Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
BÖLGELERİMİZ VE ŞEHİRLERİMİZ
Bölgeler ve Şehirler
Akdeniz Bölgesi
Antalya
Elmalı Gelenek ve Görenekleri
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 44890" data-attributes="member: 3"><p><span style="font-size: 12px"><strong>RENKLERİN DİLİ, GEÇMİŞİN SESİ YUVA EL İŞLEMELERİYLE YAŞIYOR</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px">Bir ülkeyi veya bir şehri tanıtırken veya onun özelliklerinden bahsederken bazı belirli simgeler ortaya çıkar. Bu bazen turizm olgusu, bazen ünlü birkaç isim olgusu ve bazen ise geniş bir tarih olgusuyla kendini gösterir.</span></p><p><span style="font-size: 12px">Bu yazımda sizlere buram buram tarih kokan,kültür kokan Anadolu kokan Elmalı'nın Yuva Kasaba'sına gittiğim zaman ki izlenimlerimi anlatacağım. Bu kasabada isterseniz kendinizi çağdaş bir kentte hissedebilirsiniz veya isterseniz o bozulmamış Anadolu kentlerinden birinde yaşadığınızı zannedebilirsiniz. Belki bu durum size tezatlar zinciri gibi gelebilir fakat asla öyle değildir. Çünkü burası gelişen çağa ayak uydururken tarihine de sahip çıkmıştır. Bir çok evin duvarında eski el işlemesi halı ve kilimleri görebilirsiniz. Elbette sadece bu kadar değil çulu, sarı namazlığı, ekmek torbası, kızıl çuvalı, tuz torbası, terki heybesi, iyilik torbası, tarak çulluk, mutav, renk renk işlenmiş nakış örnekleri sizi yıllar öncesine götürür. Tüm bunlar sabrın, göz emeğinin ve insanın iç dünyasının güzelliğinin birer eskimeyen abideleridir. Bütün bunları seyrederken birden kulağınızı bir yanık türkü doldurur. Çünkü kaybolup giden birçok el emeğinden göz nurundan geriye sadece bu türküler kalmıştır.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Yörük yurdudur da bizim yurdumuz</span></p><p><span style="font-size: 12px">Allı yeşildir de bizim ordumuz</span></p><p><span style="font-size: 12px">Bir orduya yeter bizim dördümüz</span></p><p><span style="font-size: 12px">İnce belden aşıp gelir ardımız.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>ANONİM</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px">Şimdi isterseniz Fatma nineye kulak verelim. Bize anlattıklarını dinleyelim. "Bak oğlum, bizler yıllardır bu topraklarda yaşadık ve yaşıyoruz. Bu topraklarla ağladık bu topraklarla güldük,bu topraklarla birlikte güneşin altında kavrulduk,biz ona bir verdik o bize bin verdi. Evdeki kaşığımdan mezarda olacak olan taşıma kadar her şey bu toprakların eseri, elbette ki böyle bir durumda atamızın, dedemizin değerlerine sahip çıkmamak çok üzücü bir durum. Bak tüm bu gördüklerin elimin, gözümün emeği ama şimdi ihtiyarladık. Gözümüz görmez elimiz tutmaz oldu. Bunu kızım için, bunu gelinim için, şunu camiye hayrım olsun diye, şunu da cenazem için dokudum. Hepsinin örneğini ezbere biliyordum. Tüm bunları anam dokudu, ben dokudum. Fakat gel gör ki kızım dokumaz, gelinim dokumaz. Bunun nedenini bana birçok nedenler ortaya atarak anlatıyorlar ama aklım bir türlü ermiyor. bak tezgah bahçede duruyor, boynu bükük kaderini bekliyor. İşte bu tuz torbası, buna dağa giderken,yaylalara giderken azık konur, buda kızıl çuval, gelin evden giderken çeyizini buna koyar. Eskiden bu çuval olmadan gelin gönderilmezdi. Ele neylen çıkacak? Kilimsiz çulsuz gelin olur mu? derlerdi."