- Katılım
- 26 Temmuz 2011
- Mesajlar
- 19,432
- Tepkime puanı
- 185
Boşvermiş gençlerin haramları basite, hatta alaya alan Bektaşî mantığıyla söylediği bu sözü duymayanınız yoktur herhalde: “Güzele bakmak sevap!”
Tabii, onların güzelde neyi anladığını sorup bunu enine boyuna tartışmak gerekir.
“Güzele bakmak sevaptır” sözünün kullanılış amacı yanlıştır.
Ama bu söz, anlam bakımından tümüyle doğrudur.
Güzellik de, bakılandan ziyade bakana, görene, duyana ait bir özelliktir.
Güzelliği gören göz, güzelden zevk alan ruh olmasaydı güzellik neye yarardı sizce?
O yüzden güzele, güzel bir niyetle ve güzel bir şekilde bakmak ibâdettir, sevaptır.
Yalnız, unutulmaması da gerekir ki, güzelin tanımında güzel yoldan sapmamak, sınırı (hudûdullah) aşmamak esas nas’tır.
Güzellik; zevkle, haz duymakla, hoşlanmakla, beğenmekle ilgilidir. Kur’an bu konuda insanın hevâsının/arzusunun doğru bir ölçü olmadığını belirtir:
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı.
Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.”
(2/Bakara, 216).
Kur’an, hoşlanmanın, bir konunun güzelliği açısından yanlış yargıya götürebileceğini açıkladığı halde, halk arasında yaygın, atasözü halini almış ate sözlerinden biri şöyledir:
“Zevkler ve renkler tartışılmaz!” İnsanın arzusu ilâh kabul edilirse tabii ki tartışılmaz.
Hangi şeyden zevk alıyorsa saygı duyarsın, karışamazsın.
“Ben zevkime karıştırmam. Özgürlük var. Zevk değil mi, herkesinki farklı olabilir; kimse kimsenin zevkine karışamaz.” Bütün bu anlayışlar
hümanizm denilen insana tapma dininin iman esaslarından.
Müslümanlar için insanın zevki de, renkleri seçmede de, her şeyi İlâhî ölçülere uymak zorundadır.
“Su sesi, kadın sesi, para sesi.” En güzel ses örnekleri için halkın kesin yargılarıdır bunlar.
Tabiat güzelliği ile cinsellik ve kapitalizmin sentezidir bunlar. Ve bunların içine Kur’an sesi girmez, Hakk’a dâvet girmez...
Kâinattaki varlıkların rengi, şekli, tadı ne güzel... Hele sesleri ne güzel bir armoni, ne güzel bir mûsikî, ne güzel uyumlu orkestradır.
Bülbülün şakıması, horozun ötüşü, kuşların cıvıltısı, suyun şırıltısı... anlayana sivrisineğin vızıltısı bile saz gibi âhenkli bir müziktir.
Kâinat hep tesbih etmektedir, zikretmektedir. Bitkilerin ve hayvanların şekilleri, yapıları, renkleri, tatları hep farklı, hep ayrı güzel. Ve seslerindeki farklılıklar, güzellikler...
Bir de çağdaş aygıtlara bakın: Fabrikalardaki sese, makine gürültülerine, araba motorlarına, evlerdeki küçüklü büyüklü âlet ve gereçlerden uçakların seslerine kadar...
Ne çirkin bir gürültü; tabiatla ne uyumsuz şeyler ya Rabbi!
Bakmak ibâdettir, göze bayram ettirmedir. Doğru.
Güzele bakmak da sevaptır. Kâbe’ye bakmak, aynen nâfile namaz kılmak gibi ibâdettir. Kur’an’a bakmak, göze nur ve cilâdır; bayramdır göz için.
Büyük kitaba (kâinata) bakmak; emr-i İlâhîye uymak ve sevaba girmektir.
Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Gözler bakmak içindir. Ama “göz oldur ki Hakkı göre, kulak oldur ki Hakkı duya!” Görmek, görebilmek bir ibâdet olduğu gibi, duymak, dinlemek de ibâdettir.
Emîri dinlemek, ezanı dinlemek, Kur’an’ı dinlemek, kendini dinlemek, Hakka çağıranı dinlemek; kulakların pasını gideren birer kulluktur.
Allah için yapılan her şey, atılan her adım, hikmet ve ibretle bakılan, dolayısıyla O’nun adıyla okunan her şey ibâdet; her ibâdet de güzel, güzeller güzeli…
Alinti.
Tabii, onların güzelde neyi anladığını sorup bunu enine boyuna tartışmak gerekir.
“Güzele bakmak sevaptır” sözünün kullanılış amacı yanlıştır.
Ama bu söz, anlam bakımından tümüyle doğrudur.
Güzellik de, bakılandan ziyade bakana, görene, duyana ait bir özelliktir.
Güzelliği gören göz, güzelden zevk alan ruh olmasaydı güzellik neye yarardı sizce?
O yüzden güzele, güzel bir niyetle ve güzel bir şekilde bakmak ibâdettir, sevaptır.
Yalnız, unutulmaması da gerekir ki, güzelin tanımında güzel yoldan sapmamak, sınırı (hudûdullah) aşmamak esas nas’tır.
Güzellik; zevkle, haz duymakla, hoşlanmakla, beğenmekle ilgilidir. Kur’an bu konuda insanın hevâsının/arzusunun doğru bir ölçü olmadığını belirtir:
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı/farz kılındı.
Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür.
Allah bilir, halbuki siz bilmezsiniz.”
(2/Bakara, 216).
Kur’an, hoşlanmanın, bir konunun güzelliği açısından yanlış yargıya götürebileceğini açıkladığı halde, halk arasında yaygın, atasözü halini almış ate sözlerinden biri şöyledir:
“Zevkler ve renkler tartışılmaz!” İnsanın arzusu ilâh kabul edilirse tabii ki tartışılmaz.
Hangi şeyden zevk alıyorsa saygı duyarsın, karışamazsın.
“Ben zevkime karıştırmam. Özgürlük var. Zevk değil mi, herkesinki farklı olabilir; kimse kimsenin zevkine karışamaz.” Bütün bu anlayışlar
hümanizm denilen insana tapma dininin iman esaslarından.
Müslümanlar için insanın zevki de, renkleri seçmede de, her şeyi İlâhî ölçülere uymak zorundadır.
“Su sesi, kadın sesi, para sesi.” En güzel ses örnekleri için halkın kesin yargılarıdır bunlar.
Tabiat güzelliği ile cinsellik ve kapitalizmin sentezidir bunlar. Ve bunların içine Kur’an sesi girmez, Hakk’a dâvet girmez...
Kâinattaki varlıkların rengi, şekli, tadı ne güzel... Hele sesleri ne güzel bir armoni, ne güzel bir mûsikî, ne güzel uyumlu orkestradır.
Bülbülün şakıması, horozun ötüşü, kuşların cıvıltısı, suyun şırıltısı... anlayana sivrisineğin vızıltısı bile saz gibi âhenkli bir müziktir.
Kâinat hep tesbih etmektedir, zikretmektedir. Bitkilerin ve hayvanların şekilleri, yapıları, renkleri, tatları hep farklı, hep ayrı güzel. Ve seslerindeki farklılıklar, güzellikler...
Bir de çağdaş aygıtlara bakın: Fabrikalardaki sese, makine gürültülerine, araba motorlarına, evlerdeki küçüklü büyüklü âlet ve gereçlerden uçakların seslerine kadar...
Ne çirkin bir gürültü; tabiatla ne uyumsuz şeyler ya Rabbi!
Bakmak ibâdettir, göze bayram ettirmedir. Doğru.
Güzele bakmak da sevaptır. Kâbe’ye bakmak, aynen nâfile namaz kılmak gibi ibâdettir. Kur’an’a bakmak, göze nur ve cilâdır; bayramdır göz için.
Büyük kitaba (kâinata) bakmak; emr-i İlâhîye uymak ve sevaba girmektir.
Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Gözler bakmak içindir. Ama “göz oldur ki Hakkı göre, kulak oldur ki Hakkı duya!” Görmek, görebilmek bir ibâdet olduğu gibi, duymak, dinlemek de ibâdettir.
Emîri dinlemek, ezanı dinlemek, Kur’an’ı dinlemek, kendini dinlemek, Hakka çağıranı dinlemek; kulakların pasını gideren birer kulluktur.
Allah için yapılan her şey, atılan her adım, hikmet ve ibretle bakılan, dolayısıyla O’nun adıyla okunan her şey ibâdet; her ibâdet de güzel, güzeller güzeli…
Alinti.