Ana sayfa
Forumlar
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Neler yeni
Yeni mesajlar
Son aktiviteler
Giriş yap
Kayıt ol
Neler yeni
Ara
Ara
Sadece başlıkları ara
Kullanıcı:
Yeni mesajlar
Forumlarda ara
Menü
Giriş yap
Kayıt ol
Install the app
Yükle
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim Tefsiri
27 - Neml Suresi Tefsiri
JavaScript devre dışı. Daha iyi bir deneyim için, önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz..
Tarayıcınızı güncellemeli veya
alternatif bir tarayıcı
kullanmalısınız.
Konuya cevap cer
Mesaj
<blockquote data-quote="Ekrem" data-source="post: 27965" data-attributes="member: 3"><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">62- Yoksa, kendisine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık verip başındaki sıkıntıyı gideren, yani uzaklaştıran, MUZTARR, Hastalık veya diğer bir şiddet ve ihtiyaç ile sıkışan, bunalan çaresiz demektir. Burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul etmek gerekmez. "O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır" (En'âm, 6/41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaad, yani söz verme de var, demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlâs ortaya çıkar. Nice imansızların imana geldikleri görülür. Ve sizi yer yüzünün halifeleri kılan mı? Yeryüzünün halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da, ilâhî hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri, yani yeryüzünün hükümdarları mânâsına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur. Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslâm'ın başlangıcında geleceğin İslâmî hakimiyetini vaad eden büyük bir müjdeyi ifade eder. Sûrenin başındaki "Müminler için hidayet rehberi ve müjdedir" (Neml, 27/2) müjdesi ile, Davud ve Süleyman kıssasının burada zikredildiğine göre de bu mânâya olduğu belli demektir. Önceki âyetle de sılalar diye geçmiş zaman kipi ile getirilmiş iken, buradan itibaren değiştirilerek muzârî, yani şimdiki ve gelecek zaman kipi kullanılması da Hz. Muhammed'in peygamberliği ile vaad edilen durumların değiştiğini göstermesi yönünden bu mânâya açık bir delildir. Bunun için kipi koruyarak bunu şöyle tercüme etmek daha uygun olacaktır. "Ve sizi yeryüzünün halifesi yapacak olan mı hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var, Allah ile beraber? Ne kadar kıt düşünüyorsunuz! Bu âyet, biri kişisel nefis, biri de toplumsal nefis ile ilgili iki nefsî âyet hatırlattığından burada tezekkür denilmiştir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">63- Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde yol gösteren ve rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi hayırlıdır, onların ortak koştukları mı? Bu âyette kara ve deniz yolculuklarında cihad ile İslâm fetihlerinin ilerleyeceği haber veriliyor. Ve Hak rızasını takip ederek fiilen birlik ile neticelenecek olan farklı fikir ve görüş akımlarının "Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir" hadisinin açıkladığı üzere bir rahmet müjdecisi olduğuna da işaret edilmiştir. Bir tanrı mı var Allah ile beraber çok yücedir, münezzehtir Allah onların ortak koştuklarından. Beşinci defa bu, bir de hem objektif yai nesnel, hem subjektif yani öznel delili içinde bulunduran şu âyet ile tekid ve ifade buyuruluyor: </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">64- Yoksa, önce yaratan sonra yaratmayı tekrar eden, döndürüp yine yaratacak, dünyaya bir de ahiret yapacak olan ve size gökten ve yerden rızık veren mi hayırlı, onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var Allah ile beraber? Yani bir tanrı daha olsa idi, ilk defa yaratma başlayamazdı, iki kudret bir birine mani olur, aralarında çatışma çıkardı. Biri galip gelse, mağlub olan ilâh olamaz, gelmese hiçbiri ilâh olamaz, bir şey yaratılmazdı ve şu görülen yaratılış düzeni bulunamaz ve siz yerden ve gökten rızıklanamazdınız. Demek ki, bu yaratılışı ta başından yapan ve yerden maddî ve manevî rızıklarla rızıklandıran ve sonra çevirip soracak olan Allah Teâlâ'dan başka tapılacak hiçbir şey yoktur. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">De ki: Haydi (ey müşrikler) getirin delilinizi eğer doğrulardansanız, yani şirk davanızda doğru iseniz, gerçekte Allah'tan başka tapılacak mabudlar bulunduğuna bir deliliniz olması gerekir, getirin görelim, fakat ne mümkün? </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">65- Ey Resul! De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar ne zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">66- fakat ahiret hakkında bilgileri onlara ardarda gelmektedir.