Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Kim Kimdir?
Abdullah-i Ensârî
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Elifgül" data-source="post: 20662" data-attributes="member: 1043"><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="color: indigo"><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">ABDULLAH-I ENSÂRÎ</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden. İsmi Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir. Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî'ye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. 1005 (H.396)te Herat'ta doğdu. 1088 (H.481) senesinde Herat'ta vefât etti. Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir. Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti. Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi. Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir. Şöyle ki:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi. Bir gün ziyâretine gitti. Hocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti. Ebû Âsım'ın hanımı ihtiyar idi. Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim öğrenirdi. Bu hâtun diyor ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu. Böyle sormak onun âdetidir. Bildiği hâlde yine sorar. Ben; </span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Filân kimsedir." dedim. Buyurdu ki: </span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Doğudan batıya kadar herkes onun adını duyar. Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur. Şimdi on yedi yaşındadır. Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez. Zamanında ondan büyük kimse olmaz. Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti. Kendini tamâmen ilme verdi. Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerîf yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara katlandı.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdi.Bir defâsında Nişâbûr'dan Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Koynunda hadîs-i şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı. Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü. </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi. Hiç biri bid'at sâhibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi. Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrenip kemâle erdi.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları, yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti. Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı. Dünyâya düşkünlük göstermedi.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi. Kerâmetleri pek çoktur. Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin, evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi. Bu yolda ilerleten vâsıtaların, onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi. O büyüklere dil uzatanların zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın." buyurmuştur.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Şöyle anlatmıştır:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bir zaman bir arkadaş ile Basra'ya gittim. Altı gün geçtiği hâlde, hiç bir şey yemedik. Yedinci gün bir kimse gelip bize birer altın hediyye etti. Ben de o altını arkadaşıma verdim. Gidip yiyecek bir şeyler getirdi. Berâberce yedik. Sonra yolumuza devâm ettik. Deniz kıyısına geldik. Kalan bir altını gemiciye verip gemiye bindik. Gemide, köşede kendi hâlinde oturan biri vardı. Namaz vakitlerinde kalkar, namazdan sonra tekrar kendi hâlinde oturmaya devâm ederdi. Kendisine yaklaşıp, bir ihtiyâcı olursa yardımcı olabileceğimizi söyledik. "Olduğu zaman söylerim." dedi. Bir gün bize; "Ben, yarın öğle namazından sonra vefât edeceğim. Gemiciye, sizi sâhile çıkarmasını söyleyiniz. Elbiselerimden bir şey isterse veriniz. Dışarı çıktığınız zaman bir ağaçlık görürsünüz. Orada, büyük bir ağacın altında, benim kefenlenme ve defin işlerim için herşeyi hazırlanmış bulursunuz. İşlerimi tamamlayıp, beni oraya defnediniz. Benim bu yamalı elbisemi de kaybetmeyiniz. Hille'ye gittiğiniz zaman, zarîf bir genç, sizden bu yamalı elbiseyi ister. Ona veriniz." dedi. </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Hakîkaten de ertesi günü öğle namazından sonra vefât etti. Bundan sonra biz dediklerini aynen yaptık. Her şey tam anlattığı gibi oluyordu. Hille'ye vardığımızda, târif ettiği genç karşımıza çıkıp; "Emâneti veriniz." dedi. Biz, yanımızdaki emâneti kendisine teslim ettik ve; "Allah rızâsı için bize izâh eder misin? O zât kimdi? Sen kimsin? Bu olanlar nedir?" dedik.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"O bir derviş idi. Mirâs bırakacak bir malı vardı. Kendisine bir vâris taleb etti. Beni gösterdiler. Siz, bir mikdâr bekleyin. Ben hemen geliyorum." dedi. Gidip biraz sonra geldi. Kendi elbiselerini çıkarmış bizim getirdiğimiz elbiseleri giymiş idi. Kendi elbiselerini bize verip; "Bunlar sizindir." dedi ve gitti.