Evliyaları çok seviyorum

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
Selamün aleyküm. Ben uzun zamandır evliyalara ilgi duyuyorum seviyorum onları elimde değil! Aziz Mahmud Hüdai hz- Veysel Karani hz-Bişr-i Hafi hz-Emir Sultan hz-Hasan Sezai hz bir çoğunun filmini izledim izlerken kalbim bir hoş oldu, ağladım çok ağladım. Keşke onlar gibi olmayı Allah bana da nasip etse diye çok geçirdim içimden ama biz bu yollara çok uzağız, daha yolun başındayız, onlar ki Allah için peygamberimizin yolu için evlerini, eşlerini, çocuklarını bırakıp bu yolu seçmişler onlar ki nefislerinin istediklerini ellerinle itip istemediklerini seçmişler. Allah'ım bu ne büyük hikmettir ki hepsi senin aşkınla şereflenmişler. Tövbe ettim Allah'ım sen bu günahkar kulunu senin yolundan ayırma, cehennem azabından koru bizleri ya Rabbim, biz günahkar kullarını affet Allah'ım şüphesiz ki sen en bağışlayıcı olansın, sen mümin kullarını affet Allah'ım onları senin yolunda daim kıl, bizleri cennetinle müjdele ya Rabbim. Ben Allah'tan sonra peygamberimiz ashabını ve evliyaları çok seviyorum, ben yanlış birşey yapmaktan yanlış bilgiler öğrenmekten çok korkuyorum, fıkıh ilmi, tasavvuf ilmini öğrenmek istiyorum ama daha yolun çok başındayım kardeşlerim lütfen bana yardımcı olun lütfen Allah aşkına bu ateşi nasıl söndürebilirim Allah her daim sizinle olsun...

Gönül sızım...
Birgün padişah, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinden dua ister.
"Mübarek ellerini açar Ya Rabbi bizi sevenler, denizde boğulmasınlar, yaşlılıklarında muhtaç olmasınlar, imanlarını kurtararak ölsünler ve öleceklerini bilsinler!
diye dua eder.amin Bende Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini cok seviyorum...


Hak dostları
 

Hümeyra

Süper Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
9 Mayıs 2014
Mesajlar
1,176
Tepkime puanı
4
Aleyküm es selam Gökhan kardeşim;aramıza hoş geldin sefalar getirdin kızanların,kızcelerin kenti Edirne den... Allah dostları büyüklere ve hayatlarına imrenmen onlarla hem hal olman çok güzel bir meziyet elhamdülillah,Salihler le olmamız emrediliyor zaten bizlere Allah dostları hayatlarını, amellerini,imanlarını, öğrenebileceğimiz kendimize örnek alacağımız, efendimiz sav ardından gelen en kıymetli Salih kullardır,içlerinde Allah katında büyük derecelere varanları vardır ve sen onlarla oldukça yani bu bir rabıtadır onların Allah'ın izniyle hayır dualarına mazhar olabilirsin inşallah...
Günümüzde boş dünya işlerine sarıp boşa zaman ve boşa nefes harcayan insanların arasında senin gibi Hakk'a ve Hak yolunda olanlarla olmaya gönül bağlayan kardeşlerimizi de görmek beni çok mutlu etti bu akşam...Allah cc senden sonsuz razı olsun:)
''Keşke onlar gibi olmayı Allah bana da nasip etse diye çok geçirdim içimden'' yazmış sın sen yolun da bulun Allah cc iste öyle olamasak bile onların hallerinden onların hayatlarını okudukça feyizlenebiliriz, inşallah hal ve ahvaline bu durum sirayet eder sende bir nebzede olsa ahir zaman ümmeti de olsan onların haliyle nefes almaya başlaya bilirsin.
Allah cc sana onları sevdirmiş kalbini onlara ısındırmış sa bu boş yere değildir etrafına bakarsan Allah cc ve dostlarını sorduğunda sevdiğini söyleyen ama amelde tersini yapan çok insan görürsün ama gerçekten yüreğinde bunu yaşayanı yaşadıklarıyla fark edersin tıp kı kendinde olan başlangıç gibi ...Rabbim niyetlerini amellerini ibadetlerini daim etsin kendi rızası doğrultusunda artırsın kardeşim ,duaların içinde yürekten kocaman AMİNNNN ,İNŞALLAH BİZLERDE SENİN DUALARINDA OLABİLMEK DUASI İLE Allah cc emanet olun selametle...
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
Allah hepinizden razı olsun. Başta hümeyra ve gönül sızım olmak üzere allah sizi salih kullarından eylesin inşallah... Sizlerin arasına girmekten kıvanç ve mutluluk huzur buldum. Şu fani dünyada insanları mal, mülk, para hırsı, zina, içki, kumar illeti oldukça ne yapıcaz diye içimden geçiriyorum... Uyanın ey insanlar, allahın azabından korkun, ateş var ateş diye bağırmak istiyorum. Allah herkesin yardımcısı olsun... SİZLERİ TANIMAK GÜZEL BİR RÜYAMI AÇIKLADIM AMA YORUM ALAMADIM İNŞALLAH EN KISA ZAMANA ALIRIM MERAK İÇERİSİNDEYİZ...
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
Selamün aleyküm...Emir Sultan hz'lerini çok severim çok kerametleri görülmüştür. Yıldırım Beyazıt hanın damadıdır ayrıca Seyyid dir,bir çok savaşta yaralar sarmış şifa olmuş savaş kazandırmış Beyazıt hana damat olunca Emir Buhari Emir Sultan olmuş...şiirlerini de severim...
''Eğer gönlün benimle olursa Yemen’de olsan bile yanımdasın Eğer gönlün benimle değilse Yanımda olsan bile uzaktasın

Dinle bak Hak ne hoş söyledi Zebur’unda Dâvûd’a buyurdu Düşman ol önce nefis belâsına Ondan, bana uymakla kurtulasın

Gel şimdi sen de düşman ol nefsine Zâyi eyle onu her ne dilerse Sen bu işte atarak riyâyı Kendine rehber kıl evliyâyı

Eğer anlarsan budur sana ol Nefsinin şerrinden halâs ol Nefsinin murâdından uzak dur Düşersen eğer şeytana uzak dur...''
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
Selamın aleyküm allah bizlerede böyle alimler gibi iman aşkı,peygamber s.a.v aşkı, allah c.c aşkı ile şereflendirir inşallah. Bu ne güzelliktir yarabbim, nasıl bir keramettir ki, bir niyetle 41 gün oruç, çok güzel allahım. Bir de veysel karani hz. peygamber efendimiz s.a.v'e onu görmeden aşık olanlardan ve hırka-ı şerife nail olan mübarek insan. Düşüncedeki inceliğe bakın, anası öldükten sonra peygamber efendimizin s.a.v mezarına ziyaret için yola çıkar ama ruhsat yok gidemez aksilikler hep engel olur. Yolda çocukların, kafirlerin taşlamalarına maruz kalır bu mübarek zat, çocuklara derki. Lütfen taşları biraz ufak atın, ne olur ayaklarıma atmayın kanamasınlar abdestim bozulmasın der. İnceliğe bakın bir düşünün. Allah rızası için ruhlarına bir fatiha okuyun... Allah yar ve yardımcınız olsun...
 

HayalCAH

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
23 Kasım 2014
Mesajlar
59
Tepkime puanı
8
Bende evliyaları çok seviyorum. İnsan onları sevince menkibelerini okuyunca,hayatlarını okuyunca ayrı bir huzur ve tad alıyor. Adeta ruhları gelip manevi şerbet ikram ediyorlar kararmış kalplerimize ve sisli ruhumuza.

"Kişi sevdikleri ile beraberdir."

Hadisi şerifi ile anliyoruz ki Rabbim ne güzel nimet ihsan eylemiş bizlere. Bir bilebilsek rabbimizden öte sevebilen yok bizi ve olamayacakta.
Bir tanıyabilsek rabbimizi,
Bırakırız o vakit herşeyimizi,
Nasip eyle ya rab,
Yüce zatını tanımayı,
Aşkınla sarhoş olmayı.
 

