Gavs Abdulbaki ( Seyyid Seceresi)

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
75
Tepkime puanı
11
Bu hikaye biraz farklı şekillerde de rivayet edilmiştir ve devamında genellikle kızların karakterleriyle ilgili birşeyler anlatılmıştır.
Bu hikaye bu şekliyle, Envârü'l-âşıkîn kitabında geçmektedir. Kimi kadınların eşek tabiatlı, kimilerinin köpek tabiatlı olmasının nedeni budur deniliyor..

"Âlimden zâlim doğarmış." sözüne veya bunun tam tersine ne dersiniz o zaman?
Âlimden zâlim, zâlimden de âlim doğar sözünün hikmetini bilmek ister misiniz ? Âlim bir kimse, bir anlık gafletinden dolayı şüpheli (veya haram) bir şey yese ve yediği meniye karışıp ondan da bir çocuk hasıl olsa, o doğan çocuk zâlim biri olur denilmiştir. Aynı şekilde zâlim bir kimse de, salih bir kimsenin yemeğinde bulunsa ve yine o yediği şeyden çocuk hasıl olacak olsa, o çocuk da alim olur denilmiştir.

Çocuk, babasının sırrıdır (El veledü sırrı ebihi) sözü hadisi şeriftir. Bu hadisi anlayabilmeniz için sır kelimesinin ne ihtiva ettiğini bilmeniz gerekmektedir.. Gizli, saklı olan şeye sır denilir.. Yani babasında gizli olan şey, çocuğunda açığa çıkar denilmiştir.. Bu hadisin sadece zahirini ele almakta ama batınını ise reddetmektesiniz. Alim bir kimseden zalim birinin doğması bu hadisin manasını iptal ettirmez, bilakis onu doğrulatır. Çünkü babasının işlemiş olduğu günah, o çocukta ortaya çıkmakta ve o çocuk ile birlikte babasının sırrı da ortaya çıkmış olmaktadır.. Hadislere tek bir açıdan yaklaşan, o hadisin diğer manalarını da yok saymış olur.

Söylediğim her bir sözü, bir hakikat ehli bir zatın sözüne dayandırmaktayım.. Bu yüzden söylediğim şeyler benim düşüncelerimden çok kitabını okuduğum veya sohbetini dinlediğim hakikat ehli zatlardan edindiğim bilgilerdir.

İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:

Fıkhı öğrenmeden tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkhı öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, sapık olur. Her ikisini edinen hakikate kavuşur. (Merec-ül bahreyn)

Şeriat ve tasavvuf bir kuşun iki kanadı gibidir. Nasıl ki tek kanatlı bir kuş uçamazsa, bunlardan biri eksik olan da Allah'a vasıl olamaz.. Şeriat bedense, tasavvuf ise onun ruhudur..

Ahir zamanda islamın sadece süreti (şekli) kalacak denilmesi de bu yüzdendir.. İslamın tasavvuf yönü terk edilecek ve her şey sadece süreten yapılacaktır.. Buna bir örnek vermek gerekirse, kurban kesme ibadetinde şeklen bir hayvan kesmekteyiz. Halbuki kurban kesme ibadetinin manası o değildir.. Manası, kendi nefsini Allah yolunda kurban etmektir. Eğer kurban ibadetinin şeklini yapıyor ama manasından uzaksanız o zaman siz şekilcisiniz demektir.. İslamın süreti kalacak denilen şey işte tam da budur..

Soy ve silsilenin önemi manevi makamlara erişmekte çok önemlidir.

Bu sözü anlamakta neden zorlanıyorsunuz anlamış değilim.. Anne ve babası öğretmen olan bir çocuğun diğerlerine göre çok daha iyi bir eğitim alacağını söylemiş olsaydım eminim ki buna karşı çıkmazdınız.. Peki ya Peygamber soyundan gelen bir kimsenin manevi terbiyesiyle, Peygamber Efendimizin s.a.v özel bir şekilde ilgileneceğini söylediğimizde ise neden bu sözü aklınız almıyor.

