesi Şark kavimlerinde ve gayrimüslimlerde de yaygındır (Güzel, 1996: 167).

Türklerde baharın gelişinin bayram şeklinde şenliklerle kutlanması ile ilgili olarak iki ihtimal üzerinde durulmaktadır. Bunlardan ilki, Nevruzun bir Türk bayramı olduğu ve Türkler aracılığı ile bütün Asya ve Avrupa'ya yayıldığıdır. İkincisi ise, Nevruz kelimesinin Farsça olması nedeniyle Nevruzun İran kaynaklı olduğu ve eski İran efsanelerine dayandığıdır (Genç, 1995: 15).

Ancak yapılan araştırmalar Nevruzun bir Türk bayramı olduğu ve ilk kez Azerbaycan'da kutlanmaya başlandığını ortaya koymaktadır. Türk topluluklarında Nevruz kutlama geleneği oldukça eskiye dayanmakta, Ergenekon ve Bozkurt efsanele-riyle bağlantılı olarak değerlendirilmektedir (Çay, 1993: 71-131).
"Pesah" bayramına; Hıristiyanlıkta ise, İsa peygamberin yeniden doğuşu adına kutlanan "Paskalya" yortusuna dönüşmüştür (Güngör, 1995: 33).

İslâm inancına göre, Nevruz ile izah edilen yani Nevruz günü zuhur ettiğine inanılan olaylar arasında; dünyanın yaratıldığı gün, Hz. Âdem Peygamberin yaratıldığı çamurun yoğrulduğu gün, Hz. Âdem ve Havva'nın Cennetten kovulduktan sonra Arafat dağında yeniden buluştukları gün, Hz. Nuh'un tufan sonrası gemisinden inip karaya ayak bastığı gün, Hz. Yusuf'un kuyuya atıldığı gün, Hz. Musa'nın Mısır'dan ayrıldığı gün, bir yunus balığı tarafından yutulan Hz. Yunus'un karaya çıktığı gün olarak rivayet edilmektedir. Ayrıca Alevi-Bektaşilere göre; Hz. Ali'nin doğduğu gün, Hz. Ali'nin Hz. Fatma ile evlendiği gün, Hz. Ali'nin Hz. Muhammet tarafından halife ilân edildiği gün olarak kutlanmaktadır (Yuvalı, 1995: 55).

Anadolu'da "Sultan Nevrız", "Nevruz Sultan", "Mart Dokuzu" ve "Mart Bozumu" gibi adlarla anılan Nevruz, eskisi kadar yaygın olmamakla birlikte hâlâ yaşamaktadır. Bunun en yoğun ve en belirgin görünümlerine Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, Toros Türkmenlerinde, Tahtacı Türkmenlerinde ve Alevî-Bektaşî Türk topluluklarında rastlanmaktadır. Yapılan derlemelerden Konya'da Nevruzun eskiden beri kutlandığı anlaşılmaktadır (Tekin, 1999: 335).

Eski Konya'da yüzyıllardan beri sürdürülen bir gelenek olarak "Sultan Navrız", kendiliğinden bir araya gelen insanlar tarafından âdeta bir defa daha yaşanılırdı. Konya şehir merkezi bugün 70 yıl öncesine göre son derece gelişmiş, gerek yerleşim alanı, gerekse nüfus olarak eskisi ile karşılaştırılamayacak oranda büyümüştür.

Buna bağlı olarak da, bir zamanlar "Sultan Navrız" eğlencelerinin düzenlendiği dünün bağlık bahçelik semtleri de şehrin ortasında kalmış ve artık beton binalarla dolu bir yerleşim alanı hâline gelmiştir. Sultan Navrız eğlencelerinin yapıldığı meşhur bağ ve bahçelerden biri de günümüzde Uluırmak Burhan Dede Mahallesi ile Dedemoğlu Mahallesinin birleştiği Karaman Caddesi ile sonradan açılan Burhaneddin Tirmizi Sokağının bulunduğu yerlerdir.
Sakaoğlu (1996: 316-317), o günleri yaşayanlardan derlemiş olduğu bildirisinde Sultan Navrızı şöyle anlatır: "Mahallelinin ve çevre sakinlerinin Sultan Navrız diye adlandırdığı gün, bugünkü takvimle Mart'ın kaçına geliyor bilemiyoruz; ancak anlatılanlardan çıkardığımıza göre, günümüzdeki Nevruz günlerine yaklaşmaktadır. Konya'nın bir gülü vardır, üç yapraklıdır. Bu güller sarı, pembe veya beyaz olabilir.
Bunlar Artık günümüzde açmıyor, kaybolup gittiler. Bu güllerin açması Nevruz'un habercisidir." Sultan Navrız günü bu bağ ve bahçelerde âdeta Hıdırıllez'de olduğu gibi eğlenceler düzenlenir, özellikle kadınlar ve çocuklar akın akın buralara gelirdi. Gelenler arasında erkekler de vardır. Bu bahçelerin en değerli yeri, şüphesiz büyük çınar ağacının altıdır ve Sultan Navrız'ın vazgeçilmez eğlencelerinden olan salıncaklar da başta bu çınar olmak üzere, kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı bölgelerde kurulurdu.

Eğlencelere gelenler yiyeceklerini de beraberinde getirirlerdi. Kış günleri için sonbaharda depolanan özellikle taze meyve cinsi yiyeceklerin son örnekleri o gün yenilirdi. Zaten artık kavunlar lekelenmeye, üzümler ise kuru üzüm hâline dönmeye başlar, kalan birkaç armut ise iyiden iyiye pörsümüş olurdu. Ama, bu işi yaparken de ortaya konulan niyet son derece önemlidir.
 
Üst Alt