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">"İDDARAKE" aslında tedarekedir. Tedarük, ardı ardına yetişip ulanmak, diğer bir ifade ile aralıksız bir biri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelip katılmak, ara vermeden gelmek, demektir. Buna şöyle de mânâ verilmiştir: "Belki ilimleri ahirette arkalarından ard arda yetişmektedir" Bu şekilde "iddareke" ye müteallık olur. Fakat ilim, malumat mânâsına, ondan hal olarak şu mânâ bizce daha uygundur: "Yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, esas yönüyle ahiretin olacağına dair kendilerine peygamberler vasıtasıyla ve hadiselerin oluşumu ile ardı ardına bilgi verilmekte, bilgiye ait sebepler olgunlaşmaktadır. Fakat onlar bundan şüphe etmektedirler, bir türlü inanamaz, ikna olamazlar. Daha doğrusu onlar, bundan yana kördürler, ahirete ait delilleri görmezler, görmek istemezler. Bak ne diyorlar: </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">67-75- O çabuklaşmasını istediğinizin bazısı, nitekim "bedr" de oldu, geri kalanı da ölümlerinden sonra hem yerde ve gökte hiçbir gaibe, yani son derece gizlenmiş bir sır yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">76- MÜBİN: Açık veya açıklayıcı ki, burada Allah Teâlâ'ya göre açık demektir. Maksat, Levh-i Mahfuz veya doğrudan doğruya Allah'ın ilmidir. Hakkında ihtilaf edip durdukları şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">77- Teşbih ve tenzih, cennet ve cehennemin hal ve durumları, Uzeyr ve Mesîh meseleleri gibi ve şüphe yok ki o Kur'ân gerçekten bir hidayet, doğru yolu gösterir bir hidayet rehberidir. Bundan dolayı anlattığı konularda, hakkı gösterdiğinde şüphe etmemelidir. Tam bir rahmettir, fakat müminler için, çünkü o hidayetten faydalanacaklar ancak onlardır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">78- Gerçekten Rabbin onlar arasında, yani o ihtilaf eden Beni İsrail'den yahudi ve hıristiyanların arasında hükmiyle hüküm verecektir. Belli ki burada hüküm, kaza mânâsına masdar değil, hüküm kendisiyle verilen mânâsına isimdir. Nitekim "Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik" (Ra'd, 13/37) âyetinde bu mânâ ile Kur'ân'ın bir ismi olmuştur. Gerçekte "İnsanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı indirdik." (Nisâ, 4/105) ifadesinde bildirildiğine göre Kur'ân, insanlar arasında hüküm için indirilmiştir. Buna göre ahkamı ile hükmedecek demek, Kur'ân ile hüküm buyuracak demek olur. Bu şekilde yahudi ve hıristiyanların ileride fiilen Kur'ân'ın hükmü ile mahkum olup, İslâm idaresi altına girecekleri haber verilerek sûrenin başında hatırlatıldığı üzere, vaad edilen kudret ve saltanat müjdelenmiştir. Sakın bunda tereddüt olmasın. O mutlak galip, kudretine karşı gelinme ihtimali olmayan galibdir, bundan dolayı vaadini yerine getirir, muhakkak hükmünü gerçekleştirir herşeyi bilendir. Bu sebepten onu nasıl yapacağını da bilir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">79- O halde Allah'a güven ve itimad et. Ya Muhammed! Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin. Onun için itimad etmelisin. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">80-81- Bil ki, sen ölülere işittiremezsin... Onun için de çaresiz, Allah'a işlerini bağlayarak tevekkül etmek lazım gelir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">MEVTA' dan maksad, hakkı duymayan kâfirlerdir. Allah'ın âyetlerinden hiç etkilenmedikleri için duygusuzlukta ölülere benzetilmişlerdir. Nitekim derece derece sağırlar, körler de öyledir. Arkalarını dönmüş kaçarlarken, zira böyle olmasa, belki işaret ile filan çağırılmaları mümkün olabilir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">82- O söylenen başlarına geleceği vakit te, yani kâfirlerin acele gelmesini istedikleri söz, söylenen o azab tamamiyle aleyhlerinde meydana geleceği, başlarına kıyamet kopacağı zaman veya aleyhlerinde hüküm meydana geleceği zaman onlar için yerden bir "dâbbe" (hayvan) çıkarırız ki, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. Yukarda açıklandığı üzere "Bilakis onlar bundan şüphe etmektedirler, zira onlar bundan yana körler." (Neml, 27/66) olduklarını anlatır. Burada kıyamet alâmetlerinden olan bir dâbbetü'l-arz haber veriliyor.