Ab-ı Hayat

Moderatör
Moderatör
Katılım
3 Haziran 2014
Mesajlar
1,608
Tepkime puanı
47
AMİN.. hayalcah kardeşim.. ben de dün İSMAİL FAKİRULLAH hazretlerinin filmini izledim.. inan bana izlerken ona olan muhabbetim arttı, senin de söylediğin gibi içime adını koyamadığım bir huzur sekinet geldi.. ister istemez içimden geçirdim, keşke o zamanlarda olsaydık onların talebesi olup o mübarek insanlardan feyz alsaydık diye..
Allah kalbimize Allah dostlarının sevgisi daim eylesin o mübarek zatların güzel ahlakıyla ahlaklanmayı nasip eylesin selametle kardeşim... Amin
 

Huzur Yolcusu

Çalışkan Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
21 Haziran 2014
Mesajlar
587
Tepkime puanı
3
Selamün aleyküm gökhan kardeşim biraz geç oldu ama hoşgeldin. Uzun zamandır konuyu görüyorum yazmak istiyorum ama kısmet bugüneymiş. Çok güzel bir konu kardeşim bende çok severim hayatlarını okumak filmlerini izlemek insana mükemmel bir haz ve mutluluk verdiği gibi ibretlik yönlerinide öğrenmemize vesile oluyor. Mümkün olduğu kadar bende kendi hayatıma onlar bakış açısı ile yön vermeye çalışıyorum kesinlikle onlar kadar olamayız ama bu yolda ilerlemek bile hem dünyamıza hemde ahiretimize ciddi anlamda etki ediyor. Dualarınada canı gönülden amin kardeşim gerek duaların gerek böyle bir konu paylaştığın için Allah(c.c) razı olsun. Allah'a(c.c) emanet ol kardeşim...
 

tozduman

Moderatör
Moderatör
Katılım
2 Şubat 2015
Mesajlar
1,133
Tepkime puanı
8
Selamün aleyküm. Ben uzun zamandır evliyalara ilgi duyuyorum seviyorum onları elimde değil! Aziz Mahmud Hüdai hz- Veysel Karani hz-Bişr-i Hafi hz-Emir Sultan hz-Hasan Sezai hz bir çoğunun filmini izledim izlerken kalbim bir hoş oldu, ağladım çok ağladım. Keşke onlar gibi olmayı Allah bana da nasip etse diye çok geçirdim içimden ama biz bu yollara çok uzağız, daha yolun başındayız, onlar ki Allah için peygamberimizin yolu için evlerini, eşlerini, çocuklarını bırakıp bu yolu seçmişler onlar ki nefislerinin istediklerini ellerinle itip istemediklerini seçmişler. Allah'ım bu ne büyük hikmettir ki hepsi senin aşkınla şereflenmişler. Tövbe ettim Allah'ım sen bu günahkar kulunu senin yolundan ayırma, cehennem azabından koru bizleri ya Rabbim, biz günahkar kullarını affet Allah'ım şüphesiz ki sen en bağışlayıcı olansın, sen mümin kullarını affet Allah'ım onları senin yolunda daim kıl, bizleri cennetinle müjdele ya Rabbim. Ben Allah'tan sonra peygamberimiz ashabını ve evliyaları çok seviyorum, ben yanlış birşey yapmaktan yanlış bilgiler öğrenmekten çok korkuyorum, fıkıh ilmi, tasavvuf ilmini öğrenmek istiyorum ama daha yolun çok başındayım kardeşlerim lütfen bana yardımcı olun lütfen Allah aşkına bu ateşi nasıl söndürebilirim Allah her daim sizinle olsun...

Gönül sızım...
Birgün padişah, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinden dua ister.
"Mübarek ellerini açar “Ya Rabbi bizi sevenler, denizde boğulmasınlar, yaşlılıklarında muhtaç olmasınlar, imanlarını kurtararak ölsünler ve öleceklerini bilsinler!”
diye dua eder.amin Bende Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini cok seviyorum...


https://www.islamiforumlar.net/tasavvuf/23005-hak-dostlari.html
selâmün Aleyküm kardeşim. Gerçekten o yola girmek istiyorsan tek başına çok zorlanirsin çünkü ağır imtihanlar in oluyor bir mursid bulursan çok rahat Aşk yoluna ulaşırsın. Ben de girdim o yola ama zordur ama o kadar güzeL ki aynı zaman da dünya umrunda olmuyor hep Allah diyorsun kalbin de sizliyor nefesini bile severek cikiyosun içine Allah diye .Allah sana inşallah mursid ile. Aşk yolunda yürümeyi nasip eder güzel kardeşim. .
 

hati

Yeni Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Şubat 2015
Mesajlar
10
Tepkime puanı
0
Çok çok güzel yollardan,evliyalardan söz etmişsiniz. MaşAllah! Rabbim bu uğurda muhabbetimizi arttırsın. Ben de evliyaları çok seviyorum: Abdulkadir Geylani Hazretleri (k.s)ne muhabbetim daha fazla gibi. :)
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
selamın aleyküm...uzun zamandır vakit darlığından siteye giremiyordum tekrar siteye girmeyi allah c.c bana nasip etti yazdığınız mesajları okudum allah hepinizden razı olsun inşaallah allah bütün kullarını büyük zatlarının yolundan yürümesini bu yolda allah c.c için can vermesini nasip etsin.onlar ne büyük zatlar ki kibire kapılmayan bencil olmayan devamlı tevazu gösteren alçak gönüllü olan malda parada pulda yemekte dünyalık hiç bişeyde gözü olmayan insanlar allah bizi onlar gibi onların mertebesi gibi bir yere getirsin inşaallah allah her şeye gücü kuvveti kudreti yetendir her şeyi bilendir istediği şeye ol der olur.allah bizim gönlümüze bu nur u yerleştirsin amin...allah yar ve yardımcınız olsun bu garip kardeşinize bi dua ederseniz sevinirim dualarım sizlerle olsun peygamber efendimiz s.a.v hz.ruhu için evliyaların ruhu için ölmüşlerimiz ruhu için şehitlerimizin ruhu için Allah rızası için el fatiha... amin
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
selamın aleyküm allah yar ve yardımcımız olsun evliyalar rehberimiz olsun...allah yolunda ibadetlerimiz olsun...nefs lerimizin arzularını evliyaları örnek alarak yenelim inşallah...onların yoluna bakalım inşallah...
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
selamın aleyküm.arkadaşlar,kardeşlerim herkesin zilhicce ayı mübarek olsun bol ibadetli olsun,inşallah allah bu ayda günahlarımızı affetsin.cennetinle müjdelesin.allah yar ve yardımcımız olsun.inşaallah...
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
selamın aleyküm... HASAN SEZAÎ EFENDİ HAZRETLERİ
İslam âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden bir zattır.

Adı Hasan b.Ali, mahlası Sezai'dir.

Tasavvuf'ı Gülşeniyye yoluna mensup idi.

1080 (m.1669) yılında Gördes'te doğdu.

Şehrin bugünkü adı Korent olup, Yunanis*tan sınırları içinde kalmıştır.

1151 (m.1738) yılında Edirne'de vefat etmiştir.

Kendi adıyla anılan dergâhın bahçesinde defnedilmiştir.

Hasan Sezai Hazretleri, 18 yaşına kadar doğum yeri olan Gördes'te kaldı.

1687 yılında Venedikliler o beldeyi istila edince, gemi ile Gördes'ten İstanbul'a geldi.

Yolculuk sırasında, Halvetiyye yolunun büyüklerinden biri ile tanışıp sohbetinde bulundu.

Hasan Sezai Hazretleri, genç ve yakışıklı olmakla, zahir güzelliğine sahip olduğu gibi, edep ve ahlakının fevkalâde olması ve çok iyi terbiye edilmesiyle bâtınî güzelliğe, kalp ve ruh temizliğine sahip idi.

Anlayış ve istidanının yüksek olması, ileride yüksek ilmî mertebelere erişeceğini gösteriyordu.

Bir müddet sonra İstanbul'dan Edirne'ye geçen Hasan Sezaî Hazretleri bir taraftan orada bulunan âlimlerden zahir ilimlerini tahsil ederken, diğer taraftan kendini tasavvuf yolunda yetiştirip, kendisine manevî terbiye verecek bir rehber aradı.

Gemi yolculuğu sırasında görüştüğü zatın tesiri ve gördüğü bir rüya üzerine, Âşık Musa Dergâhı’nda bulunan Şeyh Muhammed Sırrı Efendi Hazretleri'ne talebe olup, yerine geçen Şeyh Muhammed Lâ'lî Fenâî Efendi Hazretleri'ne bağlandı.

Muhammed Lâ'lî Efendi aslen Kastamonu’lu olup, Edirne'de Şeyh Suca' zaviyesinde talebe yetiştirmekle meşgul idi.

Hasan Sezâî Hazretleri'ne dergah vakfının icarlarını toplamak görevi verildi.

Bunun için Sezaî Hazretleri'ne "Câbî Dede Efendi" de denilmiştir.

Hasan Sezaî Hazretleri o zattan mezun olup, Gülşenî Veli Dede Dergahı'nın şeyhi oldu.

Buradaki vazifesi altı ayı doldurunca, Efendi Muhammed Lâ'lî Hazretleri'nin halifelerinden olan Muhammed Hamdi Efendi vefat etti.

Bunun üzerine Hasan Sezaî Hazretleri onun yerine geçti.

