3. Bunlar niçin böyle yapar? Zira sanır ki malı kendisini ebedî kılmıştır. Kılacak değil de, kılmıştır zanneder. Öyle hayıra yaramayan, sayılmak için biriktirilmiş malın, kendini kurtarmak şöyle dursun, başına bela, felaketlerine sebep olacağını düşünmez de o onu her tehlikeden kurtaracak, dünyaya kazık kaktıracak, ondan öyle söz almış, artık ebedilik muhakkak imiş gibi zanneder. Bütün emellerini onun üzerine kurar.
4. Hayır, hayır. İş öyle sandığı gibi değildir. İnsanı kurtaracak, ebediyete götürecek şey mal değil, önceki sûrede açıklandığı üzere Hakk'a iman, ilim ile salih ameldir. Andolsun ki atılacaktır. Baştaki lâm yemin için dir. "Nebz", bir şeyi küçümsemek suretiyle fırlatıp atıvermek, kelimenin sonundaki "nun" da te'kit nunu'dur. Yani Allahü Zülcelâl'e yemin olsun ki, o mala güvenip, hep onu sayıp da halkı eğlenircesine kırıp inciten, herkesin hukuk ve haysiyetiyle oynayan o gururlu hümeze ve lümeze, o atak, koğucu her halde tam hakaret ve sefaletle atılacaktır. Hutamey (cehennemin için)e. Önüne geleni kırıp geçirmek, yalayıp yutmak âdeti olduğundan dolayı bir adına da Hutame denilmiş olan cehennemin içine, Hümeze lümeze vezninde Hutame, Kâria Sûresi'nde "haviye", "narun hamiye", Tekâsür Sûresi'nde "cahim" diye ismi geçen cehennemin isimlerindendir. Bazıları dördüncü, bazıları altıncı, bazıları da ikinci tabakası demişlerdir. "Mevlid"de: "Korkarım ki yerleri ola Tamu." denildiği gibi, eski Türkçe'de cehenneme Tamu denildiği için burada hutame'yi tamu diye terceme etmek de yakışabileceğinden dolayı meâlde ona da işaret ettik.
Bununla beraber Tamu, hapishane, zindan mânâsına olan dam (ceza evi)dan gibi görünür. Bu da "Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı (bir zindan) yapmışızdır." (İsrâ, 17/8) mânâsına uygundur. "Hutame" kelimesinin aslı ise kırıp geçirmek demek olan "hatm"den türemiştir. Bu "fuale" vezni de sayılar ifade ettiği için hutame, son derece kırmak âdeti ve tabiatı olan, yani kıran geçiren demek olur. Türkçe'de: "Filan yere kıran girdi." demek de, orası kırıldı, tükendi, mahvoldu mânâsını ifade eder. Kızgın ateşin de tabiatı, böyle önüne geleni kırıp geçirmek, mahvetmek, diğer deyimle yalayıp yutmak olduğundan, böyle kırıp geçirici, yahut yalayıp yutucu ateş anlamıyla cehenneme de hutame denilmiş demektir. Nitekim ekûl, yani çok yiyici, obur kimseye de, ateşe benzetilerek, hutame denir ki, "sanki içinde fırın var gibi" her verileni yalayıp yutuyor demektir. Bir de deyimi vardır ki "Çobanların en kötüsü hutame olandır". Yani güttüğü sürüyü kırıp geçirendir, demek olur. Burada cehennemin "hutame" ismiyle söylenmesi, görünüşte (sureten) mânâ bakımından hümezeye uygunluk içindir. Çünkü ikisi de bir vezindedir. İkinci olarak "hümeze"de başkalarının kıymet ve haysiyetini, gönlünü kırmak mânâsı bulunduğu gibi, "hutame"de de kırıp geçirmek mânâsı vardır. Üçüncü olarak hümeze lümezede insanları arkadan çekiştirerek "Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?" (Hucurat, 49/12) mânâsı üzere etlerini yemek mânâsı bulunduğu gibi, ateşte de deriyi, eti yemek mânâsı vardır. Bundan dolayı hümeze lümezeye bir hutame ile ilâhî adalet icra edilecek demektir.
5. Lakin bu ateşin diğer ateşlere benzemeyen bambaşka bir ateş olduğu anlatılmak üzere korkutmak için buyuruluyor ki: Ve bildin mi hutame nedir? Yahut: "Ne dehşetli hutam!"
6-7. O, Allah'ın ateşi, Allah ateşidir. "Nâr" (ateş)ın Allah'a izafeti, dilimizde de : "Allah'ın belası" dediğimiz gibi büyütme ve korkutma içindir ki, Allah Teâlâ'nın öfke ve heybetini özellikle göstermesi bakımından korku ve şiddetinin büyüklüğünü ifade eder. Yani malum olan ateşlerle mukayese edilemeyecek derecede öyle heybetli ve fevkalade büyük bir ateş ki (Allah'ın emriyle) yakılmış, tutuşturulmuştur. Ebediyyen sönmek bilmez. Hz. Ali (k.v.) şöyle demiştir: "Ne acaiptir o insanlar ki, altından ateş kaynayıp dururken yeryüzünde Allah'a isyan ederler". Bugünkü jeologların teorilerine göre de yerin içindeki ateşe göre üzerinde bulunduğumuz kabuğu, yumurtanın içine nisbetle üzerindeki iç zarı kadar ince sayılmaktadır. Fakat bu ateşin onlara benzemediği ve sadece cisimleri yakan bir ateş değil, maddî şeyleri geçip de maneviyatı saran, cesetlerden başka canlara, gönüllere kadar çıkan bir ateş olduğu anlatılmak üzere şöyle vasıflandırılıyor: Öyle tutuşturulmuş bir ateş ki, yüreklerin, kalplerin içi, merkezi demek olan füadlerin, yani anlama yeri olan gönüllerin üstüne çıkar. Tenden geçer ruhlara, maneviyat üzerine çıkar, çatar, savar, canlar yakar, gerçi onları öldürmez "Onun içinde ne ölür, ne yaşar." (A'lâ, 87/13) Fakat uzanır, sarar, azab eder. Çünkü küfrün, çirkin inançların, kötü niyetlerin kaynağı onlardır. Razî'nin anlattığı üzere Hz. Peygamber'den rivayet edilmiştir ki: Nar (ateş), ehlini yer, nihayet gönüllere gelince son bulur, sonra Allah Teâlâ etlerini, kemiklerini diğer bir oluşla iade eder. "Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz." (Nisa, 4/56) âyeti de buna delalet eder.