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">DEBB VE DEBİB: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tesbit olunamayan şeylerde de kullanılır. "Dabbe" kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatın aslına göre "dâbbe" demek uygun olabilecekse de dil de kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfde dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber "Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür..." (Nûr, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.</span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">"Yer yüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir." (Hûd, 11/6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı hayvan gibi insan için de kullanılır. Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır .Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Râgıb, Müfredat'ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: âyetinde denildi ki: "Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur" Bir de denildi ki: "Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kasdolunmuştur." Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. "Hâin" kelimesinin cemisi, "hâine" gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu "cessâse" casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali'den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır. Şüphesiz Kur'ân'da denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. "Onlara söyleyen dâbbe" denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya fiilini "söylemek" mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur'ân'ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir. </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü'l-arz, Musa'nın âsası, Süleyman'ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak." </span>[/FONT]</p><p></p><p>[FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]<span style="font-size: 10px">Bu hadise göre de, dâbbe, maddî ve manevî normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler" buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:</span>[/FONT]</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Ekrem, post: 27965, member: 3"] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]62- Yoksa, kendisine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık verip başındaki sıkıntıyı gideren, yani uzaklaştıran, MUZTARR, Hastalık veya diğer bir şiddet ve ihtiyaç ile sıkışan, bunalan çaresiz demektir. Burada kastedilen cinstir. Bu sebepten her sıkılanın duasını kabul etmek gerekmez. "O dilerse kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır" (En'âm, 6/41) gibi dilemesiyle kayıtlıdır. Bununla birlikte çoğu zaman şiddetli ihtiyaç halinde duanın kabul olunacağına işaret, hatta vaad, yani söz verme de var, demektir. Çünkü sıkışma halinde ihlâs ortaya çıkar. Nice imansızların imana geldikleri görülür. Ve sizi yer yüzünün halifeleri kılan mı? Yeryüzünün halifeleri, yeryüzünde geçmişlerin yerlerine kalanlar, demek olursa da, ilâhî hükümlerin yerine getirilmesi kendilerine emredilmiş hilafet sahipleri, yani yeryüzünün hükümdarları mânâsına olması da uygundur. Sıkıntıda bulunanın duası ile kötülüğün kaldırılmasına işaret edilmiş olması da ancak bununla uygun olur. Ve o halde bu cümle müminlere daha ta İslâm'ın başlangıcında geleceğin İslâmî hakimiyetini vaad eden büyük bir müjdeyi ifade eder. Sûrenin başındaki "Müminler için hidayet rehberi ve müjdedir" (Neml, 27/2) müjdesi ile, Davud ve Süleyman kıssasının burada zikredildiğine göre de bu mânâya olduğu belli demektir. Önceki âyetle de sılalar diye geçmiş zaman kipi ile getirilmiş iken, buradan itibaren değiştirilerek muzârî, yani şimdiki ve gelecek zaman kipi kullanılması da Hz. Muhammed'in peygamberliği ile vaad edilen durumların değiştiğini göstermesi yönünden bu mânâya açık bir delildir. Bunun için kipi koruyarak bunu şöyle tercüme etmek daha uygun olacaktır. "Ve sizi yeryüzünün halifesi yapacak olan mı hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var, Allah ile beraber? Ne kadar kıt düşünüyorsunuz! Bu âyet, biri kişisel nefis, biri de toplumsal nefis ile ilgili iki nefsî âyet hatırlattığından burada tezekkür denilmiştir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]63- Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde yol gösteren ve rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen mi hayırlıdır, onların ortak koştukları mı? Bu âyette kara ve deniz yolculuklarında cihad ile İslâm fetihlerinin ilerleyeceği haber veriliyor. Ve Hak rızasını takip ederek fiilen birlik ile neticelenecek olan farklı fikir ve görüş