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî hazretleri buyurdu ki:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur. Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur. Hâline bakıp gafletten uyanır. Tövbe ve istigfâr eder. Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; "O bizi affeder." diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz. Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin. O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın. Tâatini beğenmek şirktir. Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli. Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp. Beyt:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bir amel ki kalbine hoş gelir.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bir günâhtır ki özrü müşkildir.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Üç kısım ilim vardır ki, bunlar tövbe, tevekkül ve hakîkat ilimleridir. Tövbe ilmi ki, bu ilmi seçilmişler, büyük zâtlar ve avâm, diğer insanlar kabûl ettiler. Tevekkül ilmini, seçilmişler kabûl etti, ama avâm kabûl etmedi. Hakîkat ilmini ise, insanların ilim, akıl ve anlayış seviyelerinin üstünde olduğu için, çok kimse anlıyamadı."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar. Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir. Seni O'ndan başka bir şey ile meşgûl eden her şey de fitnedir. Bu kısa ömrü, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O'ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhiretini harâb etmiş olur. Bu ise, akıl sâhiblerinin yapacağı şey değildir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Sıdk ve muhabbetin alâmeti ahde vefâdır."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgûl ediniz."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Hak teâlâya yakın olmayı istememek ve düşünmemek cinâyettir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Mürşid-i kâmilin, yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir. Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalıdır. Arafat dâimâ olur, fakat onlar dâimâ bulunmaz. Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Evliyâdan bir grup ile bir yerde oturuyorlardı. Herkes, O'nu dinliyordu. Birden semânın kapıları açıldı. Elinde ibrik ve leğen ile bir melek geldi. Melek, ibrik ve leğen ile herkesin önüne geliyor, orada bulunanlar ellerini yıkıyordu. Rüyâyı gören kimse en sonda bulunuyordu. Sıra ona gelince; "Leğeni kaldırın. O, bu tâifeden değildir." dediler. Melek de leğeni alıp götürdü. O kimse, Peygamber efendimize dönerek; "Yâ Resûlallah! Ben bunlardan değilim ama, biliyorsunuz ki, sizi ve bunları çok seven birisiyim." dedi. Peygamber efendimiz; "Bunlara muhabbet eden bunlardandır." buyurdu. Bunun üzerine melek, leğenle ibriği getirdi, o kimse de elini yıkadı. Peygamber efendimiz o kimseye dönüp tebessüm ettiler ve; "Bize muhabbet ettikçe bizimlesin." buyurdular. O kimse bu rüyâdan sonra bu yolun büyüklerinden biri oldu."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Tasavvuf ehli arasında;"Benim elbisem, benim ayakkabım." demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müstesnâ."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; "Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak mü'minin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur." der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemâldir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgûl olmasıdır."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Ümitsizlik, küfür içinde bir kapıdır. Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Ârif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak, vücûdunu da, insanların rahmet-i ilâhiyyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Bir zaman Hire'ye askerler geldi. Askerlerden birisi, köylünün birinden atları için saman aldı. Ücretini tam olarak ödedi. Köylünün ihtiyar bir babası vardı. O asker ile dost oldu. İhtiyar köylü, dostu olan askere dedi ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bugün, hacılar hac etmektedir. Keşke biz de orada olsaydık. </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Asker: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">-İster misin? Seni oraya eriştireyim. Ama kimseye söylememek şartı ile, dedi. </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">-Söylemem.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Asker, Allahü teâlânın izni ile bir anda ihtiyarı Arafât'a ulaştırdı. Hac edip, lüzumlu vazifeleri yaptıktan sonra, yine bir anda geri döndüler. İhtiyar, askere dedi ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">-Senin gibi bir hâlde bulunan kimsenin, askerlerin arasında durmasına hayret ediyorum. Bu nasıl oluyor?