39-Zumer Suresi Tefsiri

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
bismillah.gif


Zümer Suresi




'Mekke'de nazil olmuştur. 75 âyettir. Yalnız 53-55. âyetler Medine'de inmiştir. Adını, 71 ve 73. âyetlerde geçen mümin ve kâfirlerin oluşturduğu topluluklar anlamına gelen "zümer" kelimesinden almıştır.








39-3.gif



Eûzübillâhimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm



1. Kitab'ın indirilmesi, güçlü ve Hakim olan Allah katındandır.
2. Biz sana Kitab'ı gerçekle indirdik. Öyle ise Allah için halis kılarak O'na kulluk et.
3. Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar edinenler: "Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz" derler. DoğrusuAllah ayriliga dustukleri seylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola eriştirmez.
4. Allah çocuk edinmek isteseydi, dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü şeye yeten tek Allah'tır.



39-006.gif




5. Gökleri ve yeri gerçekten yaratan O'dur. gunduze dolar, gunduzu geceye dolar. Her biri belirli bir sureye kadar yörüngelerinde yürüyen güneş ve ayı buyruk altında tutar. Dikkat edin, güçlü olan, çok bağışlayan O'dur.
6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini var etmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; iste bu Rabbiniz olan Allah'tır. Hükümranlık O'nundur, O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olurda O'nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?




39-008.gif




7. Eğer inkar ederseniz bilin ki Allah size muhtaç değildir. Kullarinin inkarindan hoşnut olmaz. Eğer şükrederseniz sizden hoşnut olur. Hiç bir günahkar diğerinin günahını yüklenmez. Sonunda donusunuz Rabbinizedir; yaptıklarınızı o zaman size haber verir;
çünkü O, kalblerde olanı bilir.
8. Insanın başına bir sıkıntı gelince Rabbine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, katından bir nimet verince önceden kime yalvarmış olduğunu unutuverir; Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki: "Inkarınla az bir müddet zevklen, şüphesiz sen cehennemliksin."




39-013.gif




9. Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar.*
10. Söyle: "Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının; bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın yaratttığı yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, ecirleri sonsuz olarak ödenecektir."
11. De ki: "Dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmekle emrolundum."
12. "Müslümanların ilki olmakla emrolundum."



39-017.gif




13. De ki: "Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım."
14. De ki: "Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim.
15. "Ey Allah'a eş koşanlar! Siz de O'ndan başka dilediğinize kulluk edin." De ki: "Kıyamet günü kendilerini ve ailelerini hüsrana uğratanlar elbette onlar hüsrandadırlar." Dikkat edin, iste apaçık hüsran budur.
16. Onlara üstlerinden kat kat ateş verdir. Allah kullarını bununla korkutur. Ey kullarım, Benden sakının.
17-18. Tağut'a kulluk etmekten kaçınıp, Allah'a yönelenlere, onlara, müjde vardır. Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.




39-020.gif



19. Hakkında azap sözü gerçekleşmiş kimseyi, ateşte olanı sen mi kurtaracaksın?
20. Fakat, Rablerinden sakınanlara, üst üste bina edilmiş köşkler vardır; altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah'ın verdiği sözdür, Allah verdiği sözden caymaz.




39-022.gif




21. Allah'ın gökten bir su indirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmez misin? Sonra onları kurutur ki sen de onları sapsarı görürsün sonra da çer çöpe çevirir. şüphesiz bunlarda, akıl sahipleri için öğüt vardır.
22. Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mi? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; iste bunlar apaçık sapıklıktadırlar.




39-028.gif



23. Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır. İste bu Kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir, onunla istediğini doğru yola eriştirir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren bulunmaz.
24. Kıyamet günü kötü azaptan yüzünü korumaya çalışan kimse, güven içinde olan kimse gibi midir? Zalimlere: "Kazandıklarınızın karşılığını tadın" denir.
25. Onlardan öncekiler de Peygamberleri yalanlamışlardı da farkına varmadıkları yerden onlara bir azap çatmıştı.
26. Allah onlara, dünya hayatında rezilliği tattırdı; ahiret azabı daha büyüktür. Keşki bilseler!
27. Biz bu Kuran'da insanlara her türlü misali, belki öğüt alırlar diye, and olsun ki verdik.
28. O, eğriliği olmayan, arabça bir Kuran'dır. Belki sakınırlar.




39-034.gif




29. Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.
30. Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.
31. Ey insanlar! Sonra siz, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda duruşmaya çıkacaksınız.
32. Allah'a karşı yalan uydurandan, kendisine gelmiş gerçeği yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkarcılar için cehennemde dur durak olmaz olur mu?
33. Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar, iste onlar, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.
34. Onlara, Rablerinin katında diledikleri şeyler vardır, bu, iyilerin mükafatıdır.