Hasan Sezaî Hazretleri, bir gün müridleriyle sohbet ederken kalp gözü ile efendisi Lâ'lî Hazretleri'nin vefat ettiğini anlayıp, şiddetli üzüntüye kapıldı ve kendinden geçerek yere düştü.

Bu sırada bir dişi kırıldı ve bu dişi bir tahtaya saplandı.

Günümüzde de hazretin bu dişi, mihrabın sağ tarafında bulunmakta ve ziyaret edenler tarafından görülmektedir.

Hasan Sezâî Efendi bu ara yine İstanbul'a gelmişti.

Daha önce Edirne'de iken adı her tarafta duyulmuş olduğundan, İstanbul'a gelince, birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti.

Fakat o, tevazuunun çokluğundan, gayet sakin idi.

Böyle gelip sohbette bulunanlardan bazılarının kalbine, Hasan Sezaî Hazretleri'ni istedikleri gibi bulamama düşüncesi geldi.

O gece bu kimselerin her biri, rüyalarında, Rasulüllah Efendimizi ziyaret için Medine'ye gittiklerini, fakat kapıda Hasan Sezaî Hazretleri'nin bulunduğunu ve Huzur-u Saadete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler.

Ertesi günü rüyalarını birbirlerine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyayı gördükleri anlaşıldı.

Böylece Hasan Sezaî Hazretleri'nin, Rasulüllah Efendimiz'in varisi olan büyük âlimlerden olduğunu yakînen anladılar.

Hasan Sezaî Hazretleri daha sonra Mısır'a gitti.

Kahire'de Gülşeniyye Dergâhı’nda vazife yapan İbrahim Çelebi tarafından, Gülşeniyye tarikatında ikinci pir olarak kabul edildi.

Hasan Sezai Hazretleri, gayet kibar, asil ve heybet sahibi iyi huylu, çok zeki ve yakışıklı bir zat idi.

Edirne'deki dergâhında 53 yıl talebe yetiştirdi.

Yetiştirdiklerinin beş yüz bini bulduğu ve bunların yiyip içmelerinin bizzat kendisi tarafından karşılandığı bilinmektedir.

Sohbet sırasında bir gün irticalen şu şiiri söylemiştir:

Derdile dâim yanmakta bu dil, Aşkın narına olmuşlar fitil Pervâne-sıfat olmaya vâsıl Şem-i cemâle sûzâne geldik.

Cismimiz bunda, canımız onda, Cevherimizin aslı ol kânde, Sezai, şimdi biz bu dükkanda, Biraz eğlenip seyrana geldik.

Hasan Sezaî Hazretleri'nin menkıbe ve kerametleri pek çoktur.

Bunlardan birkaç örnek aşağıya çıkarılmıştır:

Bir gün içkiye müptela olan gençler, torbalarına içki şişeleri koyarak, kıra, içki içmeye gidiyorlardı.

Giderken Sezaî Hazretlerinin dergahının önünden geçmeleri icabet etti.

Sezaî Efendi onları görerek:

"Evlatlar! Nereye gidiyorsunuz? Torbaların içerisinde ne var?" diye sordu.

Gençler muziplik olsun diye ve hallerini gizlemek için gülerek:

"Efendi baba! Kıra gezmeye gidiyoruz. Şişelerimizde de şerbet var" dediler.

Hasan Sezaî Hazretleri gülümseyip:

"Peki, öyle olsun" dedi.

Gençler ayrılıp gittiler.

Kıra vardıklarında sofralarını kurdular.

Şişelerindeki içkiyi içmeye başladıklarında hepsi birden çok şaşırdılar.

Çünkü şişelerin içinde bulunan içkilerin hepsi şerbet olmuştu.

Sonra yolda Sezaî Hazretleri ile karşılaştıklarını ve konuşmalarını hatırladılar.

Bu halin o büyük zatın bir kerameti olduğunu anlayıp tevbe ettiler ve bir daha içki içmediler.

Anlatıldığına göre, Hasan Sezaî Hazretleri zamanında Edirne'de, kötü yola düşmüş bir kadın vardı.

Bir zaman bu kadın halisane tevbe edip, eski halinden vazgeçti.

Salih ameller işlemeye başladı.

Fakat uygunsuz kimseler tarafından tedirgin ediliyor, rahat bırakılmıyordu.

Bu kadın Hasan Sezaî Hazretleri'ne gelerek kendisine yardım edilmesini istedi.

O da, dergâhta kadınlara mahsus kısımda kalabileceğini bildirince, bir oda tahsis edilip, kadın orada kalmaya, ibadet ve taatle meşgul olmaya başladı.

Bu arada boş durmayan fitneciler, Hasan Sezai Hazretleri hakkında çirkin iftiralar yapmaya başladılar.

Daha da ileri giderek, bir gece dergâhın kapısına geyik boynuzu astılar.

O ise olanlara sabrediyor, kimseye bir şey demiyordu.

Geyik boynuzunu dergâhın içine aldırdı.

Edirne günlerce bu dedikodularla çalkalandı.

Hasan Sezai Hazretleri yine sabrediyor, kimseye bir şey söylemiyordu.

Bu şayianın yayılmasından az zaman sonra, Edirne'de müthiş bir uyuz hastalığı peyda oldu.

Sezaî Hazretleri hakkında her kim dedikodu etmiş ise veya her kim bu dedikoduları dinleyip kabul etmiş ise, bu hastalığa yakalandı.

Hastalık, bu sözlere adı karışmış olanlara yayılıyor, diğer insanlara bir şey olmuyordu.

Hastalığa yakalananların bütün vücutları yara bere içinde kaldı.

Hiçbiri derdine çare bulamadı.

Affı ve merhameti çok olan Hasan Sezaî Hazretleri, onların bu hastalık sebebiyle şiddetli acı ve sıkıntı çekmelerine dayanamadı.

Mübarek kalbi tahammül edemeyip, bir gece kılık kıyafetini değiştirerek çarşıya çıktı.

Kahvelerden birine girdi.

Hiç kimse onu tanıyamadı.

Uyuz olanlara yaklaşarak:

"Sizin derdinizin ilacı Hasan Sezai'dedir" diyerek oradan ayrıldı.

Ertesi gün dergâhın önü ana-baba gününe döndü.

Hastalığa yakalanan herkes çare bulmak ümidiyle dergâha koşuyordu.

Hasan Sezaî Efendi, gelenlerden her birine, onların dergah kapısına astıkları geyik boynuzundan kazıyıp, toz halinde veriyordu.

O tozu yarasına süren herkes Allahü Teala'nın izniyle şifa buldu.

Bu arada herkes hatasını anlayıp, yaptıkları iftira ve dedikodulara pişman oldular, tevbe ettiler.

Böyle bir dertten kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle, bir sergi açıp üzerine para attılar.

Toplanan paralarla dergâhın kapısına bir çeşme yapıldı.

Hasan Sezaî Efendi, ilim ve evliyalığı yanında çok güçlü şiir söyleme kudretine de sahiptir.

Bu yönü ile kendisine:

"Osmanlıların Hafız Şirazî'si" unvanı verilmiştir.

Şiirlerinin çoğunu ilahî olarak aşk ve muhabbetle söylemiştir.

Peygamber Efendimiz için söylediği bir kısa örnek aşağıdadır:

Vücudum milkinin sultanı sensin Muhakkak canımın cananı sensin.

Sezai varını mahvetti şimdi, Hemin mevcud olan ihsanı sensin.

Muhammcd ma'den-i' sıdk'u safadır, Muhammed menba-ı cûd'ü atadır.

Eserleri:

Divan, Metûbât ve Niyazi Mısrî Hazretleri'nin bir gazeline yaptığı şerhtir.

Yüce Allah Sırrını Mukaddes ve Mübarek kılsın.
 

gokhan22

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
8 Ocak 2015
Mesajlar
68
Tepkime puanı
2
selamın aleyküm...Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri

Evliyalar

Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. 1541 (H.948) yılında Şereflikoçhisar'da doğdu. Bursa'da Muhammed Üftâde hazretlerinden feyz aldı. 1598 (H.1007) de Üsküdar'da câmi ve dergâh yaptırdı. 1628 (H.1038)'de vefât etti. Kabri, İstanbul Üsküdar'da kendi dergâhı yanındaki türbesindedir.