Benim evlâdımın iyilerini, Allah rızası için kerim tutun! Onlara hürmet edin! İyi olmayanlarına da benim hatırım için hürmet edin! Hadisi Şerif

Seyyidlerin iyi olmayanına bile hürmet edilmesi emredilmişken, onlar ile kendisini bir görüp, onlarla aynı makamlara erişebileceğini düşünmek ancak şeytanın ve nefsin bir kandırmasıdır..

"Şeyh uçmaz, mürit uçurur."
Bu söz tasavvuftan nasipsiz kişilerin sözleridir ve bunu diyen kimse bu sözünden ötürü tövbe etmeden ölürse, şirk günahıyla ölmüş olur.. Bir şeyhi, müridi mi evliya yapar da, onu uçuran da o olsun ? Evliya olan zat, Allah'ın evliyasıdır.. Onu uçaracak olan da müridi değil, Allah'tır..

Evliyalar içerisinde en şatafatlı hayat süren, Abdülkadir Geylânî Hz.leriydi. Abdülkadir Geylânî Hz.leri bir gün;

Gayet güzel, şaşaalı elbiseler içinde cins bir ata binip giderken yolda çalı çırpı taşıyan, kan ter içinde kalmış bir Yahudi’ye rastlar. “Bir dakika ey Gavs!” der Yahudi. “Müsaadenizle size bir sorum olacak.” “Buyur,” der Gavs Hazretleri. “Sizin Peygamberiniz, ‘Bu dünya, mü’mine zindan, kâfire Cennettir’ demiş. Doğru mu bu?”

“Elbette doğru” der Gavs-ı Azam.

“Nasıl olur ey Gavs?” der adam. “Bir benim şu hâlime bak. Bir de kendi şatafatlı hâlinize bakın. Yani şimdi siz saltanat gibi şu hayatınızla zindanda, ben de şu perişan hâlimle Cennette miyim?”

Nasıl anlatacaktı o büyük insan, Yahudiye? Atından inip cübbesinin sağ kolunu adama gösterdi. “Bir bak bakalım” dedi. “Ne göreceksin?”

Yahûdî, kolun ağzından baktığında bütün haşmet ve güzelliğiyle Cenneti görmüştü. Gavs-ı Âzam da orada değil mi? Gavs-ı Âzam, “Şimdi söyle bakalım, ben bu dünyada bütün şaşaama rağmen zindanda değil miyim?”

“Zindandasın” dedi Yahudi. Sonra da sol kolunu uzattı: “Bak bakalım burada ne göreceksin?”

“Cehennemi görüyorum” dedi adam ve titremeye başladı. Çünkü kendisi de içinde yanmaktaydı.

Gavs-ı âzam sordu:

“Sen dünyada neredesin?”

“Cennetteyim” dedi ve ekledi: “Vallahi Hz. Muhammed (asm) çok doğru söylemiş. Bunları görüp de iman etmemek mümkün değil. Ben de senin dinine giriyorum der..

Bir evliya zat o zamanın padişahına demiş ki, sizin hükümdarlığınız gözünüzü yumunca biter, bizimkisi ise gözümüzü yumunca başlar.. Bu sözü anlayabilecek manevi olgunlukta değilsiniz.. Sadece bilmenizi isterim ki, evliyalar görünürde senin benim gibidirler.. Ama onların hakikatini bilmiş olsaydınız, onlar için söylediğiniz her şeye pişman olurdunuz. Eğer nefsiniz bu sözleri anlamanıza engel teşkil edecek olursa, Hz. Nuh'un oğlu Kenan gibi bir sonla karşılaşmanız kaçınılmazdır. Çünkü kendisinin yüzme bildiğini söyleyerek Hz. Nuh'un gemisine binmeyi reddetti.. Tasavvuf ehli zatları reddeden kimseler de kendi ilmine güvenip nefs dağına çıkan kimseler gibidir.. Bir tufan geldiğinde onu helak edip gider..

