ıskat caiz midir?dindeki yeri nedir?

C

CAMİR

Kayıtsız
Misafir
Doğu anadolu bölgesinde ölmüş kişilerin kılınmamış namazları, tutulmamış oruçları , günahları için dağıtılmak için para yani merhumuN iskatı diye bir adet var. Acaba doğru mu ? Dindeki yeri nedir ?
 

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
Doğu anadolu bölgesinde ölmüş kişilerin kılınmamış namazları, tutulmamış oruçları , günahları için dağıtılmak için para yani merhumuN iskatı diye bir adet var. Acaba doğru mu ? Dindeki yeri nedir ?

ISKAT’IN DİNDEKİ HÜKMÜ NEDİR?

ISKAT NEDİR?

“Iskat”, sözlük açısından; bir şeyi düşürmek, Istılahı manası ise, ölen bir kişinin üzerindeki oruç veya namaz borcunu düşürmek manasına gelmektedir.

Iskat Fıkıh kitaplarında iki kısımda zikredilmektedir:

a-) “Iskat-ı savm” (orucun düşürülmesi)

b-) “Iskat-ı salât”(namazın düşürülmesi).

a-) “Iskat-ı savm”, ölen bir kişinin üzerinde kazaya kalan farz olan oruç borçlarını düşürmek manasına gelmektedir.

b-) “Iskat-ı salât”, yine ölmüş bir insanın üzerinden, kazaya kalmış farz veya (vitir namazı gibi) vacip olan namazlarının borçlarını düşürmek ve Allah c.c tarafından af edileceği ümidiyle yapılan bir sadaka verme işlemine denir.

ISKATIN HÜKMÜ NEDİR?

Ölünün üzerinden, sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, hem Ayet-i Kerime ile hem de Hadis-i Şerifler ile sabittir.

Kişinin sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının düşürülmesi için fidye verilmesi ile ilgili Ayet-i kerime “Bakara Suresi”nde geçmektedir:

“Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara suresi; 184. Ayet)

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde ise:

“Bir kimse üzerinde bir aylık Ramazan orucu borcu varken ölürse, onun her günü için bir yoksul doyurulsun” buyurmaktadır. (İbn Mâce, “Sıyâm”, 50; Tirmizî, “Savm”, 23)

Bazı Fıkıh Âlimleri, Hz. Peygamber (s.a.v) efendimizin oruç borcuyla ölen kimse adına her bir gün için bir fakirin doyurulmasını emreden Hadis-i Şeriflerindeki mananın genel ifadesinden yola çıkarak, ölen kişinin mirasçılarının fidye ödemesini gerekli görmektedirler.

Bazı Fıkıh Âlimi de, Peygamber (s.a.v) efendimizin, oruç borcuyla ölen kişinin adına, velisinin oruç tutmasını tavsiye etmesini veya buna izin vermesini (Buhârî, “Savm”, 42; Müslim, “Sıyâm”, 152; Ebû Dâvûd, “Savm”, 41) delil göstererek, mirasçılarının ölen kişinin oruç borçları için fidye ödemesini şart olarak görürler.

Bazı İslam Âlimleri ise, Peygamber (s.a.v) efendimizin, oruç borcu olduğu halde ölen kişi için, velisinin oruç tutmasını tavsiye etmesini veya buna izin vermesini (Buhârî, “Savm”, 42; Müslim, “Sıyâm”, 152; Ebû Dâvûd, “Savm”, 41) esas alarak ölenin yakınlarının onun adına oruç tutmasının caiz olduğunu söylemektedirler. Zahiri Âlimleri de biraz daha ileri giderek bunun caiz değil vacip olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Ancak İslam Âlimlerinin çoğunluğu, ölen kişinin adına fidye verilmesini emreden Hadis-i Şerifleri ve herhangi bir kimsenin bir başkasının namına namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı yönündeki sahâbî görüşlerini (Muvatta, “Savm”, 43) esas alarak namaz ve namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerde hiçbir şekilde (mükellefin hayatında veya ölümünden sonra) niyâbetin geçerli olmayacağı genel kaidesini dayanarak, ölen adına yakınlarının veya üçüncü şahısların oruç tutmasını, namaz kılmasını uygun görmemişlerdir.