Mahmûd Hüdâyî, Fadlullah bin Mahmûd'un oğludur. Çocukluğu Sivrihisar'da geçti. Burada ilk tahsîline başladı. İlmini ilerletmek için İstanbul'a gitti. Küçük Ayasofya Medresesinde tahsîline devâm etti. Çok zekî olup bir defâ okuduğunu zihninde tutar, tekrar kitaba bakmaya lüzum hissetmezdi. Hocalarından Nazırzâde Ramazan Efendi, ona husûsî bir ihtimâm gösterdi. Mahmûd Hüdâyî genç yaşta; tefsîr, hadîs, fıkıh ve zamânın fen ilimlerinde büyük bir âlim oldu. Hocası Nâzırzâde onu yanına yardımcı olarak aldı. Mahmûd Hüdâyî, bir taraftan hocası Ramazan Efendiye yardım ederken, diğer yandan da Halvetî yolunun şeyhlerinden Muslihuddîn Efendinin sohbetlerine katılarak tasavvuf yolunda ilerlemeye çalıştı. Bu arada hocası Nâzırzâde'nin, Edirne'de bulunan Sultan Selim Medresesine tâyini çıktı. Mahmûd Hüdâyî, yirmi sekiz yaşında iken hocası ile Edirne'ye gitti. Ramazan Efendi, kısa bir süre Edirne'de müderrislik yaptıktan sonra, Şam ve Mısır'a kâdı tâyin edildi. Talebesi Mahmûd Hüdâyî'yi oraya da götürdü. Mahmûd Hüdâyî Mısır'da Halvetî şeyhlerinden Kerîmüddîn hazretlerinden ders alarak, tasavvuf yolunda yetişmeye çalıştı.

Mahmûd Hüdâyî otuz üç yaşında iken, hocası Nâzırzâde ile Bursa'ya geldi. Üç sene Ferhâdiye Medresesinde müderrislik yaptı. Üç sene sonra, hocasının vefâtı ile Bursa kâdılığına getirildi. Bursa kâdısı olarak vazîfeye başlıyan Mahmûd Hüdâyî hazretleri, kâdılığı esnâsında bir gece rüyâsında Cehennem'i ve Cehennem'in ateşinde tanıdığı bâzı kimselerin yandığını gördü. Bu korkunç rüyânın verdiği dehşet ve üzüntü içindeki günlerde, bir hanım bir dâvâ getirdi. Bu dâvadan sonra Bursa kâdılığını bıraktı ki, hâdise şöyle idi:

O günlerde Bursa'da, evliyâullahtan olan Muhammed Üftâde hazretleri halkın mânevî terbiyesi işi ile meşgûl olurlardı. Yine Üftâde hazretlerini seven fakir bir kimse vardı. Her sene hac mevsiminde hacca gitmek ister, fakat gidecek parası olmadığı için arzusuna kavuşamazdı. Üzüntüsünden hiç yüzü gülmez, gözleri hep hacca gidenlerin yolu üzerine takılır kalırdı. Evde hanımı, yüzü gülmeyen kocasının bu hâline oldukça üzülürdü. Yine bir sene hac mevsiminde, parası olmadığı için hacca gidemeyen bu fakir üzüntüsünden ne yapacağını şaşırdı. Aralarında geçen bu konuşmanın sonunda elinde olmayarak hanımına; "Eğer bu sene de hacca gidemezsem seni üç talak ile boşadım." dedi.

Günler geçti. Kurban bayramı yaklaştı. Fakiri bir düşüncedir aldı. Hacca gidemezse, evde hanımı boş olacaktı. Bir yerlerden borç bulup hacca gidememişti. Ne yapacağını şaşırdığı bir gün, hatırına Muhammed Üftâde geldi. Hemen huzûruna gidip ağlayarak durumunu anlattı. O da; "Bizim Eskici Mehmed Dede'ye git, selâmımızı söyle. O seni hacca götürüp derdine dermân olur." buyurdu. Fakir, sevinerek huzûrdan ayrıldı, süratle Mehmed Dede'nin dükkânına koştu. Mehmed Dede'ye, hocasının selâmını söyleyip derdini anlattı. Mehmed Dede:

"Ey fakir!Gözlerini kapa. Aç demeden sakın açma." dedi. Fakir gözlerini açtığında kendilerini Mekke'de buldular. Mehmed Dede, Allahü teâlânın izniyle, fakiri bir anda Hicâz'a götürmüştü. O gün, arefe idi, hacılar Arafat'a çıkmışlardı. Fakir ve Mehmed Dede de ihram giyip Arafat'a çıktılar. Ertesi günü Kâbe-i muazzamada vakfeye durdular. Ziyâret edilecek yerlere gittikten sonra, Bursalı hacıları buldular. Onlar, hemşehrileri olan Mehmed Dede'yi ve Fakiri görünce sevindiler. Fakir birkaç hediye alıp, bir kısmını da getirmeleri için komşusu olan hacılara emânet etti. Vedâlaşarak ayrıldılar. Yine Mehmed Dede'nin kerâmetiyle bir anda, Mekke-i mükerremeden Bursa'ya geldiler.

Fakir getirdiği bâzı hediyelerle eve gelince, hanımı birkaç gündür eve gelmeyen kocasını eve almak istemedi ve;

"Sen beni boşamadın mı? Hangi yüzle bana hediye getirerek eve giriyorsun?" dedi. Kocası da; "Hanım, ben hacca gittim geldim. İşte bu getirdiklerimi de Mekke'den aldım." dediyse de, kadın: "Bir de yalan söylüyorsun. Üç beş gün içinde hacca gidilip gelinir mi? Seni mahkemeye vereceğim." dedi ve Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye gelerek; "Kâdı Efendi! Artık ben bu adamla bir arada yaşayamam. Nikâhımızın fesh edilmesini istiyorum. Bunun Kurban Bayramından iki gün evvel Bursa'da olduğunu herkes biliyor. Hâlbuki ona sorun, hacca gitmiş, Arafat'a çıkmış, şeytan taşlamış, zemzemler, sürmeler getirmiş... Beni aldatıyor. Bir haftada oraya gider, bu işleri yapar ve nasıl geri gelir? Yanına da bir yalancı şâhit bulmuş. "EskiciBaba gördü, yanımdaydı." diyor ve bu husus şer'iye siciline işleniyor.

Bu sözler üzerine Azîz Mahmûd Hüdâyî, hanımın kocasını mahkemeye çağırtarak onu da dinledi. Fakir; hacca gittiğini, Kâbe-i muazzamayı tavâf edip, ziyâret edilecek yerleri gezdiğini, Bursalı hacılarla görüşüp getirmeleri için emânet dahi verdiğini iddiâ etti. Bu sebeple boşanmanın vâki olmadığını söyledi. Fakir, Mehmed Dede'yi şâhit gösterdi. Mahkemeye gelen Mehmed Dede ise kâdının bu sözlere bir türlü inanmak istemediğini görerek; "A kâdı efendi! Şeytan, Allahü teâlânın düşmanı olduğu hâlde, bir anda dünyânın bir ucundan bir ucuna gidip gelir de, bir velînin bir anda Kâbe'ye gitmesi niçin kabûl edilmez!" dedi. Kâdı hayret ederek, mahkemeyi hacıların dönüşüne bıraktı. Aradan günler geçti. Bursalı hacılar geldi. Mahkeme gününde şâhid olarak, fakirin hac vazîfesini yaptığını, hattâ verdiği emânetleri getirdiklerini bildirdiler. Kâdı, şâhitlerin verdiği bu ifâde ile dâvâcı hanımın nikâhı fesh etme isteğini reddetti. Böylece boşanma olmadı.

Ancak bu hâdise, Kâdı Azîz Mahmûd Hüdâyî Efendinin günlerce aklından çıkmadı ve çok etkiledi. Nihâyet Eskici Mehmed Dede'nin yanına gidip; "Beni talebeliğe kabûl buyurmanız için gelmiştim." dedi. O da; "Nasîbiniz bizden değil, Üftâde'dendir. Onun huzûruna giderek mürâcaatınızı bildirin." dedi. Kâdı evine gitti. Hizmetçisine atının hazırlanmasını emretti. Kendisi de sırmalı kaftanını, sarığını giyerek hazırlanan atına bindi. Yanına seyisini de alıp, Üftâde hazretlerinin dergâhına gitmek üzere yola çıktı. Bugünkü Molla Fenârî Câmiinin doğu tarafındaki sokağa geldiğinde, atının ayaklarının bileklerine kadar kayalara saplandığını gördü. Bütün uğraşmalarına rağmen bir adım ileri süremedi. (Bu kayanın üç kuzular semtinde olduğu da söylenmektedir.) Çâresiz, atından indi. Sırmalı kaftanıyla Üftâde Dergâhına doğru yürüdü. Kâdı, dergâha vardığında, bahçede yamalı elbiseler içinde bahçeyi çapalayan bir zât gördü. Ona hitâben; "Ben Bursa Kâdısı Mahmûd'um. Şeyh Üftâde'yi görmek istiyorum. Çabuk geldiğimi haber ver." dedi. Kâdının hizmetçi zannettiği Şeyh Üftâde hazretleri dinledi dinledi, sonra hafifçe doğrularak:

"Yazıklar olsun ey Kâdı Efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu kapının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sâhibisin. Bu hâlde ikimizin bir araya gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmûr bir dünyân var. Bizim gibi kulların Allahü teâlâdan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek istemeyip ayakları kayalara saplanmadı mı?" buyurdu. Bu sözler ve yaptığı hatâ Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde; "Efendim! Her şeyimi mübârek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz olabilmek ve hizmetinizi görmekle şereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya hazırım." dedi. Bu samîmî ifâde üzerine Üftâde hazretleri tâne tâne buyurdu ki:

"Ey Bursa kâdısı! Kâdılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın. Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!" Her şeyi bırakacağına, her emri yerine getireceğine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kâdılığı bırakıp ciğer satmaya başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında, "Ciğerci! Ciğerciiii!" diye diye bağırarak satıyordu. Bursalıların hayret dolu bakışlarına, kadınların ve çocukların alay etmelerine hiç aldırmıyordu. Onu görenler; "Bursa kâdısı Azîz Mahmûd Hüdâyî aklını oynatmış, tımarhânelik olmuş." diyorlardı. Bu şekilde, nefsini kırıp, rûhunu yükseltmek için her türlü alaya alınmaya katlanıyordu. Her akşam dergâha geldiğinde hocası ona; "Bugün ne yaptın? Ciğerleri satabildin mi?" diye soruyor, o da, başından geçenleri anlatıyordu.

Üftâde hazretleri daha sonra, yeni talebesinin nefsini iyice kırmak ve terbiye etmek için onu dergâhta helâ temizleme işi ile vazîfelendirdi.Hüdâyî bir gün abdesthâneleri yıkarken kulağına davul-zurna sesleri geldi. Şöyle bir kulak kabarttığında, kendi yerine tâyin olunan yeni kâdının geldiğini ve halkın karşılamaya çıktığını öğrendi. Bir anlık dalgınlık ile kendi kendine; "Yeni kâdı geliyor ha!.. Bîçâre Mahmûd, sen böyle bir mesleği bıraktın. Şimdi abdesthânelerde temizlik yapıyorsun." diyerek nefsinin aldatmasına yakalandı. Ancak daha bu düşünceler geçer geçmez derhal toparlandı ve;

"Mahmûd! Sen şeyhine nefsini ayaklar altına alacağına dâir söz vermemiş miydin?" diyerek bu hâle tövbe etti. Sonra da nefsini tahkir için elindeki süpürgeyi atarak, taşları sakalıyla süpürmeye başlayacağı bir anda, şeyhi Üftâde hazretleri kapıda göründü ve;

"Mahmûd, evlâdım! Sakal mübârek şeydir. Onunla böyle bir iş yapılmaz. Maksad sana bu mertebeyi atlatmaktı." buyurarak, Hüdâyî'yi alıp içeri dergâha götürdü.

Böylece nefsinin istek ve arzularına sırt çevirip istemediği şeyleri yapmakta büyük gayret sarfeden Azîz Mahmûd Hüdâyî kısa zamanda üstâdının en önde ve gözde talebesi oldu. Develer yükü kitâbın ona öğretemediğini Üftâde hazretlerinin bir bakışı öğretiyor, gönlünden geçen bir suâline bin cevap birden veriyordu.

Bir gün Üftâde hazretleri talebeleri ile kırlarda sohbet etmişlerdi. Bir ara talebeler etrafa dağılarak herbiri birer demet çiçek topladılar. Hüdâyî Efendi ise elinde kurumuş ve sapı kırılmış bir çiçek olduğu hâlde döndü. Herkes hediyelerini şeyhleri Üftâde hazretlerine takdim etmiş o da kabûl ederek memnuniyetini belirtmiş ve duâlar etmişti.Hüdâyî de hediyesini verince, Üftâde hazretleri:

"Oğlum, arkadaşlarınız demet demet çiçek getirdiler. Siz bize bir tek solmuş çiçeği mi lâyık gördünüz?" buyurdu. Hazret-i Hüdâyî de; "Efendimize ne getirsem azdır. Fakat koparmak için el uzattığım her çiçek Allahü teâlâyı tesbih ediyordu. Bu tesbihi işiterek el çekip hiç birini koparamadım. Ancak kurumuş ve sapının kırılmış olmasından dolayı bu çiçeği tesbihten kesilmiş gördüm. Bu sebeple bunu getirebildim." Azîz Mahmûd Hüdâyî bu cevâbıyla şeyhinin bir kat daha muhabbet ve teveccühünü kazandı. Çünkü Üftâde hazretleri Hüdâyî'ye her zaman; "Evlâdım her zerrede Hakk'ı göreceksin, her zerreye Hak muâmelesi yapacaksın, başka yolu yok, bu böyledir." derdi. Sevinci, talebesinin bu mertebeye ulaşmasından geliyordu.

Nitekim bir sabah Hüdâyî hazretlerinin artık nihâyete erdiğini ve halkı irşâda, doğru yolu göstermeye başlayacağının işâretini verdi. Hüdâyî hazretleri her sabah erkenden kalkarak hocasının abdest suyunu ısıtıp hazır ederdi. O sabah ise uykuya dalmış ve ancak son vakitte uyanabilmişti. Derhâl ibriği aldı. Fakat ısıtmaya vakit yoktu. Çünkü hocasının ayak seslerini işitiyordu. İbriği göğsüne bastırmış bir halde kalakaldı. Üftâde hazretleri eğilerek; "Haydi evlâdım suyu dök." dedi. Hüdâyî hazretleri ise ibriği göğsüne bastırmış hâlde duruyor ve buz gibi olan suyu hocasının eline dökmeye kıyamıyordu. Üftâde hazretleri tekrar; "Haydi evlâdım! Ne duruyorsun? Geç kalacağız." deyince, çekine çekine ve korkarak suyu dökmeye başladı. Ancak hocasının sözü onu bir kat daha şaşırttı. "Evlâdım Mahmûd bu su ne kadar ısınmış böyle. Bunu normal ateş ile ısıtmayıp, gönül ateşi ile ısıtmışsın. Bu hâl artık senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor."

Böylece Muhammed Üftâde hazretleri, Hüdâyî'ye icâzet, diploma verdi ve onu çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'a, İslâmiyeti yaymak, emir ve yasaklarını bildirmek üzere gönderdi. Azîz Mahmûd Hüdâyî, âilesiyle birlikte Sivrihisar'a giderek hizmete başladı. Ancak burada sâdece altı ay kadar kalabildi. Hocasının ayrılığına dayanamayarak tekrar Bursa'ya geldi. Bursa'ya geldiği günlerde, doksan yaşından ziyâde olan hocasının hizmetini görmeye başladı. Bu hizmetlerinden çok memnun olan Muhammed Üftâde; "Oğlum! Pâdişâhlar ardınca yürüsün." diye duâ etti. O sene Üftâde hazretleri vefât etti.

Azîz Mahmûd Hüdâyî mânevî bir işâretle Trakya'ya gitti. Bir müddet sonra da Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi vâsıtasıyla İstanbul'a geldi. Küçük Ayasofya Câmii tekkesinde hocalık yapmaya başladı. Bu arada Fâtih Câmiinde, talebelere, tefsîr, hadîs ve fıkıh dersleri verdi. Burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edindi. Bu arada, Üsküdar'da kendi dergâhının bulunduğu yeri satın aldı. Buraya dergâhını inşâ eyledi. Dergâhında yüzlerce talebenin yetişmesi için çok uğraştı. Kısa zamanda nâmı her tarafta duyuldu. Akın akın talebeler dergâhına koştular. Hasta kalblerine şifâ olan sohbetlerine kavuştular. Onun feyz ve bereketleri ile mârifetullaha kavuştular. Dergâh, en fakirinden en zenginine ve en üst kademedeki devlet ricâline kadar her tabakadan insanlar ile dolup taşıyordu. Devrin pâdişâhları da ona hürmette kusur etmiyorlardı. Üçüncü Murâd Han, Üçüncü Mehmed Han, BirinciAhmed Han, İkinci Osman Han ve Dördüncü Murâd Han'a nasîhatlarda bulundu. Dördüncü Murâd Han'a, saltanat kılıcını kuşattı.

