Hangimiz eşeğiz? Hangimiz kütüğüz?

kerem1

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
17 Kasım 2016
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Sadece insanlarla sevgili değil, bitkiler ve taşlarla da sevgili. Uhud Dağı hakkında hadisi var. O Uhud beni sever Ben Uhud'u severim. Bize derslerde varlıkları canlılar, cansızlar, gazlar, katılar, sıvılar filan diye anlattılar. Efendim cansız hiçbir şey yoktur. Kün "Ol" emri ile yaratılan her şeyin bir canı vardır. Zaten bugünün ilminde taşlar, topraklar çekirdek etrafında dönen elektronlardan olmuyor mu? Atom öyle değil mi? O hareket can değil mi? Demek ki dağ, Efendimizi sevebiliyor, Efendimiz de o dağı seviyor. Hani taş topraktı keza Mescid-i Şerif yapıldıktan sonra Efendimiz gerek Cuma Hutbelerinde gerek Eshab-ı kiram'a toplu olarak bir şey söyleyeceği zaman bir kuru hurma kütüğüne sırtını dayayıp o şekilde hitabette bulunurlardı. Sonra cemaat çoğalıp da arkada kalanlar Efendimizi göremez hale (yani önde uzun boylu bir adam oturuyor, o kısa boylu göremiyor) bu şikâyet Efendimize arz edilince peki nasıl çözelim ne yapalım? Müsaade ederseniz üç basamaklı bugünkü; menber yapalım. Siz onun üstüne çıkın. Oradan hitap buyurun. Arkadakilerde vech-i-saadetinizi görebilsinler. Efendimiz hutbeye üç basamaklı merdivenle çıkınca ortalığı bir hıçkırık sesi alıyor. Herkes duyuyor. Sadece efendimizin duyduğu bir salâ değil. Herkes duyuyor. Molla Câmi çok önemli bir zattır malum. Aynı zamanda Nakşibendi Tarikat'ının da Piri Sanidir. Hâsılı Molla Câmi de bunu anlatmaktadır. Efendimizin hayatında şâhidi en çok olan mucizesi olarak bu hadise yer almaktadır. O hıçkırık sadâsını herkes duydu, ama kimse nereden geldiği anlamıyor. Efendimiz üç basamağa gittiler, daha önce sırtını dayamakta olduğu hurma kütüğüne gitti. Ona sarıldı. Onu okşamaya başladı. Ağlama dedi neye ağlıyorsun? Eshab-ı kiram'dan bir zatı şerif diyor ki:"Hani çocuk bir şeye ağlar, sonra annesi onu kucağına alır. O çocuğun ağlaması geçer ama deminki şiddetli ağlamanın tesiri ile hâlâ hığ hığ yapmaktadır. Kütük öyle yapıyordu hâlâ diyor Resulullah sarıldığı zaman ve hitap buyurdu Efendimiz:"Neye ağlıyorsun?" 'Şimdiye kadar konuşurken sırtınızı bana dayıyordunuz, şimdi oraya gittiniz sizden ayrı kaldım, buna ağlıyorum.' "Peki, teşekkür ederim. Bu muhabbetine karşılık şimdi Rabb'ime dua edeyim, seni tekrar meyva veren, canlı bir ağaç hâline mi getirsin? Yoksa seni burda muhafaza edelim ama mahşerde benle beraber ol, hangisini tercih edersin?", diye sordu Efendimiz. 'Mahşerde sizle beraber olmayı isterim Ya Resulallah.' "Namazdan sonra seni ben yerleştireceğim, şimdi sakin ol." Namaz kılındı, hutbe verildi. Efendimiz menberin altına çukur kazdırdı. Oraya gömüldü o kütük. Biliyorsunuz Mescid-i Nebevi, muhtelif büyümeler ve tadilatlar geçirdi. En son Suudiler zamanında, ondan evvel de Abdülmecidhan zamanında adeta yıkılıp yeniden yapıldı. Birinci Ahmedhan dönemimde var filan, ondan evvel Memlûkler zamanında Sultan Baybars zamanında var, Sencerbey zamanında var filan filan. Daha önce de tabi Abbasiler ve Emeviler Döneminde var. O kütük hâlâ duruyor. Sultan Abdülmecidhan'ın inşaatının evrakı Topkapı Sarayı arşivinde var. Hatta çok meşhurdur. İnşaatın bitimine gelip Sultan Abdülmecidhan'a haber verdiklerinde,(çünki inşaat bitince tuğra konur, tuğranızı koyduk inşaat bitti hünkârım) deyince fırlıyor tahtından. Çünkü resmi bir obje. Merasimli bir haber verme. "Ben kim oluyorum da adımı Resulullah kabrine yazıyorsun?" Yıkın, her tuğlasına "Günahkâr Mecid" yazın, yeniden yapın diyor. Sultan Mecid de öyle bir adamdır he. Osmanlı'nın sarhoşu bile böyledir. İçki müptelâsıymış, sanane banane. Eğer her günah, içki gibi sarhoşluk verseydi hangimiz ayık gezebilirdik? İşte o kütük, orada durduğuna dair en son kayıt da Sultan Mecidhan'ın, Mescid-i Nebevi inşaatının defterleridir hâlâ duruyor o kütük orada. Hangimiz kütüğüz?

Efendimiz Hazretleri'nin devesinin adını muhtelif şekilde bilenler çoktur ama bir de Efendimiz'in eşeği var. Onun adını pek bilen yoktur. Bir gün öyle söyledim. Eşeğinin de adını öğreneceksin. Çünki, Efendimiz her zaman eğer yada semerle değil, bazan da çıplak olarak binerdi. Özellikle Uhud'a, hem amcasını ziyarete, hem biraz teneffüs etmeye, bir de Cumartesi günleri Kubâ'ya giderdi. Oraya da genellikle eşeğinle gidiyor, bazan da çıplak gidiyor, yani eğer ve semer vurdurmadan. Şimdi kimse, başka türlü anlamasın bakın iyi anla. Efendimiz Hazretleri'nin teninin sıcaklığını o eşek, duymuş mudur? Peki, ben onun sıcaklığını içimde duyabiliyor muyum? Hangimiz eşeğiz?

Ömer Tuğrul İnançer
 

Hümeyra

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
9 Mayıs 2014
Mesajlar
1,176
Tepkime puanı
4
Selamün aleyküm kardeşim; Ömer hocamın sesiyle dinliyormuşum gibi okudum paylaştığın yazıyı emeğine sağlık...
Malum son 100 yıl içinde uzaklaşılan değerlerimizle birlikte insanlıkta dünyadan sonra ülkemizde de hızla değer kaybediyor,kütüklük de,eşeklik de eğer uyanmaz hatalarımızı doğruymuş gibi yaşamaya ısrar edersek kaybetmeye yüz tutan insanlığımızın önünde baki kalacak korkarımaassd..
 
Üst Alt