Bu Âlimler konuyla ilgili Hadis-i Şeriflerdeki “yerine oruç tutma” ifadesiyle oruç yerine geçecek olan “fidye vermenin” kastedildiğini söylemektedirler. Hanbelîler başta olmak üzere Fıkıh Âlimlerinin bazıları da bu istisnaî hükmün ramazan orucu için değil, ölenin adayıp da yerine getiremediği adak için olan oruç borcu için geçerli olabileceğini söylerler.

ISKAT-I SAVM KİMLER İÇİN CAİZDİR?

Iskat-ı Savm, (oruç borcunun vefatından sonra fidye ödenerek düşürülmesi) ilk önceleri İslam Âlimleri tarafından, sürekli olan bir mazereti sebebiyle oruç tutamayan veya geçici mazereti sebebiyle oruç tutamayıp, daha sonra da bu orucunu kaza edemeden vefat eden kimselerin durumuyla sınırlı olarak caiz görmüşlerdir.

Ancak ikinci asrın sonlarına doğru ortaya çıkmış olan bir yorum ve kıyaslama ile sağlığında herhangi bir mazereti olmaksızın hayatında hiçbir zaman veya bazı senelerde oruç tutmamış ve kaza da etmemiş kimse adına vefatından sonra fidye verilebileceği ve bu fidyenin ölenin oruç borcunu ıskat etmesinin muhtemel olduğu görüşü gündeme gelmiş ve uygulama alanında yaygınlık kazanmıştır.

Bu görüşte olanlara göre, sağlığında mazeretsiz olarak oruç tutmayıp kaza da etmeyen kimsenin, vefat etmesiyle oruçlarını artık kaza etme imkânını kaybettiği mazeretine dayanarak, sağlığında meşru bir mazereti sebebiyle oruç tutamayan kimsenin durumuna kıyas ederek, bu kimse adına da fidye verilebileceğini, vasiyeti varsa bu husustaki kıyasın daha da güçlü olacağıdır.

Hanefî mezhebi kaynaklarında, İmam Muhammed’in ölen kişinin vasiyeti olmasa bile, mirasçıların onun oruç borcu için fidye vermesini, Allah’ın dilemesine bağlı olarak yeterli olacağını söylediği rivayet edilir.

ISKATTA İSTİSMARA KAÇMAMAK LAZIM

Iskatta asıl olan, sağlığında (Yaşlılık veya ölene kadar devam edecek olan sürekli bir hastalığa sahip olmak gibi) meşru bir mazereti sebebiyle orucunu tutamamış bir kişinin sağlığında veya öldükten sonra fidye verilerek oruç borcunun üzerinden düşürülmesidir. Asıl caiz olanı budur.

Ancak bu husustaki Ayet-i kerimeye ve Hadis-i Şeriflere dayanarak caiz görülen ıskat istismara yol açacak şekilde bir af dayanağı ve borcu kişinin üzerinde düşürme yolu olarak görülüp sağlığında meşru bir mazereti olmadan oruç tutmak terk edilmemelidir. Üstelik ıskat için delil, sadece oruç için söz konusudur. Çünkü delillerde sadece oruç için her bir güne karşılık bir yoksul doyurmak suretiyle fidye verileceği açıklanmaktadır. Hâlbuki namazın ıskatı için fidyeden bahseden, ne bir Ayet-i Kerime ne de bir Hadis-i Şerif yoktur. Bu açıdan bakıldığında namaz için delile dayalı bir ıskat söz konusu değildir. O halde nereden çıkmıştır ıskat-ı salât?