1595 yılında İranlılarla yapılan Tebrîz seferine Ferhat Paşa ile berâber katıldı. Zaman zaman pâdişâhların dâvetlisi olarak saraya gidip, onlarla sohbetlerde bulundu.Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin, çeşitli câmilerde vâz vermesi için sevenleri devamlı taleplerde bulundular. O, Üsküdar İskelesindeki Mihrimah Sultan Câmii ile Sultanahmed Câmiinde belli günlerde vâz vererek, insanlara feyz ve mârifet sundu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin talebesi olmakla şereflenmek için, herkes birbiriyle yarışıyordu. Bunların başında; Sadrâzam Halîl Paşa, Dilâver Paşa, Şeyhülislâm Hoca Sâdeddîn Efendi,Şeyhülislâm HocazâdeEsad Efendi, Okçuzâde Mehmed Efendi, İbrâhim Efendi, NevizâdeAtâyî Efendi geliyordu. O zamandaHüdâyî Dergâhı, İstanbul'un en mühim bir kültür merkezi hâline geldi.Pekçok âlim yetişti.

Osmanlı tahtında yirmi yıl kadar saltanat süren Üçüncü Murâd Han, Hüdâyî hazretlerine büyük muhabbet besler ve yapacağı işlerde onun ile istişâre yapardı.

Üçüncü Murâd Hanın yerine geçen Üçüncü Mehmed Han ve ondan sonra tahta çıkan Birinci Ahmed Han da Şeyh Hüdâyî hazretlerine büyük bir saygı ile bağlı idiler.

Bir gün Sultan Birinci Ahmed Han rüyâsında; "Avusturya Kralı ile güreş tuttuğunu, fakat kendisinin arka üstü yere düştüğünü" görmüştü. Zâhiren bakıldığında rüyâ çok korkunç idi. Sabahleyin, derhal huzûra getirilen âlimler ve rüyâ tâbircilerinden hiçbiri bu rüyâyı, Pâdişâhı tatmin edecek şekilde tâbir edemedi. Nihâyet Üsküdar'da bulunan Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin, bu rüyâyı tâbir edebileceğini arz ettiler. Pâdişâh Birinci Ahmed bir mektup yazarak, yakınlarından biriyle gönderdi ve tâbir edilmesini ricâ etti. Haberci, mektubu alıp süratle Üsküdar'a geçti. Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin kapısını çaldığında, onun içerden elinde bir zarf ile kapıya çıktığını gördü. Habercinin getirdiği mektubu alırken, kendi elindeki mektubu da Pâdişâha verilmek üzere verdi ve; Sultânımızın gönderdiği mektûbun cevâbıdır." buyurdu. Mektubu şaşkınlık içinde alan haberci, derhal mektubu sultâna götürdü ve gördüklerini anlattı. Sultan Birinci Ahmed Hanın gönderdiği mektup, daha açılıp okunmadan cevâbı gönderilmişti.Sultan AhmedHan, gönderilen bu mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki: "Allahü teâlâ insan vücûdunda arkayı, cansız mahlûklarda ise toprağı, en kuvvetli olarak yarattı. İnsan ile toprağın birbirlerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece, Pâdişâhımızın arka üstü yere yatması ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dolayısıyla bu rüyâdan İslâmın temsilcisi olan pâdişâhımızın, küffâra karşı zafer kazanacağı anlaşıldı." Pâdişâh bu tâbiri pek beğendi ve; "İşte gördüğüm rüyânın tâbiri budur." dedi. DerhalAzîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerine bin altın gönderdi.

Diğer taraftanAzîz Mahmûd Hüdâyî'nin hanımı hâmile olup doğumu yaklaşmıştı. Fakir oldukları için doğacak çocuğun ihtiyaçlarını alamamışlardı. ÇünküHüdâyî hazretleri kapısına gelen, kendisine el açan fakir ve ihtiyâç sâhiplerine hiç düşünmeden nesi olsa verirdi. Bu sebeple çoğu kez evde yakacak mum bile bulamazlardı. Bu sebeple hanımı;

"Bursa kâdılığını bıraktın, medrese hocalığını terkettin...Elindeki malını mülkünü, ona buna vererek harcadın... Dünyâya gelecek yavruya saracak bir bez parçası bile yok!.." diye yakınıyordu.

Tam bu sırada kapı çalındı. Hüdâyî hazretleri kapıya doğru giderken hanımına da; "Hâtun, Allahü teâlâ istediğin dünyâlığı gönderdi." buyurdu. Kapıyı açtığında Sultan Ahmed Hanın hediyelerini ve bir kese içinde gönderdiği bin altını alarak hanımına teslim etti. Ertesi gün de Pâdişâh kendisi gelerek elini öptü ve talebesi olmakla şereflendi.

Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdâyî hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek iâde etmişti. Pâdişâh bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecîd Sivâsî'ye gönderdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdişâh kendisine; "Bu hediyeyi Hüdâyî'ye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar." dedi. Abdülmecîd Sivâsî de; "Pâdişâhım, Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenezzül etmez." cevâbını verdi.

Pâdişâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; "Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti." dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; "Sultanım! Şeyh Abdülmecîd bir deryâdır. Ona bir katre necâset düşmekle pislenmiş olmaz." diyerek zârifâne bir cevap verdi.

Sultan Ahmed Han, büyük bir câmi yaptırmak istiyordu. Kararını verdi ve yerini tesbit ettirdi. Temel atma merâsimi için hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî ve diğer âlimleri dâvet etti.Kurbanlar kesildi. Temel atmak için ilk kazmayı, Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri vurdu. Pâdişâh, yoruluncaya kadar temel kazdı. Böyle bir başlangıçtan yıllar sonra, câmi yapıldı ve açılışını yapmak ve Cumâ hutbesini okumak üzere Azîz Mahmûd Hüdâyî dâvet edildi. Ancak o gün beklenmedik bir şey oldu. Önce bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sonra fırtına ile berâber denizde dalgalar büyüdü, yükseldi ve şiddetlendi. Bu şartlar altında Üsküdar'dan Sarayburnu'na geçmek imkânsızlaşmıştı. Ne var ki Şeyh hazretleri Hünkâra söz vermişti. Bu sebeple Üsküdar iskelesine geldi ve bir kayık kiralayarak içine atladı. O binince sâdık talebeleri durur mu? Hemen onlar da bindiler. Böylece Şeyh hazretleri yanında birkaç talebesiyle birlikte Sarayburnu'na doğru açıldı. Allahü teâlânın izniyle Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin himmeti bereketiyle, kayığın ön, arka ve yanlarından bir kayık mesâfesinde deniz süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu. Bu şekilde herkes korkudan denize çıkamazken, Azîz Mahmûd Hüdâyî kayığıyla selâmetle karşıya geçti. Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola "Hüdâyî yolu" dendi ki, fırtınadan uzak, selâmetle gidilen bir deniz yolu olduğu kabûl edilir.

Bu sırada Ahmed Han da, Fevkânî Kasr-ı Hümâyûnunda telaş ve üzüntü içerisinde Hüdâyî hazretlerini bekliyordu. Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri tam köşkün yanına gelince, müthiş bir gümbürtü koptu. Kulakları sağır edecek bir biçimde patlayan gürültünün ardından düşen yıldırım, Kasr-ı Hümâyûnun bir yanını çökertti. Binâ allak bullak olmuş; ne pâdişâh dışarı çıkabiliyor, ne de bir kimse içeri girip onu kurtarabiliyordu. Ancak Hüdâyî hazretleri telaşlanmadılar. Kimsenin de telaşlanmasına fırsat vermediler. Hemen Kasr-ı Hümâyûnun çöken tarafına asâsını dayayıp binânın yıkılmasına engel oldu. Sonra Pâdişâhı ve yanındakileri tek tek köşkten indirdiler.

Bu sırada dayanak direkleri de getirilmiş ve çöken yana konulmuştu. Köşkteki son kişinin de inmesini müteâkip gerekli tedbirlerin alındığını gören Hüdâyî hazretleri, bastonunu dayadığı yerden çektiler. O anda inanılmaz bir olay oldu. Küçük bir bastonun çektiği yüke direkler dayanamayıp çatır çatır kırıldı ve binâ çöktü.

Bu olayı gören herkes Hüdâyî hazretlerine daha fazla gönülden bağlandı. Artık yağan yağmur ve kopan fırtına kimsenin umurunda değildi. Büyük bir alayla Sultanahmed Câmiine gelindi. Sonra câmi büyük mürşîdin eli ve duâsı ile ibâdete açıldı.

Sultan Ahmed Han, birgün bâzı devlet erkânıyla gezmeye çıkmışlardı. Ormanlık bir yerde istirâhat ederlerken hizmetçiler bir koyun kesip, kızartarak Pâdişâha ikrâm ettiler. Sultan Ahmed Han besmele çekerek elini ete uzattığı an, Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri beliriverdi. Pâdişâha; "Sultânım! Sakın yemeyiniz, o et zehirlidir." buyurdu. Etten bir mikdâr kesip, oradaki bir köpeğe verdiklerinde, köpeğin derhal öldüğü görüldü.