39-037.gif




35. Zira Allah, onların yaptıkları kötülükleri örter, onlara, isledikleri şeylerin en güzel karşılıklarını verir.
36. Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın, saptırdığını doğru yola koyacak yoktur.
37. Allah'ın doğru yola eriştirdiğini de saptıracak yoktur. Allah, güçlü olan, öç alabilen değil midir?




39-040.gif




38. And olsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri kimdir?" diye sorsan: "Allah'tır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, O'nun rahmetini önleyebilir mi?" De ki: "Allah bana yeter; güvenenler O'na güvenir."
39-40. De ki: "Ey milletim! Durumunuzun gerektirdiğini yapın; doğrusu ben de yapacağım. Kendisini rezil edecek azap kime gelecek, kime sürekli azap inecek bileceksiniz."




39-044.gif




41. Doğrusu Biz, insanlar için Kitab'ı gerçekle sana indirdik; kim doğru yolda ise bu kendi lehinedir; sapıtan da kendi aleyhine sapıtmış olur. Sen onlara vekil degilsin.
42. Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir sureye kadar salıverir. Doğrusu bunda düşünen kimseler için dersler vardır.
43. Yoksa putperestler Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye sahip olmadıkları, akıl da edemedikleri halde mi şefaat edecekler?"
44. De ki: "Butun şefaat Allah'ın iznine bağlıdır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döneceksiniz."




39-048.gif




45. Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbleri nefretle çarpar, ama Allah'tan başka putlar anıldığı zaman hemen yüzleri güler.
46. De ki: "Ey göklerin, yerin yaratanı, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah! Kullarının ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında Sen hükmedeceksin."
47. Yeryüzünde olanların hepsi ve bir misli zalimlerin olmuş olsa, kıyamet günündeki kötü azap için fidye verseler kabul edilmez. Allah katından onlara, hiç hesaplamadıkları şeyler beliriverir.
48. Onlara, isledikleri kötü şeyler belli olur; alaya aldıkları şeyler de kendilerini çepeçevre sarar.




39-053.gif




49. İnsanın başına bir sıkıntı gelince Bize yalvarır. Sonra katımızdan ona bir nimet verdiğimiz zaman: "Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir" der. Hayır; o bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.
50. Bunu onlardan öncekiler de söylemişti, ama kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi.
51. Bunun için, isledikleri kötülükler başlarına geldi. Bunlar içinde zulmedenlerin de kazandıkları kötülükler başlarına gelecektir. Bu hususta Allah'ı aciz bırakamazlar.
52. Allah'ın rızkı dilediğine yaydığını ve kısıp bir ölçüye göre verdiğini bilmezler mi? Doğrusu bunda, inanan kimseler için dersler vardır.
53. De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir."




39-056.gif




54. "Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun; sonra yardim görmezsiniz."
55. "Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kuran'a uyun."
56. Kişinin: "Allah'a karşı aşırı gitmemden ötürü bana yazıklar olsun. Gerçekten ben alaya alanlardandım" diyeceği günden sakinin.




39-061.gif




57-58. Veya, "Allah beni doğru yola eriştirseydi sakınanlardan olurdum" diyeceği, yahut, azabı gördüğünde: "Keşke benim için dönüş imkânı bulunsa da iyilerden olsam" diyeceği günden sakının.
59. Ey insanoğlu! Evet; ayetlerim sana gelmişti de onları yalanlamış, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştun.
60. Allah'a karşı yalan uyduranların, kıyamet günü, yüzlerinin simsiyah olduğunu görürüsün. Böbürlenenler için cehennemde bir durak olmaz olur mu?
61. Allah, sakınanları başarılarından ötürü kurtarır. Onlara hiçbir kötülük gelmez; onlar üzülmezler.




39-066.gif




62. Allah her şeyin yaratanınıdır. O her şeye Vekil'dir.
63. Göklerin ve yerin kilitleri O'nundur. Allah'ın ayetlerini inkar edenler, iste onlar hüsrandadırlar.
64. De ki: "Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?"
65. And olsun ki sana da, senden önceki peygamberlere de vahyolunmuştur: "And olsun, eğer Allah'a ortak koşarsan islerin şüphesiz boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun."
66. "Hayır; yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol."




39-070.gif




67. Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Butun yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir.
68. Sura üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar hepsi düşüp ölür. Sonra Sura bir daha üflenince hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar.
69. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şahidler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.
70. Her kişiye işlediği ödenir. Esasen Allah onların yaptıklarını en iyi bilendir.