Iskat-ı salâtı, yani, ölünün namaz borçlarını düşürmek için fidye vermeyi, Hanefî müçtehitleri bir ihtiyat eseri olarak güzel (müstahsen) olarak görmüşlerdir. Aslında namaz için verilen fidyeler, kişinin sağlığında veya ölümünden sonra kazaya kalmış namazın yerine geçmez. (Hâlbuki oruçta verilen fidye, kişinin sağlığında veya ölümünden sonra tutulamayan orucun yerine geçer, onu borç olmaktan düşürür).

Ancak şu kadar var ki, ölmeden evvel yapılan böyle bir fidye vasiyeti; kişinin duyduğu bir nedamet ve pişmanlık eseridir. Ve mağfiret ve bağışlanma talebinin bir gereğidir. Bunun, ölen kimsenin vasiyeti olmadan, varisler tarafından teberru yoluyla yapılması da bir şefkat, merhamet ve ölünün hayrını isteme alâmetidir. Ayrıca fidye yoluyla fakirler de sevindirilmekte, bu vesile ile onların bazı zarurî ihtiyaçları temin edilmiş olmaktadır.

İşte bütün bu açılardan düşünüldüğünde, ıskat-ı salâtın kabul edilmesi, yani, ölünün kazaya kalmış namaz borçlarının affedilmesi, Allah’ın engin rahmet ve inayetinden ümit edilmektedir.

Özetleyecek olursak diyebiliriz ki: Fidye ile oruç borcunun sakıt olacağı hakkında kesin nas vardır. Namaz da bir ibadet olarak oruç gibidir, hatta oruçtan daha da önemli bir ibadettir. Çünkü kulun âhirette ilk hesaba çekileceği ameli namazıdır. Namaz ibadetinde eksikliği olanların hesabının çok çetin geçeceği birçok Hadis rivayetlerinde gelmiştir. Bu bakımdan ölünün, kaza etme imkânı kalmamış namazları için fidye verilerek, onun hakkında İlâhî affı ümit etmek sadece bir ihtiyattır. Yoksa asla kesin bir şey değildir. Umulur ki fidyelerin sevindirdiği fakirlerin o sevinçleri ve duaları hürmetine, Allah o borçlu kulunun borçlarını affeder de rahmetine dâhil eder.

ISKATLA İLGİLİ BAZI MESELELER:

* Iskat-ı Savm ve Iskat-ı Salât yapılabilmesi için her şeyden önce, ölen kimsenin bu hususu vasiyet etmesi gerekmektedir. Ancak ölen kişi, vasiyet etmemiş ise, velisi veya varisleri tarafından da ıskatın yapılması caizdir ve makbuldür.

* Ölünün Iskat-ı Savm ve Iskat-ı Salât için yaptığı vasiyet, geride bıraktığı malının üçte birinden karşılanır. Malın diğer üçte ikisi ise mirasçılarındır.

* Bir günün gece ve gündüzünde vitir de dâhil olmak üzere 6 vakit namaz vardır. Ölünün arkasında bıraktığı malının üçte birinden, bu 6 namazdan her biri için bir fidye verilir. Bir fidye, bir fakirin bir gün doyurulmasıdır. Sabah – Akşam olmak üzere iki öğün üzerinden hesaplanır.

* Verilecek fidyelerin hepsi tek fakire verilebileceği gibi, ayrı, ayrı fakirlere de verilebilir. Fidyeler, fakiri doyurmak suretiyle yerine getirilebileceği gibi, yiyecek karşılığı para olarak da verilebilir. Fakirin ihtiyaçları çeşitli olduğundan para olarak verilmesi daha iyidir.

* Bir ölünün, geride bıraktığı malı hakkında bir vasiyeti bulunmadığı takdirde, varisleri ıskat yapıp fidye vermeye mecbur değillerdir. Hele varisler fakir olurlarsa, bunları, örf, âdet ve gelenek düşüncesiyle fidye vermeye zorlamak uygun düşmez. Özellikle de varisler arasında çocuklar ve yetimler varsa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz değildir.

* Ölen kişinin, kendisi için öldükten sonra Iskat yapılarak fidye verilmesi için vasiyet etmesi, varisler tarafından teberru yoluyla fidye verilmesinden daha hayırlıdır. Fidyeler, ölü defnedilmeden verilmelidir. Uygun olan budur. Bununla beraber ölü defnedildikten sonra verilmesi de caizdir.

* Ölünün ömrü miktarınca ıskat yapılmak istenirse, ömür süresi kameri seneye göre hesaplanır. Erkekte bunun 12 yılı, kadında ise 9 yılı çocukluk müddeti olarak çıkarılarak, geriye kalan müddet için ıskat yapılır. Para kâfi gelmezse ise o zaman “Devr”e başvurulur.

DEVİR NEDİR?

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Iskat başka bir şeydir, devir başka bir şeydir. Iskat, ölen kişinin üzerinde mevcut olan oruç ve namaz borçları için, miktarı şer’i ölçüler içerisinde belirlenen fidyenin sadaka olarak fakirlere verilmesi işlemine denir. Devir ise, ölünün miras olarak bıraktığı ve vasiyet ettiği malın üçte biri, ölen kişin üzerindeki oruç ve namazın ıskatı için gerekli olan fidyeyi karşılamıyorsa, o zaman eldeki mevcut olan mal para olarak hesaplanır ve bu paralar ölünün borcu için gerekli olan fidyeyi karşılayana kadar gönüllü olan bir fakire verilir. O fakirin kendisine verilen bu parayı kendi istek ve arzusuyla gerisin geriye hediye etmesi ve borcun tamamı ödeninceye kadar bu paranın fakirle ölü adına devir işlemini yapan kimse arasında alınıp verilme işlemine denir.

Ölünü oruç ve namaz borçlarının ıskatı için gerekli olan fidyenin tamamı ödeninceye kadar yapılan alıp verme işlemi sona erdikten sonra fidye için alıp verilen eldeki para fakire sadaka olarak verilerek işlem sona erer.

Devrin Nasıl Yapıldığını Çok Basit Bir Misalle Açıklayalım:

Diyelim ki bir kişinin, üzerinde 1 aylık namaz borcu var, Bir ay otuz gün olarak kabul edilir. Bu durumda kişinin otuz günlük namaz borcu var kabul edilir. Her gün için beş vakit farz namaz ve bir vakit vacip olan vitir namazı vardır. Öyle olunca 30’u 6 ile çarpıyoruz 30×6=180 yapmaktadır. Her namaz için bir fidye gerektiği için 180 tane fidye verecektir. Bir fidyenin mesela 20 lira olduğunu kabul edelim. O zaman 180 ile 20 çarpalım. 180×20=360 lira yapmaktadır. Ölen kişinin bırakmış olduğu mirasının üçte birinin 60 lira olduğunu kabul edelim. Bu durumda yani, elimizdeki 60 lira, 6 kere, “Filân oğlu filânın namaz keffareti olmak üzere bu parayı al” denilerek devir yapmak için aday olan fakire verilir, alınır. Böylece 6 kere devir yapılan 60 lira, ölünün fidye borcu olan 360 liraya ulaşır. Bu durumda ölünün borcu bitmiştir. Eldeki bu 60 lira ise fakire sadaka olarak verilir ve devir işlemi tamamen sona erer.

* Devir, tek fakirle yapılabileceği gibi, birden fazla fakir ile de yapılabilir. Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de cömertlik ve centilmenlik yaparak bu parayı kendisine veren kişiye içtenlikle gerisin geriye hibe etmesi, üzerine borç olarak kalmış olan ancak borcunu ödeyecek parası olmayan ölen Müslüman kardeşinin borcunu ödemeye yardımcı olması son derece övgüye layık bir davranıştır. Bu sebeple bu devir işlemi, gerçekten gönülden koparak yapılırsa, büyük bir şefkat alâmeti ve din kardeşliği duygusunun apaçık ve çok parlak bir nişanıdır.

Mustafa Demirci (Alıntı)
 
Üst Alt