Kendi himmete muhtaç dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede
Bu söz sahte şeyhler için söylenmiş bir sözdür.. Bir şeyin sahtesi var diye aslını da inkar etmek ancak ahmakların işidir..

Sözlerim, nasibi olanlaradır..
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Muhterem üye @Inrtuder,

(A) 18 numaralı mesaj, bu konu başlığına istinaden yazılmıştır. Mesaj sahibi üyenin ve mensup olduğu topluluğun sadece kendilerinin inandıkları soy ve şecere iddiasını delil göstererek “Gavs’ımız” hitabını kullandığı zât için âdeta hürmet ve tâzimde kusur edilmemesi talebinin ilanı olan mesajının gayet tartışmaya açık olduğu itirazını yapmıştım, çünkü insanların Allah indinde soylarına soplarına göre değil takva derecelerine göre değerlendirildiği ilkesinin ilk başta düşünülmesi gerektiğini hatırlatmak istemiştim. Mesaj sahibinin çok tartışılır silsile ve şecere iddiası gerçekten doğru olsa bile, seyyid veya şerif olmayan herkesin âdeta ikinci sınıf kul gibi görülmesi sonucunu verebilecek bir iddianın, temelden yanlış olduğu düşüncesindeyim. Daha sonra ilettiğim 20 numaralı mesajda bu durumu açıklamak için, insan denilen varlığın aslının onun cismi değil onun ruhu olduğunu ve insanların ruhları için bir soy sop kavramının zaten hiç olmadığını ve asla da olamayacağını vurgulamak istedim. Çünkü “Allah, sizin suretlerinize değil niyet ve amellerinize bakar” meşhur hadis-i şerifi, çoğu kimse bu sonuçtan habersiz olsa da, aslında bu gerçeği anlatmaktadır düşüncesindeyim. İşte o yüzden “filanca zâtın şeceresi şöyleymiş” iddiaları belki de gerçek bile olsa, tek başına o filanca kişinin çok büyük bir manevi derece sahibi olduğu anlamına gelmeyebilir. “Gavs’ımız” diyen topluluk mensupları da birçok başka topluluk mensupları gibi ki, o başka topluluk mensuplarının da kendilerinin doğru kabul ettikleri başka silsile ve şecereler vardır, bunu maalesef göremiyorlar. Hepsinin de kendi “Es-seyyid filanca Efendi hazretleri” vardır.

(B) “Âlimden zâlim doğarmış” sözü genel bir doğru değildir, sadece ihtimallerden birisidir. Öncelikle evladın ebeveyni hem baba hem de anne olarak iki kişidir. İkisinin de evladın nesebinde eşit katkısı vardır. Neseb, evladın cismi veya maddî sureti olarak bilinen vücudu ile ilgilidir, evladın ruhu ile ilgisi yoktur. İnsanın önce cismi yâni maddî sureti anlamına gelen vücudu yaratılır, sonra onun ruhu yâni Allah’ın muhatap alacağı ve aldığı ve maddî olmayan aslı olarak bilinen ferdî şahsiyeti yaratılır. Evladın maddî suretinde yâni vücudunda özellikle yüz kısmında baba veya anneyi andıran, onlara benzeyen görünümler olabilir ama evladın ruhu için de, bir benzerlik durumundan yâni baba ve annenin ruhlarına bir benzerlik durumundan söz edilmesi mümkün değildir. Çünkü evladın ruhunun yaratılışı, vücudunun yaratılışından tamamen ayrıdır, biyolojik devamlılık ile yâni soya çekim ile dolayısıyla ebeveyn ile kesinlikle bir ilgisi olamaz. Dolayısıyla bir evladın âlim veya zâlim olmasının sebebinin, onun ebeveyni ile ilgili olduğu düşüncesi en baştan hatalı bir görüştür. Çünkü öyle bir durum gerçekleşirse eğer, bu tamamen başka diğer sebeplere bağlı olabilir. Üstelik ebeveynin geçmişte işlediği sevap veya günahların, evladın ileride âlim veya zâlim olmasında bir etkisi olduğu iddiası ise izah ve ispata muhtaçtır.