</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">-Eğer benim gibi bir kimse bunların içinde olmasa idi, senin gibi bir ihtiyar veya zayıf, muhtaç bir dede gelip derdini dökse kim bakardı? Kim alâkadar olurdu? Kim dostluk elini uzatırdı? İşte ben, birçok faydaları düşünerek bunlar arasında bulunuyorum. Sakın sırrımı kimseye söyleme.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">-Peki, diyen ihtiyar, işin içinde önce farkedemediği nice hikmet ve faydaların bulunduğunu anlayıp, teşekkür etti ve ayrıldılar."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Sana iyilik eden kimsenin esiri olursun. Ona karşı boynun bükük olur. Kendisine iyilik ettiğin kimseye karşı ise, tam tersi olur. Onun için, dâima herkese iyilik etmeli, faydalı olmaya çalışmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; "Veren el, alan elden üstündür." buyrulmuştur."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Ebü'l-Hüseyin isminde birisi, bir gün hocam Husrî'yi incitmişti. O andan beri kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmesinin meâlen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın." kısmını şöyle tefsîr etmektedir: "Âyet-i kerîmede geçen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın."dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devâm etmektir. Âyet-i kerîmede geçen i'tisâmın, sarılmanın üç derecesi vardır.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî'nin Menâzil-üs-Sâyirîn kitâbında, hazret-i Ömer'in bildirdiği hadîs-i şerîfte; "İhsân nedir?" suâline cevâben Peygamber efendimiz buyurdu ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"İhsân, Allahü teâlâya, görür gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor." </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bu hadîs-i şerîf, pekçok hakîkati içerisine almaktadır.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Yine buyurdu ki:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Bâzı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl netîceleneceğini firâsetle söyler. Bu hâdisenin netîcesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bâzı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda bâzan olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur. İşte bu iki hâlin birinci olanı, yâni firâseti devamlı olanı makbûldür. Firâseti devamlı olanlara "Velâyet ehli" denir. Bu işler, "Abdal", "Ebrar" ve "Zühhâd"da olur. Firâseti ve müşâhedesi bâzan olanlar da "Muhakkik"lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bâzan kapalı, bâzan açık olur. Eğer şaka ile söyleseler; Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder.Onlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî buyurdu ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Firâset iki türlüdür: Birincisi, mârifet sâhiplerinin firâseti olup, talebenin istidâdını keşf etmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın maârifine, doğru, ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlıyamaz diyerek, evliyânın firâsetine, Zât-ı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru ilim ve maârifinden mahrûm kalıyorlar. Allahü teâlânın, o büyükleri, câhillerin gözünden saklayıp, kendine mahsûs kıldığını bilmiyorlar. O, evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir. Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı".</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî hazretleri yine buyurdular ki:</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Âhirette her incinin bir sedefi vardır. Her şeyin kendi hâline göre bir şerefi, değeri vardır. İnsanoğlu da kendisinde ilim bulunan bir sedeftir. Onun şerefi de ilim iledir. İlmi olmayan kimse, câhillik içinde kalır, muhabbet kadehini içemez, vilâyet libâsını giyemez. Allahü teâlâ câhili kendine dost edinmez."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer. Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir. Âlemlere rahmet olan Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Geceleyin Allahü teâlânın korkusundan ağlayan göze ateş dokunmaz." Bir kimse, 40 gün Allah için ihlâsla sabahlasa, hikmet pınarları zâhir olup, kalbinden lisânına akar. Peygamber efendimiz; "Mü'min, gece çok ağlar, gündüz çok tebessüm eder." buyurdu."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Her denizin kenarı, sonu, her günün gecesi vardır. Peşinden gece gelmiyecek gün, kıyâmet günüdür. Ucu bucağı bulunmayan deniz, Allahü teâlânın rahmet deryâsıdır."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır. Mü'minlerin günahlarının keffâreti tövbedir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Şükür; nîmeti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür. Bu mânâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî hazretlerinin yazdığı kıymetli kitaplardan bâzıları şunlardır: 1) Menâzil-üs-Sâyirîn, 2) Şems-ül-Mecâlis, 3) Envâr-üt-Tahkîk, 4) Tefsîr-ül-Kur'ân, 5) Hülâsa fî Şerh-i Hadîs, 6) Şerh-üt-Taarruf li-Mezheb-it-Tasavvuf, 7) Menâkıb-ı İmâm-ı Ahmed bin Hanbel.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">PARMAĞINI ISIRDI!</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî, talebelik yıllarını şöyle anlatır: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Kışın cübbem yoktu. Hava da çok soğuk idi. Evimde ancak üzerinde yatabileceğim kadar bir hasırım vardı. Üzerimi de bir keçe parçası ile örtüyordum. Keçeyi başıma doğru çeksem ayağım, ayağıma doğru çeksem başım açık kalırdı. Yastık olarak da bir kerpiç kullanırdım. Bir de, meclislerde giydiğim elbiseyi asacak bir çivi vardı. Bir gün, büyük zâtlardan birisi bize geldi ve hâlimi gördü. Parmağını ısırıp ağlamaya başladı. Bir müddet sonra, başından sarığını çıkarıp önüme koydu. "Buna benden çok sen lâyıksın." demek istedi."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">BİRŞEY İSTEYEMEZDİM</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Abdullah-ı Ensârî anlatır: </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Maddî gücüm olmadığı için, talebelerime bir şey alamazdım. Kimseden de bir şey isteyemezdim. Bu sebepten gönlümde bir elem vardı. Bir kimse, hazret-i Danyal aleyhisselâmı rüyâsında görmüş. Ona; "Falan dükkânı Abdullah'a ver ki, kazancını talebelerine dağıtsın." buyurmuş. O kimse de bunu kabûl etmiş. O şahıs, bu rüyâdan sonra dükkânın kazancını, talebelere dağıtmak üzere bana verdi."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">"Şu iki kimseden daha büyük bir âlim görüp işitmedim. Onlar; Harkan'da Ebü'l-Hasan-ı Harkânî ve Herat'ta Abdullah et-Tâkî'dir. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin talebeleri bana; "Otuz senedir hocamızın sohbetiyle şerefleniriz. Sana gösterdiği alâka ve muhabbet gibi kimseye göstermedi. Sana ihsân ettiği gibi, başkasına böyle ihsân ettiğini görmedik." dediler. </span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Bir gün, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerine; "Efendim, bir şey sormak istiyorum." dedim. O da; "Sor, ey benim çok sevdiğim Abdullah!" dedi. Beş suâl sordum. İkisini lisân-ı hâl ile, yaşayarak, üçünü de lisân-ı kâl ile, söyleyerek cevaplandırdı. İki elimi dizinin üzerinde tutmuş idi. Bu hâl beni çok etkiledi. Öyle çok ağladım ki, gözlerimden devamlı gözyaşı akıyordu. Tasavvufu Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrendim.</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">Birincisi; normal insanların sarılması ki, Allahü teâlâdan gelen emir ve yasaklara sarılıp, devâm etmektir. Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâatı, yakîn elde etmek içindir. Bu, Allah'ın ipine (Kur'ân-ı kerîme) sarılmaktır. İkincisi; seçilmişlerin sarılması olup, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allah'tan başka her şeyden kesilmek, O'na, O'nun emirlerine teslim olmaktır. Bu da urvet-ül-vüskâdır. Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin sarılması ki, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O'nun yakınlığı ile meşgûl olmak nîmetine kavuşmak içindir. Buna da i'tisâm-ı billah denir."</span></span></strong></span></p><p> <span style="font-size: 15px"></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">1) Tabakât-ı Hanâbile; c.2, s.247</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s.133</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">3) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.365</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">4) Tezkiret-ül-Huffâz; c.3, s.1183</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">5) Esmâ-ül-Müellifin; c.1, s.452</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">7) El-A'lâm; c.4, s.122</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">8) Tabakât-ül-Müfessirîn (Süyûtî); s.15</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">9) Tabakât-ı Hanâbile Zeyli; c.1, s.50</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.977</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">11) Esâb-ı Kirâm; s.305</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">12) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.19</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">13) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; c.2, mk.92</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">14) Kıyâmet ve Âhiret; s.201</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">15) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.4, s.306</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: indigo">16) Sefînet-ül-Evliyâ; s.169</span></span></strong></span></p><p><span style="font-size: 15px"><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: #4b0082">Alıntı..</span></span></strong></span></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Elifgül, post: 20662, member: 1043"] [SIZE=4][B][COLOR=indigo][FONT=Comic Sans MS]ABDULLAH-I ENSÂRÎ[/FONT][/COLOR][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden. İsmi Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir. Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî'ye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. 1005 (H.396)te Herat'ta doğdu. 1088 (H.481) senesinde Herat'ta vefât etti. Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir. Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı. Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti. Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi. Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi. Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi. Gece-gündüz ilimle uğraştı. Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir. Şöyle ki:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi. Bir gün ziyâretine gitti. Hocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti. Ebû Âsım'ın hanımı ihtiyar idi. Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim öğrenirdi. Bu hâtun diyor ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu. Böyle sormak onun âdetidir. Bildiği hâlde yine sorar. Ben; [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Filân kimsedir." dedim. Buyurdu ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Doğudan batıya kadar herkes onun adını duyar. Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur. Şimdi on yedi yaşındadır. Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez. Zamanında ondan büyük kimse olmaz. Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti. Kendini tamâmen ilme verdi. Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerîf yazardı. Yemek yemeğe vakit bulamazdı. Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi. Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti. Çok sıkıntılara katlandı.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdi.Bir defâsında Nişâbûr'dan Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı. Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu. Koynunda hadîs-i şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı. Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü. [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi. Hiç biri bid'at sâhibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi. Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrenip kemâle erdi.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları, yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti. Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı. Dünyâya düşkünlük göstermedi.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi. Kerâmetleri pek çoktur. Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin, evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi. Bu yolda ilerleten vâsıtaların, onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi. O büyüklere dil uzatanların zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın." buyurmuştur.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Şöyle anlatmıştır:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bir zaman bir arkadaş ile Basra'ya gittim. Altı gün geçtiği hâlde, hiç bir şey yemedik. Yedinci gün bir kimse gelip bize birer altın hediyye etti. Ben de o altını arkadaşıma verdim. Gidip yiyecek bir şeyler getirdi. Berâberce yedik. Sonra yolumuza devâm ettik. Deniz kıyısına geldik. Kalan bir altını gemiciye verip gemiye bindik. Gemide, köşede kendi hâlinde oturan biri vardı. Namaz vakitlerinde kalkar, namazdan sonra tekrar kendi hâlinde oturmaya devâm ederdi. Kendisine yaklaşıp, bir ihtiyâcı olursa yardımcı olabileceğimizi söyledik. "Olduğu zaman söylerim." dedi. Bir gün bize; "Ben, yarın öğle namazından sonra vefât edeceğim. Gemiciye, sizi sâhile çıkarmasını söyleyiniz. Elbiselerimden bir şey isterse veriniz. Dışarı çıktığınız zaman bir ağaçlık görürsünüz. Orada, büyük bir ağacın altında, benim kefenlenme ve defin işlerim için herşeyi hazırlanmış bulursunuz. İşlerimi tamamlayıp, beni oraya defnediniz. Benim bu yamalı elbisemi de kaybetmeyiniz. Hille'ye gittiğiniz zaman, zarîf bir genç, sizden bu yamalı elbiseyi ister. Ona veriniz." dedi. [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Hakîkaten de ertesi günü öğle namazından sonra vefât etti. Bundan sonra biz dediklerini aynen yaptık. Her şey tam anlattığı gibi oluyordu. Hille'ye vardığımızda, târif ettiği genç karşımıza çıkıp; "Emâneti veriniz." dedi. Biz, yanımızdaki emâneti kendisine teslim ettik ve; "Allah rızâsı için bize izâh eder misin? O zât kimdi? Sen kimsin? Bu olanlar nedir?" dedik.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"O bir derviş idi. Mirâs bırakacak bir malı vardı. Kendisine bir vâris taleb etti. Beni gösterdiler. Siz, bir mikdâr bekleyin. Ben hemen geliyorum." dedi. Gidip biraz sonra geldi. Kendi elbiselerini çıkarmış bizim getirdiğimiz elbiseleri giymiş idi. Kendi elbiselerini bize verip; "Bunlar sizindir." dedi ve gitti.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî hazretleri buyurdu ki:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur. Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur. Hâline bakıp gafletten uyanır. Tövbe ve istigfâr eder. Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; "O bizi affeder." diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz. Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin. O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın. Tâatini beğenmek şirktir. Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli. Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp. Beyt:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bir amel ki kalbine hoş gelir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bir günâhtır ki özrü müşkildir.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Üç kısım ilim vardır ki, bunlar tövbe, tevekkül ve hakîkat ilimleridir. Tövbe ilmi ki, bu ilmi seçilmişler, büyük zâtlar ve avâm, diğer insanlar kabûl ettiler. Tevekkül ilmini, seçilmişler kabûl etti, ama avâm kabûl etmedi. Hakîkat ilmini ise, insanların ilim, akıl ve anlayış seviyelerinin üstünde olduğu için, çok kimse anlıyamadı."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar. Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir. Seni O'ndan başka bir şey ile meşgûl eden her şey de fitnedir. Bu kısa ömrü, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O'ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhiretini harâb etmiş olur. Bu ise, akıl sâhiblerinin yapacağı şey değildir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Sıdk ve muhabbetin alâmeti ahde vefâdır."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgûl ediniz."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Hak teâlâya yakın olmayı istememek ve düşünmemek cinâyettir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Mürşid-i kâmilin, yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir. Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalıdır. Arafat dâimâ olur, fakat onlar dâimâ bulunmaz. Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Evliyâdan bir grup ile bir yerde oturuyorlardı. Herkes, O'nu dinliyordu. Birden semânın kapıları açıldı. Elinde ibrik ve leğen ile bir melek geldi. Melek, ibrik ve leğen ile herkesin önüne geliyor, orada bulunanlar ellerini yıkıyordu. Rüyâyı gören kimse en sonda bulunuyordu. Sıra ona gelince; "Leğeni kaldırın. O, bu tâifeden değildir." dediler. Melek de leğeni alıp götürdü. O kimse, Peygamber efendimize dönerek; "Yâ Resûlallah! Ben bunlardan değilim ama, biliyorsunuz ki, sizi ve bunları çok seven birisiyim." dedi. Peygamber efendimiz; "Bunlara muhabbet eden bunlardandır." buyurdu. Bunun üzerine melek, leğenle ibriği getirdi, o kimse de elini yıkadı. Peygamber efendimiz o kimseye dönüp tebessüm ettiler ve; "Bize muhabbet ettikçe bizimlesin." buyurdular. O kimse bu rüyâdan sonra bu yolun büyüklerinden biri oldu."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Sehl-i Tüsterî hakkında şöyle anlattı:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Tasavvuf ehli arasında;"Benim elbisem, benim ayakkabım." demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müstesnâ."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; "Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak mü'minin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur." der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemâldir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgûl olmasıdır."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Ümitsizlik, küfür içinde bir kapıdır. Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Ârif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak, vücûdunu da, insanların rahmet-i ilâhiyyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Bir zaman Hire'ye askerler geldi. Askerlerden birisi, köylünün birinden atları için saman aldı. Ücretini tam olarak ödedi. Köylünün ihtiyar bir babası vardı. O asker ile dost oldu. İhtiyar köylü, dostu olan askere dedi ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bugün, hacılar hac etmektedir. Keşke biz de orada olsaydık. [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Asker: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]-İster misin? Seni oraya eriştireyim. Ama kimseye söylememek şartı ile, dedi. [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]-Söylemem.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Asker, Allahü teâlânın izni ile bir anda ihtiyarı Arafât'a ulaştırdı. Hac edip, lüzumlu vazifeleri yaptıktan sonra, yine bir anda geri döndüler. İhtiyar, askere dedi ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]-Senin gibi bir hâlde bulunan kimsenin, askerlerin arasında durmasına hayret ediyorum. Bu nasıl oluyor?[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]-Eğer benim gibi bir kimse bunların içinde olmasa idi, senin gibi bir ihtiyar veya zayıf, muhtaç bir dede gelip derdini dökse kim bakardı? Kim alâkadar olurdu? Kim dostluk elini uzatırdı? İşte ben, birçok faydaları düşünerek bunlar arasında bulunuyorum. Sakın sırrımı kimseye söyleme.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]-Peki, diyen ihtiyar, işin içinde önce farkedemediği nice hikmet ve faydaların bulunduğunu anlayıp, teşekkür etti ve ayrıldılar."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Sana iyilik eden kimsenin esiri olursun. Ona karşı boynun bükük olur. Kendisine iyilik ettiğin kimseye karşı ise, tam tersi olur. Onun için, dâima herkese iyilik etmeli, faydalı olmaya çalışmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; "Veren el, alan elden üstündür." buyrulmuştur."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Ebü'l-Hüseyin isminde birisi, bir gün hocam Husrî'yi incitmişti. O andan beri kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî hazretleri, Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmesinin meâlen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın." kısmını şöyle tefsîr etmektedir: "Âyet-i kerîmede geçen; "Allah'ın habline sımsıkı sarılın."dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devâm etmektir. Âyet-i kerîmede geçen i'tisâmın, sarılmanın üç derecesi vardır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî'nin Menâzil-üs-Sâyirîn kitâbında, hazret-i Ömer'in bildirdiği hadîs-i şerîfte; "İhsân nedir?" suâline cevâben Peygamber efendimiz buyurdu ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"İhsân, Allahü teâlâya, görür gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor." [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bu hadîs-i şerîf, pekçok hakîkati içerisine almaktadır.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Yine buyurdu ki:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Bâzı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl netîceleneceğini firâsetle söyler. Bu hâdisenin netîcesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bâzı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda bâzan olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur. İşte bu iki hâlin birinci olanı, yâni firâseti devamlı olanı makbûldür. Firâseti devamlı olanlara "Velâyet ehli" denir. Bu işler, "Abdal", "Ebrar" ve "Zühhâd"da olur. Firâseti ve müşâhedesi bâzan olanlar da "Muhakkik"lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bâzan kapalı, bâzan açık olur. Eğer şaka ile söyleseler; Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder.Onlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî buyurdu ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Firâset iki türlüdür: Birincisi, mârifet sâhiplerinin firâseti olup, talebenin istidâdını keşf etmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın maârifine, doğru, ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlıyamaz diyerek, evliyânın firâsetine, Zât-ı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru ilim ve maârifinden mahrûm kalıyorlar. Allahü teâlânın, o büyükleri, câhillerin gözünden saklayıp, kendine mahsûs kıldığını bilmiyorlar. O, evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir. Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı".[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî hazretleri yine buyurdular ki:[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Âhirette her incinin bir sedefi vardır. Her şeyin kendi hâline göre bir şerefi, değeri vardır. İnsanoğlu da kendisinde ilim bulunan bir sedeftir. Onun şerefi de ilim iledir. İlmi olmayan kimse, câhillik içinde kalır, muhabbet kadehini içemez, vilâyet libâsını giyemez. Allahü teâlâ câhili kendine dost edinmez."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer. Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir. Âlemlere rahmet olan Resûlullah efendimiz buyuruyor ki: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Geceleyin Allahü teâlânın korkusundan ağlayan göze ateş dokunmaz." Bir kimse, 40 gün Allah için ihlâsla sabahlasa, hikmet pınarları zâhir olup, kalbinden lisânına akar. Peygamber efendimiz; "Mü'min, gece çok ağlar, gündüz çok tebessüm eder." buyurdu."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Her denizin kenarı, sonu, her günün gecesi vardır. Peşinden gece gelmiyecek gün, kıyâmet günüdür. Ucu bucağı bulunmayan deniz, Allahü teâlânın rahmet deryâsıdır."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır. Mü'minlerin günahlarının keffâreti tövbedir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Şükür; nîmeti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür. Bu mânâdan dolayı, Kur'ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî hazretlerinin yazdığı kıymetli kitaplardan bâzıları şunlardır: 1) Menâzil-üs-Sâyirîn, 2) Şems-ül-Mecâlis, 3) Envâr-üt-Tahkîk, 4) Tefsîr-ül-Kur'ân, 5) Hülâsa fî Şerh-i Hadîs, 6) Şerh-üt-Taarruf li-Mezheb-it-Tasavvuf, 7) Menâkıb-ı İmâm-ı Ahmed bin Hanbel.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]PARMAĞINI ISIRDI![/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî, talebelik yıllarını şöyle anlatır: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Kışın cübbem yoktu. Hava da çok soğuk idi. Evimde ancak üzerinde yatabileceğim kadar bir hasırım vardı. Üzerimi de bir keçe parçası ile örtüyordum. Keçeyi başıma doğru çeksem ayağım, ayağıma doğru çeksem başım açık kalırdı. Yastık olarak da bir kerpiç kullanırdım. Bir de, meclislerde giydiğim elbiseyi asacak bir çivi vardı. Bir gün, büyük zâtlardan birisi bize geldi ve hâlimi gördü. Parmağını ısırıp ağlamaya başladı. Bir müddet sonra, başından sarığını çıkarıp önüme koydu. "Buna benden çok sen lâyıksın." demek istedi."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]BİRŞEY İSTEYEMEZDİM[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Abdullah-ı Ensârî anlatır: [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Maddî gücüm olmadığı için, talebelerime bir şey alamazdım. Kimseden de bir şey isteyemezdim. Bu sebepten gönlümde bir elem vardı. Bir kimse, hazret-i Danyal aleyhisselâmı rüyâsında görmüş. Ona; "Falan dükkânı Abdullah'a ver ki, kazancını talebelerine dağıtsın." buyurmuş. O kimse de bunu kabûl etmiş. O şahıs, bu rüyâdan sonra dükkânın kazancını, talebelere dağıtmak üzere bana verdi."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]"Şu iki kimseden daha büyük bir âlim görüp işitmedim. Onlar; Harkan'da Ebü'l-Hasan-ı Harkânî ve Herat'ta Abdullah et-Tâkî'dir. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin talebeleri bana; "Otuz senedir hocamızın sohbetiyle şerefleniriz. Sana gösterdiği alâka ve muhabbet gibi kimseye göstermedi. Sana ihsân ettiği gibi, başkasına böyle ihsân ettiğini görmedik." dediler. [/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Bir gün, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerine; "Efendim, bir şey sormak istiyorum." dedim. O da; "Sor, ey benim çok sevdiğim Abdullah!" dedi. Beş suâl sordum. İkisini lisân-ı hâl ile, yaşayarak, üçünü de lisân-ı kâl ile, söyleyerek cevaplandırdı. İki elimi dizinin üzerinde tutmuş idi. Bu hâl beni çok etkiledi. Öyle çok ağladım ki, gözlerimden devamlı gözyaşı akıyordu. Tasavvufu Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrendim.[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]Birincisi; normal insanların sarılması ki, Allahü teâlâdan gelen emir ve yasaklara sarılıp, devâm etmektir. Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâatı, yakîn elde etmek içindir. Bu, Allah'ın ipine (Kur'ân-ı kerîme) sarılmaktır. İkincisi; seçilmişlerin sarılması olup, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allah'tan başka her şeyden kesilmek, O'na, O'nun emirlerine teslim olmaktır. Bu da urvet-ül-vüskâdır. Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin sarılması ki, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O'nun yakınlığı ile meşgûl olmak nîmetine kavuşmak içindir. Buna da i'tisâm-ı billah denir."[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]1) Tabakât-ı Hanâbile; c.2, s.247[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]2) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.6, s.133[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]3) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.365[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]4) Tezkiret-ül-Huffâz; c.3, s.1183[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]5) Esmâ-ül-Müellifin; c.1, s.452[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]7) El-A'lâm; c.4, s.122[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]8) Tabakât-ül-Müfessirîn (Süyûtî); s.15[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]9) Tabakât-ı Hanâbile Zeyli; c.1, s.50[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s.977[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]11) Esâb-ı Kirâm; s.305[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]12) Rehber Ansiklopedisi; c.1, s.19[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]13) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî; c.2, mk.92[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]14) Kıyâmet ve Âhiret; s.201[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]15) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.4, s.306[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=indigo]16) Sefînet-ül-Evliyâ; s.169[/COLOR][/FONT][/B] [B][FONT=Comic Sans MS][COLOR=#4b0082]Alıntı..[/COLOR][/FONT][/B][/SIZE] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
KÜLTÜR,EDEBİYAT MİZAH
Kim Kimdir?
Abdullah-i Ensârî
Üst
Alt