Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Hadis-i Şerifler
Hadisleri yeniden anlamak
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 53052" data-attributes="member: 3"><p><strong>Sünnetin Tanimi ve Kapsami</strong></p><p></p><p style="margin-left: 20px">II. GÜNÜMÜZDE SÜNNETIN TATBIKI </p> <p style="margin-left: 20px">Sünnetin Tanimi ve Kapsami</p> <p style="margin-left: 20px">Sözlük anlami itibariyle sünnet, takdir edilen, övülen yol anlaminda kullanilmakla birlikte, esasen kötü dahi olsa “izlenen yol” anlamina da gelmektedir. Diger bir deyisle iyi ya da kötü gidisat demektir. Ayrica fitrata uygun âdet, aliskanlik manâlarini ihtiva etmektedir. “Iyi ya da kötü gidisat” anlamini içermesine, su hadis de delil olarak gösterilmektedir: </p> <p style="margin-left: 20px">“Kim güzel bir sünnet ortaya koyarsa, kiyamete kadar kendisine ve onunla amel edenlere onun sevabi vardir. Kim de kötü bir sünnet ortaya koyarsa, onun günahi hem kendi üzerine hem de onunla amel edenlerin üzerine yazilir.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Diger yandan Hz. Peygamber, sünnet kavramini kendisi için husûsîlestirmis ve “benim sünnetim” tâbirini kullanmistir. </p> <p style="margin-left: 20px">Terim olarak sünnet ise, klasik hadisçilere göre, hadisle es anlamli olup, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir. Fikihçilara göre ise, Farz ve vâcib’in disinda Hz. Peygamber’den gelen hükümleri kapsamaktadir. Usûl-i fikihçilarin tanimina göre sünnet, Kur’ân ahkâminin disinda Resûlullah (a.s.)’in söz, fiil ve takrirleri olarak ifade edilirken, bazi fikihçilar ve kelâmcilara göre ise, “bidat”in zitti olarak tanimlanmaktadir. Ayrica Resûlullah’in devam etmekle birlikte bazan özürsüz olarak terkettigi fiillerdir. Yani nâfilelerdir seklinde de tarif edilmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Diger yandan kusluk ve teheccüd namazinin vâcib olusu gibi Peygamber’in kendisine mahsus olan islerle, oturup kalkmasi, yiyip içmesi gibi onun tabiî fiilleri, ümmeti için uygulamayi gerektiren bir sünnet teskil etmez denilerek sünnetin tanimi bir anlamda daraltilmistir. Hatta sünnetin kapsami daha da sinirlandirilarak söyle söylenmistir: “Sünnet ancak dini konularda olur; yenilecek, içilecek (me’kûlât, mesrûbât) konularda sünnet olmaz. Mesela, Resûlullah (a.s.) karpuz yedigi halde bir adam ömründe hiç karpuz yememis olsa, yine Peygamber çok sevdigi halde, bir kimse kabak yememis olsa, ona sünneti terketti denilemez.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bu tanimda anlatilmak istenenleri Zerkesî (ö.794/1391), Hz. Peygamber’in sünnetini sekiz kisma ayirmak suretiyle ifade etmektedir ki, bu sekiz kisim sirasiyla sunlardir: 1. Hz. Peygamber’in sözleri, 2. Fiilleri, 3. Takrirleri, 4. Arzu edip yapmadiklari ya da yapamadiklari, 5. Isaretleri, 6. Yazilari, 7. Terkedip yapmadiklari 8. Dikkat çektigi hususlar. </p> <p style="margin-left: 20px">Mûsa Cârullah Bigiyef, Sünnetin sözlükte “bir seyin yüzü, görünen kismi” anlamina geldigini, istilahta ise, “Sâri-i hakîmin sözleri, isleri ve müsaadeleri” seklinde tarif edildigini bildirmektedir. O, genel anlamiyla sünneti, “Sünnetullah”, “Sünnetü’n-Nebî” ve “Sünnetü’l-evvelîn” seklinde üçe ayirarak Sünnetü’n-Nebî’yi diger bir ifadeyle istilahî mânadaki sünneti söyle tarif etmektedir.: “Hz. Peygamber’in gerek kendi ümmetine, gerekse bütün insanliga risaletini teblig ederken ortay koydugu fiilleri, hikmetli sözleri, yine bir kimsenin hareketini bilip ikrar ederek onayladigi, ayrica krallara ve kabilelere gönderdigi mektuplarla ortaya koydugu yoldur.” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bütün bu tanimlarin bir özeti mahiyetinde bugün sünneti su sekilde de tarif edenler bulunmaktadir: “Hz. Peygamber’in kendi döneminde Islâm toplumunu, akîde, ibadet, teblig, siyaset, ekonomi, egitim, ahlâk, hukuk gibi çesitli alanlarda; kisacasi bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatin her alaninda yönlendirip, yönetmede, Kur’ân basta olmak üzere, esas aldigi ilke ve prensipler bütününün olusturdugu bir “zihniyet” ya da “dünya görüsü”dür. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bugün maalesef Kitap ve sünnete ittiba ya da sünnet olan hususlar sadece bir konu üzerinde tartisma veya konferans aninda gündeme gelmektedir. Oysa hayatimizin pek çok alanindan sünneti çikarmis bulunmaktayiz. Bu ise Sünnete karsi islenmis en büyük cinâyettir. Bir kisim Müslümanlar sünneti sadece zahirî amel olarak görmektedir. Örnegin sakalli veya sarikli birini ya da belli bir tarzda elbise giyeni sanki hayatinda bütün sünneti tatbik eden adam gibi görmektedir. Ancak ayni kisi hayatin geri kalan kisminda sünneti unutmaktadir. Mesela, sevgi, bugz, tevâzû, hilim, havf ve recâ, iffet, zikir, rahmet, gibi ahlâkî konularda, muameletla iliskili pek çok hususlarda sünnet unutulmaktadir. Halbuki bunlar seklî sünnetlerden çok daha fazladir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>Baglayiciligi Bakimindan Sünnet</strong></p> <p style="margin-left: 20px">Resûlullah’in fiillerine farkli açilardan yaklasilmis ve baglayicilik bakimindan farkli hükümler konulmustur. Burada, Resûlullah’in hadislerine, sünnet çerçevesinde genel bakisla birlikte, onun irsadla alakasi olmayan konulardaki söz ve eylemleri ele alinacaktir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamber’in Söz, Fiil ve Takrirlerinin Durumu</p> <p style="margin-left: 20px">Resûlullah’in konumu, fiil ve sözlerinin durumu ve onun uygulamalarinin ne anlama geldigi, Müslümanlari ne kadar bagladigi konularinda gerek eskiden gerekse günümüzde tam bir fikir birliginden söz etmek mümkün degildir. Mâlikîlerden bir grup, Allah Resûlü’nün fiillerini onun emirlerini tekit eden bir konumda görmüs ve vücûb ifade ettigini savunmuslardir. Hanefîlerden bazilari da, Resûlullah’in fiillerini aynen emirleri gibi kabul etmislerdir. Buna karsilik Sâfiîlerden bir grup, Resûlullah’in fiilleri konusunda delil aramak gerektigini; sayet vücûbuna ait bir delil varsa, fiilin de vacip olacagi, mendub olusuna bir delil varsa fiilin de mendub olacagi görüsünü benimsemislerdir. Diger taraftan Safiîlerden geri kalan âlimlerle, Zâhiriler ise, Resûlullah’in, Allah’in emrini beyan eden fiillerinden baska hiçbir fiilini yerine getirmenin vâcip olmadigini ileri sürmüsler, yapildigi taktirde ecir alinacagini, terk edilmesi durumunda ise günah olmayacagini ifade etmislerdir. Günümüzde de bu konuda genel olarak üç ayri görüs bulunmaktadir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Birinci grubun görüsüne göre, Hz. Peygamberin her söyledigi ve her yaptigi vahiy eseridir. Dolayisiyla onun insani kisiligi yoktur. Tasarruflari ve ictihadlari baska bir gözle degerlendirilemez. Bu görüsün temsilcileri her ne kadar görüslerini bu kadar açik seslendiremeseler de, koyduklari kurallardan bu sonuçlar çikmaktadir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Ikinci bir gruba göre, Hz. Muhammed’in her sözü ve her yaptigi ayni kategoride degerlendirilemez. Özellikle onun içtihadlari baglayicilik bakimindan yeniden degerlendirmeye tâbi tutulmalidir.</p> <p style="margin-left: 20px">Üçüncü gruba göre ise, sünnetin tamami tarihseldir. O dönemin sartlari bugün için geçerli degildir. Binaenaleyh sünnetin bugün bizim için geçerli olmasi mümkündür degildir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Diger taraftan bir hadisin, güvenilir bir râvi kanaliyla Hz. Peygamber’e nispet edilerek nakledilmis olmasi, onun muteber kabul edilen kaynaklarda yer almasi ve belli bir dönemde ve bölgede kendisiyle amel edilmis olmasi, o rivâyetin dinen baglayici ve her zaman amel edilmeye elverisli olmasini gerektirmez. Hadisler içerisinde bütün sahihlik sartlarini tasisa bile zamâna dayanikli olmayan yani tarihsel, bölgesel ve durumsal olanlar az degildir. O halde günümüzde bir hadisin degerlendirilmesi yapilirken ona sadece ravisinin güvenilirligi ve muteber kabul edilen kaynaklarda yer almasi açisindan degil, yukarida bahsedilen ölçüler muvacehesinde bakmak gerekecektir ki, sahih ve problemlerin çözümüne yardimci dinî bir kaynak elde edilebilsin. Aksi halde bölgesel, kendi döneminin izlerini ve fizikî sartlarini tasiyan pek çok rivâyeti günümüze tasimis oluruz ki, bu da gün geçtikçe artan ve karmasik bir hal alan dinî problemlerimizi çözmek