39-073.gif




71. İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi" derler. "Evet geldi" derler. Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir.
72. Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!"denir.
73. Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin" derler.




39-075.gif




74. Onlar: "Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere varis kılan Allah'a hamdolsun. Cennettte istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı is isleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler.
75. Melekleri, arşın etrafını çevirmiş oldukları halde, Rablerini hamd ile överken görürsün. Artık insanların aralarında adaletle hüküm olunmuştur. "Ovgu, alemlerin Rabbi olan Allah içindir" denir. <!-- google_ad_section_end -->​
<!-- / message -->
 

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
39-ZÜMER:

1- Bu kitabın indirilişi Allah'tandır. Başkası veremez. Zorlama ile yapmacık hareketlerle yapılamaz. Peygamberlik, kazanma ile elde edilemez ve zorla alınamaz. Çünkü Allah öyle azîz, öyle hakîmdir.

"Azîz" iki mânâya gelir: Birisi mağlup olmaz, galip ve kadir, bir de ortağı ve benzeri yok, yalnız demektir. Allah Teâlâ hakkında ikisine de uygun düşecek bir mânâ kastedilmesi lazım gelir. Bilhassa bu iki vasfın söylenmesiyle hem Kur'ân'ın azîz, hakîm bir kitap olduğuna dikkat çekmek, hem de anlatılacak tevhide bir hazırlıktır.

2- Hakkıyla; hak ile, hak olarak. mülabese, musahabe veya sebebiye olmak üzere bunda birkaç yön muhtemeldir. Mülâbese olduğuna göre hakka mülâbis, yani haklı olarak, hak olarak, iniş veya kitabın tam hakkı verilerek demek olur. Sebebiyet olduğuna göre de bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile demek olur ki, yerine göre bu mânâlardan biri tercih olunur.

3- 9- İyi bil ki, hâlis din ancak Allah'ındır. Hiçbir şirk karşılığı olmaksızın temiz ve halis tevhid dini, tam mânâsıyla şüphesiz din. Halis ibadet ve taat ancak Allah'a yapılır ve yapılmalıdır. Bunun doğruluğunu meydana çıkarmak için buyuruluyor ki O'nun berisinden birtakım veliler edinenler de, Allah denince kendisinden daha ilerisi, daha yükseği, daha ötesi mümkün olmayan en mükemmel zat denilmiş olduğu için, Allah'ın üstünde bir ilâh iddiasına kalkışılması bahis konusu olamaz. Şirk koşanlar, hep O'ndan aşağılardan birtakım veliler, koruyucular tutmak isterler. İsterler ama O'ndan başka velilere, emir sahiplerine tutunanlar, gerek "İlahları, bir tek ilâh mı yapmış?" (Sâd, 38/5) diyenler gibi putlara, gerek meleklere ve gerekse İsâ gibi şerefli kullara ilâh diye sarılanlar "Biz onlara ancak, bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." demektedirler. Böyle diyerek tutunmaktadırlar. Demek ki şirk batıldır. Mabudluk, yalnız Allah'ın hakkıdır. Halis din ancak Allah'ındır. (Maide, 5/69. âyetin tefsirinde sâbiîn hakkında geçen açıklamaya bkz.)

Üç karanlıkta: Batın karanlığı, rahim karanlığı, döl yatağı karanlığı
11- De ki: "Bana, dini sadece kendisine halis kılarak Allah'a ibadet etmem emredildi."
12- "Hem O'nun birliğine teslim olan müslümanların ilki olmam da bana emredildi."

13- De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım."

14- De ki: "Ben dinimi kendisine halis kılarak yalnız Allah'a kulluk ederim."

15- "Siz de O'ndan başka dilediğinize kul olun." De ki: "Asıl hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve mensuplarına ziyan edenlerdir. Evet, işte asıl açık hüsran budur."

16- Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında yine ateşten tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bundan korkutuyor, "Ey kullarım! benden korkun." (diyor).

17- Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah'a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele kullarımı.

18- O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır.

19- Ya üzerine azab kelimesi hak olmuş kimse de mi (böyledir)? Artık o ateşteki kimseyi sen mi çıkaracaksın?

20- Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli (balkonlu) köşkler vardır. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.

21- Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki menbalara koyduğunu görmedin mi? Sonra onunla türlü renklerde bir ekin çıkarır, sonra onun olgunlaşıp sarardığını görürsün. Sonra da onu bir çöpe çevirir. Elbette bunda temiz akıllılar için bir ihtar vardır.

22- Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah'ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.

23- Allah, kelamın en güzelini ikizli, ahenkli bir kitap olarak indirdi.

Ondan Rablerine saygısı olanların derileri ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah'ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.

24- O halde kıyamet günü zalimlere: "Tadın bakalım kazanıp durduklarınızı!" denilirken, o kötü azabdan yüzü ile korunacak kimse ne olur?

25- Onlardan öncekiler de yalanladılar da kendilerine, hatırlarına gelmez yönden azab geliverdi.

26- Allah, onlara dünya hayatında zilleti tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

27- Yemin ederim ki, bu Kur'ân'da insanlar için her türlüsünden temsil getirdik. Gerek ki iyi düşünsünler.

28- Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân (indirdik ki, Allah'ın azabından) korunsunlar.

29- Allah, şöyle bir misal vermiştir: Bir adam ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip duruyorlar. Bir de yalnız bir kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç bir olur mu? Hamd Allah'ındır, fakat pek çokları bilmezler.

30- Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir.
 

ceylannur

Uzman Kardeşimiz
Üyemiz
Katılım
2 Eylül 2011
Mesajlar
3,872
Tepkime puanı
37
31- Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.

31- Kimin haklı, kimin haksız çıkacağına ve neticenin ne olacağına gelince:

32- Allah'a karşı yalan söyleyen ve doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim (daha haksız) kim olabilir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir?

33- Doğruyu getiren ve onu tasdik edene gelince, işte onlar kötülükten korunan müttakilerdir.

34- Onlara, Rablerinin yanında ne dilerlerse vardır. İşte bu, iyilik yapanların mükafatıdır.

35- Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine verecektir.

36- Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar da seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her kimi ki Allah şaşırtırsa, artık ona hidayet edecek yoktur.

37- Her kime de Allah hidayet verirse artık onu da şaşırtacak yoktur. Allah aziz (çok güçlü) ve intikam sahibi değil midir?

38- Andolsun ki onlara: "O gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: "Elbette Allah!" diyeceklerdir. O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi? De ki: "Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.

39- De ki: "Ey kavmim! Haliniz üzere çalışın. Ben de kendi halime göre çalışıyorum. Artık ileride bileceksiniz."

40- "Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin üzerine konacağını."

41- Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O halde kim doğru yola gelirse kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Sen onların üzerine vekil değilsin.

42- Allah, o nefisleri ölümleri zamanı kabzeder, alır. Bu âyetin gelişi, yukarı ile üç noktadan alâkalıdır.
Birincisi; "kasır" ile sondaki "Sen onların üzerinde bir vekil değilsin." sözüne bakmaktadır. Yani vekil sen değilsin, Allah'tır. Çünkü o canları ancak Allah alır. Bu nokta daha ileride "O, her şeyin üzerinde bir vekildir." (Zümer, 39/62) diye açıkça da söylenecektir.

İkincisi; hidayet ve sapıklığın, hayat ve ölüm ile bir temsilini bildirir.