Zamânın pâdişâhı Ahmed Han; vezirlerinden birini azletmiş, mührünü de Üsküdar tarafında oturan bir başka vezire göndermişti. Yolda mührü götüren haberci, bir deniz kazâsına tutulduğu için mührü denize düşürdü. Mührün denize düştüğünü öğrenen Pâdişâh, Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye gidip durumu anlatınca, o da pöstekisinin altına elini uzatıp, suları damlamakta olan mührü Pâdişâha teslim etti.

Sultan Ahmed Han, hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerini ziyârete gitmişti. Bir müddet sohbetten sonra atlarına binerek gezintiye çıktılar. Karacaahmed mezârlığının yanından geçerken, Mahmûd Hüdâyî, Pâdişâha dönerek; "Sultânım! İster misiniz bugün size bir şey göstereyim?" diye sordu. Sultânın, "İsterim!" demesi üzerine, kabristanlığa dönerek; "Kalkınız!" dedi. Bu hitâb karşısında bütün ölüler arpa başağı gibi kabirlerinin içinde dikiliverdiler. Pâdişâh bu hâli gördükten sonra, Mahmûd Hüdâyî; "Dönünüz!" emrini verince, kabir ehli yine eski hâllerine döndüler.

Sultan Ahmed Han, Peygamber efendimizin mübârek Kadem-i şerîfin izi bulunduğu bir taşı Mısır'da Kayıtbay Türbesinden İstanbul'a getirtmiş ve Eyyûb Câmiine koydurmuştu. Sultanahmed Câmii tamamlanınca da Nakş-ı Kadem oradan alınarak buraya nakledildi. Nakil işinin yapıldığı günün gecesinde Sultan Ahmed şöyle bir rüyâ gördü:

Bütün pâdişâhların toplandığı yüce bir dîvanda Peygamber efendimiz kâdılık yapmaktadır. Kayıtbay Türbesini ziyârete vesîle olan "Kadem-i şerîf" resmini kendi câmiine nakleden Sultan Ahmed'den dâvâcıdır. Peygamber efendimiz dâvâcıyı dinledikten sonra, Kadem-i şerîfin alındığı yere geri verilmesi istikâmetinde karar verir. Suçlu mevkıinde oturan Ahmed Han, kan ter içerisinde uyanır ve derhal şeyhi Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerine giderek rüyâsını anlatır. Hüdâyî hazretleri, rüyâyı; "Emânetin derhâl yerine gönderilmesi." şeklinde yorumlar ve Kadem-i şerîf taşı Kayıtbay Türbesine iâde edilir.

Bu hâdise üzerine Sultan Birinci Ahmed, "Kadem-i Saâdet-i Peygamberî" şeklinde bir sorguç yaptırıp, Cumâ, bayram ve diğer resmî günlerde bereketlenmek için hilâfet sarığına takmaya başladı. Ayrıca bir tahta üzerine resmedilen "Kadem-i şerîfin" kenarına da:

N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i resmini dâim Hazret-i Şâh-ı Rusülün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.

kıtasını kendi hattıyla yazıp şeyhi Hüdâyî Efendiye gönderdi. O da bunu dergâhının duvarına astırdı.

Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri bir gün Ahmed Hanı ziyârete gitmişti. Pâdişâh; "Efendim! Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri'nin, kıyâmet günü talebelerine ve pekçok günahkâr mümine şefâat edeceği hakkında rivâyetler var. Bu rivâyetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz? diye suâl eyledi. Azîz Mahmûd Hüdâyî hemen cevap vermedi. Bir müddet murâkabe hâlinde kaldıktan sonra; "Bu söz doğrudur." buyurdu. Sonra Padişâh; "Efendim! Acabâ zât-ı âlinizin bizlere bir vâdiniz ve müjdeniz yok mudur?" diye sorunca, Mahmûd Hüdâyî ellerini kaldırarak: "Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuza katılan, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar. Ömürlerinin sonlarında fakîrlik görmesinler. Îmânlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler." diye duâ eyledi. (Âlimler ve evliyâ bu duânın kabûl olduğunu, bu yola mensup kimselerin hiç denizde boğulmadıklarını ve pekçok kimsenin de vefât günlerine yakın, öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.)

Nitekim Ahmed Han da öleceğini bilip haber verdi. Şânı yüce pâdişâh 1617 senesinde hastalandı. Sırtında bir yara çıkmıştı. Mâbeynci Mustafa, Sultânın vefâtından bir gün önce huzûrunda iken, Ahmed Hanın odada sâhibini göremediği kimselere dört defâ; "Ve aleyküm selâm." dediğini işitti. Sebebini sorduğunda, Sultan Ahmed Han; "Şu anda yanıma hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, hazret-i Ömer, hazret-i Osmân ve hazret-i Ali geldiler. Bana; "Sen dünyâ ve âhiretin sultanlığını kendinde toplamışsın. Yarın Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin yanında olacaksın." buyurdular." cevâbını verdi. Hakîkaten ertesi gün vefât etti. Cenâzesinin yıkanması için hocası Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri dâvet edildi. Ancak o; "Sultânımı çok severdim. Şimdi dayanamam. İhtiyârlığım sebebiyle beni mâzur görün." buyurdu ve talebelerinden Şâban Dede'yi gönderdi.

Kimyâ ilmini öğrenmeye merak eden bir kimse, Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin bu ilimdeki mahâretini, bilgisini öğrenmişti. Bir gün huzûruna çıkarak, kimyâ ilmini öğrenmek istediğini arzetti. O anda Azîz Mahmûd Hüdâyî, dergâhının bahçesinde bir asma ağacının altında istirahat ediyordu. Hiç kimseyi reddetmek âdeti olmadığı için, talebenin bu arzusunu kırmadı. Yeni talebe, bu hususta bir mârifet göstermesi için ısrar edince, Mahmûd Hüdâyî asma ağacından bir yaprak kopardı. Yaprağın üzerine bâzı duâlar okuduktan sonra, talebenin hayret dolu bakışları arasında yaprağın altın olduğu görüldü. Talebe fazla ısrar edince bu hâli üç defâ tekrâr etti. Talebenin maksadı, tekrârlar esnâsında duâyı öğrenmekti. Öğrendiğine kanâat getirince; "Bu iş çok basitmiş, ben de yapabilirim." diyerek asmadan bir yaprak aldı ve üzerine öğrendiklerini okudu. Fakat bir türlü altın olmadı. Sonra; "Efendim! Ben de sizin okuduklarınızın aynısını okuduğum hâlde yaprak altın olmadı. Sebebi nedir acabâ?" diye sordu. Azîz Mahmûd Hüdâyî de; "Evlâdım! Kimyâyı öğrenebilmek için, önce nefsi terbiye etmek icâbeder. Nefsi kimyâ etmeden, bu hallere bu mârifete kavuşulamaz." buyurdu.

Azîz Mahmûd Hüdâyî zamânında İstanbul'da vebâ salgını olmuştu. Öyle ki, her gün yüzlerce insan vebâdan ölüyordu. Her evi üzüntüye boğan bu âfet karşısında halk toplanıp Azîz Mahmûd'a başvurdular. Duâ edip, salgından kurtulabilmeleri için talebde bulundular. Fakat Mahmûd Hüdâyî; "Bu gibi hususlara karışmak bize uygun değildir." buyurduysa da, halk duâ etmesi için ısrâr ettiler. Onların bu ısrârına dayanamayan Azîz Mahmûd hazretleri; "Karacaahmed Mezarlığına gidiniz. Bir servi ağacının altında, sâdece hasırı bulunan yaşlı bir kimse oturur, İsmine Hasırpûş Dede derler. Onu bulunuz ve derdinizi anlatınız. Şâyet red ederse, bizim gönderdiğimizi söyleyiniz." dedi. Herkes sevinç içinde Karacaahmed Mezarlığına gitti. Hasırpûş Dede'yi bulup durumu anlattılar. Hasırpûş Dede önce kabûl etmedi, Mahmûd Hüdâyî'nin gönderdiğini öğrenince derhâl ayağa kalkarak ellerini açtı ve duâ etti. Gelenlere dönerek; "Bugün bir kimsenin daha cenâze namazı kılınsın da, sonra vebâ salgını dursun." dedi. O günden sonra vebâ salgınından ölen olmadı.

Zengin bir kimse, Mahmûd Hüdâyî'nin üstünlüğünü görmek, anlamak için huzûruna gitti. Hiçkimseye göstermeden, Mahmûd Hüdâyî'nin seccâdesinin yanına elindeki altın dolu keseyi bıraktı. Ayrılmak için izin isteyince, Mahmûd Hüdâyî; "Bırakmış olduğunuz altınlar ile, hem dünyâ hem de âhiret mâmur edilebilir. Altın, velîye de deliye de lâzımdır. Onun için bu altınları, hayr yoluna sarfetmek üzere kabûlünde bir mahzur görmüyor, red etmeyi uygun bulmuyorum." deyince, o zengin; "Efendim kalbimde gizlediğim şeyleri aynen ifâde ettiniz." dedi ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye muhabbeti ve hürmeti artmış bir şekilde huzûrdan ayrıldı.

Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri, 1628 (H.1038) senesinde hakîkî âleme göçtü. Vefâtından önce talebeleriyle ve tanıdıklarıyla helâlleşti, vasiyetini yaptı. Son nefeste de Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti. Türbesi Üsküdar'daki dergâhındadır. Âşıkları, onu ziyâret etmekte, feyz ve bereketlerinden istifâde etmektedirler.

Hayatta iken erkek evlatlarının hepsi vefât etmiş bulunan Hüdâyî hazretlerinin zürriyeti kızları vasıtasıyla devâm etmiştir.

Azîz Mahmûd Hüdâyî, insanların Ehl-i sünnet îtikâdında bulunmaları ve ibâdetlerini doğru yapmaları için pekçok eser yazmıştır. Bu eserlerden bâzıları şunlardır:
1) Nefâis-ül-Mecâlis, 2) Tecelliyât, 3) Dîvân-ı İlâhiyât, 4) Habbet-ül-Muhabbe, 5) Necât-ül-Garîk, 6) Tarîkatnâme, 7) Tezâkir-i Hüdâyî, 8) Ahvâl-ün- Nebiyy-il-Muhtâr Aleyhi Salevâtullah-il-Melik-i-Cebbâr, 9) Câmi-ul-Fadâil ve Kâmi-ur-Rezâil, 10) Feth-ul-Bâb ve Ref-ul-Hicâb, 11) El-Feth-ül-İlâhî, 12) Hâşiyet-ül-Kühistânî fî Şerh-il-Fıkh-ı Keydanî, 13) Hayât-ül-Ervâh ve Necât-ül-Eşbâh, 14) Tarîkat-ı Muhammediyye, 15) Vâkıât, 16) Şerhun alel- Kasîdet-il Vitriyye fî Medhi Hayr-il-Beriyye, 17) Mensûr Mevlîd-i Nebî...

DAHA BÜYÜK KERÂMET Mİ OLUR?

Azîz Mahmûd Hüdâyî bir gün, Sultan Ahmed Hanla sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tâzelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Pâdişâh hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmed Hanın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Vâlide Sultan kalbinden; "Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bir kerâmetini görseydim." diye geçirmişti. Bunun üzerine Mahmûd Hüdâyî, Vâlide Sultan'ın gönlünden geçenleri anlayarak; "Hayret! Bâzıları bizim kerâmetimizi görmek isterler, Halîfe-i rûy-i zemîn'in elimize su döküp, muhterem vâlidelerinin havlu hazırlamasından daha büyük kerâmet mi olur?" buyurdu.

SULTANLAR RİKÂBINDA YÜRÜSÜN!

Bir gün Sultan Ahmed Han, mürşîdini ziyâret için Üsküdar'a gelmişti. Çarşıdan geçerken, Hüdâyî hazretlerinin alış-veriş ettiğini gördü. Genç Hünkâr bu esnâda attaydı. Derhal atından indi, hocasının elini öptü ve atına binmesi için ricâ etti. Bir müddet Hüdâyî hazretleri at sırtında önde ve Pâdişâh da yaya olarak ardınca yürüdüler. Kısa bir süre sonra Mahmûd Hüdâyî dünyâyı titreten koca bir pâdişâhın, arkasında yaya yürümesine râzı olmadı ve;

"Sultanım! Sırf hocam Muhammed Üftâde hazretlerinin duâsı ve emri yerine gelsin diye bindim. Çünkü o; "Pâdişâhlar rikâbında yürüsün." diye duâ etmişti." buyurarak atından indi. Ata tekrar Sultan Ahmed Hanı bindirdi.


BİLMİYORUM DEMEK İLMİN YARISIDIR

"Ey oğul! Bir mecliste bulunduğun zaman az konuş. Sana sorulmayan şeye cevap verme. Bir şey sorulursa cevâbını bilmiyorsan, bilmiyorum de. Bilmediğine, bilmem demek ilmin yarısıdır. Eğer cevâbını biliyorsan, kısa cevap ver. Sözü uzatma. Mecliste bulunanlara imtihân için bir şey sorma. Onlarla münâzara ve münâkaşa etme. Kendini beğenerek en başa, yukarıya oturma. Edebe çok riâyet eyle. Edepsizlik her zaman ve her yerde yasak ve sevimsizdir. Her yerin kendine mahsus bir edebi vardır. Arkadaşlarına cömertlik et ve iyi muâmelede bulun. Dünyâ sevgisini gönülden çıkar. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak yolunda senin önüne ve yoluna bir şey engel olursa onu terk eyle.

Ey oğul! Dünyâ ve dünyâ nîmeti hayaldir. Gök kubbesi altında hiçbir şey aynı hal üzere kalmaz, hep değişir. Onun için dünyâ malına, makâmına ve dünyâ hayâtına güvenme. Biz bu dünyâda misâfiriz, yolcuyuz. Sonunda ayrılıp gideceğiz. Sıkıntın varsa üzülme. Bir an sonra ne olacağımız belli değil."

BU KIŞ GÜNÜ ÜZÜM OLUR MU?

Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin yükselmesi bâzı talebelerin kıskançlığına yol açtı. Durumu sezen Üftâde hazretleri, Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin büyüklüğünü göstermek istedi. O sırada mevsim kış idi. Dışarıda kar yağıyor ve fırtına esiyordu. Hazret-i Üftâde talebeleri ile yemek yiyorlardı. Sofraya pilav konulunca Üftâde hazretleri; "Şimdi bağdan taze kopmuş üzüm olsa bu yemekle ne güzel giderdi." dedi. Bu söz üzerine talebeler içlerinden;

"Bu kış günü, bu karda tâze üzüm olur mu?" diye düşünürlerken, Azîz Mahmûd Hüdâyî de kendi kendine; "Mâdem ki bu sözü hocam söyledi, mutlaka bunda bir hikmet vardır." diyerek ayağa kalktı ve; "Efendim! Müsâade ederseniz bendeniz getireyim." deyiverdi. Müsâade edilince, sepeti aldığı gibi Bursa'nın Çekirge mevkıindeki bağa gitti.Bağ karlar altında idi. Bir asma çubuğunun üzerinden karları temizlediğinde, salkım salkım üzümlerin sarktığını gördü. Bunun, hocası Üftâde'nin bir kerâmeti olduğunu anlayıp, üzümleri sepete koymağa başladı. Asmadaki üzümler bittiğinde, sepet de ağzına kadar dolmuş idi. Sepeti omuzuna alarak yola koyuldu. Yolda, hızlı hızlı yürürken, birden ayağı kaydı ve bir çukura düştü. Çukur derin olduğundan, çıkmak için çok uğraştı fakat başaramadı. Çâresiz kalınca hocası Üftâde'den yardım istemek hatırına geldi ve içinden; "İmdât! Yâ mübârek hocam!" der demez, çukurun başından bir ses geldi. "Ey Mahmûd! Uzat elini de yukarı çekeyim." diyordu. Başını kaldırdığında birisinin kendisine gülümsediğini gördü. Elini uzattı. Yukarı çıktığında, bir anda o kimseyi göremez oldu. Yine sepeti omuzuna alarak süratle dergâha doğru gitti. Hocasının huzûruna vardığında sohbet devâm ediyordu. Omuzunda üzüm dolu sepeti gören arkadaşları şaşırıp kaldılar. Üftâde, yardım edenin Hızır aleyhisselâm olduğunu söyledi. Talebeler, hocaları Üftâde'nin, Allahü teâlânın katında yüksek bir velî olduğunu ve Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin hocalarına olan teslîmiyetini bir kere daha anladılar.
 

Ahmed Serdar

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
1 Ocak 2016
Mesajlar
33
Tepkime puanı
0
Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini çok ziyaret edip dua etmişliğim vardır. abdulkadir geylani ilahileri dinlerim sık sık. feyiz alırım.belkide Allah bizi çok seviyorda sevdiklerini bize sevdiriyor. önemli olan yaşanan bu hallerin bizi değiştirmesidir.
 

uslu_çocuk

Katılımcı Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
20 Ocak 2016
Mesajlar
60
Tepkime puanı
2
Eyyub el Ensari hz.'nin 7. göbekten dedesi Peygamber Efendimiz (sav)'i göremediği halde (O'na olan sevgisinden ötürü) Cennet'te O'nun sancağı altında toplanacak. Biz de inşaAllah velilere olan bu muhabbetimizden dolayı onların etrafında toplanırız.
 
Üst Alt