akımlarının "Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir" hadisinin açıkladığı üzere bir rahmet müjdecisi olduğuna da işaret edilmiştir. Bir tanrı mı var Allah ile beraber çok yücedir, münezzehtir Allah onların ortak koştuklarından. Beşinci defa bu, bir de hem objektif yai nesnel, hem subjektif yani öznel delili içinde bulunduran şu âyet ile tekid ve ifade buyuruluyor: [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]64- Yoksa, önce yaratan sonra yaratmayı tekrar eden, döndürüp yine yaratacak, dünyaya bir de ahiret yapacak olan ve size gökten ve yerden rızık veren mi hayırlı, onların ortak koştukları mı? Bir tanrı mı var Allah ile beraber? Yani bir tanrı daha olsa idi, ilk defa yaratma başlayamazdı, iki kudret bir birine mani olur, aralarında çatışma çıkardı. Biri galip gelse, mağlub olan ilâh olamaz, gelmese hiçbiri ilâh olamaz, bir şey yaratılmazdı ve şu görülen yaratılış düzeni bulunamaz ve siz yerden ve gökten rızıklanamazdınız. Demek ki, bu yaratılışı ta başından yapan ve yerden maddî ve manevî rızıklarla rızıklandıran ve sonra çevirip soracak olan Allah Teâlâ'dan başka tapılacak hiçbir şey yoktur. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]De ki: Haydi (ey müşrikler) getirin delilinizi eğer doğrulardansanız, yani şirk davanızda doğru iseniz, gerçekte Allah'tan başka tapılacak mabudlar bulunduğuna bir deliliniz olması gerekir, getirin görelim, fakat ne mümkün? [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]65- Ey Resul! De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar ne zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]66- fakat ahiret hakkında bilgileri onlara ardarda gelmektedir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]"İDDARAKE" aslında tedarekedir. Tedarük, ardı ardına yetişip ulanmak, diğer bir ifade ile aralıksız bir biri ardınca gelmek, birbiri ardınca gelip katılmak, ara vermeden gelmek, demektir. Buna şöyle de mânâ verilmiştir: "Belki ilimleri ahirette arkalarından ard arda yetişmektedir" Bu şekilde "iddareke" ye müteallık olur. Fakat ilim, malumat mânâsına, ondan hal olarak şu mânâ bizce daha uygundur: "Yeniden dirilmenin hangi saatte olacağını bilemezlerse de, esas yönüyle ahiretin olacağına dair kendilerine peygamberler vasıtasıyla ve hadiselerin oluşumu ile ardı ardına bilgi verilmekte, bilgiye ait sebepler olgunlaşmaktadır. Fakat onlar bundan şüphe etmektedirler, bir türlü inanamaz, ikna olamazlar. Daha doğrusu onlar, bundan yana kördürler, ahirete ait delilleri görmezler, görmek istemezler. Bak ne diyorlar: [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]67-75- O çabuklaşmasını istediğinizin bazısı, nitekim "bedr" de oldu, geri kalanı da ölümlerinden sonra hem yerde ve gökte hiçbir gaibe, yani son derece gizlenmiş bir sır yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]76- MÜBİN: Açık veya açıklayıcı ki, burada Allah Teâlâ'ya göre açık demektir. Maksat, Levh-i Mahfuz veya doğrudan doğruya Allah'ın ilmidir. Hakkında ihtilaf edip durdukları şeylerin pek çoğunu anlatmaktadır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]77- Teşbih ve tenzih, cennet ve cehennemin hal ve durumları, Uzeyr ve Mesîh meseleleri gibi ve şüphe yok ki o Kur'ân gerçekten bir hidayet, doğru yolu gösterir bir hidayet rehberidir. Bundan dolayı anlattığı konularda, hakkı gösterdiğinde şüphe etmemelidir. Tam bir rahmettir, fakat müminler için, çünkü o hidayetten faydalanacaklar ancak onlardır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]78- Gerçekten Rabbin onlar arasında, yani o ihtilaf eden Beni İsrail'den yahudi ve hıristiyanların arasında hükmiyle hüküm verecektir. Belli ki burada hüküm, kaza mânâsına masdar değil, hüküm kendisiyle verilen mânâsına isimdir. Nitekim "Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik" (Ra'd, 13/37) âyetinde bu mânâ ile Kur'ân'ın bir ismi olmuştur. Gerçekte "İnsanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı indirdik." (Nisâ, 4/105) ifadesinde bildirildiğine göre Kur'ân, insanlar arasında hüküm için indirilmiştir. Buna göre ahkamı ile hükmedecek demek, Kur'ân ile hüküm buyuracak demek olur. Bu şekilde yahudi ve hıristiyanların ileride fiilen Kur'ân'ın hükmü ile mahkum olup, İslâm idaresi altına girecekleri haber verilerek sûrenin başında hatırlatıldığı üzere, vaad edilen kudret ve saltanat müjdelenmiştir. Sakın bunda tereddüt olmasın. O mutlak galip, kudretine karşı gelinme ihtimali olmayan galibdir, bundan dolayı vaadini yerine getirir, muhakkak hükmünü gerçekleştirir herşeyi bilendir. Bu sebepten onu nasıl yapacağını da bilir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]79- O halde Allah'a güven ve itimad et. Ya Muhammed! Çünkü sen, apaçık hakikatin üzerindesin. Onun için itimad etmelisin. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]80-81- Bil ki, sen ölülere işittiremezsin... Onun için de çaresiz, Allah'a işlerini bağlayarak tevekkül etmek lazım gelir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]MEVTA' dan maksad, hakkı duymayan kâfirlerdir. Allah'ın âyetlerinden hiç etkilenmedikleri için duygusuzlukta ölülere benzetilmişlerdir. Nitekim derece derece sağırlar, körler de öyledir. Arkalarını dönmüş kaçarlarken, zira böyle olmasa, belki işaret ile filan çağırılmaları mümkün olabilir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]82- O söylenen başlarına geleceği vakit te, yani kâfirlerin acele gelmesini istedikleri söz, söylenen o azab tamamiyle aleyhlerinde meydana geleceği, başlarına kıyamet kopacağı zaman veya aleyhlerinde hüküm meydana geleceği zaman onlar için yerden bir "dâbbe" (hayvan) çıkarırız ki, bu, onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler. Yukarda açıklandığı üzere "Bilakis onlar bundan şüphe etmektedirler, zira onlar bundan yana körler." (Neml, 27/66) olduklarını anlatır. Burada kıyamet alâmetlerinden olan bir dâbbetü'l-arz haber veriliyor.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]DEBB VE DEBİB: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tesbit olunamayan şeylerde de kullanılır. "Dabbe" kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatın aslına göre "dâbbe" demek uygun olabilecekse de dil de kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfde dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber "Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayak üstünde yürür..." (Nûr, 24/45) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir.[/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]"Yer yüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir." (Hûd, 11/6) âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı hayvan gibi insan için de kullanılır. Bu âyette "dâbbe" diye nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden bambaşka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır .Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Râgıb, Müfredat'ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: âyetinde denildi ki: "Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur" Bir de denildi ki: "Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kasdolunmuştur." Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. "Hâin" kelimesinin cemisi, "hâine" gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu "cessâse" casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garibliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder. Bundan dolayı hadiste bildirilen bazı garip rivayetleri kaydettikten sonra, şunu da ilave ediyor: Hz. Ali'den naklolundu: Kuyruğu olan bir dâbbe değil, sakalı olan bir dâbbedir, demiş bir erkek olduğuna işaret etmiştir. Fakat meşhur olan bir dâbbe olmasıdır. Şüphesiz Kur'ân'da denildiği için bir dâbbedir. Fakat erkek bir dâbbedir. "Onlara söyleyen dâbbe" denilmesi ise, bunun bir insan olmasını belirtmek için açık bir delildir. Burada söze mecazî bir mânâ vermek veya fiilini "söylemek" mânâsına değil de cerh (yaralama) mânâsına konuşma ile yorumlamak, açık beyanın zıddınadır. Garib rivayetler ile Kur'ân'ı açık mânâsından çıkarmak yakin ilmine zarar vermektir. [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Kaldı ki, Ahmed Tayalisi, Naim b. Hammad, Abd b. Hamid, Tirmizî hasen hadis diyerek, İbnü Mâce, İbnü Cerir, İbnü Münzir, İbnü Ebi Hatim, İbnü Merduye ve Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (r.a)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Dâbbetü'l-arz, Musa'nın âsası, Süleyman'ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak." [/SIZE][/FONT] [FONT=Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][SIZE=2]Bu hadise göre de, dâbbe, maddî ve manevî normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler" buyurulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Burada bazı eserleri (haberleri) de kaydedelim:[/SIZE][/FONT] [/QUOTE]
Adı
İnsan doğrulaması
Günün ilk namazı hangi namazdır
Cevap yaz
Ana sayfa
Forumlar
İSLAMİ PAYLAŞIMLAR
Kuran-ı Kerim
Kuran-ı Kerim Tefsiri
27 - Neml Suresi Tefsiri
Üst
Alt