Üçüncüsü; ta yukarıdaki "Sen elbette öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir. Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız." (Zümer, 39/30-31) âyetini bir nevi açıklama ile "Kim doğru yola gelirse, kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar." (Zümer, 39/41) hatırlatmasını zihinlere yerleştirmek ve ispat etmektir. Keşşaf sahibi, burada "nefisler"den maksadın, ruh ile beden toplamı olduğunu söyleyerek demiştir ki: "Nefisler olduğu gibi cümlelerdir (insanların kendileridir). Alınması da öldürülmesidir ki, hisseden, anlayan bir hayat sahibi olmasının sebebi olan parçalarının sağlık ve esenliği cinsinden sebep ve şartların çekilip alınmasıdır. Çünkü sağlığı yok edilince sanki kendisi yok edilmiş gibi olur. Çünkü Allah Teâlâ, almayı, ölümü, uykuyu hep nefislere bağlamıştır. Halbuki akıl ve temyiz kabiliyeti, ölüm ve uykunun kendisi ile vasıflanmış değildir. Ölen ve uyuyan, ancak cümle (zat) mânâsına nefistir." Nefis, beden karşılığı olarak ruh mânâsına da geldiği ve özellikle rûh-ı emrî (Allah'ın emrinden olan ruh) denilen konuşan nefis yerinde kullanıldığı için, diğer tefsirciler burada İbnü Abbas hazretlerinden gelen bir rivayete göre akıl ve temyiz nefsi denilen konuşan nefisler ile tefsir etmişler ve almayı da bedenle olan ilgi ve tasarrufunu kesmek suretiyle kabzedip almak diye beyan etmişlerdir. Ölümde dıştan ve içten, uykuda da yalnız dıştan ilgisinin kesildiğini söylemişlerdir. İbnü Abbas hazretleri demiştir ki: Âdemoğlunda bir nefis, bir ruh vardır. Aralarındaki fark güneş ile ışığı gibidir. Nefis, kendisiyle akıl ve temyiz yapılan, ruh da teneffüs ve hareket yapılandır. Ölümde ikisi de alınır, uykuda ise yalnız nefis alınır. Ruh denilince genellikle hayatın aslı anlaşılageldiği gibi, hayat da çoğunlukla cismanî görünüş ile anlaşıldığından, manevî hayatın e sası olan ruha nefis denmiştir. Güneş ile ışığını misal getirmesi, gösterir ki, aralarında bir cevher farkı anlatmak istememiştir. Bizim anladığımız şudur: Nefis, kendini duyan, kendine ve kendindekine vicdanı olan, yani "ben" şuuruna sahip olan zattır. Her nefiste böyle duyan ve duyulan olmak üzere çifte bir yön vardır. Âyette geçen "teveffî" kelimesi, bir şeyi yeterli olarak, yani kamilen ve tamamıyla almak, çekip çıkarmaktır. Bundan dolayı ruhun Allah tarafından tamamıyla kabzedilip alınmasına "teveffî" ve ölüme "vefat" denilmiştir. Emaneti yerine teslim ile tamamen vefa etmek (yerine getirmek) gibidir. Nefislerin varlıkları, zorunlu değildir. Onun için kendilerine dair bilgileri, kendi zatlarıyla olsa bile, zatlarından dolayı değildir, Allah'tandır. Allah onları kendilerinden alıp, kendilerinden geçirir. Bu mânâ "Allah kişi ile kalbi arasına girer." (Enfal, 8/24) âyetindeki gibidir. İşte nefsin alınması, ölüm ve uyku hallerinde olduğu gibi kendinden geçirilip, akıl ve temyiz gücünün kendisinden alınmasıdır. Bu durumda mânâ şu oluyor: "O nefisleri, konuşan nefisleri başkası değil, ancak Allah kendilerinden alır, kabzeder, yok etmeksizin kendilerinden geçirir, şuur ve temyiz güçlerini alır." Öldükleri zaman, yani bedene ait tasarrufları ve ilgileri kesildiği zaman ölmeyenleri de uyudukları zaman alır da üzerine ölüm hükmünü verdiklerini alıkor, tekrar dirilinceye kadar tutar diğerlerini, henüz ölüm hükmü verilmemiş olan uykudakileri salıverir belirli, takdir edilmiş bir süreye kadar ki, ölecekleri zamandır. İşte böyle hem ölüm halinde, hem de uyku halinde o nefisler, Allah Teâlâ'nın elinde bulunur. Burada şu soru hatıra gelir: Yukarıda Secde Sûresi'nde "De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm meleği, canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz." (Secde, 32/11) buyurulmuş, daha yukarıda, En'am Sûresi'nde: "Sonunda birinize ölüm geldiği zaman onu gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler. Onlar vazifelerinde kusur etmezler. Sonra insanlar hak olan mevlâlarına döndürülürler." (En'am, 6/61-62) buyurulmuş olmakla bunlarda, alma, Allah'ın elçilerine ve ölüm meleğine isnad edilmişti. Şu halde burada kasır ile "Allah alır" buyurulması, bunlara aykırı olmaz mı?