</span></p><p><span style="font-size: 12px">Buram buram nakışlı iyilik torbası, tarak çulu,terki heybesi bocuklarından mavinin yandığı kızıl çuval hala birçok evin duvarlarını süslemeye devam ediyor.bazılarının arasından Ayşe kızın kara oğlana yaktığı türküler etrafa yayılıyor, bazısında ise anaların hasret türküleri odayı kaplıyor, bazısında ise Emine Ninenin torununa söylediği ninniler hala kulaklarda çınlıyor.</span></p><p><span style="font-size: 12px">Eğer bir yolunuz düşerse Yuva Kasabasına uğrayın hem serin ağaçların altında güzel doğayla tanışın, Balıklar Dağında tarihi izleyin, bir çoban kavalının sesine uyarak türküler söyleyin, elleri tek dostu olan haşır neşir olmaktan çatlayan köylünün elinden çayını için, kültürel yozlaşmanın yaşandığı günümüzde bakarsınız gerçek bir dost edinirsiniz.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px"><strong>KARA HASAN'IN ÖYKÜSÜ</strong></span></p><p><span style="font-size: 12px">Gavur çayının suyu bayağı durulmaya başlamış, kışın bulanık artık görülmüyordu. Mart dokuzu çıkmış, etrafta baharın müjdecileri olan yaban nergisleri ve yaban lalesi hayıtların arasında belirmeye başlamıştı. Dukguklar ötmeye başlamış, leylekler geleli birkaç hafta olmuş, boynuz ağacının ve bacaların üzerinde yerlerini almışlardı...</span></p><p><span style="font-size: 12px">Saz ve toprak örtülü evlerde hafiften bir kıpırdanma başlamıştı. Bu kıpırdanış Eyüpoğlu Hasancanın evinde daha çok göze çarpıyordu Kolay mı bu? Yedi kızın içinde bir tek oğlan Eyüp vardı. Eyüp yayla göçü başlamadan önce develerin havutlarını yenileyerek kırılan hatapları tamir edecek, kamışı değişecek, havutların kamışları değişecek. Hatta hataplara takılacak hatap çanları bile elden geçmeliydi. Çanlar büyüklüklerine göre sıra ile develerin hataplarına takılacaktı. Her yıl hıdrellezden sonra Balçıklı Çukurundan taa Güğü Yaylasına çıkılır, üç direkli karakıl çadırları "ziyaretçi alanı " denilen yere kurulurdu. Başka çadır kurulacak yerlerde vardı ama oralara diğer obalar çadırlarını kuracaklardı. Eyüp oğlan böyle hazırlık içinde iken kızlar boş mu duracaklar? Onlarda yolda ve yaylada giyecekleri giysilerin hazırlığını yapmaktalar... </span></p><p><span style="font-size: 12px">Peştemallarına yeni kolonlar dokumaktalar ellerine yakacakları kınanın tedarikine çalışmaktalar. Ah hıdrellez bir gelse hemen göç başlasa yaz gelende bu hayıtlı çukurda yaşanır mı? Yaz sıcak insanın beynini kaynatır, ağustos böceklerinin sesine dayanılmaz bu çukurda. Hazırlıklar yavaş yavaş ilerlemektedir Balçıklıda Eyüp oğullarından başka Toparoğlu Alicenin evinde de hareket başlamıştır. Ailenin dört oğlu birde kızı vardır. Fatmana dört oğlanın içinde ecedir. Boyu bosu ve belden aşağı uzanan kara saçları ile görenlerin yüreğini hoplatır. FATMANA bu çukurdaki kızların en güzeli ve en çekicisidir. Kaşlar sanki birer sülük gibidirler kara gözlerin üzerinde. Alacalı peştemali giyip, ucu kozalı, gök boncuklu kolonuda beline doladımı, onunla yarışacak yoktur artık,dedik ya FATMANA Balçıklının en güzel kızıdır. Ak kızıdır. Ama onunda yüreğinde ince bir sızı vardır. Sızının sebebi Balçıklının en yakışıklı delikanlısı küçük KARA HASAN dır. Hasan yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı, dürüst bir delikanlıdır. Babasını çok küçük yaşlarda yitirmiş anası Güssünce ile yaşamaktadır. Bütün bu özelliklerine karşılık tek kusuru yoksul olmasıdır. Gönül yoksulluğun farkında mı? Oda Fatmana ya gönlünü kaptırmıştır. Toparoğlu Alicenin yayla hazırlığını gören Hasan'ın günleri kararmaya başlamıştır artık. Çünkü Toparoğlugil yaylaya göçecekler ama Hasan göçmeyecektir.Yoksulluk başa beladır bu çukurda. Arada bir olsa da gördüğü Fatmanayı