yerine daha karmasik hale getirir. Iste bu durumun farkinda ve idrakinde olan ilk dönem fakih ve muhaddisleri, bu sakincalari bertaraf edip Hz. Peygamber’i bir çagin degil, bütün çaglarin insani yapacak ölçüleri tespit edip bize bu alanda yol göstermislerdir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hadis musanniflerinin özellikle de Imam Buhârî’nin (ö.256/869), hadisleri Sahihinde uygun oldugu kitap ve bab basliklari altinda toplamasi ve bab basliklarinda ilgili hadislere hüküm vermesi, bir anlamda hadisleri anlama çabasi olarak da degerlendirilmelidir. Kezâ, Sünen türü eserlerde hadislerin konulara ve içerdikleri hükümlere göre tasnif edilmesi de hadisleri anlama çabasi olarak görülebilir, ya da en azindan bu sahaya katki sagladiklari söylenebilir. Örnegin Buhârî’nin, “Süphesiz Allah Teâlâ’nin doksan dokuz ismi vardir; kim bunlari sayarsa cennete gider” hadisini, Sahih’inde “Surût” bahsinde zikretmesi ilk anda hemen anlasilacak gibi degildir. Ancak üzerinde düsünüldügünde farkina varilabilecek bir anlam tasimaktadir. Söyle ki; hadiste doksan dokuz ismi saymak, cennete girmeye vesile olarak ifade edilmektedir. Buhârî, buradaki “kim sayarsa” sözünün, sart anlaminda oldugunu düsünerek sözkonusu hadisi eserinin “surût” kismina almis olmalidir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Yine Imam Nevevî’nin (ö.676/1277), Sahih-i Müslim’e koydugu bab basliklari ve kendi derledigi Riyâzü’s-Salihîn adli esere koydugu bab basliklari da, hadisleri anlama çabasinin bir sonucu olarak tanimlanabilir. Meselâ, Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn adli eserinde, suyun ayakta ya da oturarak içilmesiyle alakali hadisleri bir arada toplamis ve bunlarin basina “Suyun ayakta içilmesinin câiz, oturarak içilmesinin ise efdal olusu” basligini koymustur. Nevevî, böyle yapmakla bir anlamda delil olabilecek hadisler arasindaki ihtilafi gidermis ve kendi anladigi fikhî hükmü ortaya çikarmistir. Böylelikle hadislerin yanlis anlasilmasinin da önüne geçmistir. Ancak burada bir hususu unutmamak gerekir ki, bu âlimler kendi devirlerinde yürürlükte olan hukuk ve sartlar geregi olusan ihtiyaçlar dogrultusunda bu hadisleri tasnif etmisler, tabiatiyla yine kendi dönemleri için en uygun olan konu basliklari altinda toplamislardir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Bugün degisen sartlar dogrultusunda geçmis âlimlerin yaptiklarindan da yararlanarak, baglayicilik ve hüküm açisindan hadislerin yeni tasniflerinin yapilmasi gerekmektedir. Diger bir ifadeyle kitaplarda gördügümüz bütün hadislerin zâhirî anlamindan hareketle uygulanilmasi yerine, bugüne ait bir mesaji ve baglayicilik yönü bulunan, yani “sünnet” içeren hadis koleksiyonlarinin olusturulmasi gerekmektedir. Bir hadisin hüküm ve baglayicilik derecesini ya da sünnet içerip içermedigini belirlemek için ise, birtakim esaslara basvurulmalidir. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamber’in söz konusu hadisi hangi konumda hangi sifatla söyledigini tespit etmek. </p> <p style="margin-left: 20px">Hadisin, Hz. Peygamber’in teblig etmekle mükellef oldugu sahaya girip girmedigini, beser sifatiyla söylenip söylenmedigini belirlemek.</p> <p style="margin-left: 20px">Hadisin ihtiva ettigi konu ve bunun dindeki yerini tespit etmek</p> <p style="margin-left: 20px">Hadise muhatap olan kisini/mükellefin durumunu göz önünde bulundurmak</p> <p style="margin-left: 20px">Hadisi makasidu’s-seria baglaminda degerlendirmeye tabi tutmak. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin kaynagini olusturan sifatlarini ayirt etmeye ve belirlemeye ilk yönelen Islâm hukukçusu, Ibn Âsûr’un ifadesine göre, Mâlikî fakihlerinden Sihâbüddîn Ahmed b. Idris el-Karâfî’dir (ö.684/1285). Ancak Karâfî, Hz. Peygamber’in teblig/fetvâ, kazâ, imâmet tasarruflari üzerinde durmustur. Ibn Âsûr, Karâfî’nin zikrettigi sifatlara bir takim sifatlar daha ilave ederek Resûlullah’in tasarruflarinin kaynagini olusturan sifatlarini; tesrî, iftâ, kazâ, imâret, hidâyet, sulh, danismanlik, nasihat, nefis terbiyesi, yüce gerçekleri ögretme, terbiye (te’dîb) ve irsâd ile alâkasi olmayan durumlar olarak on iki madde halinde siniflandirmistir. Bu sifatlardan sonuncusu olan “irsad ile alâkasi olmayan tasarruflari”, konumuz bakimindan önem arzetmektedir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px"><strong>2. Irsad ile Alâkasi Olmayan Durumlar</strong></p> <p style="margin-left: 20px">Yeme içme, giyim kusam, uyuma ve seyahat gibi durumlarda Hz. Peygamber’in davranislarini anlatan hadislerin anlasilmasi, dün oldugu gibi bugün de hâlâ tartisilan ve üzerinde bir türlü uzlasmaya varilamayan konular olarak gündemdedir. Sünnet oldugunu iddia ederek yemegi elle yemek, kasik çatal kullanmamak, erkeklerin entari vs. giymesi, yine sünnet diyerek hasir üzerinde yatmak, bütün bunlar Resûlullah’in bu konudaki uygulamalarini aktaran hadislere dayandirilmaktadir. Halbuki, Resûlullah (a.s.)’in, yaratilis ve günlük hayatinin ihtiyaçlari geregi yaptigi faaliyetler, tesrî’e ait olmayan tasarruflaridir; zira Resûlullah (a.s.) da ev islerinde ve günlük hayatinda, tesrî ve ibadet gibi bir amaci olmayan bir takim isler yapardi. </p> <p style="margin-left: 20px">Resûlullah’in oturmak, kalkmak, yatmak, uyumak, yürümek gibi davranislarindaki aliskanliklari; hosuna gidip severek yedigi yiyeceklerin, içtigi içeceklerin türü; yeme ve içme sekli; giydigi giysilerin çesidi ve giyis biçimi; kisacasi Hz. Peygamber’in, Allah’a yakinlik ve ibadet kasti tasimaksizin semâiliyle ilgili yaptiklari hakkinda rivâyet edilen her sey, onun yaratilis ve insanlik sifati geregi yaptigi seyler olup, bunlar yapilirken tesrî kastedilmemistir. Dolayisiyla bu gibi fiilleri yapmak, ona ve ümmetine mubahtir. Dileyen yapar, dileyen yapmaz. Zira bunlar tesri kastedilmeden yapilan tasarruflardir ve Resûlullah, bunlarin aynen yapilmasini da istememistir. Müslümanlarin, bu davranislari taklit etmesi sünnet ya da müstehap degildir. Ayrica ibadet niteligi de tasimaz. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Meselâ, Resûlullah (a.s.), Mekke ile Mina arasinda bulunan Ebtah denilen mevkide hac ibadeti esnasinda ögle, ikindi, aksam ve yatsi namazlarini kilmis, daha sonra biraz uyumus, uyandiktan sonra da yanindakilerle beraber veda tavafi için Mekke’ye inmistir. Abdullah b. Ömer (ö.74/693), hac sirasinda burada konaklamayi, sünnet olarak benimsemis ve Resûlullah’in yaptigini aynen yapmistir. Buna karsilik Hz. Âise (ö.58/677), Abdullah b. Abbas (ö.68/687), Hz. Peygamber’in Muhassab’da konaklamasinin tesrî amaciyla olmadigini, Hac menâsiki konusunda bir hüküm içermedigini, aksine sadece Resûlullah’in konaklama mevkii oldugunu söylemislerdir. Buhârî Sarihi Aynî de (ö.855/1451), Muhassab’da konaklamanin hac ibadetinden olmadigini, dolayisiyla sünnet sayilmadigi gibi bazilarinin iddia ettigi gibi müstehab da olmayacagini bildirmektedir. </p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamber’in nübüvvet vazifesiyle alâkali olmayan hususlarda görüslerinin baglayici olmadigini, hurmalarin asilanmasi olayindan da anliyoruz. Resûlullah (a.s.) hurma asilayanlari görünce: “Bu yaptiklarinin bir fayda verecegini zannetmiyorum” demistir. Resûlullah’in bu sözü onlara ulasinca, asilama isini birakmislardir. O sene hurma olmayinca, durum Resûlullah’a bildirilmis, bu defa Hz. Peygamber söyle buyurmustur: “Eger hurma asilama bir fayda veriyorsa yapsinlar. Ben de ancak sizin gibi bir beserim. Benim o sözüm, bir zandir. Zan dogru da olur, yanlis da. Fakat benim ‘Allah dedi’ seklinde dedigim sey dogrudur. Allah üzerine asla yalan söylemem (zan üzerine konusmam).” </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Sözü edilen olayla ilgili Tahâvî’nin yorumu ise söyledir: Resûlullah (a.s.), hurma asilama isinin ümmetine zahmet verdigini görünce, onlara olan sefkatinden dolayi anilan sözünü söylemis, sonra da asilama isinin faydali ve gerekli oldugunu anlayinca; “...Asilama fayda veriyorsa, yapsinlar....” buyurmustur. </p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hudeybiye anlasmasi esnasinda, Hz. Peygamber’in, müsriklerin istekleri dogrultusunda taviz vererek anlasmayi yazdirmasina karsi Hz. Ömer’in tepkisi gâyet agir olmustur. Öyle ki, “Sen peygamber degil misin?” diyecek kadar kizmis, Hz. Ebû Bekir ise, “Onu Allah korur o Rabbine âsî olmaz” diyerek Hz. Ömer’i teskin etmeye ugrasmistir. Bu olay dikkatlice incelendiginde Hz. Peygamber’in bazi konularda vahyin haricinde ictihadda bulundugunu ve bu ictihadlarinin bir kisminin sahabe tarafindan sorgulandigi anlasilmaktadir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p> <p style="margin-left: 20px">Hz. Peygamber’in, bir isin uygulamasinda israr etmemesi de, o iste tesrî amacinin olmadigini ifade eder. Nitekim o, ölüm hastaliginda iken: “Bana bir kitap getiriniz ki yazayim. Bundan sonra yanilmayasiniz” demis; hazir bulunanlarin, Resûlullah’in istegi konusunda tereddüt ve ihtilaf etmeleri üzerine, bu isteginde israr etmemis ve vazgeçmistir.</p> <p style="margin-left: 20px"></p><p style="text-align: center"><img src="https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> </p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 53052, member: 3"] [b]Sünnetin Tanimi ve Kapsami[/b] [INDENT]II. GÜNÜMÜZDE SÜNNETIN TATBIKI Sünnetin Tanimi ve Kapsami Sözlük anlami itibariyle sünnet, takdir edilen, övülen yol anlaminda kullanilmakla birlikte, esasen kötü dahi olsa “izlenen yol” anlamina da gelmektedir. Diger bir deyisle iyi ya da kötü gidisat demektir. Ayrica fitrata uygun âdet, aliskanlik manâlarini ihtiva etmektedir. “Iyi ya da kötü gidisat” anlamini içermesine, su hadis de delil olarak gösterilmektedir: “Kim güzel bir sünnet ortaya koyarsa, kiyamete kadar kendisine ve onunla amel edenlere onun sevabi vardir. Kim de kötü bir sünnet ortaya koyarsa, onun günahi hem kendi üzerine hem de onunla amel edenlerin üzerine yazilir.” Diger yandan Hz. Peygamber, sünnet kavramini kendisi için husûsîlestirmis ve “benim sünnetim” tâbirini kullanmistir. Terim olarak sünnet ise, klasik hadisçilere göre, hadisle es anlamli olup, Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleridir. Fikihçilara göre ise, Farz ve vâcib’in disinda Hz. Peygamber’den gelen hükümleri kapsamaktadir. Usûl-i fikihçilarin tanimina göre sünnet, Kur’ân ahkâminin disinda Resûlullah (a.s.)’in söz, fiil ve takrirleri olarak ifade edilirken, bazi fikihçilar ve kelâmcilara göre ise, “bidat”in zitti olarak tanimlanmaktadir. Ayrica Resûlullah’in devam etmekle birlikte bazan özürsüz olarak terkettigi fiillerdir. Yani nâfilelerdir seklinde de tarif edilmektedir. Diger yandan kusluk ve teheccüd namazinin vâcib olusu gibi Peygamber’in kendisine mahsus olan islerle, oturup kalkmasi, yiyip içmesi gibi onun tabiî fiilleri, ümmeti için uygulamayi gerektiren bir sünnet teskil etmez denilerek sünnetin tanimi bir anlamda daraltilmistir. Hatta sünnetin kapsami daha da sinirlandirilarak söyle söylenmistir: “Sünnet ancak dini konularda olur; yenilecek, içilecek (me’kûlât, mesrûbât) konularda sünnet olmaz. Mesela, Resûlullah (a.s.) karpuz yedigi halde bir adam ömründe hiç karpuz yememis olsa, yine Peygamber çok sevdigi halde, bir kimse kabak yememis olsa, ona sünneti terketti denilemez.” Bu tanimda anlatilmak istenenleri Zerkesî (ö.794/1391), Hz. Peygamber’in sünnetini sekiz kisma ayirmak suretiyle ifade etmektedir ki, bu sekiz kisim sirasiyla sunlardir: 1. Hz. Peygamber’in sözleri, 2. Fiilleri, 3. Takrirleri, 4. Arzu edip yapmadiklari ya da yapamadiklari, 5. Isaretleri, 6. Yazilari, 7. Terkedip yapmadiklari 8. Dikkat çektigi hususlar. Mûsa Cârullah Bigiyef, Sünnetin sözlükte “bir seyin yüzü, görünen kismi” anlamina geldigini, istilahta ise, “Sâri-i hakîmin sözleri, isleri ve müsaadeleri” seklinde tarif edildigini bildirmektedir. O, genel anlamiyla sünneti, “Sünnetullah”, “Sünnetü’n-Nebî” ve “Sünnetü’l-evvelîn” seklinde üçe ayirarak Sünnetü’n-Nebî’yi diger bir ifadeyle istilahî mânadaki sünneti söyle tarif etmektedir.: “Hz. Peygamber’in gerek kendi ümmetine, gerekse bütün insanliga risaletini teblig ederken ortay koydugu fiilleri, hikmetli sözleri, yine bir kimsenin hareketini bilip ikrar ederek onayladigi, ayrica krallara ve kabilelere gönderdigi mektuplarla ortaya koydugu yoldur.” Bütün bu tanimlarin bir özeti mahiyetinde bugün sünneti su sekilde de tarif edenler bulunmaktadir: “Hz. Peygamber’in kendi döneminde Islâm toplumunu, akîde, ibadet, teblig, siyaset, ekonomi, egitim, ahlâk, hukuk gibi çesitli alanlarda; kisacasi bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatin her alaninda yönlendirip, yönetmede, Kur’ân basta olmak üzere, esas aldigi ilke ve prensipler bütününün olusturdugu bir “zihniyet” ya da “dünya görüsü”dür. Bugün maalesef Kitap ve sünnete ittiba ya da sünnet olan hususlar sadece bir konu üzerinde tartisma veya konferans aninda gündeme gelmektedir. Oysa hayatimizin pek çok alanindan sünneti çikarmis bulunmaktayiz. Bu ise Sünnete karsi islenmis en büyük cinâyettir. Bir kisim Müslümanlar sünneti sadece zahirî amel olarak görmektedir. Örnegin sakalli veya sarikli birini ya da belli bir tarzda elbise giyeni sanki hayatinda bütün sünneti tatbik eden adam gibi görmektedir. Ancak ayni kisi hayatin geri kalan kisminda sünneti unutmaktadir. Mesela, sevgi, bugz, tevâzû, hilim, havf ve recâ, iffet, zikir, rahmet, gibi ahlâkî konularda, muameletla iliskili pek çok hususlarda sünnet unutulmaktadir. Halbuki bunlar seklî sünnetlerden çok daha fazladir. [B]Baglayiciligi Bakimindan Sünnet[/B] Resûlullah’in fiillerine farkli açilardan yaklasilmis ve baglayicilik bakimindan farkli hükümler konulmustur. Burada, Resûlullah’in hadislerine, sünnet çerçevesinde genel bakisla birlikte, onun irsadla alakasi olmayan konulardaki söz ve eylemleri ele alinacaktir. Hz. Peygamber’in Söz, Fiil ve Takrirlerinin Durumu Resûlullah’in konumu, fiil ve sözlerinin durumu ve onun uygulamalarinin ne anlama geldigi, Müslümanlari ne kadar bagladigi konularinda gerek eskiden gerekse günümüzde tam bir fikir birliginden söz etmek mümkün degildir. Mâlikîlerden bir grup, Allah Resûlü’nün fiillerini onun emirlerini tekit eden bir konumda görmüs ve vücûb ifade ettigini savunmuslardir. Hanefîlerden bazilari da, Resûlullah’in fiillerini aynen emirleri gibi kabul etmislerdir. Buna karsilik Sâfiîlerden bir grup, Resûlullah’in fiilleri konusunda delil aramak gerektigini; sayet vücûbuna ait bir delil varsa, fiilin de vacip olacagi, mendub olusuna bir delil varsa fiilin de mendub olacagi görüsünü benimsemislerdir. Diger taraftan Safiîlerden geri kalan âlimlerle, Zâhiriler ise, Resûlullah’in, Allah’in emrini beyan eden fiillerinden baska hiçbir fiilini yerine getirmenin vâcip olmadigini ileri sürmüsler, yapildigi taktirde ecir alinacagini, terk edilmesi durumunda ise günah olmayacagini ifade etmislerdir. Günümüzde de bu konuda genel olarak üç ayri görüs bulunmaktadir. Birinci grubun görüsüne göre, Hz. Peygamberin her söyledigi ve her yaptigi vahiy eseridir. Dolayisiyla onun insani kisiligi yoktur. Tasarruflari ve ictihadlari baska bir gözle degerlendirilemez. Bu görüsün temsilcileri her ne kadar görüslerini bu kadar açik seslendiremeseler de, koyduklari kurallardan bu sonuçlar çikmaktadir. Ikinci bir gruba göre, Hz. Muhammed’in her sözü ve her yaptigi ayni kategoride degerlendirilemez. Özellikle onun içtihadlari baglayicilik bakimindan yeniden degerlendirmeye tâbi tutulmalidir. Üçüncü gruba göre ise, sünnetin tamami tarihseldir. O dönemin sartlari bugün için geçerli degildir. Binaenaleyh sünnetin bugün bizim için geçerli olmasi mümkündür degildir. Diger taraftan bir hadisin, güvenilir bir râvi kanaliyla Hz. Peygamber’e nispet edilerek nakledilmis olmasi, onun muteber kabul edilen kaynaklarda yer almasi ve belli bir dönemde ve bölgede kendisiyle amel edilmis olmasi, o rivâyetin dinen baglayici ve her zaman amel edilmeye elverisli olmasini gerektirmez. Hadisler içerisinde bütün sahihlik sartlarini tasisa bile zamâna dayanikli olmayan yani tarihsel, bölgesel ve durumsal olanlar az degildir. O halde günümüzde bir hadisin degerlendirilmesi yapilirken ona sadece ravisinin güvenilirligi ve muteber kabul edilen kaynaklarda yer almasi açisindan degil, yukarida bahsedilen ölçüler muvacehesinde bakmak gerekecektir ki, sahih ve problemlerin çözümüne yardimci dinî bir kaynak elde edilebilsin. Aksi halde bölgesel, kendi döneminin izlerini ve fizikî sartlarini tasiyan pek çok rivâyeti günümüze tasimis oluruz ki, bu da gün geçtikçe artan ve karmasik bir hal alan dinî problemlerimizi çözmek yerine daha karmasik hale getirir. Iste bu durumun farkinda ve idrakinde olan ilk dönem fakih ve muhaddisleri, bu sakincalari bertaraf edip Hz. Peygamber’i bir çagin degil, bütün çaglarin insani yapacak ölçüleri tespit edip bize bu alanda yol göstermislerdir. Hadis musanniflerinin özellikle de Imam Buhârî’nin (ö.256/869), hadisleri Sahihinde uygun oldugu kitap ve bab basliklari altinda toplamasi ve bab basliklarinda ilgili hadislere hüküm vermesi, bir anlamda hadisleri anlama çabasi olarak da degerlendirilmelidir. Kezâ, Sünen türü eserlerde hadislerin konulara ve içerdikleri hükümlere göre tasnif edilmesi de hadisleri anlama çabasi olarak görülebilir, ya da en azindan bu sahaya katki sagladiklari söylenebilir. Örnegin Buhârî’nin, “Süphesiz Allah Teâlâ’nin doksan dokuz ismi vardir; kim bunlari sayarsa cennete gider” hadisini, Sahih’inde “Surût” bahsinde zikretmesi ilk anda hemen anlasilacak gibi degildir. Ancak üzerinde düsünüldügünde farkina varilabilecek bir anlam tasimaktadir. Söyle ki; hadiste doksan dokuz ismi saymak, cennete girmeye vesile olarak ifade edilmektedir. Buhârî, buradaki “kim sayarsa” sözünün, sart anlaminda oldugunu düsünerek sözkonusu hadisi eserinin “surût” kismina almis olmalidir. Yine Imam Nevevî’nin (ö.676/1277), Sahih-i Müslim’e koydugu bab basliklari ve kendi derledigi Riyâzü’s-Salihîn adli esere koydugu bab basliklari da, hadisleri anlama çabasinin bir sonucu olarak tanimlanabilir. Meselâ, Nevevî, Riyâzü’s-Sâlihîn adli eserinde, suyun ayakta ya da oturarak içilmesiyle alakali hadisleri bir arada toplamis ve bunlarin basina “Suyun ayakta içilmesinin câiz, oturarak içilmesinin ise efdal olusu” basligini koymustur. Nevevî, böyle yapmakla bir anlamda delil olabilecek hadisler arasindaki ihtilafi gidermis ve kendi anladigi fikhî hükmü ortaya çikarmistir. Böylelikle hadislerin yanlis anlasilmasinin da önüne geçmistir. Ancak burada bir hususu unutmamak gerekir ki, bu âlimler kendi devirlerinde yürürlükte olan hukuk ve sartlar geregi olusan ihtiyaçlar dogrultusunda bu hadisleri tasnif etmisler, tabiatiyla yine kendi dönemleri için en uygun olan konu basliklari altinda toplamislardir. Bugün degisen sartlar dogrultusunda geçmis âlimlerin yaptiklarindan da yararlanarak, baglayicilik ve hüküm açisindan hadislerin yeni tasniflerinin yapilmasi gerekmektedir. Diger bir ifadeyle kitaplarda gördügümüz bütün hadislerin zâhirî anlamindan hareketle uygulanilmasi yerine, bugüne ait bir mesaji ve baglayicilik yönü bulunan, yani “sünnet” içeren hadis koleksiyonlarinin olusturulmasi gerekmektedir. Bir hadisin hüküm ve baglayicilik derecesini ya da sünnet içerip içermedigini belirlemek için ise, birtakim esaslara basvurulmalidir. Hz. Peygamber’in söz konusu hadisi hangi konumda hangi sifatla söyledigini tespit etmek. Hadisin, Hz. Peygamber’in teblig etmekle mükellef oldugu sahaya girip girmedigini, beser sifatiyla söylenip söylenmedigini belirlemek. Hadisin ihtiva ettigi konu ve bunun dindeki yerini tespit etmek Hadise muhatap olan kisini/mükellefin durumunu göz önünde bulundurmak Hadisi makasidu’s-seria baglaminda degerlendirmeye tabi tutmak. Hz. Peygamber’in söz ve fiillerinin kaynagini olusturan sifatlarini ayirt etmeye ve belirlemeye ilk yönelen Islâm hukukçusu, Ibn Âsûr’un ifadesine göre, Mâlikî fakihlerinden Sihâbüddîn Ahmed b. Idris el-Karâfî’dir (ö.684/1285). Ancak Karâfî, Hz. Peygamber’in teblig/fetvâ, kazâ, imâmet tasarruflari üzerinde durmustur. Ibn Âsûr, Karâfî’nin zikrettigi sifatlara bir takim sifatlar daha ilave ederek Resûlullah’in tasarruflarinin kaynagini olusturan sifatlarini; tesrî, iftâ, kazâ, imâret, hidâyet, sulh, danismanlik, nasihat, nefis terbiyesi, yüce gerçekleri ögretme, terbiye (te’dîb) ve irsâd ile alâkasi olmayan durumlar olarak on iki madde halinde siniflandirmistir. Bu sifatlardan sonuncusu olan “irsad ile alâkasi olmayan tasarruflari”, konumuz bakimindan önem arzetmektedir. [B]2. Irsad ile Alâkasi Olmayan Durumlar[/B] Yeme içme, giyim kusam, uyuma ve seyahat gibi durumlarda Hz. Peygamber’in davranislarini anlatan hadislerin anlasilmasi, dün oldugu gibi bugün de hâlâ tartisilan ve üzerinde bir türlü uzlasmaya varilamayan konular olarak gündemdedir. Sünnet oldugunu iddia ederek yemegi elle yemek, kasik çatal kullanmamak, erkeklerin entari vs. giymesi, yine sünnet diyerek hasir üzerinde yatmak, bütün bunlar Resûlullah’in bu konudaki uygulamalarini aktaran hadislere dayandirilmaktadir. Halbuki, Resûlullah (a.s.)’in, yaratilis ve günlük hayatinin ihtiyaçlari geregi yaptigi faaliyetler, tesrî’e ait olmayan tasarruflaridir; zira Resûlullah (a.s.) da ev islerinde ve günlük hayatinda, tesrî ve ibadet gibi bir amaci olmayan bir takim isler yapardi. Resûlullah’in oturmak, kalkmak, yatmak, uyumak, yürümek gibi davranislarindaki aliskanliklari; hosuna gidip severek yedigi yiyeceklerin, içtigi içeceklerin türü; yeme ve içme sekli; giydigi giysilerin çesidi ve giyis biçimi; kisacasi Hz. Peygamber’in, Allah’a yakinlik ve ibadet kasti tasimaksizin semâiliyle ilgili yaptiklari hakkinda rivâyet edilen her sey, onun yaratilis ve insanlik sifati geregi yaptigi seyler olup, bunlar yapilirken tesrî kastedilmemistir. Dolayisiyla bu gibi fiilleri yapmak, ona ve ümmetine mubahtir. Dileyen yapar, dileyen yapmaz. Zira bunlar tesri kastedilmeden yapilan tasarruflardir ve Resûlullah, bunlarin aynen yapilmasini da istememistir. Müslümanlarin, bu davranislari taklit etmesi sünnet ya da müstehap degildir. Ayrica ibadet niteligi de tasimaz. Meselâ, Resûlullah (a.s.), Mekke ile Mina arasinda bulunan Ebtah denilen mevkide hac ibadeti esnasinda ögle, ikindi, aksam ve yatsi namazlarini kilmis, daha sonra biraz uyumus, uyandiktan sonra da yanindakilerle beraber veda tavafi için Mekke’ye inmistir. Abdullah b. Ömer (ö.74/693), hac sirasinda burada konaklamayi, sünnet olarak benimsemis ve Resûlullah’in yaptigini aynen yapmistir. Buna karsilik Hz. Âise (ö.58/677), Abdullah b. Abbas (ö.68/687), Hz. Peygamber’in Muhassab’da konaklamasinin tesrî amaciyla olmadigini, Hac menâsiki konusunda bir hüküm içermedigini, aksine sadece Resûlullah’in konaklama mevkii oldugunu söylemislerdir. Buhârî Sarihi Aynî de (ö.855/1451), Muhassab’da konaklamanin hac ibadetinden olmadigini, dolayisiyla sünnet sayilmadigi gibi bazilarinin iddia ettigi gibi müstehab da olmayacagini bildirmektedir. Hz. Peygamber’in nübüvvet vazifesiyle alâkali olmayan hususlarda görüslerinin baglayici olmadigini, hurmalarin asilanmasi olayindan da anliyoruz. Resûlullah (a.s.) hurma asilayanlari görünce: “Bu yaptiklarinin bir fayda verecegini zannetmiyorum” demistir. Resûlullah’in bu sözü onlara ulasinca, asilama isini birakmislardir. O sene hurma olmayinca, durum Resûlullah’a bildirilmis, bu defa Hz. Peygamber söyle buyurmustur: “Eger hurma asilama bir fayda veriyorsa yapsinlar. Ben de ancak sizin gibi bir beserim. Benim o sözüm, bir zandir. Zan dogru da olur, yanlis da. Fakat benim ‘Allah dedi’ seklinde dedigim sey dogrudur. Allah üzerine asla yalan söylemem (zan üzerine konusmam).” Sözü edilen olayla ilgili Tahâvî’nin yorumu ise söyledir: Resûlullah (a.s.), hurma asilama isinin ümmetine zahmet verdigini görünce, onlara olan sefkatinden dolayi anilan sözünü söylemis, sonra da asilama isinin faydali ve gerekli oldugunu anlayinca; “...Asilama fayda veriyorsa, yapsinlar....” buyurmustur. Hudeybiye anlasmasi esnasinda, Hz. Peygamber’in, müsriklerin istekleri dogrultusunda taviz vererek anlasmayi yazdirmasina karsi Hz. Ömer’in tepkisi gâyet agir olmustur. Öyle ki, “Sen peygamber degil misin?” diyecek kadar kizmis, Hz. Ebû Bekir ise, “Onu Allah korur o Rabbine âsî olmaz” diyerek Hz. Ömer’i teskin etmeye ugrasmistir. Bu olay dikkatlice incelendiginde Hz. Peygamber’in bazi konularda vahyin haricinde ictihadda bulundugunu ve bu ictihadlarinin bir kisminin sahabe tarafindan sorgulandigi anlasilmaktadir. Hz. Peygamber’in, bir isin uygulamasinda israr etmemesi de, o iste tesrî amacinin olmadigini ifade eder. Nitekim o, ölüm hastaliginda iken: “Bana bir kitap getiriniz ki yazayim. Bundan sonra yanilmayasiniz” demis; hazir bulunanlarin, Resûlullah’in istegi konusunda tereddüt ve ihtilaf etmeleri üzerine, bu isteginde israr etmemis ve vazgeçmistir. [CENTER][IMG]https://www.islamiforumlar.net/resim/images/okisareti.gif[/IMG][/CENTER][/INDENT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Hz. Muhammed (s.a.v)
Hadis-i Şerifler
Hadisleri yeniden anlamak
Üst
Alt