Fahrüddin Râzî tefsirinde buna şöyle bir cevap verilmiştir: Gerçekte nefisleri alan (öldüren) ancak Teâlâ'dır. Şu kadar var ki, Teâlâ sebepler âleminde her türlü işi, meleklerden bir meleğe görev olarak vermiş, böylece ruhların alınmasına da ölüm meleğini memur kılmıştır ki, o başkandır. Beraberinde tabileri ve hizmetçileri vardır. Onun için o âyetlerde alma onlara nisbet edilmiş, burada da gerçek olarak Teâlâ'ya nisbet olunmuştur. Bunun özü, 'ın görevlendirip gönderdiği elçilerin alması, 'ın alması demektir. Yahut 'ın alması, doğrudan doğruya veya melekleri vasıtasıyla olmaktan daha geneldir, demek oluyor. Bu cevap, aslında doğru ve "Kullarının üstünde galip olan O'dur. Ve O, üzerinize muhafaza melekleri gönderir. Sonunda birinize ölüm geldiği zaman onu gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler." (En'am, 6/61) diye "hatta" ile kasrına bir bölüm oluşu da buna şahit ise de, burada daha önemli bir nükte vardır: edilmesi gerekir ki, zikredilen âyetlerin birinde ölüm meleğinin alışından sonra "Sonra O'na döndürülürsünüz." buyurulduğu gibi, diğerinde de "Sonra hak olan Mevlalarına döndürülürler." buyurulmuştur. İşte buradaki alma işi, o döndürülme anını açıklamaktır. Bunun izahı da şu olur: Ölüm meleği, bedenden hayvanî ruh denilen cismanî hayat ruhunu alır, akıl ve temyiz ruhu denilen konuşan nefisleri, Rabbin emri olan insanî ruhu ise "Ben ruhumdan ona üfledim." (Sâd, 38/72) âyetinin ifadesince doğrudan doğruya üflediği gibi " nefisleri alır" ifadesince, kabzedilip alınması da doğrudan doğruya 'a aittir. buyurulması da bu tahsisi bildirir. Şüphesiz ki bunda; bu olma, tutma ve salıvermede düşünecek bir kavim için elbette ibretler vardır. Ki, 'tan başka mabud olmayacağına ve sonunda hep 'a gidileceğine ve tekrar dirilip, huzurunda muhakeme olunacağına ve 'a karşı yalan söylemiş, zulmetmiş, küfretmiş haksızların, kâfirlerin varacakları yerin cehennem olup; sadık, mümin, müttaki olup iyilik yapanların en güzel mükafata ereceklerine, kısaca "Biz 'ınız ve yalnız O'na döneceğiz." (Bakara, 2/156) meselesine delalet eder. (En'am, 6/60. âyetin tefsirine bkz.)

Nefislerin, uykudaki gibi kendilerinden geçirilmesi, azabı duymamak itibarıyla kâfirlerin lehine olmaz mı? diye bir soru hatıra gelebilir. Keşşaf sahibi bu soruya meydan vermemek için, konuşan nefsin, ölümle vasıflanamayacağını söylemişti. Fakat bunun asıl cevabı Hz. Ali'ye nisbet edilen şu kıt'adadır:

"Eğer biz öldüğümüz zaman bırakılmış olsaydık, ölüm her canlının rahatı olurdu. Fakat bizler öldüğümüz zaman tekrar diriltileceğiz de ondan sonra her şeyden sorguya çekileceğiz."

Demek meselenin asıl düşünülecek çözüm noktası bu alıp tutmak ve salıvermekten Teâlâ'nın mutlak tasarruf kudretini anlayarak bu tutuşun, bu hapsedişin onları kaçırmayıp yeniden dirilmek için bir hapis ve durdurma olduğu sonucunu çıkarmak ve tekrar diriliş ile 'a kavuşmanın dehşetini, celal (büyüklük) ve cemalini (güzelliğini) düşünebilmektir. Onun için Yâsin Sûresi'nde geçtiği üzere sûr'a üfürülünce kâfirler "Bizi mezarımızdan kim diriltip kaldırdı?" (Yâsin, 36/52) diyeceklerdir ki, aşağıya doğru bu mânâ burada da açıklanacaktır. Yine bundan dolayıdır ki kâfirler "(Ey Rabbimiz!) Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin." (Mümin, 40/11) diyeceklerdir.
 

Ekrem

Yönetici-Admin
Yönetici
Süper Mod
Üyemiz
Katılım
22 Şubat 2011
Mesajlar
9,111
Tepkime puanı
81
43-52-Bütün bu uyarılara karşı müşriklerin yegane tutundukları tutamak şefaat davası olduğu için buyuruluyor ki: Yoksa 'tan başka şefaatçiler mi edindiler? 'a karşı yalan söyleyen, "Biz onlara ancak bizi 'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." (Zümer, 39/3) diyen, çocuk edindi diyen o müşriklere "De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (böyle yapacaksınız)?" (Zümer, 39/43) Bu önce putların şefaati davasını iptaldir. Diğerleri hakkında da şöyle buyuruluyor: Bütün şefaat içindir. Onun da sahibi O'dur. O'nun izni olmaksızın huzurunda kimse şefaat edemez. Şefaat izni verilenler de hep O'nun rızasını düşünerek şefaat edebilirler. Çünkü "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur..."
53- De ki; yani tarafından şu hitabı tebliğ et. Ey kendi nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım!
İSRAF, mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır. Burada cinayet mânâsı da ilave edilerek ile sılalanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinayet yapmış olan kullarım! "'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Bu âyetin, Kur'ân'da en ümitli âyet olduğu söylenir. Bununla beraber edilmesi gerekir ki, bu ümit, günaha teşvik için değil, en günahkar kimseleri bile bir an önce tevbe edip 'a yönelmeye teşvik için olduğu, hemen peşinden gelen iki âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Bunun iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Atâ b. Yesar'dan olan rivayete göre Hz. Hamza'nın katili Vahşi hakkında Medine'de inmiştir. İbnü Ömer'den rivayet olunduğuna göre de, demiştir ki, Ayyaş b. Ebi Rebia, Velid b. Velid ve daha birkaç kişi müslüman olmuşlardı. Sonra da kendilerine işkence edilmiş, fitneye düşmüşlerdi. Biz bunlar hakkında, artık bunlardan ebedî olarak hiçbir şey kabul etmez; müslüman oldular, sonra da bir azab ile cezalandırıldıkları için dinlerini terkettiler diyorduk ki, bu âyetler indi. Ömer b. Hattab katib idi, bunları kendi eliyle yazdı, Ayyaş b. Ebi Rebia'ya ve Velid b. Velid'e ve diğer birkaç kimseye gönderdi, onlar da müslüman olup hicret ettiler.