göremeyecektir bundan sonra göçenlerin yayla dönüşü son güz ayını buluyordu. Bu en az altı ay demekti. O zamana kadar nasıl dayanacaktı HASAN? Anası Güssünceyi tam üç defa Allah'ın emri üzerine istemeye göndermiş fakat Toparoğlu Alice anasını ters yüz etmişti onlara verilecek kızlarının olmadığını, nasiplerini başka yerde aramalarını söylemişti. Kara Hasan ne yapsın? Gönül ferman dinlemiyordu. Nasıl olsa güzün yayladan döneceklerdi. O zaman Fatmana ile anlaşır, onu kaçırırdı,gönlünü böyle avuttu Hasan. Günler ne çabuk geçiyor, yaylaya sürüler önden gider,bir hafta ongün önce yola çıkan koyun ve keçi sürüleri, arkadan gelen yayla göçü ile ancak beraber varabilirlerdi yaylalara.. Hasan'ın korktuğu günler geldi. Birgün erkenden koyun ve keçi sürülerinin, çobanların önünde yola çıktıklarını gördü, biliyordu ki on gün sonra esas yayla göçü başlayacaktı.</span></p><p><span style="font-size: 12px">Obanın delikanlıları ve genç kızları en iyi giysilerini giymeye başlamışlardı bile. Kızlar ellerine kınalarını yakmışlar, gök boncuklu küpelerini takmışlardı. Hasan Fatmana'yı bir daha görebilecek miydi? Tülüce tepesine çıkıp Bozyaka ya doğru bakıyor, Fatmanayı uzaktan da olsa bir defacık görmek istiyordu. Ama ne gezer Fatmana sır olmuştu sanki... </span></p><p><span style="font-size: 12px">Hasan'ın geceleri gözlerine uyku girmez olmuştu. Bir gece sabaha karşı gökyüzünü yıldızların en şavklısı sabah yıldızını seyrederken yüreği hop ediverdi : Eyüpoğlu Hasancanın göçü yola koyulmuştu. Bunu Hasancanın devlerindeki hatap çanlarını gümbürtüsünden anlamıştı. Göç yola koyulmuştu...</span></p><p><span style="font-size: 12px">Biraz sonra Bozyakanın bitişiğinden Toparoğlu Alicenin de göçü hareket etti. Onlarında develerinin hatap çanları gümbürdemeye başlamıştı. Bu çan gümbürtüleri arasında delikanlıların havaya boşalttıkları silah sesleri, Hasan'ın kulak zarlarını yırtacaktı sanki...</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kara Hasan hayıtlı çukurda kalmıştı ama yüreği göçlerle birlikte yaylaya gitmişti. Eh günler tez geçer, son güz ayları çabuk gelir. Fatmana yaylada kalacak değil ya nasıl olsa gelecekti... Hasan kendisini bu şekilde teselliye çalıştı. Son güz ayları çabuk geldi. Sarı sıcaklı Ağustos böceği sesli günler geride kaldı...Yayladaki obalar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı...</span></p><p><span style="font-size: 12px">İlkönce Eyüpoğlu Hasancanın obası geldi, yine o gümbürtülü çan sesleri ile... Onu obaların diğerleri takip etti ama Toparoğlu Alicenin obasından ses çıkmıyordu... Nerede kalmıştı oba? Diğer obalar arasında Toparoğlu Alicenin obasının birkaç gün gecikmeyle geleceği söyleniyordu... Niçin gecikmişti Alicenin göçü? Kara Hasan bir türlü akıl erdiremiyordu uzatmayalım. Toparoğlu Alicenin obasıda geldi. Geldi ama FATMANASIZ... Fatmana yaylada amansız bir hastalığa (ince hastalığa) yenik düşmüştü...</span></p><p><span style="font-size: 12px">Kara Hasan bu acı haberi alınca gözleri karardı, beyni zonkladı taş kesilmişti sanki Dona kaldı... Dalgın gözlerle boşluğa bakarken, dudaklarından şu dizeler dökülüverdi:</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Yayla yollarında meler bir kuzu,aman aman</span></p><p><span style="font-size: 12px">Seyil (sahil) evlerinde ara bul bizi.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Yayla yollarını yokuş dediler aman aman,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ak kızın koluna yapış dediler...</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Yayla yollarında kaldım yalnız aman aman,</span></p><p><span style="font-size: 12px">Eşe dosta malüm oldu halımız.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye</span></p><p><span style="font-size: 12px">Ünnedim Güssün diye, koyunu gütsün diye.</span></p><p><span style="font-size: 12px"></span></p><p><span style="font-size: 12px">İşte o günden bu güne kadar kaç bahar kaç yaz geldi geçti bilmiyoruz. Kim bilir kaç Kara Hasan,kaç Fatmana gelip geçmiştir? Bildiğimiz tek şey, türkülerimizin tazeliğini her zaman koruduğu, bulunduğu yöreden dışarılara taşarak, halkın malı olduğudur.</span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 44890, member: 3"] [SIZE=3][B]RENKLERİN DİLİ, GEÇMİŞİN SESİ YUVA EL İŞLEMELERİYLE YAŞIYOR[/B] Bir ülkeyi veya bir şehri tanıtırken veya onun özelliklerinden bahsederken bazı belirli simgeler ortaya çıkar. Bu bazen turizm olgusu, bazen ünlü birkaç isim olgusu ve bazen ise geniş bir tarih olgusuyla kendini gösterir. Bu yazımda sizlere buram buram tarih kokan,kültür kokan Anadolu kokan Elmalı'nın Yuva Kasaba'sına gittiğim zaman ki izlenimlerimi anlatacağım. Bu kasabada isterseniz kendinizi çağdaş bir kentte hissedebilirsiniz veya isterseniz o bozulmamış Anadolu kentlerinden birinde yaşadığınızı zannedebilirsiniz. Belki bu durum size tezatlar zinciri gibi gelebilir fakat asla öyle değildir. Çünkü burası gelişen çağa ayak uydururken tarihine de sahip çıkmıştır. Bir çok evin duvarında eski el işlemesi halı ve kilimleri görebilirsiniz. Elbette sadece bu kadar değil çulu, sarı namazlığı, ekmek torbası, kızıl çuvalı, tuz torbası, terki heybesi, iyilik torbası, tarak çulluk, mutav, renk renk işlenmiş nakış örnekleri sizi yıllar öncesine götürür. Tüm bunlar sabrın, göz emeğinin ve insanın iç dünyasının güzelliğinin birer eskimeyen abideleridir. Bütün bunları seyrederken birden kulağınızı bir yanık türkü doldurur. Çünkü kaybolup giden birçok el emeğinden göz nurundan geriye sadece bu türküler kalmıştır. Yörük yurdudur da bizim yurdumuz Allı yeşildir de bizim ordumuz Bir orduya yeter bizim dördümüz İnce belden aşıp gelir ardımız. [B]ANONİM[/B] Şimdi isterseniz Fatma nineye kulak verelim. Bize anlattıklarını dinleyelim. "Bak oğlum, bizler yıllardır bu topraklarda yaşadık ve yaşıyoruz. Bu topraklarla ağladık bu topraklarla güldük,bu topraklarla birlikte güneşin altında kavrulduk,biz ona bir verdik o bize bin verdi. Evdeki kaşığımdan mezarda olacak olan taşıma kadar her şey bu toprakların eseri, elbette ki böyle bir durumda atamızın, dedemizin değerlerine sahip çıkmamak çok üzücü bir durum. Bak tüm bu gördüklerin elimin, gözümün emeği ama şimdi ihtiyarladık. Gözümüz görmez elimiz tutmaz oldu. Bunu kızım için, bunu gelinim için, şunu camiye hayrım olsun diye, şunu da cenazem için dokudum. Hepsinin örneğini ezbere biliyordum. Tüm bunları anam dokudu, ben dokudum. Fakat gel gör ki kızım dokumaz, gelinim dokumaz. Bunun nedenini bana birçok nedenler ortaya atarak anlatıyorlar ama aklım bir türlü ermiyor. bak tezgah bahçede duruyor, boynu bükük kaderini bekliyor. İşte bu tuz torbası, buna dağa giderken,yaylalara giderken azık konur, buda kızıl çuval, gelin evden giderken çeyizini buna koyar. Eskiden bu çuval olmadan gelin gönderilmezdi. Ele neylen çıkacak? Kilimsiz çulsuz gelin olur mu? derlerdi." Buram buram nakışlı iyilik torbası, tarak çulu,terki heybesi bocuklarından mavinin yandığı kızıl çuval hala birçok evin duvarlarını süslemeye devam ediyor.bazılarının arasından Ayşe kızın kara oğlana yaktığı türküler etrafa yayılıyor, bazısında ise anaların hasret türküleri odayı kaplıyor, bazısında ise Emine Ninenin torununa söylediği ninniler hala kulaklarda çınlıyor. Eğer bir yolunuz düşerse Yuva Kasabasına uğrayın hem serin ağaçların altında güzel doğayla tanışın, Balıklar Dağında tarihi izleyin, bir çoban kavalının sesine uyarak türküler söyleyin, elleri tek dostu olan haşır neşir olmaktan çatlayan köylünün elinden çayını için, kültürel yozlaşmanın yaşandığı günümüzde bakarsınız gerçek bir dost edinirsiniz. [B]KARA HASAN'IN ÖYKÜSÜ[/B] Gavur çayının suyu bayağı durulmaya başlamış, kışın bulanık artık görülmüyordu. Mart dokuzu çıkmış, etrafta baharın müjdecileri olan yaban nergisleri ve yaban lalesi hayıtların arasında belirmeye başlamıştı. Dukguklar ötmeye başlamış, leylekler geleli birkaç hafta olmuş, boynuz ağacının ve bacaların üzerinde yerlerini almışlardı... Saz ve toprak örtülü evlerde hafiften bir kıpırdanma başlamıştı. Bu kıpırdanış Eyüpoğlu Hasancanın evinde daha çok göze çarpıyordu Kolay mı bu? Yedi kızın içinde bir tek oğlan Eyüp vardı. Eyüp yayla göçü başlamadan önce develerin havutlarını yenileyerek kırılan hatapları tamir edecek, kamışı değişecek, havutların kamışları değişecek. Hatta hataplara takılacak hatap çanları bile elden geçmeliydi. Çanlar büyüklüklerine göre sıra ile develerin hataplarına takılacaktı. Her yıl hıdrellezden sonra Balçıklı Çukurundan taa Güğü Yaylasına çıkılır, üç direkli karakıl çadırları "ziyaretçi alanı " denilen yere kurulurdu. Başka çadır kurulacak yerlerde vardı ama oralara diğer obalar çadırlarını kuracaklardı. Eyüp oğlan böyle hazırlık içinde iken kızlar boş mu duracaklar? Onlarda yolda ve yaylada giyecekleri giysilerin hazırlığını yapmaktalar... Peştemallarına yeni kolonlar dokumaktalar ellerine yakacakları kınanın tedarikine çalışmaktalar. Ah hıdrellez bir gelse hemen göç başlasa yaz gelende bu hayıtlı çukurda yaşanır mı? Yaz sıcak insanın beynini kaynatır, ağustos böceklerinin sesine dayanılmaz bu çukurda. Hazırlıklar yavaş yavaş ilerlemektedir Balçıklıda Eyüp oğullarından başka Toparoğlu Alicenin evinde de hareket başlamıştır. Ailenin dört oğlu birde kızı vardır. Fatmana dört oğlanın içinde ecedir. Boyu bosu ve belden aşağı uzanan kara saçları ile görenlerin yüreğini hoplatır. FATMANA bu çukurdaki kızların en güzeli ve en çekicisidir. Kaşlar sanki birer sülük gibidirler kara gözlerin üzerinde. Alacalı peştemali giyip, ucu kozalı, gök boncuklu kolonuda beline doladımı, onunla yarışacak yoktur artık,dedik ya FATMANA Balçıklının en güzel kızıdır. Ak kızıdır. Ama onunda yüreğinde ince bir sızı vardır. Sızının sebebi Balçıklının en yakışıklı delikanlısı küçük KARA HASAN dır. Hasan yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı, dürüst bir delikanlıdır. Babasını çok küçük yaşlarda yitirmiş anası Güssünce ile yaşamaktadır. Bütün bu özelliklerine karşılık tek kusuru yoksul olmasıdır. Gönül yoksulluğun farkında mı? Oda Fatmana ya gönlünü kaptırmıştır. Toparoğlu Alicenin yayla hazırlığını gören Hasan'ın günleri kararmaya başlamıştır artık. Çünkü Toparoğlugil yaylaya göçecekler ama Hasan göçmeyecektir.Yoksulluk başa beladır bu çukurda. Arada bir olsa da gördüğü Fatmanayı göremeyecektir bundan sonra göçenlerin yayla dönüşü son güz ayını buluyordu. Bu en az altı ay demekti. O zamana kadar nasıl dayanacaktı HASAN? Anası Güssünceyi tam üç defa Allah'ın emri üzerine istemeye göndermiş fakat Toparoğlu Alice anasını ters yüz etmişti onlara verilecek kızlarının olmadığını, nasiplerini başka yerde aramalarını söylemişti. Kara Hasan ne yapsın? Gönül ferman dinlemiyordu. Nasıl olsa güzün yayladan döneceklerdi. O zaman Fatmana ile anlaşır, onu kaçırırdı,gönlünü böyle avuttu Hasan. Günler ne çabuk geçiyor, yaylaya sürüler önden gider,bir hafta ongün önce yola çıkan koyun ve keçi sürüleri, arkadan gelen yayla göçü ile ancak beraber varabilirlerdi yaylalara.. Hasan'ın korktuğu günler geldi. Birgün erkenden koyun ve keçi sürülerinin, çobanların önünde yola çıktıklarını gördü, biliyordu ki on gün sonra esas yayla göçü başlayacaktı. Obanın delikanlıları ve genç kızları en iyi giysilerini giymeye başlamışlardı bile. Kızlar ellerine kınalarını yakmışlar, gök boncuklu küpelerini takmışlardı. Hasan Fatmana'yı bir daha görebilecek miydi? Tülüce tepesine çıkıp Bozyaka ya doğru bakıyor, Fatmanayı uzaktan da olsa bir defacık görmek istiyordu. Ama ne gezer Fatmana sır olmuştu sanki... Hasan'ın geceleri gözlerine uyku girmez olmuştu. Bir gece sabaha karşı gökyüzünü yıldızların en şavklısı sabah yıldızını seyrederken yüreği hop ediverdi : Eyüpoğlu Hasancanın göçü yola koyulmuştu. Bunu Hasancanın devlerindeki hatap çanlarını gümbürtüsünden anlamıştı. Göç yola koyulmuştu... Biraz sonra Bozyakanın bitişiğinden Toparoğlu Alicenin de göçü hareket etti. Onlarında develerinin hatap çanları gümbürdemeye başlamıştı. Bu çan gümbürtüleri arasında delikanlıların havaya boşalttıkları silah sesleri, Hasan'ın kulak zarlarını yırtacaktı sanki... Kara Hasan hayıtlı çukurda kalmıştı ama yüreği göçlerle birlikte yaylaya gitmişti. Eh günler tez geçer, son güz ayları çabuk gelir. Fatmana yaylada kalacak değil ya nasıl olsa gelecekti... Hasan kendisini bu şekilde teselliye çalıştı. Son güz ayları çabuk geldi. Sarı sıcaklı Ağustos böceği sesli günler geride kaldı...Yayladaki obalar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı... İlkönce Eyüpoğlu Hasancanın obası geldi, yine o gümbürtülü çan sesleri ile... Onu obaların diğerleri takip etti ama Toparoğlu Alicenin obasından ses çıkmıyordu... Nerede kalmıştı oba? Diğer obalar arasında Toparoğlu Alicenin obasının birkaç gün gecikmeyle geleceği söyleniyordu... Niçin gecikmişti Alicenin göçü? Kara Hasan bir türlü akıl erdiremiyordu uzatmayalım. Toparoğlu Alicenin obasıda geldi. Geldi ama FATMANASIZ... Fatmana yaylada amansız bir hastalığa (ince hastalığa) yenik düşmüştü... Kara Hasan bu acı haberi alınca gözleri karardı, beyni zonkladı taş kesilmişti sanki Dona kaldı... Dalgın gözlerle boşluğa bakarken, dudaklarından şu dizeler dökülüverdi: Yayla yollarında meler bir kuzu,aman aman Seyil (sahil) evlerinde ara bul bizi. Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye. Yayla yollarını yokuş dediler aman aman, Ak kızın koluna yapış dediler... Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye Ünnedim Ayşe diye, odayı döşe diye. Yayla yollarında kaldım yalnız aman aman, Eşe dosta malüm oldu halımız. Ünnedim Fatma diye, yalnız yatma diye Ünnedim Güssün diye, koyunu gütsün diye. İşte o günden bu güne kadar kaç bahar kaç yaz geldi geçti bilmiyoruz. Kim bilir kaç Kara Hasan,kaç Fatmana gelip geçmiştir? Bildiğimiz tek şey, türkülerimizin tazeliğini her zaman koruduğu, bulunduğu yöreden dışarılara taşarak, halkın malı olduğudur.[/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
BÖLGELERİMİZ VE ŞEHİRLERİMİZ
Bölgeler ve Şehirler
Akdeniz Bölgesi
Antalya
Elmalı Gelenek ve Görenekleri
Üst
Alt