(C) Bazı hadis-i şeriflerin anlamları, bakış açılarına göre farklı olabileceği gibi, onları aynı zamanda herkesin anlayabileceği veya kabul edeceği şekilde açıklamak mümkün de olmayabilir. Mesela “Kendini bilen Rabbbini bilir.” ve “Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifleri gibi. “Evlat, babanın sırrıdır.” hadis-i şerifi için de belki böyle düşünmek mümkündür. Bununla birlikte hadis ilmine göre sahih olup olmadığı, ve eğer sahih ise hangi durumda ve ne için söylendiği gibi bilgilere henüz ulaşabilmiş değilim. Bu sözün farklı kişilerce farklı açıklamalarının sebebi buna dayanıyor olabilir. Fakat evlat ile baba için iyi bilinen iki örnek olarak Hz. Âdem ve oğlu Kâbil ile Âzer ve oğlu Hz. İbrahim düşünülürse, “Evlat, babanın sırrıdır.” hadis-i şerifine göre bir açıklama yapmaya çalışmak pek de kolay olmasa gerektir.

Bununla birlikte bu söze istinaden seyyid ve şeriflerin ruhları haricindeki bütün diğer insan ruhlarının, onlardan daha düşük seviyede olduğu ve bu yüzden seyyid ve şeriflerle aynı makam ve derecelere gelemeyecekleri iddiasını doğrulayan bir kanıt olduğunu, henüz okumadığım için (A) ve (B) paragraflarındaki düşüncelerimi ilettim. Aksi halde iki tür farklı insan ruhu olduğu sonucu çıkar: Seyyid veya şeriflerin ruhları ile geriye kalan bütün insanların ruhları. Peki seyyid veya şerif olmayan sayısız insanların ki, Hz. Âdem ve sonraki bilinen peygamberler ile sayısı bilinmeyen diğer peygamberler ve Allah indinde iyi olan sayısız insanların hepsi de buna dahildir, sizce makam ve derece olarak kesinlikle seyyid ve şeriflerden daha düşük seviyede olduklarını söylemek mümkün müdür veya neye göre mümkündür? Bunu Allah'tan başkası bilebilir mi?

(D) “Şeyh uçmaz mürit uçurur.” sözü ile “şeyhlerine” çok bağlı oldukları için “bizim şeyhimizin şöyle de kerâmeti var, böyle de kerâmeti var” şeklinde “şeyhlerini” aşırı derecede öven ve hatta onların öyle vasıflar taşıyıp taşımadıklarını bilmeseler de yakıştırmak hoşlarına gittiği için türlü vasıfları onlara ekleyerek bununla “kabaran” müritler kastedilmiştir. Nitekim bu konu başlığının sebebi olan malûm cemaat mensuplarından da buna benzetilebilecek söz ve tutumları basında yer aldığı için bu sözün kendileri için söylenme ihtimali olduğunu anlatmak istemiştim. Çünkü konu başlığı buna sebep olmaktadır.

(E) “Kendi himmete muhtaç dede, nerde kaldı kendinden gayriye himmet ede.” sözünü de aynı şekilde bir önceki paragrafta bahsedilen malûm cemaat mensuplarından böyle “kabaran” müritlerine karşı bir hatırlatma olarak söylenme ihtimali olduğunu belirtmek için nakletmiştim. Bunun sebebi de aynı şekilde bu konunun başlığına dayanmaktadır.

İslam dinine göre Müslüman kullar ile Allah arasında sadece Hz. Cebrail vasıtasıyla Peygamber vardır. İslam dininde itikadî ve amelî hükümler bellidir ve Müslümanlar buna göre hayat sürmelidirler. Buna ilaveten Kuran'da tarikat var mı? yazısı ışığında düşünülürse, malûm cemaatler ve her birinin “filanca Efendi hazretleri” için, müslüman fertler açısından hem itikadî olarak hem de amelî olarak kesinlikle bağlayıcı olamayacakları sonucu çıkar. Bu konuda eskiden beri eleştiriler yapılagelmiştir. Son olarak çok az bir kısmını okuduğum Tarikat zehri için panzehir reddiyesini incelenebilir. Elbette kötü örnekleri gösterip hepsi de kötüdür denilmesi mümkün olmasa da istismara çok açık olduğu için bu sahadaki çoğu zevat ve cemaatin günümüzde ticarileşmiş dünyevî şirketler olduğu iddiası dikkatle incelenmelidir.

Esasında bu konu başlığından dolayı ilgisi olan yan konulara da girmek durumunda kalıp konuyu fazla genişletmek yerine asıl konu haricinde kalanları tartışmak için ayrı konu başlıkları açılmalıdır. Daha fazla kısaltamadan yazdığım için hakkınızı helal ediniz. Hürmetler.

SON SÖZ: Konuyu başlatan muhteremlere şu sorulabilir: Kullara hangi peygamberin ümmeti oldukları kabirde sorulur ama hangi şeyhin müritleri oldukları sorulur mu acaba?
 

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
75
Tepkime puanı
11
Fakat evlat ile baba için iyi bilinen iki örnek olarak Hz. Âdem ve oğlu Kâbil ile Âzer ve oğlu Hz. İbrahim düşünülürse, “Evlat, babanın sırrıdır.” hadis-i şerifine göre bir açıklama yapmaya çalışmak pek de kolay olmasa gerektir.
Alimler Kabil için, Hz. Adem a.s yasak meyveyi yedikten sonra ilk birleşme esnasında Hz. Havva'nın Kabil'e hamile kaldığını söylemişlerdir. Habil'e hamile kalma olayı ise arafatta bir araya gelmeleri esnasındadır. Kabil'in kötü, Habil'in iyi biri olması bu yüzdendir. Bu bir önceki konuda anlattığım şeyi de doğrulamaktadır. Bu örneği sizin hatırlatmanız çok daha iyi oldu çünkü bu olayı unutmuştum.

"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim."

"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır."


Alimler bu hadisler ışığında Peygamber Efendimizin s.a.v soyunda Allah'a isyan etmiş veya puta tupan kimsenin olmadığında ittifak etmişlerdir. Kuran'da Hz. İbrahim a.s'ın babası diye anlatılan Azer'in onun amcası olduğunu, o zamanın kültüründe babası ölmüş kimsenin amcasına baba şeklinde hitap ettiğini söylemişlerdir. Bizim kültürümüzde "Amca, baba yarısıdır." şeklinde bir inanç hala devam etmektedir.

Peygamber Efendimizin s.a.v babası salih bir kimse iken amcalarının (bir kısmının) bunun aksi oluşu gibi..

Sizin sorularınıza cevap vermem sizde hiç bir şekilde olumlu bir etki oluşturmuyor. Yani size ne dersem diyeyim siz kendi ilminizin üzerine asla çıkamıyorsunuz. Çünkü kendi bildikleriniz ile kendinizi sınırlandırmışsınız..

Ruh ile beden ilişkisini bilmemeniz de buna en iyi bir örnektir. Marifetname eserini okumuş olsaydınız orada kıyafetname adında bir ilimden söz edilir. Sizin dış görünüşünüze bakılarak sizde bulunan veya bulunmayan tüm özellikler sayılabilmektedir. Boyu kısa olan kimsenin hilesinin çok olması gibi.. Bizim ruhumuzun özelliğine göre bedenimiz şekillenmiştir. Yani beden, ruhun bir kalıbıdır.. Siz dünyaya yeniden gelecek olsanız yine aynı görünüşe sahip olacak olurdunuz. Bu ilmi kabul etmenizi beklemiyorum.. Çünkü bu çok üst bir ilimdir.. Daha basitlerini anlamada bile sorun yaşarken bu dediğimi kabul etmeniz sizden çok şey beklemek olurdu..

Peki neden söyledim bunu derseniz, elbetteki diyeceğim şeyleri anlayacak birileri olacaktır. Sizin de kendi bildiklerinizi hakikatten çok uzak olduğunu görmeniz içindir..

Her bilen üzerinde bir bilen vardır.. Bu ayete iman ettikten sonra kendinize çizdiğiniz sınırları kaldırmanız ve o sınırın ötesinde bir bilginin olmadığı düşüncesini de yok etmelisiniz. Aziz Mahmud Hüdayi Hz.leri zamanının en üst kadısı olmasına rağmen Üfdate Hz.leri ona ilk önce tüm bildiklerini unut demiştir.. Çünkü ancak böyle hakikat ilimlerine erişebilirsiniz..

Selametle..
 

VOYAGER

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Şubat 2024
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Muhterem üye @Intruder, teşekkür etmek için cevabınızı beğendim fakat asıl konu başlığından uzaklaşıldığı için yeni konu açılarak ilgili fikirleri orada belirtmek daha doğru olur düşüncesindeyim. Konu başlığı, malûm cemaat mensubunun ilettiği şeceredir. Bu şecereye itiraz edenler olmuştur, ben de ilave olarak "işe kişilerin şeceresinden ziyâde takvası yönünden bakılması gerektiğini" iddiamı belirtmiştim ve ayrıca ilgili topluluğun daha çok ticarî faaliyet sahibi olarak gözüktüğünü ve mensuplarının aşırı hareketlerinin yanlış olabileceğini ve iddialarının tartışılır olduğunu sonradan eklemiştim. Esasında siz bu konuyla doğrudan ilgili bir fikir belirtmiş değilsiniz ve galiba buna hiç girmek de istemediniz. Hayırlı Ramazanlar.
 

Intruder

Başarılı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Haziran 2023
Mesajlar
75
Tepkime puanı
11
Evet, konuyu açan kişinin belirtmiş olduğu silsile yanlıştır.. Silsilenin yanlış olduğunu belirten kişiler olması sebebiyle bunu tekrar yazma ihtiyacı duymadım..

Sizin gibi düşünen kişiler olabileceği düşüncesiyle yazdıklarınıza (sizin nezdinde) cevap vermeye çalıştım.. Dedikleriniz tamamen yanlıştır demiyorum.. Hatta bazı konularda sizinle hem fikirim..

Bizler orta yolu takip etmeliyiz.. Her türlü aşırılıktan kaçınmalıyız.. Geçmişte olduğu gibi şimdi de bazı ham sofular çıkmakta ve bu yollara zarar vermektedir.. Geçmişte dergahlara kabul edilmeyecek kimseler bu yollara kolayca girebilmekte ve o yolu ifsad edebilmektedir.. Dışarıdan bakanlar ise, o kimseler yüzünden bu yolların güzelliklerinden mahrum kalmaktadır.

İnsanlar Kabe'ye bile türlü türlü niyetler için gitmektedir.. Bununla ilgili şu hadisi anlayama çalışın..

"İnsanlar üzerine bir zaman gelir ki, zenginler tenezzüh (seyahat) için, orta halliler ticaret için, alimler riya ve gösteriş için, fakirleri ise dilenmek için hacc ederler."