İbnü Abbas'tan rivayet edildiğine göre de Mekkeliler şöyle demişler: "Muhammed, iddia ediyor ki, putlara tapan, ile beraber diğer bir ilâha dua eden ve 'ın muhterem kıldığı (öldürülmesini haram ettiği) bir insanı öldüren kimseler bağışlanmaz, o halde biz nasıl hicret eder, müslüman oluruz? Putlara tapınmış, adam öldürmüşüz, şirk ehliyiz."(1) Bunun üzerine Teâlâ "De ki: Ey kendi nefislerine karşı israf eden kullarım! 'ın rahmetinden ümit kesmeyin." âyetini indirdi. Bununla birlikte âyetin iniş sebebi, kâfirlerin İslâm'a girmesi meselesi ise de, mânânın asilerin tevbesine de şamil olduğunda şüphe yoktur. O haydi haydi sabit olur. Demek ki "Şüphe yok ki , kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz." (Nisâ, 4/48) âyeti gereğince şirkin bağışlanmaması, tevbe edilmediği takdirdedir.

54-63- "Azab size gelmeden önce" buyurulması da ümitsizlik halindeki imanın fayda vermeyeceğini anlatır. Bir nefis diyeceği için, yani dememesi için. "Ve O, her şey üzerine vekildir." Bu ifade, ta yukarıdaki "Sen onların üzerine vekil değilsin." (Zümer, 39/41) hitabına karşılıktır. Yani üzerlerinde tasarruf yetkisi kendisine ait olan, yahut görüp gözetecek, menfaat veya sorumluluklarını tatbik edecek olan ancak O'dur. "Göklerin ve yerin kilitleri O'nundur."

MEKÂLÎD, "Mıklid" veya "mikled"in çoğuludur ki, kilit veya anahtar demektir. "Kilid"in Arapçalaşmışı olan "ıklîd"in çoğulu olduğu da söylenmiştir. Burada kilit veya anahtarlardan maksat, yer ve gök hazineleri ve onlarda dilediği gibi tasarruf etmektir.
64-68- Yer, kıyamet günü O'nun avucundadır.
Gökler de kudretiyle dürülmüştür. Zemahşerî, Beydâvî, Ebu's-Suud gibi belagatta tanınmış olan tefsirciler diyorlar ki, bu âyet-i kerime, yüce 'ın son derece büyüklüğüne, kudretinin kemaline ve zihinlerin hayret ettiği büyük fiillerin, O'nun kudretine nispet edilince, çok küçük ve değersiz kalacağına bir tenbih ve kainatı yıkıvermenin O'na göre pek kolay bir şey olduğunun, temsil ve tahyil (hayal ettirme) yoluyla bir ifadesidir ki, "kabza" (avuç) ve "yemîn" (sağ el) kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları yönü düşünülmeksizin "gecenin zülfüne kır düştü" deyimi gibi topyekün bir tasvirdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki, kelamda asıl olan hakikattir. Fakat hakikatin imkansız olduğuna bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vacib olur. "Avuç" ve "sağ el" kelimeleri, organlarda hakikattir. Teâlâ'ya âzâ ve organ isnadının imkansız bulunduğuna da aklî delil vardır. O halde mecaza yorumlanması vacibdir. Çünkü "filan, filanın avucundadır." denir. Onun yönlendirmesi ile emri altında demektir. "Sağ ellerinin malik olduğu..." (Ahzab, 33/50) ifadesinden maksat da kendilerinin milki olmasıdır. Şu ev filanın elinde, filanın avucunda ve filanın eline geçti derler ki, halis milki olduğunu söylemek isterler. Hem bunlar, kullanılan ve meşhur olan mecazlardır. İbnü Atiyye de demiştir ki, kabza (avuç) kudretten ibarettir. Dilimizde de pek çok kullanılan kabza kelimesi esasında "kabız"dan "masdar bina-i merre"dir. Bir kabız, bir sıkma veya bir tutma demektir. Avuçla tutulan mikdara da "kaf"ın zammesiyle "kubza" (tutam veya sıkım) denildiği gibi, "kaf"ın fethasıyla "kabza" da denir. Demek ki kabza, bir sıkım, bir tutam veya bir avuç mânâlarına olabiliyor. Burada "bir sıkım" diye ifade edilmesi, kıyametin sıkıştırmasını anlatması itibarıyla daha açık olur.

