Harut ve Marut kimdir?

Turab

Teknik Ekip
Yönetici
Admin
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
7,015
Tepkime puanı
423
Harut ve Marut kimdir?
Kur’an-ı Kerîm’de Bakara suresinin yüz ikinci ayetinde adları zikredilen iki kişi. Kur’an-ı Kerim’de ayrıntısıyla tanıtılmadığı için Harut ile Marut hakkında kesin ve net bilgilerden yoksunuz. Bu konuda birbirini tutmayan çeşitli rivayetler ve yorumlar vardır. Ancak Hz. Süleyman döneminde Babil’de yaşayan ve insanlara sihir öğreten iki kişi oldukları konusunda İslam âlimlerinin çoğunluğu görüş birliğindedir.

Harut ve Marut’un kimler olduğu konusunda ortaya çıkan ihtilafın çeşitli nedenleri vardır. Birincisi, bu iki kişinin insan mı, melek mi yoksa şeytan mı olduğu tartışmalı bir yöndür. Bu noktadan dört ayrı görüş ileri sürülmektedir.
Cebrail ile Mikaildir; iki kabiledir; Cebrail ve Mikail dışında iki melektir; iki insandır. Bu konuda ayrıntıya girmeden önce Kur’an-ı Kerim’deki sözkonusu ayete bakalım; Bakara Sûresinin geniş bir bölümünde yahudilerden sözeden ayetler onların ne kadar inatçı bir kavim olduğunu, hak söz karşısında kalplerinin ne derece katılaştığını anlattıktan sonra yüz ikinci âyetinde onların Hz. Süleyman dönemine değiniyor: “… Ve onlar Şeytanların Süleyman’ın mülkü aleyhine uydurdukları şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman asla küfretmedi. Sadece şeytanlar küf rettiler. Onlar insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe -Harut ile Marut indirilenleri öğretiyorlardı. Bu iki melek ise Biz ancak fitneyiz, sakın küfretme’ demedikçe kimseye sihir namına birşey öğretmezlerdi. Onlardan koca ile karısını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki bunlar, Allah’ın izni olmadıkça o sihirle kimseye zarar verici değillerdi. Onlarsa kendilerine zarar verip fayda vermeyen Şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun onlar sihri satın alan kimse için âhirette hiçbir nasip olmayacağını biliyorlardı. Ne fena bir şey karşılığında nefislerini sattılar. Şayet bilmiş olsalardı” (el-Bakara, 2/102)

Konu yahudiler ya da Hz. Süleyman olmamasına rağmen dönemin genel durumu bilinmeden Harut ve Marut tam mânâsıyla anlaşılamaz. Hz. Süleyman öyle bir yetkiyle donatılmıştı ki Allah tarafından sadece insanlar değil bütün hayvanlar ve cinleri de egemenliği altına almış ve güçlü bir hükümdarlık elde etmişti. Allah’ın ona verdiği bu üstünlük sebebiyle ona karşı olanlar “Süleyman’ın sihir yaptığını, işlerini sihirle yürüttüğünü” ortaya attılar. Ayrıca toplumda sihirbazlar türedi ve sihir ilimleri gelişti. Sihirbazlar daha önce bilinmeyen şeyleri ortaya çıkardılar ve peygamberlik iddiasında bulundular.
Hz. Süleyman’a verilen gücün mucize olduğunu anlamayıp, bunu sihirle açıklayan topluma Allah, sihirle mucizenin aynı şey olmadığını göstermek için kendilerine sihir öğretmek üzere Harut ve Marut’u görevlendirdi.Bu kısa ön açıklamadan sonra Harut ve Marut hakkında ortaya atılan görüşleri ele alabiliriz.Hârut ile Mârut’un kimliği: Âyette onlardan “melekeyn” şeklinde bahsedilmektedir. Kelimenin Arapça telaffuzunu “melekeyn (iki melek)” şeklinde okuyanlara göre Harut ile Marut iki melektir.
Bazı alimlerin görüşüne uyarak kelime “melikeyn” şeklinde okunursa o takdirde iki padişah veya yetkili iki kişi anlamı çıkar. Ayetin okunuşunda meşhur olan kırAat “melekeyn” şeklindedir; ve onların iki melek olduğu konusundaki görüş daha kızıl etlidir. Kelimeyi “melikeyn” olarak anlayanlar ise kendilerine göre delil getirmektedirler.Onlara göre sihir, “küfür” olarak tanımlandığına göre meleklerin sihir öğretmesi mümkün değildir.
Bir diğer görüşleri de Allah’ın melekleri yeryüzüne insan suretinde indirdiği, buna göre HArut ile MArut melek dahi olmuş olsalar onların insan şeklinde yaşayıp sihir öğretmeleri gerekmektedir. Onlarla ilişki içinde olan insanlar da onlara birer melek değil insan olarak yaklaşmaktadırlar. Bu durumda da onların melek olduklarını söylemeye gerek yoktur. Bu iki görüşün ilki, yani onların melek olduğu şu nedenlerden dolayı daha kuvvetli görüştür. Âyetin okunuşunda meşhur kırâat “melekten’dir. Diğer yönden Allah melekleri insan şeklinde indirir. Nitekim Cebrâil (a.s) Peygamberimize Dıhyetü’l-Kelbi (r.a)’ın görünümünde insan şeklinde gelirdi.
Sihrin küfür olduğu, bu nedenle de meleklerin sihirle uğraşmayacaklarına gelince, sihirle uğraşan ve bunu kötüye kullanan topluma, kötüye kullanılmayan sihri öğretmek üzere iki melek görevlendirilmiştir. Diğer yönden sihirle insanları yoldan çıkarmaya çalışan sihirbazlara karşı onları korumak için, sihirbazların kendi yöntemleriyle karşı çıkabilsinler diye sihir öğreten iki melek gönderildi. Bunlar varsayımdır, ancak meleklerin sihirle uğraşmalarının küfür olmadığını izah içindir. Çünkü sihrin zararından sakınmak için sihir öğrenmek ve öğretmek küfür değildir.

HArut ile MArut sihir öğrenmek için kendilerine gelenlere ” Biz ancak bir imtihan vesilesiyiz (fitneyiz). Sakın küfretme” demedikçe hiçbir kimseye sihir öğretmiyorlardı. Bu noktada da iki görüş var. Birincisi, âyeti doğrudan doğruya anlayanlara göre melekler insanlara küfretmemeleri şartıyla sihir öğretiyorlardı. Buna karşı çıkanlar ise, “o iki meleğe indirilen şey sihir değil, şeriat, din ve hayra davettir” demektedir; “Onlar hiç kimseye bunu öğretmiyorlar, aksine en şiddetli biçimde insanları bundan nehyediyorlardı.”

Diğer bir nokta da “Onlardan karı ile kocanın arasını ayıracak şeyler öğrendiler” cümlesinin yorumunda farklılıklar vardır.
Bir kısım İslâm alimine göre âyetteki “karı ile kocayı ayıran ” şey sihiri öğrenmek ve yapmaktır. Karı kocadan herhangi biri sihire bulaştığı anda kAfir olacağı için nikAh kendiliğinden düşer. Yani buradaki ayrılık hukuki bir durumdur ve dinen zorunludur. Diğer görüşe göre ise bu ayırma, karı koca arasındaki sevgiyi yok edecek türde bir sihir çeşididir. O kişiler sihiri kötü yönde kullanarak toplumda bozgunculuk çıkardılar. HattA bunda o derece ileri gittiler ki karı kocayı birbirinden ayıracak yollar geliştirdiler.

Bu konuda daha başka efsane ve İsrailiyyat türünden görüşler de vardır ve tefsir kitaplarına kadar girmiştir. Ancak burada onlara değinmek saf İslAmî düşünceleri bulandırmaktan başka bir işe yaramayacağı için anlamsızdır.
Değişik görüşleri inceledikten sonra kuvvetli olan görüş doğrultusunda konuyu özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir. HArut ve MArut Hz. Süleyman döneminde Babil’de insan şeklinde ortaya çıkan, insanları “küfür”e düşmemeleri, kötülük için kullanmamaları şartıyla insanlara sihir öğreten, insanların bu yolla imtihan olmalarına vesile olan iki melektir. Sihir ilmini kötülük ve küfür yolunda kullanan fâsık insanlar ve şeytanların aksine Hârut ve Mârut insanlardan onu kötülükte kullanmamaları konusunda söz alıyor, sonra öğretiyorlardı.

Muhakikler (araştırmacılar) Harut ve Marut’un Babil’de -ki burası Irak’ta Fırat nehri üzerinde bulunan bir şehirdir.- dış görünüşleriyle salah ve takva sahibi olarak tanınan ve halka sihir öğreten iki insan oldukları görüşündedirler. İnsanların saf inançları bu iki kişi hakkında öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, onların semadan inmiş iki melek olduklarını ve sihri Allah’tan gelen vahiy ile insanlara öğrettiklerini sanıyorlardı. Bu iki adamın sahtekarlıkları öyle bir dereceye varmıştı ki insanların kendileri hakkındaki saf inançlarını sürdürmelerini sağlamak için kendilerinden sihir öğrenmek isteyen herkese, “Biz bir fitneyiz. Sakın inkar etme”; yani “Kuşkusuz biz imtihan vesilesiyiz; seni deniyor, imtihan ediyoruz ki bununla (sihir öğrenmekle) şükür mü, küfür mü ediyorsun, ortaya çıksın. Biz sana küfre düşmemeni tavsiye ederiz.” diyorlardı. Bunu; halk, bilgilerininilahi, sanatlarının ise ruhani olduğunu ve aslında iyilik etmekten başka bir maksatları bulunmadığını zannetsinler diye söylüyorlardı. Tıpkı günümüzde de bir takım deccallerin yaptığı gibi. Bunlar da zanlarınca sevgi ve nefret için kendilerine muska yazmayı öğrettikleri kimselere; “Sana evli bir kadını, kocasından başka bir erkeğe yöneltmek için yazmamanı tavsiye ederiz.” Şeklinde evham ve uydurmadan başka bir gerçeği olmayan şeyler söylerler.

Yahudilerin bu hususta bir çok hurafeleri vardı. Öyle ki Harut ve Marut’a, sihir ilminin Allah’tan indiğine ve onların insanlara sihir öğretmek için gelen iki melek olduklarına inanıyorlardı. İşte bunun üzerine Kur’an ayetleri sihrin semadan indiği şeklindeki iddiaları hakkında onları yalanlamak ve hem sihri hem de onu öğrenen ya da öğreten kimseleri zemmetmek için geldi.

“Yuallimune’n-nase’s-sihira ve ma unzile ala’l-melekeyni” ifadesinde geçen “ma” burada, görüşlerin en sahihine göre nafiyedir (olumsuzluk bildirir). “İki Melek” ibaresi ise, burada, o dönemde insanlar arasında cari olan örfe binaen kullanılmıştır. Bu, tıpkı Yunan, Mısır ve diğer kavimlerin tarihlerinden bahseden yazarların eserlerinde iyilik ve kötülük tanrılarının zikredilmesi ve yine tıpkı müslümanların sözlerinde hristiyanları tenkid etmek bakımından tanrının tecessümünden, asılmasından v.s bahsedilmesi gibidir.

“Onlar bu ikisinden koca ile karsının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.” Sözü sembolik bir anlatımdır ve böylelikle yapılan iş en çirkin şekliyle ortaya konmuş olmaktadır. Yani yaptıkları bu iş öyle bir raddeye gelmişti ki, artık karı-koca gibi toplumun en güçlü birimi olan aileyi onunla parçalama imkanını elde etmeyi, çeşitli hileleri ve bozgunculuğun yollarını öğreniyorlardı.
Özet olarak bu ayetin manası başından sonuna kadar şu şekilde anlaşılmaktadır:

Yahudiler Kur’an’ı yalanladılar ve ondan yüz çevirdiler. Kur’an’a karşılık Hz. Süleyman ve mülkü hakkında, onların çarpık zihniyetli alimlerinden işittikleri hurafeler ve efsaneleri(1) yaymaya çalıştılar. Hz. Süleyman (as)’ın küfre girdiğini iddia ettiler. Oysa Hz. Süleyman (as) küfre girmemişti. Fakat onların tabi oldukları şeytanları (önderleri) küfre girdiler ve insanlara sihri öğretmeye ve sihrin Harut ve Marut’a indiğini iddia etmeye başladılar. O ikisini melek olarak isimlendirmişlerdi. Onlara hiç bir şey indirilmediği halde, insanlara kendilerinin salihlerden oldukları zannını yerleştirdiler. Halkın, onları iyilik etmekten başka maksatları olmayan ve kendilerini küfürden korumaya çalışan kimseler olduklarını sanmaları için uğraştılar. O ikisinden öğrendikleri hile ve desiseler, kendilerinin insanlar arasına tefrika sokabileceklerine halkı inandıracak derecedeydi.

Görüyorsunuz ki ifadelerin hepsi burada zemm (kınama, yerme) içindir ve ayetin Harut ve Marut’un medhi, övgüsü hakkında varid olduğu düşüncesi doğru değildir. Bunların yani yukarıdaki sözlerimizin doğruluğuna, Kur’an’ın Allah indinden insanlara bir şey öğretmek için -peygamberlere indirilen vahiy dışında- yeryüzüne melek indirildiğini reddetmesini gösterebiliriz. Kur’an, insanlara talim için kendi cinsinden birinin gönderildiğini sarih nasslarla ortaya koymaktadır: “Senden önce, insanların dışında elçi göndermedik; onlara vahyediyorduk. Bilmiyorsanız zikir/vahiy ehline sorunuz.” (Enbiya 21:7) Yine Melek indirilmesi şeklindeki istekleri Kur’an geri çevirmiştir: “Ona bir melek indirilmeli değil miydi!,” diyorlar. Bir melek indirseydik, iş bitirilmiş olurdu. Onlara zaman da verilmezdi.” (En’am 6:8) Furkan Suresinde de Allah teala şöyle buyurmaktadır: “Söyle dediler: “Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut, kendisine bir hazine verilseydi, veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!” Bu zalimler, inananlara: “Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediler. Sana nasıl misaller getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar.” (Furkan 25:7-9)
 
Üst Alt