Kabe'ye gitmekte bile insanlar türlü türlü niyet içerisindeyse, bu durumun tarikatlarda olmayacağı düşüncesine kapılmak gerçekle bağdaşmamaktadır. Kimileri bu yollara (kolayca) ticaret edebilmek için girer, kimileri ise riya ve gösteriş için.. Nasıl ki bu tür insanlar var diye o kimseleri Kabe'ye gitmekten alıkoyamazsanız, bu tür insanları da tarikata girmekten alıkoyamazsınız. Çünkü gül bahçesine giren kimse (kendisi pis koksa bile) üzerine o gülün kokusu siner.. Bu zaman iman kurtarma zamanıdır bu yüzden tarikata giren kimselerin çok azları seyri sülük ile ilgilenmektedir..

Fıkıhta bir kural vardır.. Bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa, hepsini de elden bırakmamalıdır.

Siz, insanların okur yazar olmadığı ücra bir yerde öğretmen olmuş olsaydınız ve öğrencilerinizin çoğunun dersi dinlemek yerine dersi kaynattığını görseydiniz ne yapardınız.. Ders vermeyi bırakır mıydınız yoksa içerisinde bir kişi bile olsa ondan faydalanabilir ümidiyle, o dersi vermeye devam mı ederdiniz.. İşte bu zamanda çok azları seyrü süluku ile ilgilenmekte yani dersine çalışabilmektedir.. Diğeri ise dersi kaynatmakla uğraşmaktadır..

Dersi, ders öğrenmek için öğrenen bir öğrenciyle bile karşılaşmanız çok zorken, bu yollara giren kişilerin sırf Allah'a vasıl olma niyetiyle gireceğini düşünmek de çok yanlış olur. (Bir öğrenci ya sonunda iş sahibi olmak için okula gider ya anne babasının zoruyla ya da akranlarına üstünlük için.)

Bir kimse halis bir niyetle tarikata girmiş bile olsa, şeytan o kimsenin niyetini ifsad etmeye çalışır.. Kendisinde keramet zuhur etmesini ister veya ileri de şeyh olmayı ümit eder veya kendisini diğerlerine göre daha üstün görür..

Bir evliyada en son çıkan şeyin, baş olma huyu olduğu söylenmiştir.. Evliyada bile bu böyleyse, normal kişileri siz düşünün. Şah-ı Nakşibendi Hz.leri demiştir ki bir mürid kendisini kelpten (köpekten) daha aşağı bilmedikçe bu yolda ilerleyemez..

Burada yanlış anlaşılma olmasın kendim de bir tarikata mensubum.. Geçmiş tarikat ehli kimselere bakınca bizlerin nasıl hazıra konduğumuzu görüyor ve biliyorum.. Mevlevi tarikatına girebilmek için 1001 gün dergahın dışında o kimse hizmet eder ve bu sürenin sonunda herkes o kimse için bu iyi bir kimsedir dedikten sonra, artık o kişi içeride hizmet etmeye başlardı.. Mürid olup ilerlemeyi şöyle düşünün daha dergahtan içeri bile kolayca girilmezdi.. Eskiden üniversiteyi kazanmak bile ne kadar zorken, şimdi herkes üniversite mezunu oluyor..

Bozulma tüm her şeyde kendisini az veya çok hissettirmektedir.. Bozulan tarikatların kendisi değil, tarikata mensup olan kişilerin (niyetlerinin) bozulmasıdır.. Üstte denildiği gibi, Bir şeyin tamamı elde edilemiyorsa, hepsini de elden bırakmamalıdır.

Yazımın yarısında tarikat mensubu olmayanlara, diğer yarısında ise tarikat mensubu olanlara konuştum.. Son olarak sözüm.. Bu yolların hepsi temizdir, fakat yolda giden her kimsenin niyeti temiz değildir.. Aynen Kâbe'nin temiz olup, Kâbe'ye giden her kimsenin niyetinin temiz olmaması gibi..

Size de hayırlı Ramazanlar.. Hatam ve kusurum olduysa affola.. Selametle..
 
Üst Alt