YEMİN, sağ demektir. Kuvvet ve kasem (yemin etmek) mânâlarına da gelir. Burada kuvvet veya kasem demek olabileceği de söylenmiştir. "O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi düreceğiz." (Enbiya, 21/104) âyetinin ifadesince göğü dürmeye ahdetmiş olduğu için tahkik itibariyle bu mânâ doğru ise de, önceki mânâ ile kuvvet ve kudretin tasvir ve temsilinin daha kuvvetli, daha büyük bir mânâ ifade ettiğini hatırlatmaya hacet yoktur. Sahih-i Müslim'de Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, yer ve göklerin bu sıkımı ve dürümü sırasında insanların nerede olacağı Resulullah'tan sorulmuş, "sırat üzerinde" buyurulmuştur.

Kıyameti tasvir edip anlatmak için de buyuruluyor ki "sûra üfürülmüştür." "Sûr"un mânâsı Neml Sûresi 87. âyetin tefsirinde geçmişti. Görülüyor ki burada iki üfürüş açıklanıyor. Birincisi, yıkan "nefh-ı saik"tir ki bu, birinci veya orta üfürüştür. İkincisi, kaldıran "nefh-ı kıyam"dır ki, bu da ikinci veya üçüncü üfürüştür. Ve kıyamet kelimesi, bu ikincideki kıyam (kalkış) mânâsından olmakla beraber, birinciyi de başlangıcı olmak üzere kapsamaktadır. Onun için kıyametin kopması en büyük yıkımı ifade eder. Buna saat, vâkıa, hâkka da denir.

69-70-SAİK, yıldırım çarpmasında olduğu gibi bayılıp düşmeye ve ölmeye denilir. Bu kalkıştan sonra din günü ve fasıl günü denilen safhayı açıklamak üzere buyuruluyor ki: Ve yer parlatılmıştır. Bu parlayacak olan yer kabızdan sonra "O gün yer, başka yere çevrilir." (İbrahim, 14/48) ifadesi üzere, değişecek olan mahşer yeridir. Bir hadisi şerifte şöyle gelmiştir: "İnsanlar, halis elenmiş un çöreği gibi beyaz bir yer üzerinde haşrolunacaktır ki, üzerinde kimsenin bayrağı yoktur." Rabbinin nuru ile, Kur'ân'ın birçok âyetlerinde Kur'ân'a, bürhana (delile), hak ve adalete nur dendiği gibi, burada da nurun, hak ve adaletin tecellisi demek olduğu söylenmiştir. Fakat Ebu Hayyan'ın naklettiği üzere İbnü Abbas demiştir ki, burada nur, güneş ve ayın nuru değil, diğer bir nurdur ki, Teâlâ yaratacak da onunla yeri aydınlatacaktır. Bu rivayet bizi öbüründen daha güzel bir mânâ ile aydınlatmaktadır. Çünkü elektrik ile bir misalini tasavvur edebileceğimiz parlak bir nurun, ilâhî bir nurun yaratılacağını bize önceden haber vermiş oluyor. Bu nur ki, onunla büyük mahkemenin kurulacağı mahşer yeri aydınlatılacaktır. Kitap ortaya konmuş. Burada kitap, amel defteri ile tefsir edilmiştir. Ve peygamberlerle şahitler getirilmiş, "O gün , peygamberleri toplayacak ve: 'Size ne cevap verildi?' diyecek." (Maide, 5/109), "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nasıl olacak?" (Nisâ, 4/41) "O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız." (İsrâ, 17/71) ifadeleri ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte burada "Nebiyyîn" kelimesi, muhbirler mânâsını da ifade edebilir.
71-75-Ya Rab! Bizi de bu hamde eren kullarından eyle.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt